"Bizim kalbimizi dirilten himmettir."

 1992

 

Hz. Muhammed (s.a.v.) Uhud Muharebesinden döndükten sonra "Muharebeyi sagîrden, muharebe-yi kebire döndük" buyuruyor. "Muharebe-yi kebir hangisi Ya Resulallah?" diye soruyorlar da, buyuruyor ki: "Nefis mücadelesi. Bu cihaddan çok daha büyük." Halbuki Uhud'da mağlup oldular. Çok zayiat verdiler.

Meşâyihe gerektir tabi erler.

Sulûke giriben, tevbe ederler.

Tamam fiiliyatımız elimizde, amelimiz elimizde. Ama hâlimiz elimizde değil.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

"Her hâlinizle biz Azimüşan'a rücû edin." buyuruyor.

Burada her hâlinizle deniliyor. Sadece sıkıntılı zamanımızda mı Allah'a yalvaracağız? Hayır. Safalı, huzurlu zamanımızda da Allah'a yalvaracağız. İyi zamanımızda da Allah'a hamdedeceğiz. Şükredeceğiz, zikredeceğiz onu. Sıkıntılı zamanımızda da Allah'a sığınacağız. İşte hâlimizi de tebdil etmek için muhakkak bir cihadımız oluyor. Nasıl olacak bu cihad? Kalbimizdeki kötü düşünceleri, kötü niyetleri, vesvese veren şeyleri ne yapmak lâzım? Tebdil etmek lâzım.

"Heva'yı Hû'ya tebdil et."

Hava denilen bir nefes var insanlarda. Ha ile alınıp verilen nefes bu. İnsanlar bu nefesten haberdar olsunlar veya olmasınlar. Bir ha ile, hava ile girip çıkıyor bu nefes. Bu nefesleri insanlar Allah'ı zikretmeden alıp veriyorlarsa boşa gidiyor. Bunu "Hu" ya tebdil etmek Allah'ı anarak bu nefesleri alıp veriyorlar. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın ismidir.

Cenâb-ı Hakk'ın 1001 ismi, sıfatlarının ismi. Lafza-yı Celâl, Cenâb-ı Hakk'ın Zat'ının ismi. Sekiz sıfatı var. Bir Zat'ı var. 1001 ismi Allah'ın sıfatlarına mahsus olan isimlerdir. "Doksan dokuz" Esma-yı hüsnâ var. Bu da 1001 isminden seçilen isimlerdir. Esas Zat'ına mahsus olan Lafza-yı Celâl'dir. Bu da insanların kalbinde yazılıymış. Cenâb-ı Hak onun için buyuruyor:

"Kulum ben sana Şah damarından daha yakınım."  Fakat insan kalbindeki Lafza-yı Celâli diriltiyorsa, ne ile diriltir? Allah! Allah! Allah! diye diye. Ama zannetmeyelim ki 24 saat içerisinde 15 dakikalık bir zikrimiz var. Bu diriltmez onu. Bu bir hizmettir. Ama bir himmettir yine. Bizim kalbimizi dirilten himmettir. Himmeti almak için de hizmet vardır. Ama büyüklerimiz, meşâyihlerimiz ne buyuruyorlar sohbetlerinde? Alırken unutmayın Allah'ı, verirken unutmayın. Yerken Allah'ı unutmayın. İçerken Allah'ı unutmayın. Çalışırken Allah'ı unutmayın. Daima kalbinizden Allah Allah! Allah zikri yapa yapa. (Lisana getirmeye lüzum yok.) Biran  evvel kalbinize Allah! dedirin. Bu nasılmış? Bir insan kalbine Allah dedirtinceye kadar sayı var. Zorlanması var. Çalışması var. Ama kalbi dirilip; Allah diyorsa o zaman bırakıyor bunu. O zamanda Allah'ı unutmak istiyor da unutamıyor. Yani kendisini ne ile meşgul ederse etsin. Allah'ı unutayım diye zorlar. Unutamaz. Çünkü onda bir sıfat-ı meleke meydana geliyor. Onun için şöyle buyuruluyor: "Bizim öyle kullarımız var ki onların ticaretleri, zikirlerine mani olmaz." Bunlar kimler? Çalışırken Allah'ı unutmamışlar. Kalpleri ile zikretmişler. Yerken, içerken, alırken, verirken, zikrede zikrede onların kalpleri dirilmiş. Harekete gelmiş. Canlanmış. O yazılı olan Lafza-yı Celâl canlanıyor. Ampule cereyan gelmezse orda bir yazı var duruyor. İşte burada insanlara "Kulum ben sana şah damarından yakınım" buyuruyor.

Ama insanlar ne zaman ki o şah damarından yakın olan Allah'ı ne zaman ki zikrede zikrede Cenâb-ı Hakk'ın nuru onda tecelli ediyorsa: Esmâ nuru, sıfat nuru, sonra Zat nuru tecelli eder insanların kalbinde. Hani bir tarîkata girdik, sana bir esmâ verdi çekiyorsun. Lafzayı Celâl Allah! Allah! Allah! Allah! Başka tarîkatlarda Cenâb-ı Hakk'ın 1001 isminin herhangi birisini zikrediyorlar. Yalnız burdaki hikmet kudsiyet. Onun için bütün tarîkatların üstünü oluyor Nakşibendi tarîkatı.

