"İnsanların hayırlısı insanlara hizmet edendir."

 20. 3. 1994 Teveccüh

 Allah hepinizden râzı olsun. Allah hulûsunuzun, ihlasınızın bârını, meyvasını yedirsin. Allah emeklerinizi zâyi etmesin. Uzaklardan geldiniz. Yoruldunuz. Tabii ki Cenâb-ı Hak emek zâyi etmez haşa. Bizim tarîkatımızda müridin hizmeti zâyi olmaz. Mübarek Şeyh Efendimiz buyururdu ki: Müridin bir abdestinin hizmeti bile zâyi olmaz. Çok basit olan hizmet. Çok ufak olan hizmet bile zâyi olmaz.  Onun için buyurmuşlar: "Baba himmet, oğul hizmet."

Himmetten mana: Evliyaullah'ın bize olan manevî yardımıdır.

Hizmetten mânâ: Bizim ona tâbi olmamız, O'nun şerefini muhafaza etmemiz, mürşidimizin şerefini muhafaza etmemizdir. Bizim tarîkatımız, nazenin tarîki; bir ismi Azizân tarîki, bir ismi Hacegân (hocalar) tarîki. Bütün hocalar âlimler bizim tarîkatımızdan geçmişler.

Azizân: Kıymetli demek, azîzler demek. Nâzenin: Çok kibar.

Onun için bugünü bize Cenâb-ı Hak ihsân etti. Cenâb-ı Hak bugü-nümüzü her zaman için bize ihsân etsin. Nasip etsin. Evet tarîkatımızın büyük amelidir teveccüh. Hiçbir tarîkatta bu amel yoktur. Bu nasıl ameldir ki, şarktakini, garbtakini, şimal ve cenuptakini toplamışlar buraya. Her vilâyetten burada insan var. Ne toplamış? Bu amel toplamış. Onun için büyük amel. Onun için büyüklerimizin ameli olduğu için biz bunun taklidini yapacağız. Biz bunun ehli değiliz. Taklittten tahkike döner mi? Döner. Bir güzel kelâm var:

Çürüklerin hep sağ olur

Zehrin kamu  bal yağ olur

Dağlar yemişli bağ olur.

Burada çürük amelleri sağlam ederler. Senin bütün meşakkatini, bağrındaki gönül meşakkatini, tatlı yaparlar. Onun için çok şükür bin şükür. Nihayetsiz şükürler olsun bu günümüze. Allah bu günlerimizi aratmasın. Allah hepimize hayırlı, sağlıklı, sâlih amel ihsân etsin. Allah şerefinizi, makamınızı yükseltsin. Allah bu nimetimizin nurundan, feyzinden mahrum etmesin.

Teveccüh olunca her bir ihvâna

Mürde kalplerimiz gelirler câna

İşte bu güzellik âşikâr.

Murg-u cânlar başlar âh u figâna

Murg-ı canlar: Ruhlar. Uyanmış. Bu ağlamak, hareket nerden geliyor? Ruhtan geliyor. Evliyaullah'ın bir iltifatı var burada. Evliyaullah'ın zâhiri var, bâtını var. Zâhirine uyamazsak, bâtınından yararlanamayız.

Ne çok yedin bu zehirli gıdayı

Erenler elinden iç bir bâdeyi

Tamîret öteyi yık bu odayı

Evet, Evliyaullah'ın iki yönü vardır. Zâhiri, bâtını. Zâhirine uyaca-ğız. Onun amellerini, hareketlerini, yaşantısını, sözlerini, kıyafetini kendimize örnek yapacağız. Ne görmüşsek ondan biz de onu işliyeceğiz. Görmediğimiz bir şeyi işlemeyeceğiz. Zâhirde mübarek görüntüsü var. Bir de velâyet nuru var ki görünmez. O ruh ordan faydalanıyor. Bu cezbe ordan geliyor. Müritte niye evliyaullaha karşı bu hareket var? Niye bu sevgi var? Çünkü onun ruhuna iltifat var. Râbıta nuru var, o nefsini terbiye ediyor. Onun için "sâdıklarla olun" buyuruluyor. Burada iki mânâ vardır:

1- İlmiyle âlim olan. Âlimle dosdoğru yüzyüze. Ondan bilmediklerimizi öğrenmek.

