"Gel cânını terkeyle ki cânan doğa senden."

14 Aralık 1989

  

İşte meşâyihsiz olmaz. İnsanlar herşeyi Hakke'l-yakîn meşâyih ile bilir.

Niyazi Mısrî:

Mürşit gerektir bildire Hakk'ı sana Hakk'el yakîn.

Bir de buyuruluyor ki:

Her kim ki şeyhini hak bilmedi, Hakk'ı dahi  bilmez

Yok eylemeyen varını maksuduna ermez

...

Bulam dersen eğer aynî imanı

Çalış ki olasın şeyhinde fani

Sana senden yakın olanı tanı

Burada öyle bir mana var ki. Nasıl bir manâ var? Hani Cenâb-ı Hakk:

"Kulum Ben sana şah damarından daha yakınım."  buyuruyor.

Hz. Resulullah'a da buyuruyor ki:

"Resulüm sen Allah'tan çok uzaksın." Bu uzaklığı yakınlaştıran kim oluyor?

Mürşid gerektir sana Hakk'ı bildire Hakke'l-yakîn. Her kim ki şeyhini Hak bilmedi, Hakk'el yakîni bilmez.

Cenâb-ı Hakk:

"Kulum sen Allah'a ulaşmak için bir vasıta, bir vesile ara bul." diyor.

Biz de düşünelim şimdi. İşte bizim ruhumuz Allah'tan geldi. Cesedimizi topraktan halk etti. Ama vasıta ne oldu burada düşünelim. Vasıta annemiz, babamız oldu.. Herhangi bir tanemiz ot gibi yerden bitmedik. Taşın toprağın deliğinden çıkmadık. O ulvî âlemden gelen ruhumuza annemiz, babamız vasıta oldu, geldik. Öyle ise düşünelim. Bir insan vasıta ile gelmiş olduğu yere vasıta ile gider. Vasıtasız gelseydi, vasıtasız giderdi.

İnsanlar Cenâb-ı Hakk'ı ilme'l-yakîn bilirler. Ayne'l-yakîn bilirler. Hakke'l-yakîn bilirler. İlme'l-yakîn bilenler âlimler. Ayne'l-yakin âbidler bilirler. Yani ibadet yapanlar. Hakke'l-yakîn bilenler, varlığından kurtulanlar. İlimden, amelden, her varlığından geçip yok olanlar.

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Yokluk içinde sana varlık doğa

Elhamdülillah Yarabbi çok şükür!

Yarabbi aldanmışlardan etme. Yarabbi Habibinin hürmetine!

Aldanmış kimler? Günahı sevabı bilmeyenler. Şeriatı, tarîkatı olmayanlar. Bu zamanda bu tip insanlara bakın görün ne yapıyorlar? Bunlarda şeriat tarîkat var mı? Bunlar günahı sevabı biliyorlar mı?

Biz çok şükredelim. Şükredelim ki Allah nimetimizi artırsın. Bakın kelâm-ı kibâr'da ne geçiyor.

Salih bu sözlerin yalan olamaz

Her beşer suretli insan olamaz

Hepimiz de beşeriz. Ama her beşer suretli insan değildir.

Her bir kimse ehl-i irfan olamaz

Kırk yerden yarılmış kıl olmayınca

Koparmak değil! Kılı kırk yerden yaracaksın, ehl-i irfan olmak için. Bu şeriat işte. Tarîkat bu işte. Biz yaşamadığımıza göre şeriatı da bilemiyoruz. Tarîkatı da bilemiyoruz. Tarîkatı bilsek de yaşayamıyoruz. Ama Cenâb-ı Hakk âlim, kâdir, kulunu esirgeyen, koruyan, acıyan... Cenab-ı Hakk bize işaretler, müjdeler veriyor.

