“Amellerin en büyüğü SOHBETTİR.”

 

ALLAH dünyada ahirette korktuklarımızdan emin etsin.

ALLAH hulûsunuzun, ihlasınızın bârını, meyvasını ye-dirsin.

ALLAH rızası olan amelleri işlemek nasip etsin.

Rızası olan nimetlere mazhar kılsın.

ALLAH âhir akibetimizi hayır etsin.

ALLAH hepinizden razı olsun.

Cümleten hoş geldiniz, safa geldiniz, safalar getirdiniz, muhabbet getirdiniz. Tabii muhabbetiniz getirdi.

Muhabbet:  ALLAH Sevgisi.

Muhabbet: Resûlullah Sevgisi.

Muhabbet: Meşâyih Sevgisi.

Muhabbet:  Ahiret Sevgisi.

Muhabbet: Amel-İbadet sevgisi.

En büyük amel de: Buraya gelişimiz, Rabbımız öyle buyuruyor:

ALLAH için biraraya gelin,

ALLAH için birbirinizi tanıyın,

ALLAH için birbirinizi sevin, ALLAH için konuşun.

Tabiî ki muhabbetiniz getirmiş buraya. Bir ziyafet için gelmediniz. Bir ticaret için gelmediniz. Bir akraba ziyaretine de gelmediniz. Bir maddî menfaat te yok. Sırf ALLAH rızası için geldiniz. ALLAH hepinizden razı olsun. ALLAH rızasın-dan ayırmasın. Şu iyi bir duadır:

“Yâ Rabbı rızan olan amelleri işlemek nasip et bize.”

Rızan olan nimetlere mazhar kıl. ALLAH cennetini kaza-nanlara verecek. Rızasını bahşedecek. Rızasını insanlar ka-zanamıyorlar. Ama ALLAH bahşedecek. Hatta cennet te öy-le. Biz Kur'an'ın müslümanıyız. Hadislerin müslümanıyız. Cenab-ı ALLAH ne buyuruyor:

“Kişi ameli ile cennete giremez.” Amelsiz olan insan cenneti kazanabilir mi? Ama, ameli gösteriş için, adet için, sa-nat için, riya için yapmışsa o amel onu cennete sokmaz. A-melinden gurur, kibir geliyorsa, amelinden dolayı kendisini iyi görüyorsa, üstün görüyorsa yine cennete giremez. Cen-net amelinin karşılığı değildir. Cenab-ı Hak bize bu kadar yemeler, içmeler, nimetler, vücut sağlığı vermiş. Elimizle iş yapmamız. Ayakla her yere yürümemiz. Göz ile görmemiz, dil ile konuşmamız. Kulak ile işitmemiz. Aklımızla düşün-memiz. En büyük nimet akıl nimeti. Çok akıllılar var ki, akl-ı maaşlarını kullanıyorlar. Kim onlar? Uzaya çıkanlar, aya-yıldıza gidenler, onlar kurtulamayacaklar. İlle de ALLAH'a inanmak lâzım. ALLAH'ın göndermiş olduğu kitaba inanmak lâzım. ALLAH'ın göndermiş olduğu peygambere inanmak lâzım. Peki inanıyorsa, bu ne ile belli olur? Ameli ile belli olur. Amelini niçin işlediği bilinir mi?

ALLAH'ın mülküne varis olan kuldur. Peki ALLAH'ın mül-kü mü var? Tabii. Hep mülkler ALLAH'ındır. Dünya-ahiret, yerler, gökler, bilinen, bilinmeyenler. Ama ALLAH'ın en bü-yük mülkü sendeki kalp. Onun için evliyaullah ne demiş? “Benim mülküm ALLAH'ın mülkünden büyük” demiş. Anla-yamamışlar. Sonra açıklamış “Ben yerlere, göklere, arşa, lev-he, kaleme sığmam. Mümin kulumun kalbine sığarım.”

Evet hanımefendiler, ALLAH hepinizden razı olsun. ALLAH hepinizi arzunuza ulaştırsın. Hanımlardan da yetişenler velîye oluyorlar. Çünkü neden?

