MÜRSIDLE BERABER OLMANIN ÂDÂBI

 Mürsidle beraber olmanin âdâbi çoktur. Biz burada mürid için her zaman riâyet edilmesi zarûri olan edebleri anlatacagiz.

 Allâme Ibni Hacer el-Heysemî, “el-Fetevâ” sinin hâtimesinde söyle der: “Mesâyihden tarikat alma yollari çesitlidir. Teberrüken bir seyhden inâbe almakla, bir mürsid-i kâmilin terbiyesine girmeyi birbirine karistirmamak lâzimdir. Teberrüken bir seyhden inâbe almak isteyen diledigi seyhden inâbe alabilir. Ama bir mürsid-i kâmilin terbiyesine girmek isteyen kimse, içlerine girecegi cemaatin âdâbina riayetle mükelleftir. Allah cümlemizi Salih bir cemaatle daima beraber kilsin. Amin.”

Mürid, kendini cezbeden seyhin rehberliginde yola çikmaga niyet edip terbiyesine girmelidir.

Eger can u gönülden bir mürsidin terbiyesine girmek ve layikiyla istifade etmek istiyorsa:

Mürsidin yoluna girmesi,

Bütün emirlerine riayet etmesi,

Yolunun âdâb ve erkânina dikkat etmesi gerekir.

Mürid, mürsid-i kâmilin elinde, gassâl elindeki meyyit gibi olmalidir. Gassal, meyyiti yikamak için nasil öteye beriye çevirirse, mürid de bütün arzu ve isteklerini terk etmeli, mürsidi karsisinda bir varlik göstermemeli ki onu layikiyla temizlesin ve menzil-i maksûduna eristirsin.

Eger mürid bir zâta gönül baglamis bulunurda sonradan o zâtin halleri müridi cezp etmiyorsa ondan daha büyügünü, takva ve sadâkatta daha ileride olanini aramalidir. Ancak bu aradigi seyh ve tarikatin esaslarini en iyi bilen bir mürsid olmalidir.

Eger seriati layikiyla bilen ve hakikata ermis bir mürsidi buldu ise onu terk etmesi dogru degildir.

Mürid, mürsidine bedenî, malî ve kalbî hizmetinin âdâb ve sartlarina riayet ederek yapacagi hizmetinde kusur etmemege çalisir. Ister onun huzurunda olsun, ister ondan ayri bulunsun her zaman edebini muhafaza etmelidir. Eger edebini muhafaza etmezse bereketinin zevâline, nurunun zulmete çevrilmesine kalbinin perdelenmesine ve manen uzak düsmesine sebep olur. Mürsid, beserî tabiat ve merhameti îcâbi müride olan muâmelesini ister degistirsin, ister degistirmesin, bir sey fark etmez.

Nakledilir ki, Imam Züfer bir defasinda abdest alirken Imam Ebû Hanife çikageldi. Züfer, üstadi Ebû Hanife için ayaga kalkmadi ve tazimde kusur etmis oldu. Bu sebeple onun re’yi ve ictihadlari mezhebde zayif kaldi. Halbuki Imam Züfer, Imam-i A’zam’in üç büyük talebesinden biri olmakla hem ilmen ileri bir seviyede bulunuyordu, hem de Âzam’la fazla beraber olanlardandi.

Müridin muhakkak dikkat etmesi gereken sartlara gelince bunlar “Hadîka” adli kitabda oniki maddede özetlenmistir:

1- Mürid, mürsidin fiil ve hareketlerine kalben itiraz etmemelidir. Eger, anlayamadigi bir hareketini görürse onu hayra yorar. Bunu yapamazsa kendi anlayisini zayif olarak kabul etmelidir. Burada Mûsâ ve Hizir aleyhisselam’in yolculuklarini kendisine örnek alir.(Bakiniz, Kehf süresi/ 60-82)

Mürsid-i kâmilin emir ve hareketlerine itirazin çirkinligi, diger bütün çirkinlikleri gölgede birakir.

Itiraz eden mazur görülmez. Çünkü mürsid-i kâmile itiraz eden kendini öyle perdeler ki bu derdin ilaci yoktur. Basar ve basireti üzerine inen perdeyi kaldirabilmesi çok zordur. Neticede feyzi kesilir ve istifade edemez.

Bu yolun sâliki, sâlikleri perisan eden bu kötü hastalikdan siddetle sakinmalidir.

2- Gönlüne takilan ve kendisini mesgul eden seyleri seyhine anlatmalidir ki seyhi ilacini versin. Çünkü mürsid doktor gibidir. Eger müridinin hallerine muttali olursa onun kurtulmasi için elinden geleni yapar. Bazen Allah onun hastaligini giderir. Mürid, derdini seyhinin kesfen bilip yol göstermesini, kendiliginden tedavi etmesini beklememelidir. Gidip derdini anlatmalidir. Çünkü kesfin sekilleri ve tezahürleri ayri ayri oldugu gibi bazen hata da vaki olabilir. Velilerin kesifde hata ettirilmesi, fakihlerin ictihadda hata etmeleri gibidir. Ne var ki sahih bile olsa kimse onunla amel edemez. Mürsid müsaade etmedikçe kimse ondan bir hüküm çikaramaz. Kendinle ilgili olan bir kesfi, bir emri, bir tedavi usûlünü muhafaza et, ifsa etme. Çünkü böyle konularda sana söylenen sadece sana aiddir.

