“Namaz, meşguliyet dinlemez.”

 

Bizim de amelimizde eksikliğimiz olursa, noksanlığımıza göre azabımız olacak. Ama ehli dünya olanlar, ehl-i nâr olanlar ebedî azap görecekler. Hiç kurtulmazlar. Biz şimdi bu cemaate ehl-i dünya diyemeyiz. Ehl-i dünya olanlar kim? Onlar şimdi kulüplerde kumar oynayanlar, içki yerlerinde içki içenler. Veya günler gelir geçer camiyi tanımayanlar. Bizde ehl-i dünya değiliz ama, ciddî olmamız lâzım. Dün-yayı düşündüğümüz kadar ahireti düşünmemiz lazım. Laç-ka olmayalım. Dünyaya çalıştığımız kadar âhirete de çalış-mamız lâzım. Fabrika olsun, makine olsun. Laçka olunca imalatını sağlam çıkarmaz. Evet ahiret için sa’yımız noksan. Dünyayı düşündüğümüz kadar ahireti düşünsek kurtulacağız. Dünyaya çalıştığımız kadar ahirete çalışsak, yine kurtulacağız, çünkü Cenâb-ı Hakk’ın emri çift.

“Dünyaya da çalışın, ahirete de çalışın.” Hiçbir zaman ticaretimiz amelimize mani olmayacak. İcabında bir milyon zararımız olacakta bir vakit namazımızı terketmiyeceğiz. Bir terazinin iki kefesi vardır. Birisi biraz ağır gelse denge bozulur. Dünyaya çalıştığımız ticarettir. Ahirete çalıştığımız iba-dettir. İbadetimizi ağıra almayalım.

İnsanlar maddî zararı bilerek işlemezler. Maddî zarardan kaçarlar. Ama kaçmakla kurtulamazlar. O gelir bulur seni. Ne kadar kaçsan maddî zarar seni bulacak. Çünkü niçin? Sen imtihan için gelmişsin. İmtihan ediyor seni. Zararlarla imtihan ediyor. Bir zarar var ki sen onu bile bile işliyorsun. İşte o zarar ölünce karşına çıkar. İşte o zarardan korkalım. O zarardan kaçalım. Ölünce karşımıza çıkmasın.

Nasıl ki bu dünyada insanlar kârın çoğuna koşuyorlar. Koşmazlarsa, elde edemezler. Sanatkâr, ziraatçi, memur, ti-caret adamı, hangisi olursa olsun, daha bol kazanmak için başka bir dala geçiyor.

Memur başka bir memuriyete geçiyor. Ticaretçi hangisini fazla görürse onu işliyor. Ziraatçi bile tarlasını ekerken, han-gisinden daha fazla kazanacaksa onu ekiyor. Bunlar düşü-nülüyor ve sayla elde ediliyor. Ahiret kârı da böyledir.

Bizim için farz, vacib, sünnet, müsteap var. Edille-i şeriy-ye: Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas var. Birde ne var? Şeriat, tari-kat, hakikat, marifet var.

Biz tarikatı anlayamayız, bilemeyiz. Tarikatı bilmek, an-lamak ALLAH'ın bir ihsanıdır. Şimdi bu cemaate bir ihsan olmamış mı? olmuş. Cenâb-ı Hak bizi insan olarak, ehl-i kü-für olarak halk ediyor. Sonra bize kemâl, akıl, güç, kuvvet, ilim veriyor. Ama bizimde bir sayımız oluyor. Onun için “Ta-lebenâ-vecedenâ” diyor Cenâb-ı Hak: “Kulum iste vereyim” diyor.

Amellerimizde de büyüğünü arıyalım. Amelin benlik olan büyüğünü de istemiyoruz. Cemaatimize değil de, ce-maatimizin dışında olan, cemaatimizde de beş vakit nama-zını kılmayan varsa onlara da söylüyoruz. Veya beş vakit namazından bir vaktini kaçırıyorsa, onlara da söylüyoruz. Çünkü:

Terk-i namaz var.

Bey namaz var.

Ehl-i salat var.

Huzur namazını kılan ehl-i salâttır. Bazan kılar, bazan kılmazsa beynamazdır. Bu namaz riyada oluyor. Farz amele riya girmez. İnsanların yanında kılıpta, yalnız kalınca kıl-mıyorsa, boş olduğu zaman kılıyor, işi olunca kılmıyorsa olmaz. Namaz, meşguliyet dinlemez. Hasta da olsa kılacak. Yolcu da olsa kılacak. Namazdan kurtuluş yoktur. Farz ameller vardır. Farz amellerde de evvela namaz geliyor. İslamın şartı beş. Bu beş şart içerisinde başta namaz geliyor.

Savm, salât, hac, zekat, kelime-i şehadet.