Ancak bu yetiştirme, bu ulvilik, yükseklik, bu tiynet ruhtadır. Ceset çürüyüp gidiyor. Öyle ise hanımın ruhu ayrı, er-keğin ruhu ayrı değil. Cenâb-ı Hak Hz. Adem'i erkek halketti. “Onu biz yeryüzüne halife gönderiyoruz” dedi. Ancak ha-nımlardan peygamber gelmediği gibi, hanımlardan veliye olur da halife olmaz.

Velî ile velîyenin ne farkı var?

Velî: Erkekler

Velîye: Hanımlar

Ruhlar aynı bir yerden gelmişler. ALLAH kendi ruhundan üflemiş. Erkeklik dişilik cesedde. Ruhta böyle birşey yoktur. Fark şudur ki: Hanımlar yetişir. Yetiştirici değildir. Yoksa er-keğin ulaştığı nimetlere, hanım da ulaşıyor.

Eğer Cenab-ı Hak: hanımları akılda, mirasta noksan hal-ketmişse, zulmetmemiştir. Adalet yapmıştır.

Onlara da hak tanımış. Nasıl?

Havva anamız cennette iki tane buğday yedi. Ona bir şey olmadı. Âdem babamız bir tane buğday yedi. ALLAH ona gadap etti. Demek ki, hanımların mes’uliyeti ile erkeklerin mes’uliyeti dinde bir değil.

Hanımlar çok günah işlemekle imandan çıkar. Erkekler az günah işlemekle imandan çıkar. Onun için hanım olsun, erkek olsun, hepimiz kuluz. Kulluğumuzu bilelim. Bizi yoktan var etti. “Bu mükevvenatı yoktan var etti” Cenâb-ı Hak.

Bizi var etti. Bütün mükevvenatı bizim için halketti. Ama cenneti-cehennemi de bizim için halketti. Çünkü insanlar cennete gidecek. İnsanlar cehenneme gidecek. Başka hiçbir mahlukat gitmez. Onlar ancak insanlara hizmet için halke-dilmiştir.

Bugün güneş-ay, cemadat, mesnuat hepsi insanlar için halkedilmiş. Hepsi insanlara hizmet görüyor. Yerden ma-denler alınıyor. Çeşitli çeşitli... Petrol alınıyor. Bunlardan insanlar yararlanıyorlar. Yerin bitirdikleri var. Bu kadar bit-kilerden kim yararlanıyor? İnsanlar. Bu kadar mahlukat can-lılar, hayvanlar, insanlar için yaratılmıştır. Bizim için zararlı zannettiğimiz canlı varsa o da bizim için yararlıdır. Biz bile-miyoruz.

       Bilinmez âlemin sırrı nihandır

Bu âlemlerin sırrı nihan. Sadece görünen mi? Değil. Gö-rünmeyenler çok. Sadece bilinen mi? Değil. Bilinmeyen çok. Biz de insan olarak görünmüşüz, bilinmişiz. Bizde de öyle esrârlar, sırlar var ki bilinmiyor. Akıl almıyor.

       Akl-ı cüz etmez ihata Akl-ı küll sensin gönül

Akl-ı cüz: Bit katredir. Çöpü suya batırdığınız zaman çöpe bulaşan bir katre, bir damla.

Akl-ı küll: Deryâ, okyanus.

İşte bizim aklımız derya, okyanustur. Nebîlerin aklı, akl-ı külldür. Öyle buyuruluyor:

“O velî kulumun düşünen aklı benim aklım.”

İnsanlarda akl-ı maaş var. Akl-ı maad var. Aslında akıl birdir. Fakat dünyaya çalışıyorsa akl-ı maaş oluyor. Ahirete çalışıyorsa akl-ı maad oluyor. İnancı varsa akl-ı maadını kullanır, ahirete çalışır. İnancı yoksa, kullanmaz. Bir insa-nın iki tane aleti olur. Birisi ile bir iş yapar, diğeri ile başka iş yapar. O bir aletle iki iş yapamıyor.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Biz Kur'ân'ı insanlara indirdik.”

“Biz peygamberi insanlara gönderdik.”

