Bu mektup Abdurrahman-ı Tagi (k.s.) Hazretleri tarafından Erzincan eşrafına gönderilmiştir.

Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Abdurrahman-ı Tagi (k.s.) Hazretleri'ni Güroymak (Nurşin) ilçesinde ziyarete gitmeden birkaç gün önce Erzincan'da bulunan tasavvuf alimlerinin bir bölümü Abdurrahman-ı Tagi (k.s.) Hazretleri'ne Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni öven bir mektup göndermişlerdir. Abdurrahman-ı Tagi (k.s.) Hazretleri mektubu gönderenlere mektubu yazarak cevap vermiştir.

Allah'ın (c.c.) adıyla. O'nu övgüyle (hamd ile) teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Allah'ın (c.c.) rahmet ve selâmı, yarattıklarının en hayırlısı olan Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) ve onun Âline (soyuna) ve sahabelerine olsun. İmdi, şeyhimiz, Gavs-i A'zam Abdurrahman'dan imanı sağlam kardeşlerimize ve muhabbet ehli dostlarımıza bilhassa edepleri, güzel ahlâkları, anlama kabiliyetleri ile en önde gelen ve şevkleri ve hazımlılıkları ile en şefkatlileri olan Mustafa Efendi ve Hafız Efendi'ye Allah onları ve arkadaşlarını ve sevenlerini; kötülükleri emreden tatminsiz nefsin doğurduğu günah ve isyanların kirlerinden, bütün hile ve desiselerden korusun; ki bu zatlar nefsin kayıtlarından serbest olarak manevî olgunlukların zirvesine yükselmişlerdir.

Gene onlar cezbe vadilerinde bulunan MARİFET sularında yüzmüşlerdir. Bu CEZBE vadileri, MUHABBED sütunlarının üzerine kurulmuştur.Cenâb-ı Allah ona (yani Gavs-i A'zam Abdurrahman-ı Tagi'ye) muhabbet müjdeleri ve Allah'a yöneliş ile dolu sayfalar (mevzular) tebliğ etmiştir (ilham etmiştir). Bu ise şükre yöneltici ve sevinç üzerine sevinç arttırıcıdır. Bütün hamdlar (övgüler), minnet ve ebediyyet Allah'a mahsustur. Bütün şükürler, övgüler ve şanı yüceltmeler de O'na mahsustur. İnsan Hakkı yerine getirmek hususunda acizliğini ve hatalı olduğunu itiraf etmedikçe nasıl hamledici ve şükredici olabilir?

Bundan sonra, bu vazifeden çıkmak tamam oldu; Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) iradesi onu zamanında sevk ederek, bu sayfalan değiştirmeyi irade etti. Dedi ki: Kardeşlerim! Evvelâ, Allah'ın (c.c.) selâmı, rahmeti ve bereketleri sizlere, arkadaşlar ve sevdiklerimize ve Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) (Allah'ın salatı, rahmeti, O'nun, ailesi ve sahabelerinin üzerine olsun. En mükemmel salat ve en yüksek teslimiyetlerle) dinine uyanlara olsun.

İkinci olarak: Sizden yapılması istenen, ona aykırı olan amelleriniz için, O'nun istediği gibi Allah'ın (c.c.) mağfireti, bağışlaması için dua etmeniz ve gönlünüzün ta içinden Yüce Allah'ın muhabbet sarhoşluğunu kokularıyla; Gavs-i A'zam (r.a.)'ın sevgisini istemenizdir.

Sevgili Kardeşlerim! Şüphesiz bu dünya fanidir, vefası yoktur; çok hileci ve düzenbazdır, çok merhametsizdir. Ona meyledenler helak olurlar. Onun iç yüzü, dış görünüşünün izlerini taşır. Yiyenini-içenini öldüren bir sarhoşluk vericidir. Onun iç yüzü, dış görünüşünün tersidir; gübresidir. İç görünüşü gübredir; dış görünüşü yemyeşildir. Gönlünü ona kaptıranlar pişman olurlar; apaçık bir hüsrana uğrarlar.

Nitekim İmam-ı Şafiî şöyle diyor: Dünya çürümüş bir leşten başka bir şey değildir. Ondan kurtuluş, ancak işlerin üzerindeki perdeyi kaldıracak hayırlı işler yapmakla mümkündür. En güzeli; dünyanın, ahiretin tarlası olduğunu açıklayan benim kitaplarıma bakarak ders ve ibret almanızdır. Evet dünya tarladır; dünya ahiretin tarlasıdır.

Şairin dediği gibi "Öyle bir güne hazırlan ki onda ölüm var; mutlaka sen de öleceksin. Artık hayırlara koşuştur. Kimler hayırlara koşuşturacak?"

