“Allah aşkı kulun Miraç vasıtasıdır”

4.10.1996 / İncek

 Bir kimseye kim yâr ola tevfîk-i hidâyet

İrfan ile derya oluben kalbi coşar da

Gönlünde tulû' eyler anın aşk u muhabbet

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Bu girye-i nâlânıma kıl merhamet ey şâh

Pek güç bulunur sen gibi bir ârif-i billah

Öğmüş de yaratmış seni Ol Hazret-i Allah

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Bir yerde ki gül yoktur o gülşâneye varmam

Hem sohbet-i pîr olmadığı haneye varmam

Aşk ehlinin ahvâlini pervaneye sormam

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Gösterme bana sensiz yeri ey Hazret-i Mevlâ

Bir yerde ki sen varsın o yer hep bana me'vâ

Aşkını vezîr eyledi gör hüsnünü Leylâ

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve serde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet

Âşık olanın maksûdu matlûbesi rü'yet

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Kim şeyhini Hakk bilmedi Hakk'ı dahi bilmez

Yok eylemeyen varını maksûduna ermez

Sâmî gibi bir âşık-ı Yezdan ele girmez

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Allah aşkını, muhabbetini arttırsın. Allah şerefini, makamını yüceltsin. Allah ilmini, bilgini arttırsın. Amenna ve saddakna âşıkların ciğeri yanar. Âşıkların dünyada ciğeri yanar ama ahirette onların ciğeri yanmaz. Başında diyor ki:

Bir kimseye yâr ola tevfik-i hidayet

Resûlullah Efendimiz bize öyle buyurmuş. Cenâb-ı Hakk: “Habibim, ben hidayet etmediğim müddetçe şefaat edemezsin.1” buyuruyor. Burada hidayet esasında insana iman nasip etmesidir. Eğer bir kulunu inanlardan halk etmişse ona hidayet olmuştur. Yalnız onu zayi etmesin, onun kıymetini bilsin, onun çok büyük bir nimet olduğunu bilsin. Kıymetini takdir ederse kârını da elde edebilir.

Kârı nedir? Kemaldir. Kemal nedir? Olgunlaşmak.

Malumunuz sebze olsun, meyve olsun olgunlaşıyorsa tadını alıyor, şeklini alıyor, rengini alıyor. Olgunlaşmıyorsa ne tadını alıyor ne şeklini alıyor ne de rengini alıyor.

İnsanlarda da olgunlaşmanın tadı var, şekli var, rengi var. Tabii bu insanlarda olan tat, şekil, renk görünmez.

Ancak görünen ne olur? İnsanlara eğer zararı olmazsa, bu gayrimüslimlerde de var, ehlîleşmiş görünür. Ama zararlı insanlar da var.

Mevlana’nın buyruğu nasıldır? “Mecusi isen de gel, Hristiyan isen gel, putperest isen de gel. Bin defa tövbe ettin, tövbeni bozduysa da gel.” En sonunda da ne diyor? “Ne olursan ol, yine gel.

Böyle demiş ama insanları İslâm’a seslemiştir (davet etmiştir). Mevlana’nın bu sözünü bütün dünya devletleri, ecnebiler de kabulleniyorlar. Ama bunlar yanlış tasavvur ediyorlar. Ne olarak görüyorlar? Mevlâna insanlığa seslenmiş diyorlar. Ama insanın da ne olduğunu bilmezler. Onlar ancak insan hakları var ya. İnsan haklarına tecavüz etmeyene insan diyorlar. İnsanlık bu mudur?

Yalnız sadece insan hakları mı var? Kul hakkı da var. Allah’a karşı olan görevi var. Akrabaya olan hak, görevi vardır.

İnsanın ilmi olacak, ameli olacak, ibadeti olacak, fikri olacak, zikri olacak.

Şimdiki insanların gafleti zaten budur. Cenâb-ı Hakk: “İnsanları halk ettik ki bizi mabut bilsinler, bize itaat etsinler.2” buyuruyor. Bize şükretsinler, bizi fikretsinler, bizi zikretsinler, buyuruyor.

İnsan; Allah’a şükretmezse, Allah’ı fikretmezse, Allah’ı zikretmezse, o insan sayılmaz. Ama onlar insanlara zararlı değilse, insanlara yararlıysa insanlık budur, diyorlar.

Ancak onlar olsa olsa ehlîleşmiş bir hayvan gibidir. Mesela bir ayıyı düşündüğümüz zaman -affedersinizveya bir canavarı yırtıcı hayvanı düşündüğümüz zaman, onu küçükten alıyorlar, büyütüyorlar, ehlileştiriyorlar. Onun zararlı tarafı gidiyor. Daha  kimseye zarar vermiyor ama o hayvanlığını kaybetti mi? Hayır, ayı yine ayıdır, kurt yine kurttur, canavar yine canavardır. Yalnız ehlileşmiştir.

