“Evliyaullah aynadır.”

  

Cümleten hoş geldiniz, sefa geldiniz.

ALLAH muhafaza etsin. Koruyanımız, muhafızımız AL-LAH'tır, diler muhafaza eder, diler imtihan için bir işkence görebilirsiniz. Tarikatın düşmanı çok, şeriatın da düşmanı çok. Tarikatı zem edenler, tarikatı inkâr edenler nemrutdurlar.

       Arifin hakk iledir haktır özü

       Onların kıblesıdır şeyhin yüzü

Değil münkirler. Şeriatçılarda bu kelâmı hazmedemiyorlar.

Şariatçı kim? Kitabı-sünneti yaşayanlar da hazmedemi-yorlar. Ama anlayamıyorlar, anlasalar muhalefet etmeyecekler.

Arif kim? Ayık kim? ALLAH'ı hiç unutmayan. ALLAH'ı bir nefes dahi unutmayan. Onların sözleri de haktır, özleri de haktır, hak iledir. Hak iledir ki, ALLAH'tan gelen ruh AL-LAH'a ulaşmıştır onlar da. Onların konuşmaları Cenâb-ı Hakk’ın emri ile. Daha başkasını diyemiyorlar.

       Anların kıblesidir şeyhin yüzü

İşte bunu anlayamazlar. Onlar zannederler ki şeyhe ta-pıyorlar. Arifin iki kıblesi vardır. Bir cesedinin kıblesi, bir de ruhunun kıblesi. Cesedinin kıblesi Beytullah, ruhunun kıb-lesi de ALLAH'ın zatı. Aslında idrak etmiş olsalar Beytullah'a secde olmaz, Beytullah bir yöndür. Bir emirdir, bu tarafa yö-nelin. Peygamber Efendimizin tebliği on sene Mekke'de oldu, sonra Medine'ye geldi. Namaz kılacağı zaman Mescid-i Ak-sâ’ya dönüyor. Mescid-i Aksâ, Kudüs'tedir. Süleyman Aley-hisselâm'ın cinlere yaptırmış olduğu bir bina.

Peygamber Efendimiz yine o tarafa doğru namaz kılar-ken, iki rekâtını kılmış. Cebrail vahiy getirmiş.

-“Yâ Habibim! Mescid-i Aksâ'dan Mescid-i Harâm'a dön.” Tam bir dönüş olmuş. Birisi Kuzey iken diğeri güney. Güneye dönmüş. Demek ki burada Beytullah bir yöndür. Beytullah'a secde olmaz. Secde ALLAH'adır.

Ariflerin iki kıblesi vardır. Birisi amelinin cesedinin kıb-lesi. Her amelde her ibadette Beytullah'a kıbleye dönerek ibadet yaparlar. Dönülmezse amel makbul olmuyor. Ama bir de insanların ruhunun kıblesi vardır. O da ALLAH'ın zat'ıdır.

Kelâmı Kibarda:

       “Allah’u nûr”un nûru

       Sen de kılmış zuhûru

       Cismin tecelli Tûru

       Gönlün me’vâ’da sâkî

Kim bu? Evliyaullah. Birde şu vardır.

       Gönül fehmedeli “Lâ”dan “İllâ”yı

Lâ: Yok. Herşeyi gönülden çıkarır, yok ederse.

İllâ: Var olan. Orada tecelli eder.

       Gönül fehmedeli “Lâ”dan “İllâ”yı

       Mecnun gibi bulduk bizde Leylâ’yı

       Nur-u cemâlinden seyret Mevlâ’yı

       Bir rûhu musaffa Mir’atımız var

Mir’at: Aynadır. Evliyaullah aynadır.

Evliyaullah ALLAH değildir. Haşa estağfurullah! Ama ALLAH'tan da ayrı değildir. ALLAH'ı gösteren bir aynadır. Niçin? Çünkü:

Evliyaullah safiye makamına ulaşmış. Ruhun üç maka-mını geçmiş. Nefsin yedinci makamına ulaşmış.