“Biz peygamber göndermediğimiz kavme azap etmeyiz. Peygamber göndeririz inanananlar kurtulurlar. İnanma-yanlara azap edeceğiz.”

Öyle ise bu insanlar insan mıdır? İnsan olması için Kur'ân'a sahip olacak. Kur'ân'a sahip olmuyorsa insan de-ğildir.

İnsan olmak için peygambere tâbi olacak.

Öyle ise, biz ne için geldik dünyaya?

Akl-ı maadımızı kullanmak için. Ahirete çalışalım.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Dünyaya da çalışın, ahirete de çalışın.”

Dünyaya ne ile çalışılır? Kültür ilmi ile.

 Kültür ilmi denilince sadece fakülte bitirip, makam-mevki sahibi olmak değil. Hepsi makam-mevki sahibi olunca kim ekecek, kim biçecek ki, onlar da yesin. Kim dokuyacak ki onlarda giyinsin. Bunların hepsi birbirine ihtiyaçlıdır.

Sohbet zuhur etti.

İnanın bunu ben konuşmuyorum. Ben bir âletim, âlet.

Açın teybi konuşturun. Bantı koyun tamam.

Ama birisi karışınca keser. Konuşan kim? Pirimiz.

Konuşturan kim? Sizler.

Pirimiz doldurmuş bize teyp bantını doldurur gibi. O da bir himmettir. Siz de teybin düğmesine basıyorsunuz açılı-yor, konuşuluyor.

Evet kulluğumuzu bileceğiz. Aşık öyle buyurmuş:

       Beni yoktan var eyledi

       İrademi lutfeyledi

       Kulum iste emreyledi

Ama biz isteğimizi bilsek. Bilemiyor muyuz? Onu da AL-LAH tan iste.

“Yâ Rabbi rızan olan amelleri işlet. Yâ Rabbi rızan olan nimetlere mazhar kıl.”

Yok benim fabrikam olsun, apartmanım olsun, oğlum ol-sun, kızım olsun, bunlar değil. Veya cenneti kazanayım, ha-yır...

Kelâm-ı Kibâr da buyuruluyor ki:

       Sofular cennette, kaldı âşıklar didâra erdi

Sofu: Çok amel işliyen. Onlar diyor cennette kaldılar.

Cenneti geçmeyen ALLAH'ın cemâline ulaşamıyor.

Didâr demek: ALLAH'ın cemâli hak'tır. ALLAH kuluna ce-mâlini gösterecek. Kul'daki kıymet budur. Hiçbir varlık ALLAH'ın cemâlini göremiyor. Ama insan görüyor. Ama kim görür? Şeriat, tarikat, hakikat, marifete ulaşan. Ama evvel şeriat. Maddî kârımızı zararımızı bildiğimiz gibi. Ma-nevî kârımızı zararımızı da bileceğiz.

Cenâb-ı Hak: “Dünyayada, ahirete de çalışın.” buyuru yor. Peki biz inandıksa niye tek taraflı oluyoruz? O zaman kulluğumuzu bilemiyoruz.

       Âşık imdi varlığın ver yokluğa       

       Yokluk içinde sana varlık doğa

Ne demektir bu söz? Kelâm-ı Kibârdır. Ayet-i Kerîme'nin mealidir.

“Külli şeyün halîkün illâ veche.”

Âşık, âşık olduğu için herşeyini verir yokluğa. İsimler, cisimler onun gönlünden silinince herşey yok olur. Her şey yok olunca kendi varlığı, kendi ismi, kendi cismi, kendi sayı da silinince o zaman hakikî varlık çıkar meydana.

Hakiki varlık ise ALLAH'tır. İşte aşık olmayan bu nimete ulaşamaz. Cenneti kazananlar: abidler, zahidler, sofular.

Hace-i Ahrar Hazretleri oğluna demiş ki:

-“Âbid olma, hafız olma, hoca olma, zahid olma, sofu olma, Müslüman ol oğlum. Müslüman ol!” demiş.