İşte onlar insana zararsız olursa insanlara zarar vermezse insanlık bundan ibarettir, diyorlar. Ama hayvanların da zararlı tarafı gidiyor, hayvanlığı değişiyor mu? Değişmez.

Ancak Allah: “Biz insanları halk ettik bizi mabut bilsinler, bize itaat etsinler.” “Biz gizli bir hazineydik. Aşikâr olmak için insanları, cinleri halk ettik.3”, buyuruyor. Bir de ne vardır?

Dünyaya geldim gitmeye

İlim ile hilm’e yetmeye

Aşk ile can seyretmeye

Ben in ü anı neylerem

Türkçe bunlar, anlaşılıyor. Kapalı kelâm değiller. Fakat burada anlaşılmayan rumuzlu olan tarafı neresidir?

Aşk ile can seyretmeye

Burası rumuzlu olan tarafıdır. Bu rumuzlu kelâmları bize açıklıyorlar. Zaten büyüklerimizin bu rumuzu bilmeleri, açıklamaları bizi buraya toparladı. Yoksa camiler, hocalar var; vaizleri, nasihatleri var; medrese ilimleri var. Ama bu kelâmlarda bunlardan hiçbirisi yok.

Peygamberimiz: “Din nasihat, din nasihat, din nasihat.4” buyuruyor. Ama nasihat ikidir. Vaizdir, sohbettir.

Vaiz insanları irşat etmiyor. Vaiz insanları ancak uslulaştırıyor, ehlileştiriyor. Kötü ahlâklarından vazgeçirmeye çalışıyor. Tabii insan yine kötü ahlâklarından geçemiyor. Kötü ahlâklarından vazgeçse tabii insanlardan seçiliyor.

Esasen insan tasavvufa girmezse, olgunlaşamaz. Kâmil bir insan olamaz. Kâmil bir insan olmak için hakikate ulaşacak. Hakkikate ulaşmak için de tarikatı olacak. Bir de marifet vardır. Ama her hakikati olanlar marifete ulaşamıyorlar.

Ama her hakikate ulaşan insan kâmil insandır. Kâmil insanlardan seçilen ancak marifete ulaşıyor. Onlar da seçilenlerden daha seçilmiş, kâmil olanlardan seçilmiştir.

Kâmillerin de kâmil-i mükemmil olur. Bir kâmil var bir de kâmil-i mükemmil var.

Kâmil yetişmiştir. Kâmil mükemmil hem yetişmiş hem yetiştirme kabiliyeti var. Kâmil yetişmiş ama yetiştirici değil. Yetişip yetiştiren ile yetişip yetiştiremeyenler çok farklıdır. Aralarında dağlar kadar fark var.

Dünyaya geldim gitmeye

İlim ile hilm’e yetmeye

Allah bize akıl vermiş. Bir de inancımız da var. Kâfirler, ahirete inanmayanlar için sadece maddiyat var, her şey maddedir. Onlar yok olunca daha da var olacağına inanmıyorlar. Her inanan, öbür âleme inanan bunları kabullenmesi lazımdır.

Dünyaya geldim gitmeye

Niye gelmiş? Nereye gidiyor?

İlim ile hilm’e yetmeye

İlimden mana nedir? İlimden mana Allah’ı bilmek, Allah’a itaat etmektir.

Hilmden mana nedir? Kim Rabbısı’nı bildi, Rabbısı’na itaat etti, güzelleşti, insan oldu.

Allah: “Biz insanı halk ettik, bizi mabut bilsinler.” buyuruyorsa kim Rabbısı’nı biliyor? Bilmekten maksat, itaat etmektir. Kim Rabbısı’nı biliyor, kim Rabbısı’na itaat ediyorsa o seçiliyor, o güzelleşiyor.

Çünkü eğer bir insan Rabbısı’nı bilirse, Rabbısı’na itaat ederse insan ancak odur. Bilmezse, itaat etmezse o insan sayılmıyor. Mademki Allah bu insanları, bilinmesi için halk etmişse, Rabbısı’nı bilecekler.

Şimdi burada bilmeyenler, ahirette bilecekler. Ama ahirette bilmelerinde daha kurtuluş yoktur. Dünyada ancak bilmeleri kurtuluştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk, –hâşâvaadinden hulf etmez. Vaadi üzerinde yalan, hilaf asla olmaz.

Mademki Cenâb-ı Hakk: “Bu insanları bizi bilsinler diye halk ettik.” buyuruyorsa, bilmek mecburiyeti vardır. Şimdi Allah’ı tanımayanlar, bu bilmeyenler nedir? Bilecekler sonunda.

Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet

Bu cennet için ibadet edenlere, amel işleyenlere diyor ki: Ey züht ve takva sahibi olan niçin beni cennet ile müjdeliyorsun? Ben cennet için ibadetimi yapmıyorum. Tebşir, müjdedir. Niye beni cehennem ile korkutuyorsun? Ben münkir-i Mevlâ değilim, Allah’ı inkâr edenlerden değilim. Cehennem ancak Allah’ı inkâr edenlerin içindir. Ama bir de:

Âşık olanın maksûdu matlûbesi rü'yet

Âşık, Allah’ı sevendir. Allah’ı seven kimdir? Mal, evlat, makam, mevki, ilim, amel bunların hepsinden geçendir. Onda daha Allah’tan başka hiçbir arzusu kalmaz.