2- İlmiyle âmil olan yine meşâyihtir. Bir insan tasavvuf ehli olmazsa ilmi ile âmil olamaz.

Bir de gönül sahiplerine gönülden bağlanmak. Müridin cesedi meşâ-yihinin zâhirinedir. Ruhu ise velâyetinedir. Fakat müridin bundan haberi olmaz, Evliyaullah'ın haberi vardır. Evliyaullah'ın ruhu kapalı değildir. Çıkar gezer. Nereye gider? Semâyı gezer. Zemîni gezer, âlemi gezer. Ama avamın ruhu kapalıdır. Çıkamaz. Onun için:

Oların rûhlarının yok kararı

Dolaşırlar zemîn ü âsumânı

Olar bu âlemi devrân ederler

Ararlar derde düşen nâtüvânı

Biz evliyaullah'ın maneviyatındaki esrârı bilemeyiz. Anlayamayız. Bakınız anlayan ne demiş?

Sâlihem şeyhim güneştir ben A'nın zerresi.

Güneş bütün mükevvenâtı ihata eder. Zerre nedir? Şu penceden içeriye bir hattır. Ne zaman ki velâyete dahil olursan o zaman Evliyaullah'ın esrârını anlarsın.

Allah'a şükür velâyete inancımız bizi buraya topladı. Velâyet sahibi de bir cisim sahibidir. Peygamberler de bir cisim sahibidir. Bu cisim sahiplerini görüyoruz. Ancak onların cisimleri bir âlet olmuştur. Bizim ki de öyle midir? Hayır. Bizim ruhumuz nefse mağlup olmuştur. Velilerde ise nefis mağlup olmuştur. Nasıl ulaşmıştır ruh oraya? Meşâyihe hizmet görmüştür. Biz ne yapacağız. Meşâyihi örnek edineceğiz kendimize daima onun izinde olacağız. Ona muhalif bir hâlimiz olmayacak. Şerefini muhafaza edeceğiz, sözümüzle yaşantımızla vs.

Velâyet nuru nedir? Velâyet nuru ruhumuza hizmet görüyor. Bizim bundan haberimiz yoktur. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor:

"Benim mürebbim Rabbım. Rabbım beni terbiye etti." buyuruyor.

Peygamber Efendimiz medrese görmedi, ilim görmedi. Ondaki ilim ne idi?  Allah onun ruhuna iltifat etmiş.

Özün bir pire teslim et müdâvim ol kapısında.

Meşâyihten murâd şâhım mürebbî kâmil olmaktır.

Teslim olmaktan maksat o mürebbidir. Yetiştiricidir. Ne öğretecek sana? Ruhuna öğretecek. Ruhun bir tahsili var. Tarîkatta aynı zâhir gibidir. Nasıl ki bir talebe ilkokulu bitirince diploma alıyor. Ortaokula, liseye vs. gidiyor. Diploma ile bir yükseğine kaydoluyor. Ruhun da böyle tahsilleri vardır. Fenâfi'ş-şeyh âlemi, fenâfi'r-resul âlemi, fenâfillah, bekâ-billah, seyr-i ilallah, bir de ruh-ı revânî makamı, ruh-ı sultânî makamı, ruh-ı nûrânî makamı vardır. Bunlar vardır. İşte mürid, tarîkata girerse, kendisini meşâyihine teslim ederse, zâhirde hizmetini görürse, himmet alırsa Fenâfi'ş-şeyh olacak. Fenafi'ş-şeyh olmak için şeyhini canından fazla sevecek. Şeyhini büyük görecek.

