“İki günü müsavi olan zarardadır.”

  

       Sermaye bu yolda heman

       Teslim ol şeyhine inan

Şeyh Efendimizin sohbetleri vardı. Bir meşayihin iki tane müridi varmış. Meşayih te rafizi. Öyle inanmışlar, öyle hiz-met yapıyorlarmış ki halk “Buna inanmayın, buna aldanmayın” diye ikazda bulunuyormuş. Namaz kılmıyor, ab-desti yok. Bunun ne alakası var şeyhlikle. Cevap:

-“Biz bundan daha iyi şeyhi nerede bulacağız?”

-“Hani namaz kılmıyor?”

-“Hayır O namazı Ravzâ-ı Mutahhara'da kılıyor” demiş-ler.

Böyle inanmışlar. Böyle hizmet etmişler. Bir de başlarını eşiğe koymuşlar.

       Yüzün hâk et meşayih kapusunda

       Yeter Salih yeter uslana gel gel

Yüzün hâk et: “Meşayih eşiğinde toprak ol” diyor. Çiğne-sinler.

Onlar ise öyle inanmışlar, bekliyorlar. Birgün bunların keşifleri açılmış. Kalp gözleri açılınca, insan, şeyhinin suretini görecek. Nasıl görecek? Abdesti, namazı olmayan bir insanı nasıl görürler. İnsan suretinde göremezler, hayvan suretinde görürler. Ama bunlar öyle inandıkları için öyle hizmet görmüşler ki, öyle çalışmışlar ki, yetişmelerine sebep olmuş.

Böyle iken yatarken horul horul uyuyor. Gece yarısı olu-yor. Peygamber Efendimiz geliyor onun evine. Ayağını tepikliyor.

-“Kalk ulan! Kalk ulan edepsiz. Yanındaki dervişlerden utan! Onların kalp gözleri açılınca senin ne mal olduğunu bilecekler” demiş. “Kalk tevbekâr ol. Gusül abdesti al. Na-maza başla. Ben seni günahlarından geçireceğim.” demiş.

Rafizi olan mürşit bir uyanmış ki, evin içi nurla dolmuş leğen getiriyorlar, su getiriyorlar, abdest alıyorlar.

-“Haydi sabah namazı kılıyoruz.” Denilince birde ba-kıyorlar ki hakikaten Ravza-i Mutahhara.

Medine-i Münevvere'de. Ravza-i Mutahhara’dalar. Şeyh Efendileri ile gelmişler. Namaz kılıyorlar. Sabahleyin daha önce kendilerine “bu Rafizinin peşinden niçin gidiyorsu-nuz?” diyenlere, dervişler diyorlar ki:

-“Biz size söylemiştik. O Ravza-ı Mutahhara'da namaz kılıyor, diye. Bugün bizi de götürdü. Bizde orada namaz kıldık” diyorlar.

Erzincan'da Ciminni Baba diye birisi türemiş. Ezberi çok iyi imiş. Terzi Baba'nın vekili olan Hacı Halil Efendi'ninde müridi imiş. Hacı Halil Efendi'de çok alim bir kimse imiş. Hakikaten çalışmış. Ondada bir haller tecelli etmiş. Ondan da bir varlığa düşmüş, geçememiş. Şeyhine de arz etmemiş durumunu. Zaten bu aldananlar ondan aldanıyorlar. Te-rakki satanlar ondan satıyorlar.

Yine Marûf Ağlar Baba vardır. O da Terzi Baba'nın hali-fesinin halifesi, onunda bir müridi varmış. Hulûsi Baba, ona da daha halifelik verilmeden şeyhliğini ilan etmiş. “Ben on-dan da üstünüm, ondan da üstünüm” diye düşünmüş, “Ben mürşidimi de geçtim. Daha o bana mürşitlik yapamaz” demiş. Bir vartaya düşmüş. Ordan geçememiş. Tabii o za-man sapıtıyorlar.

O da namaz kılmazmış. Keramet göstermeye çalışırmış.

Onun müridlerinden birisi vardı. Ama o namazlı abdest-li. Bazı şeyler görürmüş. Tahminim cin taifesinden, Bana gizli söylerdi.

-“Baba hazretleri namaz kılmazdı. Ama zahirde onun namazını kim görecek?”

Ciminni Baba namaz kılmıyor.

-“Siz onun namaz kıldığını nerde göreceksiniz?”