1. Nefs-i emmâre

2. Nefs-i levvâme

3. Nefs-i mülhime

4. Nefs-i mutma-inne

5. Nefs-i râziyye

6. Nefs-i marziyye

7. Nefs-i safiyye

Olar ruhu musaffadır ki Cem-ül Cem’e varmışlar

Cemîden farka gelmişler vekil-i Mustafa’dır pir

Safiye demek; Safileşmiş demektir. Hammadde yanmış. Herhangi bir maddenin bir hammaddesi vardır. Has madde-ye dönmesi için bir eğitim görüyor. Yeryüzünde ne kadar madenler varsa, hepsinin işlemle hammaddesi gidiyor, has maddesi kalıyor. İnsanların da böyle hammaddesi vardır. Ancak safiye makamına ulaşanların hammaddesi gidiyor, has maddesi kalıyor, safileşiyor. Bir de safinin anlamı: Si-linmiş bir aynadır. Ayna tozlu olsa, paslı olsa, ayna göstermez. Silinince aslı meydana çıkar. İşte Evliyaullah silinmiş bir aynadır. Ama ALLAH'ın aynası, Hak aynası. Hadis-i Şerif var, kelâm-ı kibâr da doğruluyor.

       Mirât-ı Muhammed’den ALLAH görünür

Peygamber Efendimiz Hak aynasıdır. ALLAH'ın da böyle bir emri var.

“Habibim seni seven beni sever, seni sevemeyen beni se-vemez.

Seni bilen beni bilir, seni bilmeyen beni bilemez.

Seni bulan beni bulur, seni bulamayan beni bulamaz.

Seni gören beni görür, seni göremeyen beni göremez.”

Hatta şöyle bir olay olmuştur:

Ebu Cehil Lanetullah, Peygamber Efendimiz'in karşısına geçmiş. Kötü sıfatları saymış peygamberimiz hiç onlara itiraz etmemiş. “Doğru söylüyorsun, sen” demiş. Ne demişse “doğru” demiş. Bunu görenler var, duyanlar var.

Sıddık Ekber Efendimizin muhabbeti gelmiş, methetmiş. Güzel sıfatları saymış. Ona da “doğru söylüyorsun, doğru söylüyorsun, doğru söylüyorsun” demiş.

Sormuşlar:

-“Yâ Resûlullah Ebu Cehil size lâyık olmayan sıfatları söyledi. Doğru söylüyorsun dediniz. Yârıgarınız methetti doğru söylüyorsun dediniz. Anlayamadık” demişler.

Demiş:

-“Biz mir’âtız, hak aynasıyız. Her ikisi de kendi sıfatlarını gördü. Kendi sıfatlarını saydı. Biz de “doğru söylüyorsunuz” dedik.”

Bir de tasavvuf kitaplarında yazar. Muhyiddîni Arabî Hazretleri, kalabalık bir topluluk hâlinde bir yere davete gidiyormuş. Müridleri ile beraber, oradaki sokaktan geçer-ken, bir köpek, Muhyiddini Arabî Hazretlerine hücum edi-yor. Cemaate hiç birşey yapmıyor. İhvanların dikkatini çeki-yor.

-”Niçin bu kadar insan varken şeyh efendiye gidiyor?” diyorlar.

Mübarek şöyle buyuruyor.

-“Şüpheye düşmeyin. Köpek bana gelmedi, kendisine geldi. Biz mir’âtız. Köpek bizde kendisini gördü. Kendisine hücum ediyor.” Evliyaullah mir’âttır.

       Ben hazreti Şeyhim gibi Mir’âtımı buldum

       Mirât-ı Musaffa’yı görüp zatımı buldum 

       Hem sureyi ihlas ile isbatımı buldum

Bu kelâmlar söylenmişse Evliyaullah aynadır. Ama neyin aynası? Hak aynasıdır.

Hakkı gösteriyorsa, ariflerin de ruhunun kıblesi odur. Yani Evliyaullah'ta görmüş olduğu bir sıfat onun kıblesidir.

Evliyaullah'ın zahiri var, batını vardır. Zahirine secde ol-maz. Ama batını ALLAH'a ulaşmıştır. Onun ruhu ALLAH'-tan ayrı değildir. ALLAH'a ulaşan bir ruhun cismi de nedir? ALLAH'ın sıfatları ile sıfatlaşmıştır.

       Bedensiz bir güzel gördüm efendim

       İlikten damardan kandan içeri

       Canan illerinden sordum Efendim

       Bir gizli cân vardır cândan içeri

Beden kimde var? İnsanda. Beden de ne vardır? Kan ve damar “Ondan içerdekini gördüm” diyor. İlikten, kandan içeri olan ne var? Ruh var.