Dünyayı ahiret tarlası kılmak, ancak Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın dinine uymakla olur. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Ey Habibim! De ki: Şayet Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da (c.c.) sizleri sevsin." Gene Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Peygamberin size getirdiklerini alın, sizi sakındırdığı şeylerden de sakının!"

Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) Şeriatına (dinine) uymak da üç şeyle olur: İlim, amel ve ihlas.. İlim; ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in rehberleri ve bilginlerinin görüşleri ışığında iman ve akidedir. Amel; fıkıh alimlerini derleyip geliştirdiği şer" i hükümlerle amel ederek bunu ispat etmektir. İhlâs ise; bilhassa bu zamanda ancak tasavvuf ehlinin tarikatlarına girip yol alarak mümkün olur.

Bu tarikatların (yolların) içinden en yücesi, en iyi örneği ve en yakını ise bu Yüce Nakşibendi Tarikatıdır. (Allah bu tarikatın yüce rehberlerinin sırlarını aziz etsin); onları sevenlerin kalplerini nuriandırsın: onların çocuklarına lâyık olan marifet nurlarını saçsınlar ve keremiyle, fazlıyla onların bereketlerinden bunları feyizlendirsinler).

Buna nasıl hayır denebilir ki, bu tarikat AZİMET (dine kesin bağlılık) ve doğru hadisler üzerine kurulmuştur. Çünkü tarikat uluları şöyle demişlerdir: "Bizim tarikatımız, ASHAB-I KİRAM'ın (r.a.) yollarının aynıdır.

Sahabeler zamanında olduğu gibi, bizim tarikatımızda da insanlara açıklamak (açık zikir) yoktur; insanlara duyurmak yoktur raksetmek yoktur; kırk gün çile mecburiyeti yoktur. Bu tarikatın temel özelliklerinden biri sonun, başlangıca dercedilmiş olmasıdır. Yani kabiliyetlerine göre, tarikata yeni başlayanlarda, sana ulaşmış olanlar için meydana gelen şeyler (manevî gelişmeler) meydana gelir.

Tarikatın başlangıcı ŞUHUD (inanılanları görmek) sonuncu da GAYBET (kendi benliğinden geçmek)'tir. Bu tarikatlara kul, kulluk sıfatlarını en iyi hale getiren bir kul olur. "FETH-ÜL MÜBİN" adlı eserde "Muhammed'in (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederim" mealindeki KELİME-İ ŞAHADET'in bu kısmı izah edilirken şöyle denmiştir:

Kulluk, risaletten (peygamberlikten) önce geliyor. Ahmed EL-GAZALİ de irşad ettiği şu beyit ile metihte bulunmuştur. Onun sevgisi karşısında çekiştirmeler bana hafif gelir;

Düşmanların "o hafif-meşrebtir, iffetsizdir" sözleri de.. Adımla çağrıldığımda hummaya yakalanırım: "Onun kulu" diye çağrıldığımda da, baş üstüne derim.

Şöyle ki, ben bu beyitten şurayı iktibas ediyorum: İsimler arasında seçilmiş olanı, ABDULLAH (Allah'ın kulu) ismidir.

Gene bütün tarikatların seyri, bu âlemden MİSÂL ÂLEMİ'nedir. O âlemdeki seyirleri de imanın iki kelimesini sağlamlaştırmak içindir.Bu tarikatın daha efdal olduğunun delili olarak, tarikat büyüklerini yüksek himmetlere sahip oldukları yeterlidir.
Bu ise; ne dünyaya, ne de ahirete meyletmeksizin Allah'a yönelmektir. Nasıl ki mabudları o ise, istedikleri de ZAT-I AKDES'tir. (Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Zâtıdır). Nasıl ki Rableri o ise, sevdikleri de onun Güzel Zâtıdır. Nasıl ki şöyle denmiştir "Senden başkasını şayet söyler isem, ben fâsıkım." EL ÇARHİ bu beyti açıklarken şu ifadeyi nakleder:

"Gerçi bizim için Cehennem, yanması gereken hakirleri yıkan yerdir.
Cennetin gizli sırrı da, cömertlik bahçesi değildir."

Yani cehennemden korkumuz, ancak orası gazap yeri olduğu içindir. Cenneti de, ancak Rıza ve Allah'ı (c.c.) görme yeri olduğu için istiyoruz. Allah (c.c.) sizleri ve dostları onların vekilleri olan tabileriyle, Cennette Zât-ı Akdes'i görmekle rızıklandı.sın, nasiplendirsin. Ondan başka mahbub (sevgili) nasıl olsun ki o Kahhar'dır, Settar'dır, Rezzak'tır, Vehhab'tır, Kerim'dir; mukaddes kemal sıfatlarıyla sıfatlanmıştır; her türlü noksan lekesinden uzaktır. Ondan başka ilâh yoktur. Durum şüphesiz yukarıda anlatıldığı gibi olunca, bu tarikatın istedikleri, isteklerin en yüceleri olmuştur. İsteyip de bulana müjdeler olsun; sırtını dönüp yüz çevirene de yazıklar olsun. Allah (c.c.) bizleri böyle bir akıbetten korusun.