Bilinmez âlemin sırr-ı nihândır

Dört şâhın hükmüyle döner cihândır

Ârif olanlara özge seyrândır

Kâmile her eşya olmuştur evrâd.

İnsana âlemin sırrı nihândır. Sadece bu gördüklerimiz mi var? Sadece bilinenler mi? Bilinenlerden çok bilinmiyenler var. Sen de, ben de bir insanız ama bu insanda olan âlemden, bu insanda olan esrârdan haberimiz var mı? Yok. Eğer insanda olan esrârdan haberimiz olsa bir insan bu dünyadan büyük. Evliyaullah buyurmuş ki:

"Zâhirde dünya harmanında ben bir taneyim." Bu dünyada mil-yarlarca insan var. Bir harmana ziraatçı yüz teneke buğday eker. Oradan bin teneke buğday çıkar. Bir teneke buğdayın içerisinde mil-yonlarca buğday tanesi var.

Onun için zâhirde: Dünya harmanında bir taneyim diyor. Dünya bir harman ise ben de bir tanesiyim. Ama manada:

Bu dünya benim harmanımda bir tane.

Niçin Cenâb-ı Hak: "Lekad halaknel insane fi ahseni takvîm" buyuruyor? "Ben insanı kıymetli halkettim. Ben insanı büyük halkettim. Ben insanı güzel halkettim." buyuruyor.

"Ama o insanı cehennemin en karanlık yerine düşürürüm."

En büyük âlem sensin. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın Zat'ından sonra ne büyük varlık insan. En kıymetli varlık yine insan. Cenâb-ı Hakk'ın Zat'ından sonra en güzel varlık yine insan. Ama hangi insan? Allah'ın sıfatları onda tecelli ederse haktır. Doğrudur.

Meşâyihin sıfatı ile sıfatlanacak, sıfatlanınca fenâfi'ş-şeyh olur. Resulullah'a vasıta meşâyihtir. Allah'a vasıta da Resulullah'tır.

"Habibim seni seven, beni sever. Seni sevmeyen, beri sevemez. Habibim seni bilen, beni bilir. Seni bilmeyen beni bilemez. Habibim seni bulan beni bulur. Seni bulamayan beni bulamaz. Habibim seni gören, beni görür. Seni göremeyen beni göremez." Biz Peygamber Efendimizi göremedik. Ama O'nu görenler var. Öyle ise onu görenleri göreceğiz ki, ondan sonra onu görebilelim.

Bu neye benzer? Biz şimdi buradan Erzincan'ın veya başka bir ilin valisini görebilir miyiz? Göremeyiz. Ama onu gören kişilerden öğre-nebiliriz.

Peki bir âmirin veya başkanın dairesinin içini, çalıştığı yeri görebilir miyiz? Hayır. Sen, ben göremeyiz. Onunla teşrik-i mesâisi olanlar görür. İşte insan budur Efendim.

En evvel fenâfi'ş-şeyh olacak bir mürid. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenafi'r-resul olamaz. Fenâfi'r-resul olmadan fenâfillah olamaz. Fenâfi'ş-şeyh olmadan fenâfi'r-resul olamazsın. Bir meşâyihin hizmetini gördün, himmetini aldınsa, Resulullah'a giden vasıtaya bindin, O götürür seni "Ya Resulullah işte ümmetin" der. Teslim eder.

Muhammed Beşir'il âmed

Olmuştur vâris-i Ahmed

Eder makbul ümmet

Evet Evliyaullah makbul ümmet eder. Bir insan evliyaullah'ı bulamazsa makbul ümmet olamaz. Bir mürid şeyhinde fâni olunca şeyhinin sıfatları onda tecelli eder. Sâlih Baba: Bütün râbıtasına söylemiş. Râbıtasından söylemiş. Râbıtası söyletmiş. Hiçbir kelâmında Râbıtasını bahsetmediği var mı? Diyor ki:

Bi-hamdülillah kamu varım sen oldun

Her eşyâda taleb-kârım sen oldun

Neye baksam seni anda görürem

Bu manadan meded-kârım sen oldun.