       Saliha bir kimseye yol aldıran ihlasıdır

Biz kerameti insanlara verdik. Taşa ağaca değil. Taştan ağaçtan istimdad talep ediyorlar. ALLAH veriyor veya çalıya ağaca çapıt bağlıyorlar. Hastalığı geçiriyor. Burada ağaç mı geçirdi.

“Kulum nasıl zannederse ben öyle halkederim.”

Buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Tabii ki onların zanları batıl ama yine halkeden ALLAH. Niçin?

Sadece müslümanlara ALLAH'ı değil, inananların ALLAH'ı değil, onların da ALLAH'ı. Onların da isteklerini Cenâb-ı ALLAH yerine getiriyor. Ama dünyada, onların arzu ettikleri dünyadadır. Ahirette yok.

Bir meşayihin müritleri çok çalışmışlar. Kalp gözleri açıl-mış, bakmışlar ki Levh-i mahfuzda Şeyh Efendilerini şâkî görmüşler. Çok müteessir olmuşlar. Bir zaman gizlemişler. Sonra söylemişler.

-“Efendim bizi sizi, Levh-i Mahfuz’da şâkî gördük.“ de-mişler.

-“Oğlum siz daha yeni mi gördünüz? Ben o yazıyı kırk senedir görüyorum. Ama gidecek başka kapımız yok. Uma-rım ki ALLAH şâkiyide saîd yazar. Dua edelim de ALLAH çevirsin.” Dua etmişler. Bakmışlar ki şâki saîd olmuş.

Malûmunuz, mü'min gelip kâfir gidiyor. Kâfir gelip mü'min olabilir. İnsan ömrü boyunca 60-70 yıl küfrü yaşar. Bakarsınız ki ömrüne bir sene kala, müslüman olur. Küfür-den kurtulur, gider cennete. Hadis-i Şerifte de öyle.

“Kulum bana itaat ede ede cennete yaklaşır.”

Çünkü itaat yolu, Cennet yolu. İtaat nedir? Kur'ân'a ina-nan, Kur'ân'ın yasaklarından kaçan, Sünneti işleyen. Kitabı sünneti yaşamayan itaat etmiyor, isyan ediyor.

Şeriat nedir, ALLAH'ın emirleri tutulacak, yasaklarından kaçılacaktır.

Tarikatta ise bunlar yapıldıktan sonra ALLAH çok sevilecek. Anneden, babadan, makamdan, mevkiden evlattan hepsinden çok ALLAH sevilecek, ALLAH çok zikredilecek.

Ayette sabittir:

“Fezkurullahe zikren kesîrâ.”

Kesir; sayısız. Çok zikredin. Rakam vermiyor. Ama bu çok zikretmek, bizlerde olmaz. İrade sahibinde olmaz. Tarikatı anlamış, yaşamış, hakikate geçmişse zikrin çoğunluğu on-lardadır.

Birde ne diyor? Güzel ahlâk sahibi ol. Çirkin huylardan kurtul.

Nazar Der Kadem.

Huş Der Dem.

Halvet Der Encümen.

Sefer Der Vatan. Tarikattaki şartlar bunlar.

Huş der dem:

Nefesinden ayık olmak. Onun için boş nefeslerini değiştir. Ayık ol, haberin olsun. Yani nasıl? Alırken ALLAH, verirken ALLAH. Bunu insan çarşıda satılmaz ki alsın. Babasından miras ta kalmaz. Çalışmak ve say ile elde edilir.

Nazar Der Kadem:

Yüzüne bakma, ayaklarının önüne bak. Bugünkü devirde olmayacak birşey. Ayağının önüne bakarken ya araba çiğner, ya bir yere çarpılırsın.

Fakat yinede olacak. Yasak olan şeylere bakma. Meselâ: Afferdersiniz, sokaklardaki açık, çıplak hanımlar. Bunlar-dan kurtaramıyoruz. Ama bir kere yolumuzu seçmek için bakarız. Ama ikinci bir defa bakarsak bu göz zinasıdır. Bu-rada sen günah işliyorsun. Nasıl terakki edeceksin sen?

Sefer der Vatan:

Bir meşayih bulmak için çıkacaksın. Ama kendi muhi-tinde varsa icabetmiyor.

Hatta bir demir ayakkabı alacaksın onlar yıpranana ka-dar mürşidini arayacaksın.

