SÛFÎLERIN DERECELERI

 Sofiyye hazarâtinin dereceleri hakkindadir.

 Onlar üç tabakadir:

 1-Tâlib mürid,

 2-Yolu yarilamis sâlik,

 3-Seyr u sülûkünü ikmal eylemis vâsil. Buna müntehi vâsil da denilir.

 Tâlib mürid vaktine sahib olmalidiri

 Sâlik hal ehlidir.

 Müntehî ise her an uyaniktir. Böyle bir kimse için en efdal sey her bir nefesine dikkat etmektir.

 Büyüklerimiz buyurdular ki: “Müridin ameli daglar kadar bile olsa azdir. Arifin ameli zerre mikdari bile olsa çoktur. Bunun sebebi, mübtedî mürid, muradina ermek için biraz yoruluncaya kadar bir is yapsa amelini büyük görür. Kendine varlik vermege kalkar. Böyle bir amelin ise degeri yoktur.

 Yolu yarilamis sâlik, her mezilin âdâbina riâyet etmek mecburiyetindedir. Yoluna bu endise ile devam eder. Bir hali diger haline benzemez. Sufiyye hazarâti salikin bu halini; bir tecellîden diger tecelliye mazhar olmasi, halden hâle terakki etmesi olarak tarif ederler ki bu merhaledeki sâlik durmadan yol almaktadir.

 Müntehî ise makamlari asmis, temkin makamina ulasmistir. Sufiyye hazarâti bunu her an hakikatle yüzyüze gelmek, her an bir hakikat tecellîsine sahid olmakla tanimlarlar. Çünkü kalbî itmi’nâni onu Allah’a yaklastirmaktadir. Haller onu degistiremez. Hiçbir sey ona tesir edemez.

 Züleyha, Yusuf!a karsi sevgisinde, onu görünce ellerini kesen kadinlardan daha fazla sâdik oldugu için Yusuf’u gördügünde gayet sakin davranmisti. Çünkü o, digerlerine göre temkin makaminda bulunuyordu.

 Müridin makami mücahede etmek, cigerleri sizlaya sizlaya yola devam etmek, acilari yudum yudum içmk ve sikayet etmemek, nefsinin hazlarindan siyrilmak, heva ve heveslerini terkeymektir. Bu yola girmeyen kimselerin böyle seylerden manevi bir fayda temin etmesi mümkün degildir.

 Hüseyin bin Mansur el-Hallâc’a müridin tarifini sordular, söyle cevap verdi: “Ilk ask ve sevkiyle yola çikan ve saga sola meyletmeden menzil-i maksuda varincaya kadar dosdogru gidendir.”

 Yola yarilamis sâlikin makami belâlara sabir, muradini elde etmek için ezâlara, acilara katlanmak, her halinde sadâkattan ayrilmamaktir. Bütün menzillerde edeb gözetmek esastir.

 Müntehînin makami ise sahv, temkin ve icabettir.

 Sahv, Allah’in ayetleri ve isaretleri karsisinda her an uyanik olmak, gâfil bulunmamaktir.

 Temkîn, karsilastigi hal ve durum ne olursa olsun Allah’in huzurunda huzur halini muhafaza etmektir.

 Bir de müntehî, nereden davet edilirse edilsin Hakk’a icabet makamindadir. Bu halde iken onun için sikinti veya rahatlik, vermek veya mahrum etmek, cefâ yahud vefâ, yemesi veya aç kalmasi müsâvidir. Bunlar onun halini degistirmez. Çünkü onun nefsî hazlari fâni olmus, zâhiren halk ile hukuku kalmistir.Fakat bâtiniyla her an Hak iledir. Bütün bu haller Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in halleridir.

 Hazret-i Peygamber, ilk vahiyden evvelki günlerde Hira daginda inzivaya çekilir, sonra halkin içine dönerdi. Onun yalnizlik hali ile, halk arasinda bulunmasi arasinda fark yoktu. O her an Allah ile beraberdi.

 Suffe ashâbi da böyle idiler. Içlerinden nice emîrler ve vezirler çikmis olmasina ragmen insanlar arasina karismak onlari temkin makamlarindan ayirmamis, her an Allah ile beraber olmuslardir.

 Bu anlattigimiz ve anlatacagimiz makamlarin hakikatini ancak o makamlara varanlar bilirler. Onlari anlayabilmek için bizzat varmak ve tadini almak lazimdir. Bizler simdi ne bu makamlardayiz, ne yaklasmis, ne de kokusunu almis durumdayiz. Ancak bir çocuk gibi büyüklerimizden duyduklarimizi nakletmeye çalisiyoruz. Hataya düsmekten ve ehli olmadigimiz seylerin lafini etmekte cür’etkar davranmaktan Allah’a siginiriz.

 Özet olarak sunu söyleyelim ki, ögrendiklerinle amel etmen gerekir. Daha âlimlerin ahlâkiyla ahlâklanmadan bu tarik hakkinda ileri-geri konusmaktan sakin.