Evliyaullah’ın huzurunda, onun cesedine secde yapamazsınız. Onun manevi vücudunu görürseniz, istemeyerek, gayri ihtiyarı ona secde yaparsınız.

Mübarek Paşam Hazretleri zamanında, Abdüssamed is-minde birisi vardı. Öğle namazını kılmamıştık, Onlar kıl-mışlardı. İkramlar oldu. Sonra “namazlarını kılmadılar” de-nildi. Fakat orada sohbet edilen büyükçe bir odadan başka bir yer yok. Kıble başka tarafta, sol tarafta Şeyh Efendimiz oturuyor. Bizde sağ tarafta namaza durduk. O şeyh efen-dimize döndü. Ev sahibi de Ekrem Ocaklı Bey. Demokrat Parti döneminde yedi yıl mebusluk yapmış. O da bizlerle ilgileniyordu. Paşam Hazretleri birşey söylemiyor. Dedi ki:

- “Abdüssâmed Bey! yanlış duruyorsun. Kıble böyle, öyle değil” dedi.

Dönderdi ama, namaz bittikten sonra dedi ki:

- “ALLAH'ı nerede görürsem oraya secde ederim” dedi.

Bu ağır kelâm tabii. Bu anlaşılmaz, şeriata muhalif gelir. “ALLAH'ı nerede görürsem oraya secde ederim” dedi. Orada cisim zahiri cisim değil. Gizli bir cisim vardır. Evliyaullahta ALLAH'ın sekiz sıfatı tecelli etmiştir.

Onu herkes göremez. Onu bilen, gören için, onun kıblesi odur.

“Yekûnü ma sâdıkîn” emrinde.

İki mâna çıkarıyor:

Birincisinde: “İlmiyle amel eden alimlerle dost olun ki bilmediklerinizi öğrenesiniz.”

Birde buyuruyor ki:

“Gönül sahibine gönülden bağlanın.” Bu da sevgi ile. Onların mazhar olduğu nimete siz de kabiliyetiniz ölçüsünde mazhar olursunuz. Kabiliyet insanların kalbidir. Ama insanların hepsinin kalbi bir olmuyor. Öyle kalp var ki, ALLAH feyzi onun kalbine nehir gibi gelir. Öyle olduğu halde onu taşırmaz. Bir de vardır ki, bileğim kalınlığında feyiz gelir, onu taşırır. Velîlerde tecelli olur ama müsavi tecelli değildir. Bütün velîler esmâ nurundan sıfat nuruna geçerler. Sıfat nurundan zat nuruna geçerler. Zat nurunda musavi değillerdir. Sıfat nurunda musavidir. Esmâ nurunda müsavidir. Ama zat nurunda musavi değillerdir. Velî vardır ki senede bir defa tecelli zatı görürmüş. ALLAH'ın zat nuru onda bir defa tecelli edermiş. Bu durum onu bir mertlik içerisine sokarmış. Bir sene devam edermiş. Nasıl ki bir insan yemek yediği zaman doyar. Acıkana kadar daha yemek yemesini istemez. Onlarda da manevi tokluk oluyor. Ruh hiç bir şeyle doymaz. Ancak ALLAH'ın zat nuru ile doyabiliyor. İşte bu da velîlerde farklılık gösteriyor. Ondan üstün olan ayda bir defa görürmüş. Bir kat daha üstün olan haftada bir defa tecelliyi görürmüş. Daha üstün olan günde bir defa görürmüş. Günde beş defa tecelli gören velî de olurmuş.

Esmâ nurundan geçiliyor, Sıfat nurundan geçiliyor, Zat nurundan geçmek yok.

Zat nurundan geçmek şöyle oluyor, halka dönmek. Zat nurunda kalanın halkla irtibatı kesilir. Bu haller velîlerde olurmuş. Reşahatta yazılıdır.

Hace-i Ahrar Hazretlerinin zamanında, Abdurrahman Ca-mi Hazretleri çok alimmiş. Onun kadar bir alim dünya üzeri-ne gelmemiş. Her asırda bir kere dünyada böyle bir alim olurmuş. Beş asır boyunca onun gibi bir daha gelmemiş. Onun zamanından önce zahir ulema, batın ulemayı hiç tanımıyor. Varis-i enbiyâ biziz diyorlar. Onlara hiç yer vermiyorlar. An-cak zahir ulema Peygamber Efendimizin nübüvvetinin varisidir. Velayetinin varisi meşayihtir. Ama hem zahir ilmi olur da bir de tarikata girerse o zaman iki ilmi bitirmiş oluyor. Varis-i Enbiyâ da odur, “Zülcenaheyn” de-niyor buna.