Cenâb-ı Hak'ta zaten “Ben mü’min kulumun kalbine sı-ğarım” buyuruyor. Ama. Mü’min kullar müsavi değiller. Bir avam varlığından kurtulmamıştır. Varlığından kurtulmak için aşka düşecek. Bir cisim ateşe düşmezse yanmaz.

Aşk bir ateştir. Ateş nasıl yaktığı cisimleri yok ederse, ALLAH aşkıda kalpteki cisimleri yok eder.

       Ehl-i dert bu yolda sararıp solub

       Anladılar pîrsiz olmaz bir kulûb

       Harfi savtı olmayan mekteb bulub

       Biz hâfîd-i Pîr-i Tagî olmuşuz

       Pîr-i Sâmî’nin çırağı olmuşuz

Demek ki aşka düçar olanlar çok sararmışlar, solmuşlar, gezmişler, dolaşmışlar. Aradıklarını nerede bulmuşlar? Bir Evliyaullahın kalbinde bulmuşlar.

Biz Evliyaullahın cesedine girecek değiliz. Ya nasıl olacak? Onu sevecek, sevecek, seveceğiz. Onu kalbimizde yaşa-ta yaşata, onun sıfatı bize geçecek. Bizim sıfatımız o olacak. Onun sıfatı biz olacağız. Aşk-ı hakikate düçar olan daha aşk-ı mecazla uğraşmaz.

       Mecnun gibi dağdan dağa

       Gezmek ne lazım âşığa

       Gönlümde buldum yârimi

       Kesrette yâri neylerim

Ama burada aşk ikidir: Aşk-ı mecâz, aşk-ı hakikat.

Aşk-ı mecâz da ikidir: Bir var ki şehvetinden dolayı bir güzel görür. Onu bırakır ona gider. Onu bırakır ona gider. Bu değil. Erkek olsun hanım olsun, bu değil. Ama bir kimseyi sevmişse, daha ondan çok güzellerini getirirler de bakmazsa, o aşk-ı mecaz onu aşk-ı hakikate çevirecek. Mecnun öyle işte.

Leylâ çok güzel değilmiş. Ama onu çok sevmiş. Hakikat aşkına ulaşmış.

İnsan bir isim ve cisim sahibi. İnsan yok olunca ismi de yok oluyor. Cismi de yok oluyor. Ölünce ismi de anılmıyor, cismi de anılmıyor. Bu isimler, cisimler diriler için. Esmâ nuru isimlerden görünür. Sıfat nuru cisimlerden görünür. Esmâ nuru ALLAH'ın 1001 (binbir) isminin nuru. Sıfat nuru ALLAH'ın sekiz sıfatının nuru. Sıfatlardan görünür. Ama ALLAH'ın zatı bir. Zat'ının da nuru Lafzâ-i Celâl'dir. O da ALLAH kelimesidir. Eğer Lafzâ-i Celâl'in nuru kalbinde tecelli ederse, sen esmâ nurunu görmeden, sıfat nurunu görmeden, Zat nuruna geçersin. Esmâ nurunda kalanlar, sıfat nu-runda kalanlar zat nuruna geçememişler. Bizim zikrimiz Lafzâ-i Celâl olduğu için, ulaşırsak, ulaşırız. Peki hepsi de ALLAH'ın nuru. Ama esmâ nuru sıfat nuruna göre küçüktür. Sıfat nuru da zat nuruna göre küçüktür. ALLAH'ın nurunun binbir ismine taksim olması var.

Bir de sekiz sıfatına taksim olması var. Bir de Zat'ına ait gaybiyeti vardır.

Meselâ:

Güneş ne kadar küçük görünüyor! Ama ziyası dünyayı ihata etmiş. Ama çok küçük gördüğümüz güneşe yaklaştığı-mız zaman dünyadan büyük olduğunu anlıyoruz.

Ama ziyası dünyayı kuşatmış. Bu nur onun nuru.

ALLAH'ın esmâ nuru da eşyayı ihata etmiş. Sıfat nuru da eşyayı ihata etmiş.

Cenâb-ı Hak Kur'ân'da bize bildirmiş:

“Vallahü bi küllî şey’in muhîd” var.