 Ibrahim ed-Düsûkî hazretleri der ki: “Allah Teâlâ bize irfan verip marifetinin zevkini duyursun. Allah Teâlâ, tarikatimizda bulunanlardan sirf meshur olmak için yapmadiklarini söyleyip bizimle istihzâ edenlerin hasmidir.”

 Yine söyle buyurdu: “Kim hiyanet ederse yolda kalsin. Ögüdümüzü kabul etmeyen, sözlerimizden ders çikarmayan arkamizdan gelmesin! Bizi diline dolamasin. Biz, evladlarimizdan ancak sevk u setaretli ve cana yakin olanlari severiz. Sir emanet edilmeye kim lâyik hale gelirse ona emanet ederiz.

 Evladlarim! Allah hakki için söylüyorum. Tarikatimi kötülemeyin. Söyledigim hakikat sözleriyle oynamayin. Oldugunuzdan baska sekilde görünmeyin. Hakki batila karistirmayin. Hakikatlarin bazisini bazisina perde yapmayin. Halis olun ki kurtulusa erdirilesiniz. Sizi nasil seçip evladliga kabul etmissek siz de bizim hakkimiza riayet etmelisiniz. Bizi kederlendirip suyumuzu bulandirmayin. Tarikatimizi câhilane sözlerinizle kötülemeyin. Baskalarinin kötülemesine sebeb olmayin. Süphe uyandiracak hareketlerde bulunmayin. Nasil sizin bizde terbiye edilmek ve nasihat almak hakkiniz varsa bizimde sizin üzerinizde sözümüzün dinlenmesi, ögüdümüzün kabul edilmesi hakkimiz vardir. Benim size emrettiklerim kendi emirlerim degil Allah’in emirleridir. Bize verdiginiz sözü bozarsaniz Allah’a verdiginiz sözü bozmus olursunuz. Sizin bizden alacaginiz bir takim kagit parçalari ise bizim size ihtiyacimiz, size sarfedecek vaktimiz yoktur.”

 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem, devamli olarak açliga riayet ederdi. Ayaklari sisinceye kadar ibadet ederdi.

 Onu, ayni hallerini muhafaza ederek Ebû Bekir Siddiyk takib etti. Hüzün ve eleminden bir ah ettigi zaman içinden kizarmis ciger kokusu duyulurdu. Bütün malini Allah yolunda harcardi.

 Ömer Ibnü’l-Hattab da ayni sekilde Rasûlullah’in izini takib etti. Ibadetlerinde daima azimet derecesini tercih edersi. Elbisesini deri parçalariyla yamar, basina sert killarla yapilmis seyler giyerdi.

 Osman bin Affan da her gece kalktiginda ayakta Kur’an’i hatmederdi.

 Ali bin Ebî Tâlib de sahabe-i kiramin haslari ve büyükleri…Rasûlullah’a bu kadar yakin olmalarina ragmen amellerine böyle dikkat ettiler, bir gevseklik göstermediler. Rasûlullah’in yaninda olduklarina güvenmediler. Allah yolunda yol almak için gayretleri, takvalari ve açliklari bu derece idi.

 Sen de düsün. Seriat ve tarikat ifrati emretmez. Onlara uymak istersen iste onlarin halleri. Hakikata hakikat denmesi, emirlerin amellerle gerçeklesip seriatin emirleriyle neticelendirildigi içindir.

 Sâlik, insanlarin kendine hürmet göstermesine aldanmamali, -yularida anlatildigi sekilde- makam ve mevkiye kiymet vermemelidir. Makam mevki sahiplerine ihtiram için ayaga kalkmak, oturmak, kabul etmek, yüz çevirmek, gösterisler ve zâhiri muâmeleler onu mesgul etmemelidir. Çünkü sâlikin tek riayet etmesi gereken Allah’in emirleri ve yasaklaridir.

 Seyh Abdullah el-Kazzaz rahimehullah der ki: “Kisi, Hak Teâlâ’yi her seye tercih etmedikten sonra marifet nuru kalbine girmez.

 Ebû Abdillah Muhammed bin Münâzil der ki: “Kul eger riyasiz, seksiz ve sirksiz olarak bir tek nefes yasamissa bu ona bütün ömrü boyunca yeter.”

 Seyh Aliyyü’l-Havvas kuddise sirruh demistir ki: “Müridin sekînetli olmasi lazimdir. Seyh, bir kimsenin sohbetine yetisip hal ehli, kesif ehli olacagini anlasa, müride de kâbiliyet görürse ona himmet ve emek sarfeder. Fakat eger çiftçi tarlasindan iyi mahsul almak istiyorsa evvelâ tarlasini dikenlerden, çaklillardan temizler. Onun için mürid Allah’a kurbiyetine mani olacak her seyi kalbinden temizler öyle giderse mürsidi de temizlenmis tarlasina tohumunu eker, mahsulünü bekler.

 Alçak gönüllü olmak, boynu bükük bulunmak, müridlikte nefsine agir gelecek seylere maruz kaldigi zaman ferahlamak müridin kalbinin temizliginin alâmetlerindendir.”