Nasıl müjdeler veriyor? Evet müttaki olan kurtaracak. Olmayan kurtaramaz. Yine işaret veriyor. Sizin en çok müttaki olanınız, Allah'tan çok korkuyorsa, bu zamanda, o kadar çok yararlanıyor. İlim irfan sahibi oluyor. Çünkü Allah'a olan aşkın nihayeti yoktur. Bu zamanda şer, fitne var. Küfür hakim olmuş. Onun için Allah'a sığınacağız. Her hâlinizde Azimüşşan'a sığının.

Ben anladım işim bitmez sana yalvarmaktan gayrı.

Affet Yarabbi! Abdurrahman Cami hazretleri tarîkata o kadar karşıymış ki meşâyihleri, dervişleri hiçe sayarmış. Nasıl ki Abdurrahman Cami hazretleri tarîkata girmiş, bir mürşide tabi olmuş, o zaman o âlimler hep susmuşlar ve demişler ki:

- "İnsaf edelim, Abdurrahman Cami gibi bir âlim gelmemiş beş asır boyunca. Öyle olduğu halde demek ki dervişlik hocalıktan üstün ki, hocalığı bıraktı derviş oldu."

Buyuruluyor ki:

"Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz."

Ama tasavvuf bunu nasıl izah ediyor?

Yunus Emre diyor ki:

Niceleri gitti mürşit arayı

Arayanlar buldu derde devayı

Bin kez okur isen akla karayı

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz

Bin sene medrese ilmi okusan yine senin mürşide ihtiyacın var diyor.

Salih Baba daha güzel açıklıyor:

Bir kaç esmâ bilmek ile Hakk'ı bildim sanma sen

Sohbet-i pire devam et ruz u şeb usanma sen

Zat-ı Hakk'ı anlamaktır binbir esmâdan garaz

Gece gündüz durma. Fırsatın varsa, bir pîrin toplantısına git ki, o zaman Hakk'ı bilirsin. Bir kaç esma bilmekle Hakk'ı bildim sanma. Âlimler Allah'ı İlme'l-yakîn bilirler. Abidler Ayne'l-yakîn bilirler. Aşıklar Hakke'l-yakîn bilirler.

Aşıklar kim? Kendisini bir meşâyihe teslim edip, kendisini yok edenler.

Gâh ahdine vefasını gösterir

Gâh Salih'e safasını gösterir

Gâh şiddetle cefasını gösterir

Yaklaştıkça yârin köyü muhabbet

Tarîkata girenler ahd-i misakı tazelemiş oluyor. Meşâyihin de bir ahd-i misakı var.

Muhabbet çok sefalıdır. Muhabbete doyum olmaz. Yaklaştıkça yakar seni muhabbet. Muhabbetten mânâ Cenâb-ı Allah'ın azametidir. Veya velâyetidir. Bir mürit Allah'a vasıl olmak için evvelâ fenafiş-şeyh olacak. Sonra fenafirresul olacak. Sonra fenafillah olacak. Demek ki, yardan manâ bu müptedi âleminde Râbıtadır. Sonra nübüvvettir. Sonra Allah'ın Zatıdır. Ama müntehi âlemine nasıl geçer mürit? Velâyetsiz geçemez. Mürşitsiz geçemez. Yaklaşmak için râbıta şarttır. Velâyete yaklaştıkça şiddet çoğalıyor. Ama velâyetin içine girdi mi ? Tamam hiddet de bitti. Şiddet de bitti. Hepsi biter.

Karşına almışsın gonca gülünü

N'oldu sana terkeyledin ilini.

Onun için bunlar dert değildir. Hamdolsun şükrolsun. Allah'a şükür. Bunlar nimettir. Ekmektir bizim için bunlar. Herşeysiz olur, ekmeksiz olmaz. İnsanlar ekmeğin yanına katık istiyorlar.

Allah cemaatimizin hepsini arzularına ulaştırsın.

Soru: Bir Salih Baba'da bizde olsa ?

Bizim tarîkatımızda, tarîkat boyunca, o bir tane olmuş, Onun ki bir emirdir.