“Vehûve alâ küllî şey’in kadîr.” var.

“Ved ehade bi kûllî elma.” emri var.

Birisinde buyuruyor ki:

İlmiyle ihata etmiş

Birinde de buyuruyor ki: Kuvveti, kudreti ile eşyayı ihata etmiş.

Birisinde de buyuruyor ki: Azameti ile ihata etmiş.

Ama bunu zahir anlayamıyor. İlmiyle ihata etmiş. Gü-neşi onun için misal veriyoruz. Ufacık görünen güneşin ışığı bütün dünyayı ihata etmiş. ALLAH'ın ilmiyle eşyayı ihata etmesi budur.

ALLAH kudreti ile ihata etmiş. Küçücük bir karıncaya dahi kuvvet vermiş. Hep hareketler onun kuvvetinden meydana gelmiştir, kudretindendir.

Bir de ZAT nuru vardır.

İşte çok ufak görünen güneşin nuruna bakın. Bütün dün-yayı ihata etmiş. Ama insan güneşe gittikten sonra ışığı da kaybolur. Dünya da kaybolur.

Çünkü güneş dünyadan çok büyük. O da nedir? ALLAH'tan gelen ruh ALLAH'a ulaşırsa, bu nimetlere kavuşur.

Evvelâ insan ALLAH'ın emirlerini yapacak. (günah-se-vap, helal-haram.) Eğer yapmazsa kuru davada kalır. Böyle bir kelâm var:

       Duydum ki yârimin yeri kâf imiş

       Dillerde söylenen kuru lâf imiş

       Aslını sorarsan “nun”u “kâf” imiş

       Payine yüz süremedim ne çare

Bütün insanların söyledikleri kuru lafta kalıyor. Benim yârimin yeri “kâf”.

KÂF: Gök kubbe. Ama Cenâb-ı Hak buyuruyor ki.

“Biz yeşil kubbemizin altında velîlerimizi gizledik. Onları bizden başka kimse bilmiyor.”

Bu dünya âleminde bir insanın açlığını, sıkıntısını, işsiz-liğini, çıplaklığını bir kimse yok ederse, ne derler?

“Yardım etti” derler.

Yârdan manâ yardıma gelen. Ama bunların yardımları kuru lafta.

 

       Niceleri yâr der gönlü binada

       Niceleri yâr der gönlü zinada

       Nicesinin gönlü beyü şirada

       Bu yâr kimdir bilemedim ne çare

Bütün bu insanlar şehveti peşinde, zina peşinde.

Hadis-i şeriftir:

Dünyanın ahir zamanında bina ile zina çoğalacak. Bu da şimdi çok. Almış başını gidiyor. Bütün genç kızlar, genç erkekler. Açık saçık birbirlerine sarılaraktan, dolaşaraktan geziyorlar. Sorsanız birbirleri ile akrabalıkları yok. Dahası da var. Neyse söylemeyelim. Halbuki zina büyük günah, zinanın cezası recimdir. ALLAH'ın kanuna göre zina yapan taş ile öldürülecek. Yalnız erkek veya hanımdan erkek evli de hanım bekar ise, erkeği öldürürler. Bekârsa sopa ile döverler.

ALLAH'ı sevmek. Emirlerini tutmak lâzım. Kelâm-ı Ki-bârda buyuruyor.

Hüdâ’ya izzetin hakkı bana keşfet bu esrârı

Bu denli mahrem etmişken nedir bu gaflet-i insan

Âşık diyor bunu. “Yarabbi” diyor. “Sen bu insanları bu kadar kıymetli yaratmışsın. Ama bu insanlar senden ga-filler” İnsanı halketmiş ki, O’nu zikretsin, O’na şükretsin di-ye. ALLAH nasıl yoktan herşeyi var etmiş? Kâinatı nasıl ya-ratmış. Tefekkür edeceğiz. Kendi varoluşunu tefekkür etmek, ve zikir demek, ALLAH'ı unutmamak demek. Nefsimizin süf-lî olduğunu düşüneceğiz. Yediklerimize, içtiklerimize şükredeceğiz. Münkir olmayacağız, insanlığımızı bilmek için. Ne kadar olsa bir canlı cansızdan kıymetlidir. Cemadat, taş de-mektir. Bir taş ile canlı böcek bir mi? Ama taşta da bir özellik vardır. Altın da taştan çıkıyor. Ama altın taştan ayrıl-mayınca taştır. Bir canlı ile kıymeti bir olmaz.