Bütün eşyada şeyh efendisini görmüş. Evet bir Mecnun da on paralık kıza âşık oldu da on paralık kızın yüzünden bütün eşyada Cenâb-ı Hakk'ın sıfatını seyretmedi mi? Kendisinde de Allah'ın sıfatları tecelli etti.

Küntü kenzin mebdeidir arş-ı alâdan gelir.

Küntü kenzin mebdei: Cenâb-ı Hakk'ın Zat'ıdır. Arş-ı alâ: Cenâb-ı Hakk'ın en yüksek makamı, oraya ulaşamayan Allah'a ulaşamıyor.

Aslında Cenâb-ı Hakk'a mekân yoktur. Mekandan münezzehtir. Mekanlara sığmaz. Bunlar söylemekle bilinmez. Yaşayan bilir. En önemli sır insandadır. Bunu ancak tarîkata girmekle açarlar. Hizmetle insanlarda letâif makamları vardır. Bunu ulemâ biliyor. Ama ismini söylüyorlar. Özünden haberleri yok. Özünden haberi olan var mı? Var. Söyler ama anlatamaz. Ben  şimdi dünyalardan büyüğüm desem kim inanacak? Haşa misal olarak. Diyenleri de tenkid etmişler inanmamışlar. İnananlar ne olmuş? Hakikatı bulmuşlar, inanmayanlar mecazda kalmışlar.

Mecaz ne? İnsanın varlığı. Hakikat ne? İnsanın manevî varlığı. Mecaz: Cesedidir. Hakikat: Ruhudur. Ben dünyadan büyüğüm diyen bir kimse nasıl büyük olmuş? Bu sözü hâl içerisinde, gayr-i ihtiyarî söylerlerse mesul olmazlar. Kendi iradesi ile söylemek yasaktır. Zaten "ben böyleyim" diyen olamaz, olamamıştır. Ben böyle değilim diyen öyle olmuştur. "Ben böyleyim" diyende bir varlık var. "Ben böyle değilim" diyende bir tevazu var. İnsanı yükselten tevazudur. "Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz."  Evet amenna bir insan hakikate ulaşırsa dünyadan büyüktür. İnsanda letâif makamları vardır. Bu makamlar nerelerdedir? İnsanın kalp âlemi açılırsa dünyadan büyüktür.

İnsanda ruh âlemi var. Ruh âlemi açılırsa o zaman ruhundan haberdâr olur. Haberdâr olur ama orasını söyleyemiyor. Söyleyenler asılmış. Kesilmiş. Şimdi şeriat yok. Asmazlar, kesmezler. Ama Mansur onu ruh âleminde demiş. "Ben Allah'ım" demiş. Ruh Allah'tan gelmiştir. Allah'a ulaşınca sen O'sun O da sen. Ayrı da değil, gayrı da değil. Bu kelime bunu ifade eder. Zâhirde cesete gelince gayrı değilsin. Bu ruh âlemi. Bir de sır âlemi var. Sır âlemi açılınca kendi nasıl kendi sırrına vakıf olursa, bütün âlemlerin sırrına vakıf oluyor. O hâli biliyor Allah.

Bilinmez âlemin sırrı nihândır.

Bu âlemlerde olan sırrı bilir söylemez. İnsanlarda havf âlemi var. Cenâb-ı Hak: "Mütteki olun! Sizin en çok mütteki olanınız Allah'tan en çok korkanınız" buyuruyor ama. Bu havf müptedide olamaz. Bu havf velîler için buyurulur. Biz bu korkuyu nasıl anlayacağız? Zannediyoruz ki: Allah'tan korkuyoruz. Bütün hikmetlerin başı Allah korkusu. Ama burada ölçü var mı? Yok. Nelerden korkuyoruz? Allah'ın gadabından korkuyoruz. Günah işleriz, isyan ederiz, aşağıya düşeriz. Allah hastalık verir. Fakirlik verir, belâ verir. Bunlar değil. Evliyaullah'taki korku bunlar değil. Bu korku en çok Allah'a yaklaşanda olurmuş.

