BAZI TERIMLER

Naksibendî büyüklerinin büyük hakikatleri anlatmakla kullandiklari bazi terimler vardir ki, onlarin yoluna girenlerin bu terimleri iyi bilmeleri ve geregince amel etmeleri lazimdir.

Bu en büyük tarikat Maveraünnehir beldelerin büyükleri de umumiyetle Farsça konusup yazmalari sebebiyle bu terimler Farsçadir. Biz bunlari tercümeleriyle beraber elimizden geldigi kadar açik ifadelerle anlatmaya çalisacagiz. Bu yüksek manali kelimeler on bir kelime olup Hace Abdülhalik Gucdüvani hazretlerine aittir. Bu kelimeler, bu yüce tarikata girenlere her zaman yol gösterecek kelimelerdir.

1.VUKUF-I ZEMANI:

Salik, üzerinden geçen zamani bilmelidir. Hem nasil bir zamanda bulundugunu, hem içinde bulundugu vakti iyi bilmeli, degerlendirip degerlendiremedigi arastirmali, kendini sik sik yoklamalidir.

Içinde yasadigi zaman içinde kendi durumu nedir? Huzurda midir? Huzur içinde midir? Sükür mü etmektedir, yoksa kendi helakine sebep olacak bir gaflet içinde midir?

Salik, bütün varligiyla asil maksuduna yönelmedigi bir zamanin üzerinden geçmesine razi olmamali, Allah’tan gafil olarak bir nefes yasamamaya dikkat etmeli, bütün gücüyle her an manevi uyaniklik halinde yasamaya gayret etmelidir. Buna sahv hali denir.

Bilmelidir ki, her seyi hakkiyla bilen ve her seyden hakkiyla haberdar olan Allah onu kusatmistir. Salik, Allah’in her an gördügünü hesaba katmadan hiçbir amel isleyemez. Çünkü,

“Allah gözlerin hain bakislarini ve sadirlarin gizlemekte oldugu her seyi bilir.” (Gafir suresi /19)

“Ne yerde ne gökte zerre miktari hiçbir sey Rabbinden uzak ve gizli kalamaz.” (Yunus suresi / 61)

Göklerin ve yerin anahtarlari O’nundur.” (Zümre suresi / 63)

Bunun için salik her gece ve her gündüz isledigi amellerini birer birer muhasebe etmeli, iyi amelleri kendine müyesser kilan Allah’a sükredip daha iyilerini ziyadesiyle beraber temenni etmeli, çirkinleri için tevbe ve istigfar edip pisman olarak Allah’a dönmeli, sayet uyanamzsa bir gün muhakkak uyanacagini bilmelidir.

Vükuf-i zemani teriminden anlayacagimizin özeti sudur:

Salik yakinen bilmelidir ki Cenab-i Hak O’nun yaninda hazirdir ve daima onu görmektedir. Kulluk haddini asmamali, kendi kullugunu bilip günahlara karsi her an uyanik bulunmali, mabuduna ulasincaya kadar bu halini birakmamalidir. Bu saliki yakine erdirir.

2.VUKUF-I ADEDI:

Salik zikrini yaparken mürsidinin verdigi sayiya riayet etmelidir. Bu, sayiya riayetle beraber, hafi zikrin verilen miktar yapilmasindan ibarettir. Yoksa kendi basina bir sayi degildir. Bu, gönlü vesvese ve tefrikadan korumak içindir.

Büyüklerimizden bazilari demislerdir ki: Vukuf-i adedi zikirde sart degildir. Burada esas olan kalbin zikredilenle beraber olmasidir. Huzur halinde bulunmasidir ki zikrin faydasi ve neticesi görülsün. Bu da, nefy yaparken beseri varligin yok olmasi, isbat yaparken de ilahi cezbe eserlerinin dogmasidir. Nefy hali, günes dogarken yildizlarin kaybolmasina, isbat hali de gecenin günes dogarken kaybolmasina benzer.

3.VUKUF-I KALBI:

Zakir zikrederken kalbinin zikredilenden haberi olmasidir. Zikrederken devamli murakabe halinde olmali, bu halini kaybetmemeye çalismalidir. Sadat-i kiram hazarati vukuf-i kalbinin zikirde sart oldugunu söylerler. Zakir zikir aninda kalbine hakim ve sahip olmali, oraya Allah’tan baska birinin girmesine izin vermemelidir.