Dünyada evlattan çok sevimli bir şey var mıdır? Evlattan da geçecek. Allah sevgisi karşısında o sevgiyi de yok edecek. Evlat sevilmez mi? Bu bana emanettir, diye sevilir. Emanete de hıyanetlik etmek olmaz. Allah’ın emridir: “Emanete hıyanetlik yapmayın.5

Niçin böyle buyrulmuş? “Küllüküm râin ve  küllüküm mes’ûlün6” emri şerifi var. “Herkes güttüğü sürünün çobanıdır, mesulüdür.” Onun için bir hane reisi hanımından da mesul, çocuğundan da mesul, mâlından da mesul, her şeyinden mesuldür.

Onun üzerinde hepsinin bir hakkı vardır. Hepsinin hakkını vermek, hepsinin hakkını ödemek lazımdır.

Hepsinin hakkını ancak Allah’a itaat etmek ile öder. Allah’ı hepsinden daha çok sevecek ki ödeyebilsin.

Cenâb-ı Hakk: “İnnemâ emvâlukum ve evlâdukum fitne7” buyuruyor. “Sizin o çok sevdiğiniz mallarınız evlatlarınız fitnedir.” O mâl evlat kadar sevilmez. Her şeyden fazla sevilen evlada da fitne demiş. Niye buyurmuş? Çünkü en fazla sevilecek Allah’tır.

Allah sevgisi, evlat sevgisi dâhil bütün sevgilerin üzerine çıkacak.  Hepsinden de fazla sevilecek Allah’tır.

Sevilenler de Allah için sevilecek. Evladını mı seviyorsun? Sende emanettir, emanete saygı lazımdır. Emaneti sevmek de lazım.

Zaten sevilirse saygı gösterilir. Sevilmezse saygı gösterilmez. İşte burada seviliyor ama saygı gösterilmiyor.

Saygı gösteriliyor ama sevilmiyor.

Görün nice mahbûb-ı Hûda var bu beşerde

Mahbûb-ı Hûda nedir? Mahbûb güzel anlamına geliyor. Hûda zaten Allah’ın ismidir. Bu beşeriyette yani insanların içerisinde Allah’ın güzelleri var, diyor.

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Seydâ-yı cihan; seydâ demek, bizde seyyid deniliyor. O şarkî Kürt ıstılahınca meşayıhlara, büyüklere seydâ deniliyor.

Görün nice mahbûb-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Seni hayırda da seviyorum, senden bana zarar da gelse seviyorum, kâr da gelse seviyorum.

Bu hayır ve şerrin anlamı şudur: “Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi8” emri fermanı vardır. Hayır da Cenâb-ı Allah’tan, şer de Cenâb-ı Allah’tandır.

Bir insan sevdiğini Allah için sevmişse, o sevse de onu sevecek, o dövse de onu sevecek. Ondan kâr da gelse sevecek, zarar da gelse sevecek ki o zaman sevmiş olduğu anlaşılsın.

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Âşıksa ciğeri yanacak, yanmadan pişmeden olmaz. Onun için dünyada âşıkların ciğeri yanar, pişer, kebap olur. Başka bir kelâmda diyor ki:

Yürek kanı şarâb oldu ciğer yandı kebâb oldu

Gönül şehri harâb oldu seni arayı arayı

Bir de buyuruyor ki:

Seni ben bilirem ey can ne cevher ma’denindensin

Anasır saye-banındır gezersin zîr u bâlâyı

Diyor ki ben seni ne cevher madeninden olduğunu, sende ne kadar bir kuvvet olduğunu biliyorum. Zîr u bâlâ; zemini de gezersin, yüksekleri de, semayı da gezersin. Anasır da senin saye-banındır.

Saye-ban nedir? Saye-banın bir anlamı da çadırdır. Anasır, senin vücudundaki bir çadır, bir örtüdür. Neyi örtmüş? Ruhunu örtmüş.

Herkeste bir ruh var ama büyüklerin ruhu terakki etmiş, yükselmiştir.

Şeriatı var, tarikatı var, hakikati var, marifeti var. Bunları yaşamış ve bu dört vasıtayı bilmiş. Bu dört noktayı yaşayıp yolunu bitirmiş.

Allah’tan insanlar gelmiş, Allah’a giderler. Allah’tan iki vasıta ile gelmiş. Bir cisminin gelişi var bir de ruhunun gelişi var. Cisminin gelişine annesi, babası vasıta olmuş. Annenin babanın evlenmesi ile Allah o cesedi yaratmış halk etmiş.