Bir de ahfâ vardır. Beytullah'ta oluyor. Ne oluyor? Bin kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Bir milyon kişinin önüne geçip imamlık yapıyor. Orada bir mihrap şeklini almıştır. Bütün kalp âlemine ulaşan, sır âlemine ulaşan bütün insanların önünde. O da mihraptadır. Bir de kalp gözü-nün makamı vardır. Bunlar açılmazsa neye benzer? Şöyle düşünelim. Bir ağacın çekirdeğini düşünelim. Meselâ: Bir incir ağacının çekirdeği, o incir ağacının içerisinde binden fazla çekirdeği var. Bir çekirdeğin içerisinde o incir ağacının kökü, yaprakları, dalı hepsi mevcut. Eğer o çekirdek patlarsa... büyürse.... patlamazsa çürür, yok olur. İşte insanın kıymeti budur. İnsanın büyüklüğü budur. İnsanın güzelliği budur. Sen kalbini açamazsın. Eğer açabilseydin. Cenâb-ı Hak sâdık olun buyururdu. Ama nasıl buyuruyor. "Sadıklarla olun." buyuruyor. Sâdıklar velîler.

Bunun da iki yolu vardır: 1- Zâhirî râbıta. 2- Bâtınî velâyet. Biz velâyetten haberdâr değiliz. Cesedin ruhtan haberdâr olacak mı? Olacak. Cesedinde ruhuna muhalif olan maddeler var. Onlar değişecek ki o zaman ruh haberdâr oluyor.

Bilinmez âlemin sırr-ı nihândır

Dört şâhın hükmüyle döner cihândır.

Cesediniz. İnsan büyük, insan cihangir. Evvelâ şeriat seni hayvanî sıfattan kurtaracak. Beşerî sıfata geçeceksin. Bu da nedir? 1- Kitap, 2- Sünnet, 3- İcma 4- Kıyas.

1- Farz, 2- Vacip, 3- Sünnet, 4- Müstehaptır. Dört şâhtan mana:

1- Şeriat, 2- Tarîkat, 3- Hakikat, 4- Marifet.

Tasavvufta: 1- Muhabbet, 2- İhlas, 3- Adâb, 4- Teslîm.

Muhabbetin oluşması için şeyhinin su içtiğini görmüşsen aynen öyle iç. Yemek yediğini görmüşsen aynen öyle ye. Yemeğini şeyhinle beraber ye. Şeyhinle beraber yürü. Şeyhinle beraber namaz kıl. Böyle yapa yapa ne oluyor? Fenâfi'ş-şeyh oluyorsun. Sen O oluyorsun, O da sen oluyor. Senin varlığın kalkıyor Şeyh Efendinin varlığı sende tecelli ediyor. Buna ulaşamazsa insan hakikate geçemiyor.