Kalp, sol memenin altinda bir et parçasidir. Ona kalp denmesinin sebebi, fikirlerin, düsüncelerin ve niyetlerin degismesi itibariyle çekip çeviren, degistiren kuvvetin mahalli olmasidir. Ona sahip olmak demek onun ne halde bulundugunu her an gözetmek demektir: Zikirle mesgul mü?, degil mi? Kisi kalbini her an kontrol etmeli, kalbinde gaflete açik bir kapi bulundurmamalidir. Hazret-i Hace Muhammed Bahaeddin Naksbend kuddise sirruh bilhassa vukuf-i kalbi üzerinde durur ve ona dikkat ederlerdi.

4.HUS DER-DEM:

Akil sahibine gerektir ki alip verdigi hiçbir nefeste gaflet etmemelidir. Her an Allah ile olmanin suuruna ancak böyle erebilir. Ancak, nefeslerini gaflet içinde alip vermekten muhafaza eden bir kimsenin kalbi Allah ile huzur halinde olabilir. Nefes alip verirken kalbin Allah ile huzurda olmasi demek, nefesleri Allah’a itaatle ihya etmek, Allah’a ibadetle onlara hayat kazandirarak Allah’a ulastirmaktir. Kalp, Allah ile huzurda iken girip çikan her nefes canlandirilmis ve Allah’a gönderilmistir. Gafletle alinip verilen her bir nefes de öldürülmüs Allah’a ulasmamistir.

Hus der-dem, yani her nefes uyanik olmak, her nefesine sahip olmak, zakirin zikir esnasinda Allah’tan gafil olmamasi demektir. Çünkü zikirden maksat zikrettiginin manasini düsünerek zikredilene ulasmaktir. Manasini düsünürse tecellisi mazhar olur. Bu da ancak nefeslerini gafletle alip vermekten kurtulmakla olur.

Nefesleri gafletten kurtarmak kalbi huzura erdirir. Huzura eren ise Hak Teala hazretlerinin tecelliyatini her an müsahede eder. Onun tecelliyati ise mahlûkatin nefesleri sayisincadir. Nefeslerini gafletten kurtaran kimse artik her an Allah ile beraberdir. Her an O’nun tecellini görür.

Gafletten kurtulup her nefes uyanik olmak çok zordur. Bunun için her gaflet hali geldigi zaman derhal istigfar etmek gerekir. Iyi ameller islemeye gayret ederek o gafletin biraktigi izleri temizlemeye gayret etmelidir.

5.NAZAR BER- KADEM:

Salik yolda yürürken ayaklarinin ucuna bakarak yürümelidir ki gözü etrafa takilmasin. Çünkü ayaklarinin ucuna bakarak yürümezse gözü etrafa takilir, bu ise kalbi perdeler. Kalpteki perdelerin çogu bir takim resimler, suretlerdir ki bakmak yoluyla kalbe yerlesir. Bunun için salik yolda yürürken gözü surada burada gezerse zikirden perdelenir. Çünkü mübtedi zakirin kalbi bir yere takilirsa kalbi mesgul eder, derhal tefrikaya, vesveseye tutulur. Çünkü kalbini muhafaza edecek kadar kuvvet kazanmamistir. Vesvese ve tefrikaya karsi zayif bir haldedir. Bu sebeple gafillerin yüzlerine bakmamalidir.

Suffiye büyüklerine göre gafillerin yüzüne bakmak büyük zarar yol açar. Çünkü temizlenmis kalpler cilalanmis aynalar gibidir. Eger gafillerin yüzlerine bakilirsa onlarin kati kalplerinin kasveti kötü huylari, bozuk fikirleri aynen salikin kalbine akseder. Bu ise salik için son derece tehlikelidir.

Salik, güzellerin yüzlerine de bakmamalidir. Çünkü fitneye tutulur. Hadis-i serif

de, “Bakmak seytanin oklarindan bir oktur” buyrulmustur. Kime bu ok isabet ederse Allah yolunda fitneye düsmüs olur. Bu sebeple salik bu oktan kurtulmak için gözleri yerde, yani ayaklarinin ucuna bakarak yürümelidir.