Bir annenin çocuğu dört aylık oluncaya kadar bu cesette can yok. Dört aylıktan sonra Allah ona ruh üflüyor. Allah’tan geliş ikidir. Aslında biri görünen ve bilinendir, öbürü görünmüyor ama biliniyor. Görünmeyen bir şeye de herkes inanmıyor.

Mesela Allah da görünmüyor, inananlar da göremiyor. İnanmayanlar da zaten inanmıyor. Onun için sadece görünen, bilinen hangisidir? Allah’tan geldik. Nasıl geldik? Bir vasıta ile geldik. Vasıta kimdir? Annemiz, babamız görünen bilinen bunlardır.

Allah’a gidilir. Nasıl gidilir? Her ölen Allah’a mı gidiyor? Hayır. O zaman kâfirler de Allah’ı hiç tanımayanlar da hep ölüyorlar. Onlar Allah’a mı gidiyorlar?

Allah ulvîdir. Allah’ın nârı var, nûru var. Nârını kazanan Allah’a gitmez, Allah’ın gadabına dûçar oluyor, karanlıklara düşüyor, derinliklere iniyor.

Aslında Kitap’ın, Kur’an’ın, ayetlerin bildirdiğine göre gelişimiz de ikidir, gidişimiz de ikidir.

Gelişimiz ikidir, Allah cesedi topraktan halk etmiş. İnananı inanmayanı, delisi akıllısı, âlimi cahili, zengini fakiri hepsini topraktan halk edilmiştir, bu ceset maddedir.

Ama maddelerin kıymetlisi var, kıymetsizi var. Bir madenden çıkan maddeleri düşündüğümüz zaman altın da bir maden, kömür de bir madendir. Altının kömüre karşı ne kadar çok bir kıymeti vardır.

İnsanlar da ya altın gibi cennetin ziyneti olacak, ya da kömür gibi cehennemin ateşi olacaktır.

Allah’tan bu iki gelişi avam, ilmi olmayan bilemez. Sadece bir gelişi bilirler. İşte Ahmet’ten Mehmet’ten doğdu. Artık büyüdü, itaat etsin, isyan etsin neyse; öldü, gitti.

Âlim olanlar tabii bilirler. “Bilen ile bilmeyen onun için farklı9” oluyor ki. Âlim olan Allah’tan sadece bu cesedin gelişi değil, ruhun da gelişini de biliyor. Ona göre ruhun da kıymetini bilebiliyor.

Ruh çok kıymetli ama -affedersiniznecis, pisliğin içine düşmüş. O pisliğin içerisinde onun kıymeti bilinir mi? Pislikten kurtulacak, temizlenecek, o zaman da o kıymetini taşısın. Pisliğin içerisinde kalırsa o kıymetini taşımaz.

Bu cesedin diyecekler ki ten mezbeleliği değil mi? Ten mezbeleliği göbekten aşağıdır.

İnsanlarda kutsal makamlar var. Bu kutsal makamlar inanmayanlarda da var ama onlarınki çorlanmış, iyice battal olmuştur.

Evet, Allah’tan geliş ikidir. Allah’a gidiş de ikidir. Allah’tan bu iki gelişi zengini fakiri, delisi akıllısı, inanan inanmayan hepsi yapıyor. Bu iki gidişi de hepsi yapamıyor. İnsan ölmeyle Allah’a gitmez. Nereye gider? Allah’ın gadabına, Allah’ın azabına, cehenneme gider.

Cennete giden Allah’a gider çünkü Allah cenneti kazananlara cemalini gösterecek. Nurunu onlara gösterecek ama hepsine değil.

Cennette de hepsi müsavi değil. Mesela cennetin süsü püsü var, köşkü var, zevk sefa var. Zevki sefayı isteyenlere onu verecek. Onun için buyurmuş ki,

Sofular cennette kaldı âşıklar didara erdi

Sofu kimdir? Sofu çok amel işleyendir. Çok amel işleyenler cennette kaldılar. Fakat;

Âşıklar didara erdi

Âşıklar didara, Allah’ın cemaline ulaştılar. Onlar cennetten geçiyorlar. Cennetten geçmeyen Allah’ın cemalini göremez.

Çünkü burada insanlar ameli bir var ki cennet için yapıyor, bir de var ki cehennem korkusuyla yapıyor. Cennet arzusu ile yapanlara  Allah’ın  cenneti  haktır.  Cennet  öyle  ki  Cenâb-ı  Hakk  bize kelâmlarında methediyor, tabii haktır.

Cehennem de haktır. Bizi cehennem de korkutuyor, bu da haktır. Öyleyse işte o zaman kitabım Kur’an’dır diye sahip çıkanlar Allah’ın gadabından, cehennemden korkaraktan günah işlemez. Kimisi de Allah’ın cennetini isteyerekten amel işler. Ama kelâm-ı kibârda ne dedi?

Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet

Ey zühdü anlatan, kürsüye çıkıp da elini masaya vuran hoca, niye cenneti bana methediyorsun? Ben cennet için kulluğu yapmıyorum. Niye beni cehennemle korkutuyorsun? Ben Allah’a münkir değilim, Allah’ı inkâr edenlerden değilim.