"Kulum beni sev. Sevdiklerimi sev. Kulum beni sev. Sevdiklerimi sev. Kullarıma sevdir." Burada meşâyihin esrârı açıklanıyor. Bu dört şartı elde etmezse insan, tarîkatı anlamış değil. Yaşamış değil. Bu dört şartı yaşayan velî olur. Herkes velî olursa, mürid kim olacak? Bir de Peygamber Efendimiz (S.A.V.): "Herkes sevdiği ile beraber olacak." buyuruyor. Ahirette herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Askeriyeyi misal verecek olursak: Bizim tarîkatımız askerîdir. Kıyafeti de askeri, eğitimi de askeri, tâlimi, terbiyesi de askeri. Görevi de askeri, askerî sistem. Erden mareşala kadar düşün. Her tarîkata giren erdir. Madem resmî kıyafet taşıyor. Onu muhafaza edecek. Eğer muhafaza edemezse terfi edemez. Hem de askeriyede disiplin var. Eğer görevini yapmazsa, kıyafetini korumazsa ceza veriyorlar. Evet ne zaman ki insan o dört özelliği elde ederse o zaman hakikate geçer. Her tarîkata giren hakikate ulaşamaz. Meselâ burada bin veya iki bin cemaat var. Hepsi tarîkata inanmış gelmişler. Ama hepsi bu dört şartı yaşıyor mu? Yaşayan var mıdır? Vardır. Hepsi yaşıyor mu? Hayır. Ama tarîkatın dört şartı yaşanacak. Dört şartı olmazsa tarîkata geçmiş değildir. Meşâyihten ders almış ama şeriatta eksikliği var. Daha bu kimse tarîkata geçme-miştir. Şeriatta eksikliği varsa tarîkata girmemiştir.

Kabiliyyet bizde olmazsa meşâyih neylesin.

İster ise mürşid olsun Muhammed Hazreti.

Kabiliyet kab manasınadır. Kab ise bizim kalbimizdir. Senin kalbine mürşit tarafından verilen sevgi var ya onu muhafaza etmendir.

Onu, ahlâkınla muhafaza edeceksin. Sözlerinle, kıyâfetinle, yaşan-tınla, işinle, sözünle muhafaza edeceksin. Mürşidine muhalif olacak bir işi görme, mürşidine leke getirecek bir sözü söyleme. Mürşidine tenkid getirecek bir kıyafet taşıma. Ve yaşantın mürşidine ters düşecek şekilde olmasın. Evet sizi buraya meşâyih sevgisi getirdi.

1- Muhabbet: Meşâyihimizi çok seveceğiz.

Bulam dersen eğer ayn-i imanı

Çalış ki şeyhinde olasın fâni

Sana senden yakın olanı tanı.

Burada rumuz var. İmanın olgun olanını bulayım diyorsan çalış şeyhinde fâni ol. Burası anlaşılıyor.

Sana senden yakın olanı tanı.

Burasını ne kadar izah etsem yine anlayamazsınız. Ama doğrudan doğruya söylersem küfür olur. Zâhire küfür görünür. Bizden yakın olan kim var? Allah var. İmanın hakikatini elde etmek için şeyhimizde fâni olacağız. Şeyh Efendimizi nefsimizden fazla seveceğiz.

2- İhlas: Şeyh Efendimizi sevmek için onu büyük göreceğiz.

3- Adâb: İhlası takviye eden âdâb vardır. Hani şurada sehba ne kadar yer işgal etmiş. Kendi vücudu kadar (hacmi kadar) bir yer işgal etmiş. Salon ne kadar yer işgal etmiş. Vücudu kadar. Bir insan kendi vücudu ile bir oturduğu yeri işgal eder. Ama kâmil insan olursa dünyayı işgal eder. Dünyayı işgal etmiştir. Adâb şudur ki, meşâyihinin zâhirini, bâtınını bir görmek. Onu büyük göreceksin. Ama âdâbın olacak ki büyük görebilesin. Ne diyeceksin? Benim Şeyh Efendimi ben göremiyorum, ama O beni görüyor. Çünkü O dünyayı ihata etmiştir. Onun için uzak yakın yok. O her taraftan haberdâr. Adâb budur. Ne kadar ırakta olursa olsun ırakta görme.