Nazar-ber-kadem sözü, ayni zamanda himmet yüceligini anlatir. Söyle ki: hak yolunun yolcusu olan kâmil insan Allah’tan baskasina nazar etmez. Çünkü masivadan ilgisini kesme yolundadir. Nasil süratle kosan bir kimse sadece ayaklarina bakarsa salik de yari yoldan dönmemek için zahirden ve batinen Hakk’a yönelmis olmalidir.

Ayrica tevazu ehli olan kimseler ayaklarinin ucuna bakarak yürürler. Kibirli cahillerde dimdik ve böbürlenerek yürürler.

Yürüyüsün bu sekli ayni zamanda Peygamber Efendimizin de yürüyüs seklidir ki, O, yürürken saga sola bakmaz, ayaklarinin ucuna bakarak ve sanki yokustan iniyormus gibi hizli yürürlerdi. Rasul-i Ekrem’e tabi olan salik de ayni sekilde yürümelidir.

6.SEFER DER-VATAN:

Halk arasinda sefer denilince bir beldeden bir beldeye gitmek anlasilir. Vatan, insanin ikamet ettigi ev yahut memlekettir. Bu terim, salikin seferinin yaratiklardan Kurtulup Hakk a gitmek demek oldugunu ifade eder. Hazret-i Ibrahim Halillullah demistir ki : “ Ben rabbima gidiyorum”(saffat suresi/99)

Salik, içinde bulundugu manevi hali manevi görmeyip daha güzel, daha fazla amellerle dolu bir hale sefer etmelidir. Yahud bir makamdan bir yüksek makama yükselmege gayret etmelidir.

Ebu Osman el-Magribi Hazretleri buyurmuslardir ki: “Salik, heva ve hevesini terk edip Allaha ibadet ve taata dönmelidir. “Sefer der-vatan” sözünden murad, bir memleketten bir memlekete yolculuk etmek degil, insanin kendi iç âleminde Allaha dönüs yapmasidir. Salikler, bir kâmil mürsidi bulduklari zaman onun her emrini yerine getirmek için zahiri yolculuklari birakir ve onun kapisina baglanirlar. Batini yolculuklarina baslarlar. Bunlara da ancak bundan sonra mürid denilebilir.”

Seyh Hakim Tirmizi hazretleri, saliki zahiri yolculuktan men eder ve buyururdu ki: “Bütün hayir ve bereketlerin anahtarlari mürid oldugun yerde sabretmendedir. Mürit denilecek hale gelinceye kadar o kapida sabredeceksin. Sen o hele gelince bereket zahir olur. Artik sen Allah a dogru sefer etmege baslamissin demektir. Zahirde sefer etmissin veya etmemissin fark etmez .’’

Sonra unutulmamalidir ki, mesayih-i kiram hazarati salikleri zahiri seferden menetmislerdir. Çünkü mesakkati çoktur. Mihnetlidir. Yolculuk halinde Allah’in rizasina muhalif is tutma ihtimali çoktur. Sefer, farzlari sünnetleri terk etmege her zaman müsaittir. Bu ise saliklerin kalplerini tefrika ve vesvese ile harap eder. Kemale eren mürsitler ise bu mesakkatlerin tesiri altinda kalmayip Allah’tan gafil bulunmayacaklari için yolculuk yapabilirler. Aksine bu yolculuklari onlarin daha fazla terakki etmelerine sebep olur. Dereceleri yükselir. Hem yolculugun mihnet ve mesakkatlerine tahammül ederler, hem de gittikleri yerlerde irsada bulurular. Salih selefimiz, gönüllerinin, bir yeri vatan edinmeye meyledip insanlarla ülfetleri ilerledigi zaman, kendilerine onlardan gelen adetleri birakip rahatlarini terk etmek, onlarin asiri ülfetlerinden kurtulmak için yolculuk ederler ki, kendileri için masivadan siyrilma hali tahakkuk edip yüksek makamlara ulassinlar.

7-HALVET DER-ENCÜMEN:

Sufiyye islahatinda halvet, saliklerin ibadet için çekildikleri tenha yer demektir. Encümen ise, insanlarin toplu bulunduklari yer, yahud topluluk manasinadir.