Şah-ı Nakşibendî buyuruyor ki: "Kim ki bizim tarikatımızı reddederse, dininde tehlikeye düşmüş olur." Gene buyurmuştur ki; "Bizim yolumuz (tarikatımız), bağlanacak en sağlam iptir. (URVET-ÜL VL'SKA'dır).

Haydi bu tarikatta sâlik olmaya gelin; Allah kolaylaştırıcıdır, kerem sahibidir. "Ulu, cömert olanlarla, şerirlerin işi yoktur."

Kardeşlerim! Bu tarikat; Allah'ın sıfatlarını düşünmeksizin, O'nun Yüce Zâtına teveccüh etmektir (yönelmektir). Bu yol, muhabbet yoludur. Çünkü bu tarikat Allah'a (c.c.) yönelip gitmeyi ve O'nun yoksunluğundan kaçmayı gerektirir. Hatta muhabbet tamamlandığında, muhabbet sahibi yüzün mahbubu (sevilene) dönmekten çeviremez; sevgilisi onu dövse veya kahretse de, bilâkis bu yoldaki kahır da ona sevimli gelir.

Nasıl ki şöyle denmiştir; "Âşığım, onun kahrı seven için lütuftur. Hayret ediyorlar ki ben bu her iki yanapın âşığıyım."İhlâs ise, Allah'a (c.c.) kendi faniliğini ve Allah'ın (c.c.) dışındaki her şeyin faniliğini bilerek yönelmektir. Bunu kendini beğenmek ve gösterişten uzak olarak yapmak gerekir. İhlâsta kendini beğenmek, gururlanmak veya riya (gösteriş) yoktur. İrşad dairesinin Kutbu Seyyid Taha (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor: "Bu tarikatta kendini beğenmek, gururlanmak ve gösteriş yoktur." Bunu Gavs-i A'zam (k.s.) da açıklayarak şöyle demiştir: Bu demektir ki; seven, sevdiğinden başkasını görmez ki riyakârlık yapsın. Kendisi sevdiğinde helak olmuş, yok olmuştur. Bu kendinin beğenme yolu değildir, bilâkis teslimiyet yoludur. Yani, sevdiğinin emrine boyun eğer, kendisine bir şey emrederse emre uyar. kendisini bir şeyden nehyederse o da kaçınır. Bu konuda fayda ve zarara bakmaz. Bu yönelişin tarikatta meydana gelmesi, üstada yönelme içinde şu üç yol ile olur: Üstada tarikatının bir vasıtası olarak sevgi, ihlâs ve ona teslim yoluyla sabretmektir. Ta ki istenen Allah (c.c.) rızasını elde etmek olsun.

"Sana gerektir ki candan gecesin,
Testini feyiz kaynağının önüne koyasın,

Can kandilinin parlayıp yandığını sanma,
Bir akıllı bilmişin önünde onu yak. "

Sözün kısası, dostlar zümresine; bilhassa onların en haslarına lâyık olmak için, Allah'tan (cc.) yardım dileyerek feyiz sahiplerinden istifade etmeye devam etmelidirler ve bu Yüce tarikatta kahramanca, gevşeklik göstermeksizin yürümeleri gerekir.

''Tarikatın âdet ve edeplerinde hamlık küfür alâmetidir;
Evet bu yüce tarikat çeviklik ve atılganlıktır."

Maksadınız Allah'ın (c.c.) Yüce Zâtı olsun. Muhabbet denizindeki İslâm gemisine giren, denizciniz (kaptanınız), üstadınız olsun. Uygun rüzgârınız, durmak bilmeyen Allah'ın cezbesi olsun. Aykırı rüzgârlardan ise korkup çekinin; bunlar ise dünya şehvetleri rüzgârlarıdır. Bu gemiyi bidatlara, ruhsatlara, mubah şeylere meylederek değiştirme. (Yani, İslâm'ın emir ve yasaklarına sıkı sarıl: bidatlarla amel etme. Buna izin var, bu mubahtır diye gevşeklik gösterme). Ta ki gemi günahlarla su alıp batmasın. Sükun ve değişme nasıl ayrılacaktır? İstenen tek hedef ise misli, benzeri, zıddı, eşi olmayan Allah'tır (c.c). O zâtında ve sıfatlarında tektir. Sevenleri kendi muhabbetleriyle yakmak O'nun kudsiyetine lâyıktır. Geçmiş Salih zâtlardan çoğunun muhabbet ateşine yanmış olduğu gibi.