Ben Allah’ı seviyorum, âşıksa öyledir. Allah’ı ne için seviyorum? Bana cemalini göstersin. Cemalini göstersin de cehennemine koysun.

Tabii Allah’ın cemalini göreni cehennem yakar mı? Niye Nemrut, koca İbrahim aleyhisselamı yakamadı?

Evet, Allah’a gidiş de ikidir. Bir var ki cismen gidiş, zengini fakiri, delisi akıllısı, inananı gider. Toprağa cesedini  koyuyorlar. Ama bu cesedi toprak eritiyor, yiyor.

Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: “Küllü şey’in yerciû ila aslihi10” “Her şey aslına rücu edecek.” Bu cesedin aslı cinsi topraktır, toprağa gidiyor.

Fakat her şey aslına rücu edecekse, ruhun da gelmiş olduğu bir yer var. Orayı bilmek lazımdır. Orası için çırpınmak lazım ki oraya gidebilsin. Allah’tan gelmişiz Allah’a gitmek için çırpınacağız, çaba sarf edeceğiz.

Allah’a gitmek için insan bütün arzularından geçecek. Dünya, ahiret, bütün cennet arzusu, hepsinden geçecek.

Bir defa dünyayı terk etmeyenler, dünyadan geçmeyenler ahireti kazanamaz, bir kere bu mümkün değildir.

Çünkü dünya var, ahiret var. Bunların ikisi de âlemdir. Dünya da bir âlem, ahiret de bir âlemdir.

Bu insanlar dünyadan geçiyorlar ama ahiretten geçmek yoktur, ahirette kalıyorlar. Ama dünyaya ne diye gelmişler?

Dünyaya geldim gitmeye 

İlim ile hilm’e yetmeye

Aşk ile can seyretmeye

İnsanlar dünyaya gitmek için gelmiş. İlim, hilm sahibi olmak için gelmiş.

İlim Allah’ı bilmektir. Allah’ı bilen, Allah’a itaat eden güzelleşiyor. Hilm, güzel sahibi oluyor.

Ama aşk ile can seyretmek var. Allah aşkı kulun Miraç vasıtasıdır.

Peygamber Efendimiz Miraç’a bir vasıta ile gitti. Ne ile gitti? Bir Burak deve ile gitti. Cebrail cennetten Burak, deveyi getirdi onunla gitti. Burak ile bir makama kadar gitti. Orada Burak da Cebrail de kaldı, daha gidemediler. Ama Resulullah daha çok gitti. Fakat bunu kelâm-ı kibâr nasıl açıklıyor:

Çok çektim ise iftirâk

Firak ayrılıktır. Çok çektim bu firak’tan, ayrılıktan. Bu dünyaya gelmişsin elli yıl, altmış yıl yaşamışsan, bu çok değildir. Burada yüz yaş yaşamışsan, yine azınlık vardır, çok, bu değildir.

Çok çektim ise iftirâk

Kalmadı gönlümde merak

Çok ayrılıkta kaldıysam benim için ayrılık büyük bir merak idi.

Bu ayrılıktan kurtuldum. Ne ayrılıktan kurtarmış?

Çok çektim ise iftirâk

Kalmadı gönlümde merak

Aşkım bana oldu Burâk

Aşkım benim Burak’ım oldu. Aşk bana Burak yaptırdı. Beni Miraç göklere yükseltti, diyor

O yüce Allah, o ulvî Allah’a yükseleceksin ki ona gidebilesin. Aşka düşmeyen ulaşmaz. Allah’tan gelir, Allah’a gidemez.

Ancak insan neyle yükseliyor? İşte bu yükselmeye, iki, üç, dört vasıta var.

Şeriat, tarikat, hakikat, marifettir.

Şeriat senin kara vasıtandır. İnsanların yolculuğunda, kara yolculuğu da vardır. Deniz yolculuğu da vardır. Hava yolculuğu da vardır.

İnsan görevlerini yapacak ki en evvel karadan yürüyecek. Ondan sonra denizi geçmek için bir gemiye binecek.

Bu sefer önünde bir dağ var, delemiyor, aşamıyor. Onu aşmak için bir uçak lazım. Gemiden sonra uçak yolculuğu var.

Evet, efendiler, nimetin büyüğü duruyorsa, Allah nimetin büyüğünü de bizim için, kulu için halk etmiştir.

Allah’ın kula en büyük nimeti hangisidir? Ruyetullah, cemalini gösterecek.

Bu en büyük nimet cennet değil ama cennetten geçilmeyince bu nimet elde edilmiyor. Onu da Ruyetullah’ı gören cennetten geçiyor. Onun için:

Sofular cennette kaldı âşıklar didara erdi

Didar, Allah’ın cemalini görmektir. Cennette birden başlıyor, yüze kadar dereceleri var. Bu dereceler hep birbirinden farklıdır.