Bu terimin manasi sudur: Salik halk arasinda iken, insanlar içinde iken her an Allah ile beraber olmalidir.”Herkes beraber fakat yalniz olmak” sözü bunu anlatir. Bu durumda halvet der-encümen murakebe manasina gelir.

Salik, insanlarla beraber olmasina ragmen, insanlarin onun kalbine muttali olmamasi lazimdir. O, Allah ile beraber olmali fakat bunu etrafina sezdirmemelidir.

Yine salik kalp ile zikrine dalmis bulunmali, çarsiya girdigi zaman insanlarin gürültüsünü duymayacak hale gelmelidir. Hakk’in zikri, kalbin hakikatini istila etmis olmalidir.

Bu terimde anlasilacak bir baska mana da sudur: Bu yola giren bir salik, öyle bir yere intisab etmis bulunmalidir ki, nerede olursa olsun,insanlarla ne muamelede bulunursa bulunsun, Allah’tan gafil olmamali, daima O’nunla beraber bulunmalidir.

Halvet iki türlüdür: Birincisi zahiri halvet ki, salikin evinde insanlardan ayri bir yere çekilip orada melekût âlemi, suhud âlemi, ceberut âlemine yakinlik kazanmak için oturup mesgul olmasidir. Çünkü zahiri bes duyu durduruldugu zaman batini duyular çalismaya baslar.

Ikincisi ise batini halvettir ki, her an Hakk’i müsahede halinde olmasidir. Insanlarla muamelesi onu zahiri mutaaladan ve batini müsahadeden alikoymaz. Hakiki halvet de budur. Cenab-i Hak:

“Öyle adamlar vardir ki, ne ticaret, ne alis-veris onlari zikrullahtan alikoyar.” (Nur suresi / 37) ayetiyle buna isaret buyurmustur. Bu halvet, Naksibendî tarikina mahsustur. Çünkü onlar, zahiri manada bildigimiz halvete çekilmezler, bir köseye çekilip cemaatten ayrilmazlar. Onlarin halveti kendi batinlarindadir. Insanlarla toplu halde bulunurlarken kendi içlerinde halvet halindedirler.

Hace Bahaüddin Naksbend Hazretleri, “Tarikimiz sohbettir, hayir beraberliktedir” buyurmuslardir. Naksbendi büyüklerinin, halvetin bu türlüsünü tercih etmelerinin sebebi, Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem’in sünnetine ittiba etmek içindir. Çünkü O, insanlarin içlerine girip onlarin dogru yolu bulmalarina çalismayi, bir köseye çekilmeye tercih etmistir. Ve buyurmuslardir ki:

“Insanlarin arasina karisip onlarin ezasina sabreden mü’min, onlarin içine karismayan ve bir köseye çekilen mü’minden hayirlidir.”

Seyh Ebu Said el-Harraz buyuruyor ki:

“Kamil insan, kendisinden bir sürü kerametler zahir olan kimse degil, bilakis halk içine girip alisverisini yapan, maisetini kendisi tedarik eden, evlenen, insanlarla hasir- nesir olan, bununla beraber bir an Allah’tan gafil olmayan kimsedir.”

8- YÂD KERD:

Zikretmek demektir.

Salik murakabe derslerine geldikten sonra zikrini nefy-ü ispat yoluyla yapmalidir. Hergün belirli bir sayida buna devam eder. (Besbin veya onbin kadar).Bu merhalede nefy-ü ispat zikrinin dil ile yapilmasinin sart oldugu açiklandi. Çünkü kalp, unsurlara bagli olmasi sebebiyle unsur tesiriyle paslanabilir. Nefy-ü ispat ise dil ile yapilinca bu paslar zail olur. Murakabe noktasindan müsahede mertebesine yükselir.

Bu terimin bir baska manasi, daimi zikir halinde olmaktir. Kalple veya dil ile olsun, Zat ismi veya bir baska zikir nefy-ü ispat seklinde yapilmis olmasi müsavidir. Maksad zikrin kesintisiz bir sekilde devam etmesidir. Allah ile ancak bu sekilde huzura varilir.

Bu terimin bir baska manasi, gaflete mahal birakmadan zikre devam etmektir. Çünkü Cenab-i Hak, “Unuttugu zaman rabbini zikret” (Kehf suresi / 24) buyurmustur.