4- Teslimiyet: Zâhirde teslimiyet tevekkül demektir. Allah'a kulun teslim olması. Meşâyihe tevekkül olmazsa teslim olamaz. Tarîkattaki tevekkül şudur ki, öyle bir teslim olmuş ki, bir âlet olduğunu biliyor. Beni şeyhim yediriyor, şeyhim içiriyor, şeyhim yatırıyor, şeyhim kaldırıyor, şeyhim konuşturuyor. Bu olmazsa, bir insan tarîkatı anlamış yaşamış değildir. Allah hakkımızda hayırlısını versin. Meşâyihimizi ilme'l-yakîn bildikse, ayne'l-yakîn bilmek nasip etsin. Ayne'l-yakîn bilenlere de Allah hakke'l-yakîn bilmek nasip etsin. Evet efendiler bu amelimizde burada bize ihsân mazhar oluyor.

Gelin ey yâr-ı sâdıklar

Bu meydân-ı muhabbettir.

Bütün cem olsun âşıklar

Bu meydân-ı muhabbettir

Pîrimiz Sami Hazrettir.

Bizim de pirimiz Dede Paşa Hazretleri...

Gelin dergâha dervişler..

Derviş: Allah için her işini bırakmış da Allah için dünyayı çıkartmış da, toplanmışlar.

Sizler de dünyayı çıkarttınız ki geldiniz buraya. Hepiniz dervişsiniz.

Derviş: Az bir ibâdet yapana, sofu olana diyorlar. Olmaz. Bunlarla ve kıyafetle dervişlik olmaz. Kürk ile post ile dervişlik olmaz.

Hâce Abdülhalik Gücdüvani Hazretlerine sormuşlar:

- "Niçin sarık bağlamıyorsun? Niçin cübbe giyinmiyorsun?" Demiş ki:

- "Sarığı hoca bağlar. Cübbeyi derviş giyer. Ben hoca değilim. Derviş değilim. Ben utanıyorum. Hicap duyuyorum." Niçin?

Sanar kim kendini bir âdem olmuş.

Kıyafet düzmek ile olmuş eşraf

Böyle buyuruyor: Kendini hoca kıyafetine sokmuş. Derviş kıya-fetine sokmuş. Sanıyor ki kıyafeti ile adam olmuş. Kıyafet ile insan derviş olmaz. Ancak gönlünden her şeyi atmış olacak. Derviş: Dünyadan da geçmiştir. Âhiretten de geçmiştir. Bir dost bir post kalmıştır. Post: Cesedi. Dost : Allah'tır. Oturtturmuş dostu, postun üzerine işte derviş budur. Dervişlik kadar yüksek bir makam yoktur. Derviş kıyafetle olmaz. Bizim tarîkatımızın kurucusu Abdülhalık Gücdüvani Hazretleri, oğlum diyor:

- Şöhret kazanma, şöhrette afet vardır.

- İsmini hüccetlere yazdırma.

- Zâhirini belli etme, Zâhir bâtını harap eder.

- Camiden, cemaatten geri kalma,

- İmam-müezzin olma.

Ama bu zamanda hadiste de olduğu "İnsanların hayırlısı, insanlara hizmet görendir." buyuruyor.

Tabii ehli olan vaazlerden kaçmayacak. Niye bu böyle buyurulmuş. O, o zamana göre buyurulmuş. Zâhir var bâtın var. Herkes imam olacak değil, camiden, cemaatten geri kalma. Ama ille ben imam olacağım deme.

- Evi mescit eyle.

Peki insan camiye, cemaate giderse evin nasıl mescit edecek?

- Evin halkını namaz kıldır, demek oluyor.