Cehennemde de birden yüze kadar derece var. Bunlar da hep birbirinden farklıdır. Cehennemdeki dereceler azap ağırlığı, çoğunluğundadır. Ama bu cennetteki dereceler nimet farklılığı, büyüklüğü, makam mevki farklılığıdır.

Hülasası Mürşitsiz olmuyor. Onun için insanlar hakikate Mürşitsiz geçemiyorlar.

Tarikat demek, bir Mürşide gidip hizmet etmektir.

Bir Mürşidi tanımak, bir Mürşide gönül vermektir. Bir Mürşidi sevmek, bir Mürşidi saymaktır. Onun duasını almaktır. Tarikat bu demektir. Niçin bakın:

Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden

Adüvler yıktılar seddi ne yatarsın gafîl insân

Demek ki şeyh-i kâmili tanımayan, gafil sayılıyor.

Gafilin bir anlamı da uykuda demektir. Gelenden gidenden, yıkılmış dökülmüş, zarar etmiş kâr etmiş hiçbir şeyden haberi yoktur.

Nasıl bir insan uyuduğu zaman kârlarından da zararlarından da haberi olmaz. Zaten uyuyan insan kâr edemez.

Kâr bir hareketle, tetemmeyle, çabalamayla olur. Neyse bir mesnet üzerine bir çalışması, çabalaması olacak ki kazansın.

Uyuyan adam çalışamaz, çabalayamaz, hareketi olmaz bir kârı da olmaz. Ayık zamanlarında yapmış olduğu kâr da uykudayken gidebilir. Zararını bilir mi? Bilemez.

Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden

Şeyh ne demektir? Kâmil ne demektir?

Şeyh; bilen, ışık manasındadır.

Bilgili insanlar ışıklı, aydın olur. Bilgisi olmayanlar da karanlıkta, cahil olur.

Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden

Kâmil ne demektir?

Bildiğiyle amel ederse kemal sahibi oluyor.

İnsan biliyor ama bildiğini tatbik etmiyor. Kemal sahibi değildir. O zaman bilecek, bildiğini de tatbik edecek ki kemal sahibi olsun.

Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden

Adüvler yıktılar seddi ne yatarsın gafîl insân

Ey insan, sen bir Evliyaullah’ın, şeyh-i kâmilin himmetine muhtaçsın. Eğer onun himmeti sana ulaşmazsa, senin adüvler seddini evini yıkarlar, öldürürler, asarlar, keserler.

Ama Evliyaullah’ın himmeti sana öyle bir set olur ki ona hiçbir top tüfek kâr etmez. Ona hiç kimse bir şey yapamaz.

Şimdi başka bir kelâm ile bu iyice aydınlanır, anlaşılır. Burada da ne diyor:

"Men aref" sırrına vâkıf olmuşam

Nefsim ile hem Rabbim’i bilmişem

Mutmainne kalasına girmişem

Gayet de bir metin hisarımız var

Mutmainne kalesinde çok metin, çok kuvvetli bir hisar içerisindeyiz.

İnsanlar mutmainne kalesine, nefs-i mutmainneye nasıl ulaşabilirler? Mürşitsiz, tarikatsız, zikirsiz ulaşılmaz.

Muhakkak ve muhakkak ki insanlar ilim ile amel ile ibadet ile mutmainne kapısına kadar giderler ama içeri giremezler.

Mutmain ne demektir? Nefsinden emin olacak. Nefsinden ona daha hiç zarar gelmeyecek.

Diyeceksin ki: “Ya benim nefsimden bana zarar gelmiyor”. Geliyor, ama bilmiyorsun. Eğer sen: “Benim kârım olsun da onun zararı olursa olsun.” diye düşünürsen işte senin nefsinden en büyük zarar geliyor.

Ne zaman dersen ki: “Zarar da bana gelsin, hastalık da bana gelsin, ben dövüleyim, sövüleyim de bunlara bir şey olmasın”. “Komşuma veyahut da Müslüman’a veyahut da akrabama veyahut da ihvan kardeşime gelen hep bana gelsin” dersen eğer işte o zaman mutmainne kalesinden eminsin. Nefisten başka türlü emin olamazsın.

Çünkü Resulullah da: “Vallahi mümin olamaz. Vallahi mümin olamaz, Vallahi mümin olamaz.11” üç defa buyurmuyor mu?

  • Kim ya Resulullah?
  • Komşusu açken tok yatandır.
  • Kim ya Resulullah?
  • Kendi kârında komşusunun, başkasının zararını Evet, biz anlayamıyoruz, bilemiyoruz. Bilmiş olsak, anlamış olsak, hep bir vücut oluruz. Bir vücuduz böyle.

Bu insanlar hep bir vücuttur.

Ama diyeceksin ki bir insan kâfir ile nasıl bir vücut olacak? Benim senin çok temiz yerlerim de var, çok pis yerlerim de var.

Çok âdi yerlerin de var, sana ait.

