Mektupta kıymetli Halifesi Molla Halil'e letaifleri açıklamaktadır:

Bilesin ki iman on cüzden müteşekkildir. Beşi nurânî, beşi de zulmânîdir. Nûrânî olanlar kalp, ruh, sır, hafa, ehfâ'dır. Zulmâni olanlar nefs ve anâsır-ı er- baadır. İlk beş tanesi için alem-i emirde beş kemalat vardır. Kalbin kemali huzur ve tecellidir. Ruhun kemali cezbe ve muhabbettir. Sırrın kemali vahdetin bir bölümüdür. Hafanın kemali istiğrakın bir bölümüdür. Ahfanın kemali izmihlalin bir bölümüdür. Vahdetle murad, alemde zatını görmediği halde müridin mu-radının Allah Teala olmasıdır. Sanki Allah bir deniz, alem de ona dalmış varlık gibi. İstiğrakla murad, hem kendi nefsini ve hem de tüm alemi idrak etmesidir. Sanki bu ikisi Allah Teala'nın zatında müstağrak olmuşlar gibidir. Şuhûdunun çokluğundan, alemde k- endisini çokça yakınlaştırdığı için böyle müşahede edilir. İzmihlal ile murad, tüm alemi ve kendisini Allah Teala'nın zatının denizinde etrafı çevrilmiş ve onda sütteki suyun aktığı gibi akıp gittiğini görüp idrak etmesidir.

Zulmani beş cüzde bu kemalatın zıttı olan beş noksanlık vardır. Nefsin noksanlığı Allah Teala'ya düşmanlık yapmasıdır. Dünyayı ve onun istek duyulan yönlerini sevmektir. Toprağın eksikliği ise taatta gevşekliktir. Suyun noksanlığı ise nifak, karışıklık olup içinde bulunduğunu günahlarıyla boyanmasıdır. Tıpkı suyun içinde bulunduğu kabın rengini alması gibi. Ateşin noksanlığı ise gadab ile tutuşup yan- masıdır. Havanın noksanlığı ise tekebbürdür.

Nurani letaiflerin asılları alem-i emirdedir. Bu alem ise maddesiz olarak bunlarla mevcut bir alemdir. Bu alemde var olan herşey noksanlıktan ve ayıptan uzaktır. Çünkü bu ikisi yaratılmış olan bu alemin eserle- cindendir. Bu alem ise maddeyle mevcuttur.

Kalbin aslı arşın zeminidir. Ruhun aslı yukarısı dokuz bin yıllık mesafedir. Yeryüzünün sathından ar-şın sathına kadar mesafe de bu kadardır. Sırrın aslı bunun bir o kadar yukarısındadır. Hafa da aynı mesafede bir o kadar yukarıdadır. Ahfa da aynı mesafede bir o kadar yukarıdadır. Bu asılların tamamı sıfat aleminde kendi asıllarına göre gölge gibidir. Keza bu asıllarda alem-i şuûndaki kendi asıllarına göre gölge gibidir. Bu asıllara ise sadece peygamberimiz ulaşmıştır. (Zatına, ashabına, zevcelerine ve zürriye- tine salat-u selam olsun). Nurani latifelerden herbiri zulmani cüzlerden herbirinin karşıtıdır. Kalp toprağın, ruh nefsin, sır suyun, hafa ateşin, ehfa havanın mukabilidir. Geriye doğru alemi mahlukata doğru geri geri gelindiğinde mukabele işi ortaya çıkar.

Mahlukat aleminden asıllarına, asıllarından asıllarının asıllarına, sonra da asıllarının asıllarının asıllarına doğru yapılan nurani letaifler yolculuğu Allah Te- ala'nın dilediği kimse için hal yoluyla oiur. Makam yoluyla değil. Çünkü makamları geçerek böyle bir yolculuğu sadece Nebi (s.a.v) yapar. Kişinin hal yoluyla olacak bu yolculuğu, kamili mükemmil bir şeyh vasıtasıyla: Allah'ın lütfuyla, rabıta veya Allah Teala'yı zikretmekle veya cezbe-i vehbiyye ile gerçekleşir. Bazılarınca asıllara yolculuk makam yoluyla da olur.

Kalbin kendi makamına erişmesinin alameti, huzur ve buna terettüb eden şuhûddur. Ruhun kendi makamına ulaşmasının alameti de hangi tür vahdet olursa olsun vahdete ulaşmasıdır. Hafanın kendi makamına ulaşmasının alameti istiğraktır. Ahfanın kendi makamına ulaşması ise izmihlal iledir. Bu ulaşılan hallerin dışında insan için keşifler, tenvîrât, aydınlık, dumanla kaplılık, güneş gibi suretler, sis gibi durumlar da olur. Omurga nasıl insanı ayakta tutarsa diğeri de onu arşa uzatır. Tüm bu durumlarda güzel olan, insanın niyaz ve muhabbetle, bedende var olan bu letaifleri keşfedip harekete geçirmesi ve böylece zikir ve rabıta ile arşa doğru yükselmesidir.

Salik bu yükselişi gerçekleştirirken bu zikredilen şeylerden birşey hissetmez, ancak letaifleri kendi makamlarına yükselirler. Ancak bunların meydana geldiğine dair alametler vardır. Günahlardan kaçınmak gibi. Bu huzurun alametidir. Keza Şeriatın emirleri dışına taşmamak gayreti gibi. Bu da cezbenin alemetidir. Keza dil ile Allah Teala'yı zikretmek gibi. Çünkü muhabbetin alameti mahbubu çokça zikretmektir. Keza hayret, fuyûzâtta baygınlık ve sekr vahdetin alametidir.