3- Mürid, talebinde, arzu ve gayesinde sâdik olmalidir. Sikinti, mihnet ve mesakkat onu degistirmemeli, kendisine kurulan hile ve tuzaklar azmini gevsetmemelidir. Mürsidine gösterecegi sevgi, malina, evladina, ve canina gösterecegi sevgiden daha fazla olmalidir. Çünkü asil maksad Allah’a vasil olmaktir. Bu ise ancak mürsidi vasitasiyla gerçeklesecektir.

4- Duydugu her söze aldirmamali ve seyhinin sahsina mahsus beserî hareketlerine de iktida etmenin zarurî olmadigini bilmelidir. Mürid kendisine emredileni yapar. Seyhinden her gördügünün yapmaya zorlanmaz. Çünkü seyhin bazi amelleri bulundugu makam ve hale göredir. Mürsidin kendi yüksek makaminda yaptigi basit görünen bir ameli mürid de aynen yapmaga kalkisirsa bu onun için zararli olabilir.

5- Mürid kendine emredileni emredilen vakitte yapmalidir. Geciktirmemelidir. Çünkü geciktirmesi feyzin kesilmesine sebep olabilir.

Mürid, seyhinin telkin ettigi evrad ve ezkâri, teveccüh ve murâkabeyi emredildigi sekilde yapmali, seyhi eger bütün evradini birakmasini emrederse birakmalidir. Çünkü seyhin firaseti o anda neyi emretmek gerekiyorsa onu emreder. Çünkü firaset Allah Teâlâ’nin nurundandir.

6- Kendi nefsini bütün mahlukattan hakir görmelidir. Hiçbir kimse üzerinde hakki bulundugu iddasina kapilmamalidir. Allah^dan baskalarinin haklarinin sorumlulugundan ancak hak sahiplerine haklarini vermekle kurtulabilir. Eger Allah’a vâsil olmak istiyorsa zâhirini de, bâtinini da gizli ve açik kul haklarindan temizlemelidir. Bu sekilde de mâsivadan temizlenmedikçe maksuda vâsil olamaz.

7- Seyhinin hiçbir emrine hiyanet etmemelidir. Ona hürmet ve tazimde kusur etmemeye, hiçbir sekilde ona ters davranmamaya gayret etmelidir. Çünkü seyhi onu muhakkak felaha erdirmek ister ve daima iyilikleri gösterir. Bu sebeple mürid, mürsidinin telkin ettigi zikir ile harab kalbini tamir etmege ve bütün varligini saran gaflet ve havatirdan kurlulmaga çalismalidir.

8- Allah’in zâtindan baska hiçbir seyi murad edinmemeli, dünya ve ahiret müridin muradi olmamalidir. Yine mürid; makam, fenâ, bekâ gibi seylerle mesgul olmayip nefsini temizlemeye ve hallerini sünnet-i seniyyeye uyarak düzeltmeye çalismalidir. Bunun için de mürsidinin emir ve irsadi karsisinda gassal elindeki meyyit gibi olmalidir. Ne olursa olsun seyhin sözünü reddetmemelidir. Kendi bildigi dogru bile olsa. Ayrica bilmeli ve söyle inanmalidir ki seyhin hatasi, müridin dogrusundan hayirlidir. Mürsidi sormadikça mürid hiçbir seyi ona tarif etmege, anlatmaga kalkismamalidir.

9- Seyhinin halifelerin ve onlarin hizmetlerini gören ve kendilerinden önce tarikata girmis ve seyhe sadakatle bagli müridlerin emirlerini de yerine getirmelidir. Zâhiren diger müridlerin amellerinden kendi ameli fazla bile olsa kendine bu sebeble varlik vermemelidir.

10-Ihtiyacini seyhinden baskasina açmamalidir. Eger seyhiyle bir yerde bulunmuyorsa ve çok zaruret içinde kalmissa ancak cömerd ve müttakî bir salihden yardim istemelidir.

11-Öfkelenmekten sakinmalidir. Çünkü öfke zikrin nururnu söndürür.

12-Talebelerle cedellesmeyi ve münakasayi birakmalidir. Çünkü münâzara unutkanlik getirir. Insanin beynini bulandirir. Eger birine kizip münâkasaya girmisse Allahâ istigfar edip hatasini affetmesini, hakli bile olsa magfiret edilmesini dilemelidir. Her gördügüne hüsn-i zan beslemeli ve “belki Allah’in velilerindendir” deyip ondan duâ taleb etmelidir.

Şeyh Tâceddin Hazretleri “et-Tâciyyetü’l-Kübra” adli eserinde der ki: “Seyhin bazi haklari vardir ki, onalara ancak köklü bir edebe riayet edilmis olur. Zâtina tazim etmek ise seyhin en büyük haklarindan biridir. Bunu ihmal etmek ise büyük bir kusur, isyan ve husrandir. Çünkü o müridin peder-i manevîsidir.”

Kalbini Allah sevgisi sarmis bulunan ehlullah hazarâti yaninda bu nevi babalik, zâhirî babalikdan daha sereflidir.

Bilâl-i Habesî’yi, Selmân-i Fârisî’yi, Suheyb-i Rûmî’yi Rasûlullah’a yakinlik serefiyle sereflendiren muhabbet bu mahabbet: Ebû Talib’i bu serefden mahrum eden de bu muhabbetten mahrumiyettir. Amcalik onu Rasûlullah’a yakin kilmamistir. Çünkü ilahî irade, imana bagli muhabbeti esas olarak koymustur.