Teveccüh tarifi: Bu teveccühü Musa Dede Paşa Hazretleri yapıyor. Sırtımıza o el vuruyor. Bu el vurmaktaki maksat şudur ki büyük-lerimizin Şeyh Efendimizin emri iki kürek kemiğinin arasında bir çukur yer var. Orada kalbe bir pencere varmış. Şeytan oradan vesvese verirmiş. Vurmakla ora kapanıyor. Şeytan vesvese veremiyor. Peki orası kapanınca daha vesvese olmaz mı? İnsanda nefis var. Şeytan var, şeytan dışardan veriyor vesveseyi. İnsanın iki türlü şeytanı vardır. 1- Sûri: Dışardan. 2- Manevî: Nefs-i emmâresi. Bir de kelâm-ı kibar söylenir. Burada söylenen kelâm bir kimseye söylenmiştir. Hepsi faydalanır. Tabii müridin haline göre söylenir. Hepsine tek tek okumak mümkün değil. Akşama kadar değil. Bir haftada bitmez. Bu kelâm hoşuna gitti ise bana söylendi deme. Bir kelâmı okuyacağız. Yirmi kişiye vurup geçeceğiz. Önemli olan teveccühün sonuna kadar gözlerimizi açmayacağız. Kalbimizi muhafaza etmek, dünya ile ilgili şeyleri düşünmemek.

Bir de şu var: Sohbetimiz herkese serbest. Yalnız amelimize gelince serbest değil. Hatmemize de, teveccühümüze de dersli olmayan oturamıyor. Dersi olmayan lütfen çıksın. Dersi varsa nerden olursa olsun oturabilir. Yalnız cehrî zikir yapanlar zikirlerini yapmasınlar, bizde cehri zikir yasak. Ama yasak diye inkâr mı ediyoruz? Hayır, haktır. Çünkü Resulallah Efendimiz, Hz. Ali Efendimize cehrî zikri tâlim ettirmiştir. Bizim amelimiz bittiği zaman "lillahil fatiha" denir. O zaman herkes gözünü açar. Kendi zikrini yapabilir. Serbest. Bizde cezbe var ama o gayr-i iradî oluyor. Ama zikir irade ile başladığı için yasaktır. Cehrî zikir yasak. Cehrî tarîkattan olanlar yasaklara riâyet etsinler. Hiç tarîkatı yoksa, onlar lütfen oturmasın. Yunus Emre ne buyurmuş:

Senin aşkın deniz, ben bir balıksa,

Balık sudan çıksa hemen ölürüm.

Bir balığı su nasıl ihata etmişse, suda nasıl yaşıyorsa, senin aşkın da bir derya gibi, benim ruhumu ihata etmiştir. Balık sudan çıkınca nasıl yaşayamazsa, senin aşkın kesilirse ben de öyle olurum. Ama aşk kesilmez. Ne buyuruluyor:

"Bizi unutmayın. Biz sizinle beraberiz. Bizi unutursanız, ayrı dü-şersiniz." Meşâyih müridi unutmaz, mürid meşâyihi unutmazsa. Burada mürid hangi nurda ise o tecelli eder. Râbıtadan gelen nur esmâ nurudur.

Sıfat nuru vardır. Zat nuru vardır. Eğer mürid evliyaullah'ı Allah'ın sıfatında görürse ödü kopar. Evliyaullah bir celal sıfatında görünür, bir cemâl sıfatında görünür. Cemâl sıfatında görünürse bayılır. İşte vecd haline geçenler böyle geçer. Görenler nasıl görüyor? Yavaş yavaş, tedricen tedricen. Alışa alışa. Onun için evilaullah'ı unutmayacağız. Hayali gözümüzde, sevgisi gönlümüzde olacak. Şeyh Efendinin yediğini, içtiğini, sohbetini neyini gördüysen onu hayal etmen râbıtadır. Biz hayali râbıtadayız. Râbıta-yı Nakş-i cemâl de var. Ama onu göremeyiz. Alıştıra alıştıra gösterirler. Allah'ın üç nuru vardır:

Esmâ nurunda ise: Râbıta nuru tecelli eder.

Eğer sıfat nurunda ise: Nübüvvet nuru tecelli eder. O da onu cezbeder. Eğer huzur müridi ise: Allah'ın zat nuru ile ihata edilmişse, Zat nuru oluşur.

1- Esmâ nuru: 1001 isminin nuru. 2- Sıfat nuru: 8 sıfatının nuru.

3- Zat nuru: Zat'ının nuru. Allah'ü Teâlâ'nın üç nuru vardır.