Aynı şekilde gevşeklik, kuvvetin gitmesi gibi durumların tersi olan durumlar da bunların tersine olur. Bu halleri yaşayan kimse ilâhî fuyûzâtı çok taleb eder ve sudan çıkarılmış fakat suyun sesini duyan balığın durumu gibi her taraftan kendisini aynı hisseder. Keza boğazlanmış kurbanlıklar gibi iş-tiyakının fazlalığından hareketlidir. Aynı şekilde kendi nefsi açısından, nefsinin ye'se düşmesi karşısında Allah'a çok niyaz eder, mağfiret diler. Bu ikisi ise istiğrakın alametindendir. Keza bu insan fitne ve heva rüzgarlarına karşı hareketsiz dağlar gibidir. Rıza makamında sükûn içindedir. Başka bir hali tercih etmez. Bu ikisi de izmihlalin alemetidir. Bazı letaifleri diğer letaif- lerde böyle bir durum maydana gelmez-ken yükselebilir. Avamdan bazılarında huzur hali bulunmamasına rağmen cezbe-i sekr halinin bulunması gibi. Bunun gibi bazılarında cezbe hali olmaksızın mahv halinin yaşanması gibi. İşte bu yüce yürüyüştür, buna cezbe yürüyüşü, vahdette fena ve velayet makamı denir.

Allah-u Teala dilerse bir kulu marifet yürüyüşüne ve "Nefsini bilen rabbini bilir" makamıyla teşerrüf etmeye muvaffak kılar. Yani nefsinin acziyetini, noksanlığını bilen kimse rabbinin kudret ve kemalini idrak eder.

Nefsi kemale erdirmede ve insanları buna yöneltip Şeriat-ı Garrayı hem nefse hem de insanlara tebliğ etmek veya ilk önce sadece nefsi kemale erdirmeye çalışmak gerekir. Birincisi başkalarına dönüş diye isimlendirilir. Bu tebliğle emrolunmuş olan nebilerin ve rasüllerin yoludur. İkincisi ise nefse dönüş olarak isimlendirilir. Bu da başkalarına tebliğle emrolunma- mış nebilerin yoludur. Bu insana Allah Teala'nın azametini ve kibriyasını tanıtır. Böylece salik kendi nefsini bu makama ulaşmaktan ve yakın olmaktan uzak görür. Önceden sahip olduğu şeylerin sadece kuru bir iddia olduğunu görür ve yakınlık iddiasından gerisin geriye döner, ahlakını güzelleştirmeye yönelir. Geri geri dönmenin manası şudur: Kendisinin iki gözü vardır. Bir gözü mahbuba ulaşmasını sağlar. Bir gözü de hizmet, kulluk ve ahlakını güzelleştirmesini temin eder. Bu makam ünsiyet makamı olarak isimlendirilir. Çünkü salik kendisinde var olan bu makam sebebiyle visali taleb eder. Amellerindeki kusuru görür, layık olmadığını düşünerek hizmeti, ahlakı güzelleştirmeyi talep eder. Ve nihayet visale hazır olur, aşk-u muhabbetle insanlara yönelir. Ehfa- ya dönüşle tekebbür hastalığı, Allah dışındaki her- şeyden (masivadan) istiğna etmeyi doğurur. Hafiye dönüşle gadab hastalığı gayrete dönüşür ve nefsi için değil de Allah için kınar. Sırra dönüşle başka şeylerle karışma ve beraber oturduğu kimselerin hallerini alma şeklindeki hastalığı onların güzel ahlakı ile karışma ve hallerini almaya döner. Ruha dönüşle dünyayı ve nefsin arzularını sevme şeklindeki hastalığı onların güzel ahlakı ile karışma ve bu hallerini almaya döner. Kalbe dönüşle gevşeklik ve kaypaklık hali hilme ve yumuşaklığa döner. Bu beş hastalık -ki bunlar mefsedet, kusurların ve eksikliklerin kaynağıdır- bu beş güzel ahlakla değiştiğinde - ki bunlar da insana layık olan her kemâlâtın kaynağıdır- kalbinden marifet nurları her tarafa doğru fışkırır. Bu halde ilâhî fuyûzât her işitilenden, görülenden, tadılandan, koklanandan, tutulandan ve idrak edilenden elde edilir. İşte bundandır ki Gavs-ı Azam şöyle buyurmuştur: "Arifler için lezzet alınacak şeylerin haddi hesabı yoktur." Böylece kişi için mutlak fenayla şereflenme makamı gerçekleşir. Kendisinden zuhur edilen herşey Allah'tan, Allah'a ve Allah için olur. Bu seyr-i süflî, seyru'r-ricat, sayru'l-marife, seyru kemalâtin Nübüvve, seyru'l-emrâz, seyru't-ten- bîh diye çeşitli adlarla isimlendirilir. Bu zikredilen hal ile letaifler ve zulmani cüzlerle bir karşılaşma meydana gelir ve her latife karşısındaki hastalığın üzerine gider ve kişi sonunda en güzel ahlakla ahlaklanır.