Bu nedir? Nefsin çok âdidir. Onu çok âdi göreceksin. Ruhun da çok ulvîdir.

Ama nefsini âdi görmezsen, ruhun ulvî olamaz.

İnsan zahirde alçalmayınca, zahir, cismen alçalmayınca ruhen yükselemez.

Emir böyledir: “Her kim ki Allah için alçalırsa…”. Ama bu Allah için olacak. Bunu bir sanat edinmeyeceksin, desinler diye olmayacak. Bundan da bir menfaat maddiyat elde etmek için değil. Şöhret olsun, meth edilesin, sevilesin diye olmayacak.

Cenâb-ı Hakk “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz. Her kim ki tekebbür sahibi olursa, onu da hakir, yoksul ederiz.12” buyuruyor.

Öyleyse şimdi bu kelâm-ı kibârda:

Firak-ı yâr ile ah u enin ol

Ah u enin nedir? Ağla, sızla. Yârdan maksat çok sevilen. Niye sevilecek? Yardım geliyor.

Nasıl bir yardım geliyor? Hoş, dünyada senin evin yokmuş da ev mi alıyor? Tarlan yokmuş, tarla mı alıyor? Seni işe mi almış? İşte sana para mı vermiş? Bunlar yardım değildir.

Yardım seni nârdan kurtarandır.

Ama nâr sadece ateşte yanmak mıdır? Seni firaktan, ayrılık ateşinden kurtarandır.

İnsan çok sevdiğinden, canından fazla sevdiğinden ayrılırsa onun ateşten daha şiddetli bir azabı vardır.

(…)

Mecnun'un Leyla ile bir hadisesi var, olmuştur. Kelâm-ı kibârlarda bu çok geçer. Mecnun bir Leyla'ya âşık olmuş. Ama nasıl âşık olmuş ona ki bütün yemesi de onun sevgisi olmuş, içmesi de onun sevgisi, uykusu da onun sevgisi olmuş. Yemiyor, içmiyor, uyumuyor.

Böyle dağlarda “Leyla, Leyla” diye ağlamış durmuş. Sonunda ne olmuş? Leyla’nın aşkı onu ihata etmiş. Mecnun kendisini yok etmiş, kendisini kaybetmiş, Leyla görünmüş. Kendini de Leyla görmüş. Eşyayı taşları ağaçları kuşları hep Leyla görmüş. Böyle hareketsiz kalmış, kuşlar onun başında hep yuva yapmışlar.

Mecnûn'u görün n'etti Leylâ'daki âh ile

Ferhâd da Şîrîn için gör neyledi dağ ile

Her birisi bağlandı bir âhenîn bağ ile

Bağ denince (ahu) avlanıyor.

Av insanlara açlıkta gerekir. Avın helalliği vardır, haramlığı da vardır. Bir insanın yiyeceği, içeceği, giyeceği var, bir ihtiyacı yoksa avlanması haram değilse de, takvaca helal de değildir. Av kime helaldir? Yiyecek bir şeyi yoktur. Mesela evinde çoluğu çocuğu var yıllar geçiyor et alıp, parası yok yediremiyor. Ayrıca onun bir de açlığı da var. Çoluğu çocuğu açlıktan kurtarmak için, eti tatsınlar mahzun olmasınlar diye, gider avı avlar getirir. Bunlara müsaade edilmiş yoksa insanın hali vakti yerinde, etini alabiliyorsa onlara yasaktır.

Mecnûn'u görün n'etti Leylâ'daki âh ile

Ferhâd da Şîrîn için gör neyledi dağ ile

Her birisi bağlandı bir âhenîn bağ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhude âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile

Gör âşıkı ol mâhı şakkeyledi parmağı

Teşneleri kandırdı parmakları ırmağı

Âşıkları yandırdı gül veçhiyle yanağı

Sen seni âşık sanma bir beyhude âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile

Resulullah Efendimiz ay’ı parmağı ile işaret etti, şakketti13. Ay böylece Kâbe’yi tavaf etti. Resulullah Efendimiz’in koynunda yeniden bütünleşti, nübüvvetini tasdik etti. Kalktı, yerine gitti. Ay doğmuyordu, karanlık oldu. Buna inanmayan Müslüman olamaz, küfre gider çünkü ayet ile sabittir.

Teşneleri kandırdı parmakları ırmağı

Peygamberimiz’in 10 el parmağı çeşme olmuş parmaklardan su akmış. Teşneleri su ile doldurmuş. Susuzluktan helak oluyorlar, hayvanları ve kendileri daha susuzluktan yürümüyorlar, hareket de yapamıyorlar.