İşte o zamanda batın ulemaya yer verilmiyor.

Abdurrahman Cami Hazretleri Saadettin Kaşgari Hazret-lerine kendisini teslim etmiş. O zaman bütün zahir ulema-nın dili susmuş, daha da birşey dememişler.

-“Artık biz tarikate bir şey söylemeyelim, insaf edelim. Eğer dervişlik hocalıktan üstün olmasaydı, Abdurrahman Cami Hazretleri beş asırdan beri tek bir alim gelmiş. Hoca-lığı bırakıp derviş olmazdı” diyorlar.

Ama bu mübarek zat nurundan geçememiş. Yani halka dönememiş. Hak'ka ulaşmak var. Hak'tan halka dönmek var. Hak'ka ulaşıp, halka dönemiyorsa, iradesine gelemiyor. Onlara “Kâmil” deniliyor. Ama iradesine dönen hem kâmil hem de “mükemmil”dir.

Kâmil: Kendisini yetiştirmiş.

Mükemmil: Yetiştirici.

Mükemmil olmuyorsa yetiştirici değil.

Onun zamanında bir ırmak varmış. Irmağın bir tara-fında Ubeydullah Hazretleri. Bir tarafında da Abdurrahman Cami Hazretleri.

Abdurrahman Cami Hazretlerinin tarafında ki halk gidi-yorlarmış ders almaya, ders vermiyormuş. İradesi yok. Hiç ayılamıyor ki... Halk ile irtibatı kesilmiş. Diğer tarafa gittikleri zaman.

-“Nerden geldiniz?”

Oradan.

-“Abdurrahman Cami Hazretleri var iken niye buraya geldiniz?”

-“Efendim gittik ama hiç konuşmadı. Ders vermedi, vermiyor.”

O zaman mübarek Velîler daima birbirlerini yükseltirlermiş. Bir velî daima karşısındaki velîyi kendisinden üstün görürmüş.

O zaman buyurmuş ki:

-“Abdurrahman Cami Hazretleri şeyhlik kapısını kapa-mış. Yârlık kapısını açmış, orda kalmış.” Yâr'dan mana ALLAH, orada kalmış.

Fakat bir emri de var ki, buyuruyor ki:

-“Ben murid edinme arzusunda olsaydım, Kürre-i arz üzerindeki hiç kimseyi kaptırmazdım, hepsini ben alırdım.”

Evet. İşte Abdurrahman Cami Hazretlerinin tarikata gir-mesinde ulema tasdik etmiş. “O zaman dervişlik hocalıktan üstün olmasaydı, Cami Hazretleri hocalığı bırakmazdı” de-mişler.

Evet. ALLAH'a şükür. Tarikatı ALLAH bize nasip etmiş. Ama anlamak ve yaşamak nasip etsin.

Anlamak ve yaşamak. Tarikata girenlerin hepsi tarikatı anlamış olmuyorlar.

Tarikatı anlamak meşayihi bilmektir. Meşayihi tanıma-mışsa, tarikatı anlamamıştır. Meşayih ALLAH kapısıdır. Meşayih ALLAH'a delîldir. Yani meşayihsiz ALLAH bulunmaz. Meşayihsiz ALLAH görülmez. Meşayihi böyle tanımak lâzım.

Tarikatı nasıl anlamak lâzım?

Tarikatı nasıl yaşamak lâzım? Dört şartı var. Bu dört şartını elde ederse yaşamış olur. Tarikatı anlayıp yaşayınca hakikate geçerler. Her tarikata girenler hakikate geçemezler. Tarikatı anlayan, yaşayan hakikate geçer. Çünkü hakikatın yolu, tarikattan geçiyor. Tarikata da şeriattan geçiliyor. Şe-riatı tamam olmazsa bir insanın, tarikata geçemiyor.

Cenâb-ı ALLAH bunları insanlara bahşetmiş. Bunların hepsi de insanlar için nimettir.