Namazı Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de bize otuz altı yer-de emrediyor. Ama bizde bir ihmallik var. Laçka olmayalım. Eğer laçka olursak bir makine imalatını bozuk çıkarır. Na-mazda çok ciddî olacağız. Ne kadar meşakkat, mihnet, çe-tinlik olursa olsun namazımızı kılacağız. Namaz ibadetin ufuğu. Bir vakit namazı bir milyar servetten üstün görmeli-yiz. Çünkü biz kitabın müslümanıyız. Ulema ayetlerden ha-dislerden bize söylüyorlar. Bir vakit namaz yerine yetmiş yıl yanacak, yetmişbin yıl yanacak diyen ulema da var.

       Firâk-ı yâr ile âhu enîn ol

       Ayaklar altına zîr ü zemîn ol          

       Sözünde sâdıkul-va’dul emîn ol

       Muhabbet güllerin görmek dilersen

       Hakîkat meyvesin dermek dilersen

Zir ü zemin: Toprak ol çiğnesinler seni.

Sâdık-ul emîn: Sözünde sadık ve emîn olmak. ALLAH'a vermiş olduğumuz bir söz var. İlm-i ezelde “belâ” demişiz. O söz üzerinde durursak, o zaman sadık oluruz. Sadık olursak eğer bir eminlik kazanırız. Sadık olmazsak eğer, emîn olamayız. Kimsenin emniyetini kazanamayız. Sadık olacağız ki herkesin emniyetini kazanalım. O zaman herkes bizden memnun olur.

Tekebbür sahibini (kibirli insan) Cenâb-ı Hak sevmiyor. Âlimler de dahil olmak üzere tevazu ehlini seviyorlar. O zaman terakki ederler. Âlimler tekebbür sahibi olurlarsa o zaman sevilmezler ve terakki edemezler.

Firâk-ı yâr ile âh u enîn ol

Firâk: Ayrılık.

Yâr: ALLAH.

Hz. Âdem Babamız cennetten inince iki yüz sene ağladı. Âhından dağlar inliyordu, Melekler mutazarrır.

Melekler O’nun ah u enîninden, ağlamasından aciz kal-mışlar.

-“Yâ Rabbi, O'nun âh u enîninden seni zikredemiyoruz” demişler.

Cenâb-ı Hak süreyi kısaltmış. Ama bu âh u enîni O'na cenneti kazandırdı.

Peki cennetten niçin indi? Cenâb-ı Hak:

-“Ya Âdem burası senin. Herşey senin. Ye, iç. Fakat şun-dan yeme” demişti.

Buğday için söylemişti. Cennette buğdaylar bir ağaç üze-rindedir. Ama şeytan onu kandırdı. Bir tek tane yedirdi. As-lında o yemeyecekti. Hz. Havva anamız yedirdi. Havva ana-mızın hatasından dolayı. Cenâb-ı Hak akıldan noksan hal-kediyor. Havva anamıza ALLAH iki tane yediği halde gadap etmedi. Âdem Babamız daha yutmak için çiğnedi, suyu ağ-zına alır almaz gadap etti. Cennetten aşağıya attı.

       Firâk-ı yâr ile âh u enîn ol

       Ayaklar altına zîr ü zemîn ol

       Sözünde sadıkul va’dul-emîn ol

       Muhabbet güllerini görmek dilersen

       Hakîkat meyvesin dermek dilersen

Cenâb-ı Hak insanlara hakikatı bahşetmiş. Marifeti bah-şetmiş. İnsanlardaki kıymete bakınız. Marifete ulaşan insan ne olur? Biliyor musunuz? Ne olur?

ALLAH'la beraber olur. ALLAH'tan ayrı olmaz. ALLAH'tan gafil olmaz. ALLAH'ı bir an unutmaz. Aslında ALLAH'tan ge-len ruh ALLAH'a ulaşmış. ALLAH'la birleşmiş.

İşte bu nimetler insanlar için. Ama bu ne ile olur?

Şeriat, tarikat, hakikat, marifet ile olur. Kitap-sünnet, ic-ma-kıyas ile olur. Farz, vacip, sünnet, müstehab. Bunlarsız bu insanlar bu nimetlere mâlik olabilir mi? Olamaz. Evet kelâm-ı kibârda:

Zemine indi me’vâdan nice yıllar döküp kan yaş

Yalnız ağlayan Âdem değil Havva’da yangın var

Burada esrârlar var. Tılsımlar var. Ama Âdem babamızın sade günahı o olmamış. Ama sebebi o. İki yüz sene ağlamış odur. Evlatlarının acısını duyması da odur. Cennette olsaydı, böyle bir şey duymayacaktı. Hastalık ta görmeyecekti. Hiçbir mihneti, meşakkati olmayacaktı. Hepimiz orada olacaktık. Bu olayı Cenâb-ı Hak ilm-i ezelde halk etmiş. Takdiri, mu-kadderatı ile de zaman zaman, asır asır insanlar gelmiş. Şimdi bizim varlığımız dünyaya gelince meydana çıktı. Fa-kat verdiğimiz ezelidir. Ruhumuzu ALLAH ilm-i ezelide halk etmiş. Bu ruhlar belli tarihte belli günde gelmiş. Eğer bütün insanlar, cinler, melekler buna vâkıf olsalardı, bir ruhun ge-lişini, bir gün evvele alabilirler miydi. Alamazlardı. Veya dünyadan gidişini bir gün erteleyebilirler miydi?