Salih gibi vardır çok ehl-i diller

Pir-i Sami bahçesinde bülbüller

Piri Sami'nin velâyetinde gelişen, ona dahil olan, müritlerin ruhları. Salih gibi çok varmış. Bu da bir arzuymuş.

- "Salih söyle !" Demiş. O da:

- "Söylemek bir mârifet midir?" Demiş.

Çünkü Salih ihvanlar içerisinde çok mahcup bir kimse. Ümmî. Bir şey bilmiyor. Kimse onu ihvan yerine de koymuyor. Öyle birisi. Mübarek söylemeye başlamış. Kırk gün devam etmiş. Kırk günden sonra:

- "Yeter Salih kes" demiş. O da kesmiş. Kelamlar sona ermiş.

Yeter  ettin bu Salih'e itâbı

Bir zaman gösterdin yevmül-hisâbı

Şimdi arzeylersin ümmül-kitabı

Büsbütün lâl ettin dillerimizi

Soru : Efendim, Yunus Emre'nin söylemesi daha mı uzun sürmüş.

Onun ki devamlı sürmüş. Devamlı da söylemiş. Peyder pey söylemiş. Salih Baba kırk gün devamlı söylemiş. Çok Kelâm-ı kibârlar var ama hiç birisi Salih Baba'nın sanat yönünü tutmuyor. Bütün sözleri getiriyor, râbıtasına bağlıyor. Her kelâmında râbıtasından bahsediyor. Kendisinden de bahsediyor. Bütün hepsinde öyle.

Bakın şimdi:

Pir-i Sami gibi sâhib-irşâdı

Bulup kapısında kılak feryadı

Hiç birimiz bulamazık necâtı

Bizim delîlimiz Ol olmayınca

 

Salih bu sözlerin yalan olamaz

Her beşer suretli insan olamaz

Her bir kimse ehl-i irfân olamaz

Kırk yerden yarılmış  kıl olmayınca

Burada olduğu gibi önce râbıtasından söz ediyor. Sonra kendi kelâmını söylüyor.

Müptedi âleminde mürid için en sağlamı, en kolayı Râbıtadır. Burda nefsimizi siyah bir köpek gibi mürşidimizin önüne atmışız derken, bu nefsin terbiyesidir.

Çünkü şöyle:

Evliyanın iki nuru vardır. Zâhir ve batın. Râbıta nuru, velâyet nuru. Râbıta zâhir görünüş. Bu nur nefsi terbiye ediyor. Bir de velayet nuru vardır. Bu da müridin ruhunu yetiştiriyor. Görülmüyor. Onun için zâhirimizden haberimiz var. Batınımızdan haberimiz yok. Zâhirdeki eksikliğimiz batınımızı etkiliyor. Manevî gelişmemizi önlüyor. Ruhumuzu geliştiren meşâyihimizdir. Nasıl ki zâhir de medrese de ilim tahsil ediyorlar. Gitmeseler tahsil edemezler. İşte ruhta böyle. Meşâyihten eğitilirmiş. Ama zâhire bağlı. Zâhirde eksiklik olursa eğitilemez. Okuldan kaçan talebe gibi. Okula gitmeyen talebe ne öğrenir. Terakki etmez. Onun için fenafişşeyh olmak demek, zâhirde bir çocuğun ilkokulu bitirmesi gibidir. Hizmetini yapınca ondan sonra orta tahsilini yapmaya başlıyor. Bunu da nübüvette yapıyor. Nübüvettin dahilinde yapıyor. Oradan da mezun olunca Fenafirresul oluyor. Sonra fakülte tahsiline başlıyor. O zaman da Cenâb-ı Hakk'ın zat nurunun içerisinde yapıyor. Oradan da diploma alınca Fenafillah oluyor.

Şeriatı olan insanın hayvanî sıfatı yoktur. Hayvanî sıfat küfür sıfatıdır.