FENÂ VE BEKÂ

Hâce Muhammede Bahâüddin Naksbend Hazretleine fenanin kaç çesidi oldugunu sordular.O da büyüklerin fenâyi iki noktada topladiklarini söyledi:

1- Zulmânî ve tâbîî olan su cismanî vücuddan fânî olmak,

2- Nûrânî vücuddan fânî olmak.

Su Hads-i nebevî bunu izah eder: "Allha'in zulmetten ve nurdan olmak üzere yetmis hicabi vardir."

Birinci fenâda ,Hak Teâlâ'nin zuhûru ile O'ndan baska ne varsa görünmez olur. Günes dogunca yildizlarin görünmez oldugu gibi.Mâsivâ fenâya erenin gözünden kaybolur. onun tek gördügü Hakk Teâlâ'dir.

İkinci fenâ, fenânin fenâsidir. Bu artik fenânin da hissedilmez olmasi, oraya varani mesgul etmemesidir. Artik rûhânî vücud da hissedilmez olmustur. çünkü suur da rûhânî varligin ayrilmaz vasfidir.Suur, suurla zâil olunca rûhânî vücud da bu makamda kaybolur.Artik ruh devamli zikreder, kalb durmadan secde eder. buraya vardiktan sonra sâlik sohbet yapabilecek hale gelir. Bu hale gelmeden müridleri terbiye için çagirmasi caiz degildir. Çagirmadan gelenlerle ugrasabilir. Kalbin zikretmesi demek,Hak Teâlâ ile her an huzurda olmasi demektir. Halkla beraber oldugu zaman da Hak teâla ile zuhur hali devam eder(halvet-der ercümen).

Dil ile yapilan zikir malûmdur . Ruhun zikri ise insanlarla beraber olsa da Allah ile huzur halinin galib bulunmasidir. Sirrin zikri, Hakk'dan baskasiyla huzur halinde olmamaktir. Bu durumda olanin kâinattan haberi yoktur. Allah ile huzura dalmistir.

Hafinin zikri,ruhun vücudunu gizlemektir. Artik zikrolunandan, yani Allah'dan baska her sey gözden kaybolmustur. Hasili Hak'dan her sey gayba karisir. Bu makamda Hakk'a seyr'ü sefer etmek gerçeklesir.Kula, zât ve sifatinin fenâ buldugu mutlak fenâdan sonra hakkâni varlik kul yine kul Allah yine Allah'dir.Bu makamda Cenab-i Hak'in "Kulum bana farz ibadetlerle yaklasir, nafile ibadetlerle rahmetime lâyik olur ve o hale gelir ki, benimle duyar, benimle görür, benimle konusur, benimle tutar, benimle yürür , benimle anlar" hadis-i kudsisinde beyan ettigi hakikat gerçeklesir.

Bu makamda zâti ve sifatlari fânî olan, varliginin zuhur mahserinde hafâ kabrinden çikararak bekâ bulmasi haline çevrilir.Artik Cenab-i Hakk'in cezbe tasarruflari kulun iç âlemini kaplar. Kul kendi bâtininda bütün vesvesecilerden kurtulur. Orada yalnizca Cenab-i Hakk tasarrufda bulunur. Kul da kendi nefsiyle tasarufda bulunmaktan kurtulur. Bu makamda kul ser'i vazifelerini makaminin durumuna, derecesine göre edâ eder. Bu da fenâ ve bekânin izahidir.

Ebû Saidi'l-Harraz bu mânâda: Zahirin kabul etmedigi her bâtin bâtildir. Fenâ ve bekânin hakikatina, yani Allah'a ve Allah'da seyir tahakkuk ettikten sonra Allah'dan ve Allah ile seyir baslar ki bu tenezzül makamidir. Bekâ billah makamina varip hakikate eren kul, kullari Allah'a götürmek üzere onlarin akillarinin seviyesine göre konusarak Hakka'a çagirir. Bu , peygamberlerin ve onlarin siretlerinden olan has velilerin makamidir. Onlar her islerinde tazaru ve istigfar ile Hakk'a dönerler ve O'na siginirlar. Bu makamda peygamberlere tâbi olmak bu yolda olan büyük velilerin nasibidir.

Allah Teâl buyuruyor:

"De ki:iste benim yolum. Kendimi ve bana ittiba edenleri basiret üzre, yanikörü körüne degil suurlu olarak allah'a çagiriyorum!"(yusuf sûresi/108)

Müridlerin arsina seyhin durumu, ümmeti içindeki bir peygamberin durumu gibidir. Bu makamda öyle seyhden icazetli olmak sartiyla mürid olanlar terbiye isteyebilirler. Isterse terbiye taleb edecek olan zât bir seyh olsun. Çünkü o hale gelen bir insan beserî vasiflardan ve unsurlarin kaydindan kurtulmustur. Cenab- Hakk Rasû-i ekrem'e:

"Attigin zaman sen atmadin, Allah atti."(ebfal sûyresi/17) yani Bedir savasinda atarken sen atmadin, Allah atti buyurulmustur.