Nakşibendi Efendimiz onun için buyuruyor ki: "Sair tarîkatların nihayet kârını, biz bidayete getirdik. Sair tarîkatlarda çalışırlar çalışırlar, çalışırlar 20-30 sene bir kâra ulaşırlar. Biz onu tarîkata ilk girene veriyoruz." diyor. Başka tarîkatlar, esmâ nurundan, sıfat nuruna, sıfat nurundan Zat nuruna geçiyorlar. Onlara çeşitli çeşitli esmâlar çektiriyorlar. Bütün çekilen zikirler, Cenâb-ı Hakk'ın 1001 ismi, hepsi toplanıyor, geliyor. Lafza-yı Celâl'de sona eriyor. Yeter ki biz kalbimizi  Allah ile meşgul edelim. Bunun için de say lâzım. Zaten Cenâb-ı Hak: "Beni çok zikredin." buyuruyor. Biz irade sahibiyiz birşeyle meşgul olduğumuz zaman unutuyoruz. Allah'ı. Fakat o meşguliyet içerisinde sen sahiplisin. Senin bir rabıtan var. Seni bir ihtar eden var, seni bir ikaz eden var. O da Rabıtandır. Velâyet parmağı vardır. Batın parmağı vardır. O uzanır sana. O sana dürter, seni uyarır. Zahirde nasıl olur? Kalemin yazı yazarken kırılır veya çalışırken parmağın bir yere sıkışır. Veya yürürken ayağın bir yere takılır. Bunlar velâyet parmağı. Geliyor seni dürtüyor. Uyan diyor. Bir de ne var? Otobüse binmiş gidiyorsun. Vasıta ile gidiyorsun. Eğer sen kalbini Allah'a verdinse o vasıtadan aldığın sesi zikir olarak alırsın. Bakarsın ki o da Allah diyor. Öyle midir? Âmennâ ve saddaknâ ehl-i zikir için öyledir. Ehl-i zikir için sadece makine sesi değil. Bütün bu afakta olan sesler, birbirine vuran sert cisimlerin (çat-pat) bütün bu cisimlerin çıkardığı sesler zikir ediyorlar. Onun için:

Kâmile her eşya olmuştur evrat, buyuruluyor ya.

Her eşya kâmiller için zikir. Zaten Cenâb-ı Hakk'ın: "Sizin o cansız olduğunu zannettiğiniz cemâdatların hepsi beni zikreder." diye âyet-i kerimesi var.

Kalp dirilip harekete geldikten sonra sen ye, iç, çalış ne yaparsan yap. Allah'ı unutayım desen bile unutamazsın.

Çünkü kalp harekete geldi. Kalp harekete geldikten sonra, sen ye, iç. O zaman ne oluyor? Senin zâhirin halk ile, bâtının Hak ile oluyor. bunlar say ile (= çalışmakla) oluyor. Şeriatta da çalışmak var. Tarîkatta da çalışmak var. Hakikate geçince sen iradenden kurtuluyorsun. Sen de oluyorsun bir âlet. Yaptıklarını sen yapmıyorsun. Sen Allah'ın aletisin. Seni konuşturan Allah. Seni yediren Allah. İşte müridlerin neticesi öyle olur. Cüzi iradeden, küllî iradeye geçince öyle olur. Cüzî iradesinde de Bunlar var mıdır? Vardır. Bunlar saklı duruyor. Cüzî irade de bunlar mecaz oluyor. Ondan sonra mecazdan hakikate geçiyor. Ama "Nakş-i Cemâl"e geçince. Mecazımız hakikat oluyor.

Cenâb-ı Allah nimetler halk etmiş ama, tabii insanların iradesine bırakmıştır. İnsanların iradesi ile elde ettiği nimetler vardır. İradesi ile elde edemeyeceği nimetler vardır. Ama iradesi ile elde edeceklerini elde edecek. Edemeyeceklerini Allah ihsan edecek. Allah'ın çok ihsanı vardır. En büyük ihsanı bizi müslüman halk etmiş. Bizim inancımız var. İnancımız dahilinde, günah-sevap, hayır-şer var. Bunlara da inancımız olacak. Allah'ın bütün emirlerini tutacağız. Tarîkattaki hizmetlerimizi göreceğiz. Hizmetsiz himmet alınmaz, o zaman zâhirdeki çalışmalarımız, şeriattaki amellerimiz tarîkattaki hizmetlerimizde ne yapıyor? Büyük nimetimizin kapısına gidiyor. Ama o kapıya gitmezsek, o kapı bize gelmez. Musa Kelimullah Peygamber idi. Her yerde Allah'la konuşabilirdi. Ama maksadının kapısı Tur-i Sinâ oldu. Bizim de maksadımızın kapısı var.

Peygamberler dünyaya Peygamber olarak gelmişler. Veliler ise senin benim gibi insan olarak gelmişler. Fakat veliler insanlar içinden seçilmişlerdir. Ayrıca sayları ve çalışmaları ile de veli olmuşlardır. Bir velinin maneviyattaki gücü, kuvveti, veli olmayan bir insanın bu dünyada yaşayan beş milyar insanın kuvvetini, gücünü eritseler, birleştirseler, bir velinin gücü ve kuvveti kadar olamaz. Niye? Çünkü Evliyaullah demek Allah'ın gücü onda tecelli ediyor. Allah'ın sıfatları onda tecelli ediyor. İşte o Allah'ın aleti olmuş. Gücünü kuvvetini nerden alıyor? Allah'tan alıyor.

Hakikate ulaşmak: İnsanların rûhunun makamına ulaşmasıdır. Allah'tan gelen rûhun Allah'a ulaşmasıdır. Bu yükselme de tarîkatle olur.