Kelâm-ı Kibar:

       Dünyaya geldim gitmeye

       İlmile hilm yetmeye

       Aşk ile can seyretmeye

İnsanlar niye gelmişler dünyaya? Gitmek için gelmiş dünyaya. Niye gelmiş dünyaya. İlim sahibi olmak için gel-miş dünyaya. Aşka ulaşmak için gelmiştir dünyaya. Aşktan mana ALLAH sevgisi. O bizi sevmiş, halketmişte, biz O’nu niye sevmeyelim. Biz O’nu bilirsek, biz O’nu seversek, o za-man insan olacağız. Biz onu sevmezsek insanlığımıza delil ne olacak? Adem babamıza delil ne olacak? Fıkıh kitapla-rında yazar. Adem olmamız için. Hepimiz âdemiz. Âdemin evlatlarıyız. Namaz kılacağız. Namaz kılmayan âdem olamaz. İnsan da olamaz. Niçin?

Namazda;

Ayakta durmak Arapca “elif”e işaret.

Rukuda durmak Arapca “dal”a işaret.

Secdede durmak Arapca “mim”e işaret.

Âdem Arapca üç harften oluşur.

Biz bu dünyaya yemeye içmeye gelmedik. Niçin geldi-ğimizi bilelim. ALLAH bildirmiş. Bu dünyadan gideceğimize inanmışız. Bu dünyaya bir defa gelişimiz fırsat.

İbrahim Hakkı Hazretlerinin “fırsatı ganimet bil” demesi budur. Böyle yapacağız, böyle yapmazsak zaten biz Hızır olamayız. Hızır da bir kuldur. Sen böyle olursan sen de Hızır olursun. Hatta Ümmet-i Muhammed içerisinde Hızır'dan daha yüksek velîler vardır. Hızır’ı geçen velîler vardır. Çünkü deliller var. Delilsiz birşey konuşmaz insan. Delili şu: Hızır Aleyhisselâmı, Kur'ân-ı Kerîm'de ALLAH bildiriyor bize velî olarak. Yani Nebîi değil, velî olarak bildiriyor. Beni İsrail'in velîsi. Peygamber Efendimizin emri var. “Benim ümmetimin velîleri, benim ümmetimin uleması Beni İsrailin peygamberleri derecesindedir.” Çok insanlar Hızır'a aşıktır. Hızır da ümmet-i Muhammed’in içerisindeki Kutublara, Gavslara aşıktır. Hatta kitapta yazılıdır. Hızır Aleyhisselâm her bir su-rete girer. Bir gün bir mecliste bulunmuş. Her mecliste bulu nabilir. Bugün burada da vardır. İhtiyar suretinde görünür. Dilenci suretinde görünür. Göremedik, bilemedik.

Cemîi âlemin ilmin bilen hem bildiren ALLAH

Ebu’l-Ervâh bilir ancak senin taksîm hisâbından

Meşayihine demiş: “Seni ancak ALLAH bilir” Birde Pey-gamber efendimiz bilir. Ruhların anasıdır. Onun için velîleri ALLAH bilir. Resûlullah bilir.

Velîlerde yukardaki aşağıdakini bilir de aşağıdaki yuka-rıdakini bilemez.

Yukardan seyir var da aşağıdan seyir yok.

       Her geceyi Kadir bil

Biz o geceleri boş geçirmeyelim.

Evet ALAH bize Kadir gecesini bahşetmiştir. Kur'an-ı Ke-rim'de “bin aydan daha hayırlıdır” diyor Kadir gecesi için. Sene oniki ay. Bunların içerisinde bir ay ramazan. Ramazan ayının içerisinde de gün Kadir Gecesi. Her sene de bir gün Kadir gecesi. Bin aydan hayırlı olması nasıl oluyor?

Geçmiş ümmetlerin bin yıllık amelinden hayırlıdır. İçeri-sinde Kadir Gecesi olmayan bir ay. Cenab-ı ALLAH onlara Kadir Gecesi bahşetmemiş.

“İçerisinde Kadir gecesi olmayan bin aydan hayırlı-dır.”

Öyle ise bizim her senede bir gece kadir gecemiz var.

Eğer sen terakki etmek istiyorsan.

       Her geceyi Kadir bil

       Her gördüğünü Hızır bil

Alçal anlamına. Kendini herkesten aşağı gör ki yüksel.