İnsanlarda seçkinlik vardır, seçilmişlik vardır. Şeriatı yaşamışsa insanlardan seçilmiştir. Tarikatı yaşamışsa oda seçilenlerden seçilmiştir. Hakikate ulaşmışsa, o da seçilenlerin, seçilenlerinin, seçilenlerinden seçilmiştir. Marifete ula-şıyorsa, marifet insanlıkta en son makamdır. Marifete ula-şan, ALLAH'ın büyük ihsanına ulaşıyor.

O insan silinmiş ayna. Ayna kendisini göstermez. Ama kirli paslı olursa kendisini gösterir. Silinmiş aynanın karşı-sına kim geçerse onu gösterir. Bizim gönlümüz de bir ay-nadır. İmanın hakikatına ulaşmak istiyorsan, çalış şeyhinde fani ol.

ALLAH'ın zatının nuru Lafzâ-i Celâl’dir. Onun nuru sen-de tecelli ederse, daha senin uzak yolun yaklaştı. Çetin yo-lun kolaylaştı. Başka tarikatların sonunda ulaştığı kârı biz başlangıçta veriyoruz.

O da nedir? Rabıtaya olan sevgidir.

Sendeki Lafzâ-i Celâl’i kalbinde canlandıracak bu sev-gidir.

       Seni katre iken ummân eder şeyh

       Seni hayvan iken insan eder şeyh

Buradaki esrâr da Mevlâna'nın kelâmıdır. Bakın:

Ben Konya'ya her sene gidiyorum. Bir ilk gidişimde içeri girip ziyaret ettim. Bir daha girmedim. Dışardan ziyaret ettim.

Ayak tarafına geçtim, Fatiha okudum. Bir defa girdim, o da bilmeyerekten. Orada iki rekat namaz kılmak, istedik koymadılar. Burada namaz kılınmaz dediler. Görevliler de-di. Halbuki o açık saçık turistler girmişler fotoğraf çekiyorlar. Bizi iki rekat namaza koymadılar.

Bir de oraya çalgılar dizmişler, her çeşit çalgı var, üzerlerinde etiketleri var. Diyor ki: Filanca dervişten Mevlâna'ya hediye.

Benim orada anladığım şu. “Ne olursan ol. Gel!” demiş ya. Saz çalan da ud çalan da gelmiş orada bırakmış.

“Ne olursan ol. Gel!” buyurmuyor mu?

“Ne olursan ol, gel!” demiş ya. Oraya saz çalan da gel-miş, ud çalanda gelmiş, orada bırakmış. Mevlâna'nın tür-besinde görülen çalgılar onun değil. Onlarla zikir yapılma-mıştır. Orada bir tane ney var, Mevlâna'ya ait. O da yine Mevlâna'nın değil. O da yine sonradan ilâve edilmiştir, bu çalgılar iftiradır.

“Ne olursan ol, gel!” demiş ya. İşte... Ud çalmış adam oraya gelmiş bırakmış, saz çalmış adam orda bırakmış. Sebebi budur.

Yani “kaç yaşında olursan ol, gel!” diyor. “Ne günah işle-dinse işledin. Gel”. Adam altmış yaşına gelmiş. ALLAH hidayet etmiş, ayılmış. ALLAH'a dönmüş.

Bir de şu vardır:

Bir köyde bir hoca ile karşılaştık. Hocanın babası, sohbet esnasında bir iki şey sordu, cevaplandırdık. Yanıma geldi dedi ki:

-“Bunlar diyorlar ki: Tarikata girenin namaz kazası ol-maz.”

-“Doğrudur” dememle fırladı, gitti. Durmadı ki anlata-lım.

Halbuki ben çok büyük alimlerden duydum ki, bu sünnetler kazalara sayılacak.

Peygamber Efendimizin sünnetleri kazalara sayılacak. Sayılmazsa bile, bizim tarikatımız öyle.

“Ameller niyete bağlı.”

Sen bütün günahlarından temizlenmek için boy abdesti alıyorsun. Günah hangisidir? ALLAH'a isyan. Emri tutulmazsa bu da bir isyandır. Bir de yasağı vardır. O da tutulmazsa günahtır.

Yani bir yasağı var. Bir de emri var. Yap denilen emridir, yapma denilen yasağıdır, her ikisi de isyandır, her ikisi de günahtır.

E, bir insan boy abdesti almakla günahlarından temiz-leniyorsa, işte bizim tarikatımızın anlayışı bu. Bize kaza namazı kıl demezler, emretmezler. Adam durmadı ki, izah edelim. Ama kaza namazı kılıyorsa, ona da mani olmazlar.