Halvet der Encümen:

Burada çok sır var, esrar var. Kendini halvete çek.

Halbuki bizim tarikatımız halvet tarikatı değil. Bizdeki halvet nedir? Halktan kaçmak değil. Ahlak-ı zemimelerden kaçmaktır. Biz bunları bilmeyiz. Ama terakki ettirmeyen, bi-linen beş (şey) var. Meselâ: kin, gadap, haset, hiddetinden dolayı insanlara vurmak, kırmak, incitmek.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Benim ümmetimin hayırlısı eliyle, diliyle insanları incitmeyen. Benim ümmetimin şerlisi, eliyle, diliyle insanları inciten.” Bir insan olur, eliyle, diliyle insanları incitmezse, hayırlı olur. Bir de ha-yırlısının hayırlısı vardır. Bunun için kin, olmayacak. Hani kimseyi incitmiyorsun. Bir de kimseden incinmeyeceksin. Sen iyi niyetlisin. İnsanlara hiç zararın dokunmuyor. Fakat insanlardan sana geliyor. Onuda bağışlayacaksın. Ona kin etmiyeceksin.

Demek ki gadap, kin, gurur, kibir, haset bize zarar veri-yor. Bunlardan kurtulursak, zarardan da kurtuluruz.

Cenâb-ı Hak: “İnsanlar zarardadır” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz, zararı nasıl açıklıyor:

“İki günü müsâvi olan zarardadır.” diyor.

Bu ticarete değil, ameldedir. Bu 79 ahlakî zemimeler za-rardır. Herbirisi bir teşkilattır. Bu 79 ahlaki zemîmeden kurtulanlar hakikata ulaşırlar. Bu kadar ahlak-ı zemimeden insan sadece şeriatla kurtulamaz. Tarikatsız atılamaz ahlakî zemimeler. Bir zararlı ağaç vardır. Birisini kesersin. Ama kö-künden yine çıkar. Başını, dallarını keserler. Kökünden yine çıkar. Kökünü sökmek lazım ki bir daha çıkmasın, insanın kâmil olması için kin, gadap, gurur, kökünden sökülecek. Bir kimseden zarar görüyorsun. Ona kin tutmayacaksın.

Gadap: Kimseyi kırıp incitmeyeceksin ki gadabından kurtulmuş olasın.

Haset: Herkesin varlığını, sağlığını istiyeceksin ki hasetin olmasın.

Kibir: Kendini beğenmiyeceksin ki kibirli olmayasın.

Gurur: Kendinin asaletinden, marifetinden, meharetin-den, güzelliğinden, sıhhatinden dolayı gurur olmasın ki bu duygudan da kurtulasın.

Tarikatı anlamış yaşamışsa, Mürşidinin duasını almışsa; Mürşidinin himmetini almışsa, bunlardan kurtulmak kolay-dır. Bunlar kökünden sökülür, atılır. Bir daha dal çıkarmaz.

 İyiliğe karşı iyiliği genelde herkes yapar. Gayr-i müslimlerde yapar. Ama kötülüğe iyilik insanların kârı değil, ariflerin kârıdır.

Resulullah Efendimiz Hz. Ali Efendimize sormuş.

-“Yâ Ali sen birisine iyilik yaparsan, o da sana kötülük yaparsa ne yaparsın?”

-“Yine iyilik yaparım, ya Resûlullah” demiş.

-“Sen yine iyilik yaptın. O yine kötülük yaparsa, ne ya-parsın?”

-“Yine iyilik yaparım, ya Resûlullah.”

-“Sen iyilik yapıyorsun, o kötülük yapıyor...”

-“Onu utandırana kadar iyilik yaparım.”

Kâmil insan, kâmil diyoruz ama, sözünü söylüyoruz. Kâ-mil insan odur ki onda kin kalmamıştır. Onu sevende bir, döğende bir.

Kin, gurur, kibir, gadap, haset ALLAH'ın nuruna perdedir. ALLAH'ın nuruna engeldir. O kalpte ALLAH'ın nuru tecelli etmez. Niçin? Bunlar kalbi meşgul ederde ondan.

Hasette ne var, “rabbenâ, rabbenâ hep bana.” Hep bana, varlıkta benim olsun, sağlıkta benim olsun, ilimde benim olsun, amelde benim olsun. Bunlar var iken o kalp temiz-lenmemiştir. O kalpte ALLAH'ın nuru tecelli etmez.