Canlı çok kıymetlidir. Bir yeşil otu da sebepsiz koparmak yasaktır. Bir yeşil ağacı da kırmak yasaktır. Hatta HİCAZ bölgesinde Mekke'nin etrafında bir sınır vardır. O bölgeden içeri girdiğin andan itibaren yeşil otu koparamazsın. Bir canlıyı öldüremezsin. Ama sair zamanlarda da canlılara ve yeşil bitkilere hürmet lâzımdır. Bir yeşil bir kuru ile mu-kayese edilmez. Yürüyen bir canlının da yeşil bir bitki ile kıymeti mukayese edilmez. Hepsinin böyle böyle kıymetini düşünelim. Hepsinin üstündedir insan.

Bu hepsinin üstünde olan insan ahirete gidince hepsinden aşağı olur. Veya hepsinden üstün olur. Melekten de üs-tün olur. Bu dünyada insan melekten üstünde olamaz. Çün-kü onlar semâda yaşıyorlar. Onlar farklı.

Bu kadar kıymetli olan insan niçin köpekten aşağıya dü-şebiliyor? Çünkü köpeğin azabı olmayacak. ALLAH köpeği diriltip cehenneme koymaz. İnsanı diriltip cennete koyacak. İnsan hem dünyanın ziyneti, hem de ahiretin ziynetidir.

Melekler sıfat nurundadırlar.

Bu dünyadaki insanın ziynet oluşu, buz üzerindeki yazı-dır. Buz eriyince yazı da gider. Bu dünya yok olacak.

       Suretlere aldanma bu nefse alâmettir

       Benliğine dayanma bil sonu nedâmettir

       Herbir yola inanma sanma ki selâmettir

       Sen seni aşık sanma bir beyhûde âh ile

       Var etti özün anlar ol nûr-u İlâh ile

       ...

       Gör âşıkı ol mâhı şakkeyledi parmağı

       Teşneleri kandırdı parmakları ırmağı

Yani Peygamber Efendimiz ALLAH'ı çok seviyordu. AL-LAH'ı çok sevdiği için ALLAH onun sözü ile AYI aşağıya indirdi. Ay iki parça oldu.

Kafirler mucize istediler. İşte mucizelerinden birisi budur. Ayın hiç doğmadığı, karanlık olduğu zamanda ayı doğdur-muş. Parmağını doğu tarafa uzatmış. Ay doğmuş, KÂBE'nin üzerine gelmiş. Aşağıya inmiş, Kâbe'yi yedi defa tavaf etmiş, iki parça olduğu halde.

“Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlullah.”

“ALLAH bir, Haktır. Sen Resûlsün” demiş.

Sonra Ayın bir parçası sağ tarafından koynuna giriyor. Bir parçasıda sol tarafından koynuna giriyor. Bütün oluştu-ruyor. Yine karşısında:

“Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah” diyor. Gök-lere çıkıyor. Bir anda doğuya kayıyor. Yok olup gidiyor.

Bir sefer de ordusu ile beraber çölde giderlerken suları bit-ti. Hayvanları ve kendileri susuzluktan telef oluyorlardı. Gel-diler “Ya Resûlullah sususuz” diye. O zaman on parmağı çeşme olmuş, akmış. Hayvanları da kendileri de kana kana içmişler.

Amellerin en büyüğü SOHBETTİR.

Öyle ise buraya gelenler, hepiniz sadıksınız. ALLAH'a bir amel işlemek için gelmişsiniz.

Bizim tarikatımız SOHBET tarikatıdır.

Sohbete gelen ayı-lır. Sohbete gelen terakki eder.

Sohbete gelen nefsini bilir.

Sohbete gelen Rabbısını bilir.

Zikrin en büyüğü de hatmemizdir.