Şayet -Allah (c.c.) bizleri korusun-, size bir gevşeklik isabet ederse; öncelikle rabıta vasıtasıyla "LA İLAHE İLLALLAH=Allah'tan (c.c.) başka ilâh yoktur" kalesine derhal sığınırız. Çünkü rabıta, tarikatı kesintiye uğramaktan kurtarır. Râbıta'ya mutlaka devam ediniz. Gavs-ı A'zam (r.a.) şöyle demiştir: Vusul (Allah'a (c.c.) ulaşma), zikir ve rabıtayla veya sadece rabıtayla olmaz. Allah'a yemin olsun ki, dünya ve ahirette; bu her ikisinin de lezzetleri ile lezzetlenilir. Bunları (yani zikir ve rabıtayı) isteyenlerin daha fazla lezzet (manevî zevk) almayı istemeleri, onlar için makbul bir şey değil ise de.

Bu anlatılanlardan, tarikatta sülûkun (yani tarikata girip bağlanmanın ve yol almanın) günümüzde zor olduğunu sanma. Muhabbetle tarikatta yol almak, en kolay yol alma (seyr) şeklidir. Velev ki salik bu yolda helak olsa da; çünkü bu istenen, rağbet edilen bir yoldur.

"Gam ve aşk dellalı, canını ortaya koyanların rağbetini gördüğünden;
Öyle nara atıp feryad etti ki, binlerce yerden şada verdi. "

Demek ki tarikatı istemekte, ruhu başıboşluktan ve dikkatsizlikten korumak vardır. Zorluk nerede, zarar vermek nerede? Bunun ne zorluğu görülür, ne de bundan zarar ziyan gelir. Ancak, tarikatla gidenlerin hallerinin bu olduğu hakkında Allah'ın, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettikleri kimseler müstesna. Aksi olanlar için, tarikata boyun eğmenin bile faydası vardır. Şah-ı Nakşibend (k.s.) tarikat alıp da, âdet ve gerekleriyle tam manasıyla amel etmeyen birine şöyle demişti:

- Beni rüyada gördün mü?
- Evet, gördüm.

Bunun üzerine, o kişiden şikâyet edenlere "niçin bu kişi amel etmiyor diye şikâyet ediyorsunuz? Halbuki o amel etmişlerdendir. Çünkü beni rüyasında görmüş, yani benimle rabıta etmiştir" diye buyurmuş.

Gene Şah-ı Nakşibend (r.a.), "Ben tarikat almak istiyorum, muhabbetim var. Ama engelim var" diyen biri hakkında, "Muhabbet yeterlidir" demiştir. Gene Şeyh-ül İslâm Şah-ı Nakşibend şöyle buyurmuştur: "Onlara muhabbet ve siretlerine muhabbet ameldir." Hatta şöyle de mistir: "Umulur ki onları inkâr edenler, tövbe yoluyla kurtuluşa ererler."

Subhânallah! Bu ilim taifesinin halleri ne gariptir. Allah hepsinin sırlarını aziz ve yüce kılsın. Kendilerini inkâr edenlerin bile mahrumiyetlerini istemiyorlar. Bilâkis onların kurtuluşlarını istiyorlar. Hatta onları inkâr edenlerin birçoğu tövbe etmişlerdir. Onların inkarcılarına karşı lütuf ve büyüklükleri böyle ise, sevenlerine karşı lütuf ve büyüklükleri nasıldır? Akıl bunu idrak edemez. Allah önce onu inkâr edenlerin cezalandırıcısı, sonra da onun mükafatlandırmışıdır. Allah ona mükâfat versin. Mevlâ'm, tarikat büyüklerine en hayırlı mükâfatlan ihsan etsin. Bizleri de onların sayesinde mükâfatlandırsın.

"Ey akıllı ve bilgili kişi, eğer kurtuluşu hazırlamak istersen;
Nakşibendi Pirlerinin, candan-gönülden ayaklarının toprağı ol."

Selâm, şerefli muhibblerden, manevî kardeşimiz İbrahim Efendi'ye selâmı tebliğ edenlere, ondan dua bekleyenlere, bütün hane halkına ve hallerini soranlara olsun. Allah (c.c.) onları da, sizleri de ve bütün dostları da dünya sevgisinden; dünyaya meyletmekten ve onunla sürür (sevinç) duymaktan korusun. Allah (c.c), dünyayı, kendi zâtının sevgisi; peygamberleri ve velilerinin sevgisi sayesinde, gözlerinizde nefret edilir kılsın. Allah'ın (c.c.) salat ve selâmı, kıyamet gününe kadar Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ve bütün peygamberlere olsun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) mahsustur.