Gör neyledi pervane bir şem-i çerâğ ile

Bülbül düşüp efgâna bir gonca-i zâğ ile

Her birisi bend oldu bir türlü duzâğı ile

Sen seni âşık sanma bir beyhude âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile

Demek ki bizimkisi bir beyhude âh, bizimkisi aşk diyoruz ama bir zaman aşk bizim varlığımızı yok edecek. Şimdi bu şuradan anlaşılıyor:

İlahi bir aşk ver bana kandalığım bilmeyeyim

Aç basiret eynini, senden başka görmeyeyim

Bana öyle bir aşk ver ki ben kendimi bilmeyeyim, nerede olduğumu da bilmeyeyim. Maneviyat gözümü de aç ki senden başkasını da görmeyeyim, diyor. Basiret dediği ma’nevî gözdür.

Nimetimiz büyük, kıymetini bilelim de artsın, bilmezsek elimizden alırlar.

Onun için acınacak şey şudur: bakıyorsun bidayetinde muhabbeti var, bir aşk onu sarmış, çok güzel. İnsanlar onun aşkına gıpta ediyorlar. Bir zaman sonra günün birinde bakmışsın ki o aşkı sönmüş kalmamış. Ama bu sönme ikidir. Biri olmasın da biri olsun.

Bir sönme var ki o aşkı içerisine sindiriyor, hazmediyor.

Bir sönme de var ki kaybediyor. Allah: “Ben kuluma bir nimet veririm.” Bizim için en büyük nimet budur. O kıymetini bilirse büyütürüm. Bilmezse elinden alırım, diyor.

Şimdi bazı cezbelilerin sonu gelmiyor. Çünkü onlar ifratına gidiyorlar. Her şeyin ifratında afet oluyor. Afet, yani yok oluyor. Ama bunun ifratı nedir? Cezbeye çok kıymet veriyor. Çok ondan kendisine bir gurur duyuyor. O cezbeye çok rağbet veriyor.

Cezbeye düşen kendisi vermesin, başkası versin. Cezbeden geçmek lazımdır. Cezbeyi sindirmek lazımdır. Cezbeli insan cezbeden geçemezse kalbi büyümez. Cezbeyi sindiremeyen bir insanın kalbi büyümüyor. Çünkü ona fazla geliyor.

Bak şu bardağın içindeki suyun bir ağırlığı var. Ağırlığından bir damla fazla koysan o su taşacak. Eğer senin koyacak suyun bolsa, bardağını değiştir, büyüğünü al. Ona suyu daha çok koyarsın. Küçük bardağa suyu çok koyarsan taşar. Taşırırsan bunun bir sahibi var, razı olmuyor ki onu zayi edersin, senden alır.

Sahibi kimdir?

Bil emânettir muhabbet sana Mevlâ'dan gelir

Doğru Mecnûn oldun ise bil ki Leylâ'dan gelir

“Küntü kenz”in mebdeidir arş-ı â'lâdan gelir

Bu muhabbet sana emanettir, Allah’tan gelir. Doğru Mecnun isen, Leyla’dan gelir.

Burada Mecnun’dan mana müridin meşayıha olan sevgisidir.

Mecnun Mürittir, Leyla’dan mana da meşayihtir.

Mecnun; Leyla’yı çok sevmiş, Allah’a ulaşmış. Sen de Şeyh Efendin’i çok seversen, Allah’a ulaşmaz mısın? Mecnun; on paralık kızı sevdi, -Allah hanımları akılda, dinde ve mirasta eksik halk etmiş-, Allah’a ulaşmış.

Küntü kenz"in mebdeidir

Burada “Küntü kenzin mahfiyyen” “Biz bir gizli hazine idik.” Bu insanlar, cinler kim için halk edildi? Kim için aşikâr oldu?

Pes Muhammeddir bu varlığa sebeb

Bütün aşkın da, bütün ilmin de, bütün merhametin de, adaletin de hepsinin membaı Hazreti Resulullah’tır.

Meşayih ondan alıyor, bize veriyor. Ama meşayih birebir Resulullah Efendimiz’den almaz, Şeyh Efendisi’nden alır. Şeyh Efendisi onun Şeyh Efendisi’nden, o da kendi Şeyh Efendisi’nden alır, böyle Resulullah a kadar gider.

Mübarek Paşam Hazretleri, köstekli saatini tutarak öyle buyurdu: “Bu saat Resulullah Efendimiz, bu halka da senin Mürşidin. Bu zincir lokmaları da silsilemiz. Hep birbirlerine ulamalıdır. Şimdi bu halkaya dokundun mu bak bu saat oynar.

Bu halkaya dokunmazsan saat oynamaz. Bu halkaya gelecek olan bir ısı veyahut da ışık, cereyan birbirine temas eden şeylerden her yere geçiyor.


1   Kasas, 28/56.
2   Zariyat, 51/56.
3   Fususül Hikem Trc. c. 1, s. 43.
4   Buhari, İman, 42.
5   Müsned, 5/323.
6   Riyazüs Salihin, 654.
7   Tegabun, 64/15.
8   Amentü Duası.
9   Ra’d, 13/19.
10 Kelâmı Kibar.
11 Buhari, Kitabül Edeb, 29.
12 Hikmet Goncaları Trc. (500 Hadis Şerif) 397.
13  Kamer, 54/1.