9-BAZ KEST:

Zakir nefy-ü ispat yaparken nefesini saliverdigi vakit söyledigi su mübarek sözün manasini düsünmelidir.

“Ey Rabbim, maksudum ancak sensin ve istedigim ancak senin rizandir” derken neffy-ü ispatin manasini te’kid etmelidir. Bunu yapmak, zakirin kalbinde tevhid hakikatinin sirrini yerlestirir. O hale gelir ki nazarindan bütün mahlûkat silinir, sadece Hakk’i görür. Hak Teala hazretlerinin varligi zahir olur. Naksibendî büyüklerinin saliklere bunu özellikle emretmemelerinin sebebi budur. Salik zikrediyorsa zikrin manasini düsünecektir. Tevhidin sirrina böyle erer. Masivadan böyle siyrilir, terfide böyle ulasir.

Bu terimin bir baska manasi, zakirin zikir esnasinda Hak Teala hazretlerini layikiyla zikretmekten aciz oldugunu ve kusurlarini Hakk’a arz etmesidir. Çünkü Hak Teala’nin yardimi olmadan hiçbir kimse O’nu hakkiyla zikredemez. Büyüklerimiz,

“Seni tenzih ederiz ki ey zikrolunan! Seni layik oldugun sekilde zikredemedik!” diye aczlerini itiraf etmislerdir. Zakir bütün varligi ile zikredip Rabbi de onu zikretmedikçe O’nunla huzura varamaz. O’nun yardimi olmadan hiçbir kimse O’nu hakkiyla anamaz. Zikrin sirlarini anlayamaz. O’na vasil olmak müyesser olmaz. Bunun için ba-kest kelimesiyle anlatilmak istenen sey, zakirin zikir esnasinda her an Allah’a dönmesi gerektigidir ki, zikr ile zikredilene böyle ulasilir.

10-NIGAH DAST:

Zikri nefy-ü ispat seklinde yaparken manayi düsünmekten kalbi muhafaza etmektir ki manayi düsünecegim derken kalbine havatir gelmesin. Eger havatirdan kurtulamazsa zikrin faydasi olmaz. Zikirden maksat ise mezkûr ile huzura varmaktir. Kalp havatirdan korunmazsa neye yarar?

Salik, kalbini her zaman havatirdan muhafaza etmeye çalismalidir. Vukuf-i balbi teriminde de ayni sey tafsilati ile anlatilmistir.

Çeyrek saatte olsa kalbi havatirdan muhafaza etmek çok zor bir istir. Buna muvaffak olan kimse tasavvufun semeresini almistir. Çünkü tasavvuf, kalbi, havatirin girmesinden, bir sürü fasid fikirlerden muhafaza kuvveti demektir. Bu iki seyi yapan, yani zikre devam eden ve kalbini havatirdan muhafaza eden kalbinin hakikatini bilmis olur. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem bunun için:

“Kendini bilen Rabbini bilir” buyurmuslardir.

Seyh Ebu Bekir Kettani der ki:

“Kirk sene kalbimin kapisinda bekçilik yaptim, onu Allah Teala’dan gayrisina açmadim. Kalbim o hale geldi ki Allah’tan baskasini tanimaz oldum”

Bir büyük de söyle dedi: “Ben kalbimi on gece muhafaza ettim, kalbim de beni yirmi sene muhafaza etti.”

11-YÂD-DAST

Zakir, nefy-ü ispat zikrini yaparken nefsini hapsederek zikredilen ile huzura vardirmalidir. Salik her nerede olursa olsun kalbi her an Allah ile huzur halinde bulunmalidir. Bu bakimdan yad-dast terimi murakabe ile ayni manaya gelir. Bunun bir baska manasi, kalbi, zat tecellisini müsahedeye her an uyanik tutmaktir.

Zikirden hâsil olan huzur, murakebe, sohbet ve rabita, yad-dast terimiyle ayni manaya gelir. Bundan hareket ederek diyebiliriz ki huzur, Zat-i Ehadiyyetin nurlarini müsahede etmektir. Bunun için keyfiyeti degisiktir. Çesitli sekillerde zuhur eder. Onu havassdan baskasi bilmez.