HAZRET-I SÂH-I NAKSBEND

Kuddise Sirruh

Tarikatin imami, semedânî gavs, rabbânî âlim, siddîkiyet sirlarinin madeni, hak ve hakikatin bahasi, Sâh-i Naksbend Muhammed el Üveysî el-Buhârî kuddise sirruh Hazretlerinin bazi menkibeleri hakkindadir.

“Resehât” da naklolunduguna göre hicri 718 yilinin muharrem ayinda dünyaya geldiler. Hâce Ali Râmitenî hazretlerinin zamaniydi. Dogusu ve vefati Kasr-i Ârifan’da vuku buldu. Kasr-i Ârifan, Buhârâ’ya bir fersah mesafede bir köydür.

Velâyetinin nisanlari ve keramet nurlari çocukluk çaglarindan itibaren simasinda belirdi.

Muhtereme valideleri anlatir: Oglum Bahâeddin dört yasinda iken bana: Su inek, alni akitmali bir buzagi yavrulayacak, dedi. Aylar sonra buzagi, Bahâeddin’in söyledigi sekilde dogdu.

Bahâeddin, Hâce Muhammed Baba Semmasî hazretlerinin elinde yetisti. Emir Külâl hazretlerinden de ayni sekilde terbiye gördü. Bunlar zahirî ölçülere göredir. Hakikatte Bahâeddin Naksbend hazretleri Üveysî olup onu Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî hazretlerinin ruhâniyeti yetistirmistir.

Hâce Mahmud Fagnevî hazretlerinin zamanindan, Seyyid Emir Külâl hazretlerinin zamanina kadar bu tarikat mensublari cehrî zikir için toplanirlardi. Hâce Bahâeddin Naksbend hazretleri gelince cehrî zikri terk edip hafî zikri ihtiyar etti. Çünkü Hâce Abdülhâlik Gucdüvâni hazretlerinin rûhâniyeti tarafindan ona:

1-Azimetlerle amel etmesi,

2-Ruhsatlardan gücü yettigi kadar sakinmasi,

3-Cehrî zikirden de sakinmasi emredilmisti.

Hatta Emir Külâl hazretlerinin etrafinda cehrî zikir için halka çevrildigi zaman Bahâeddin disari çikar ve istirak etmez, bu hareket onlara agir gelir ve öfkelerine aldirmaz, havatirlarini düzeltmek için de teveccüh etmezdi. Bahâeddin, Emir Külâl hazretlerinin hizmetinden geri kalmaz, ona karsi olan âdâbinda zerre kadar kusur etmez, onun bütün emirlerine karsi müstesna bir teslimiyet gösterirdi. Emir Külaâl hazretleri de ona her zaman iltifat eder, bu iltifati gün geçtikçe artardi. Hatta bazi ihvani huzura gelip Bahâeddin’in bazen gördükleri hareketlerini anlattiklarinda onlari kale almazdi. Çünkü onu kiskaniyorlardi. Emir Külâl hazretleri onlara cevabini tehir edip büyük küçük bütün ihvani mescide topladiklari vakit onlara dedi ki:

- Hâce Bahâeddin hakkinda bazi yanlis zanlara kapilmissiniz. Allah Teâlâ onu kabul etmistir. Fakat siz onu taniyamadiniz. Benim nazar kilip iltifat edisim, Cenab-i Hakk’in onu kabul buyurmasindandir.

Bu sözünü bitirdikten sonra Hâce Bahâeddin’i istedi. Bahâeddin o zaman imarete süt tasiyordu. Bahâeddin gelince ona iltifat edip:

- Ogulcugum, Hâce Muhammed Baba Semmasî’nin senin hakkindaki vasiyetini yerine getirdim. (Gögsüne isaret ederek): Gögsüm senin için kurudu. Artik sana verebilecegim bir sey kalmadi. Senin istidadin fevkalâde yüksektir. Var git bundan sonra kendine seyh ara, istidadina göre onlardan istifâde et!” dedi.

Hâce Naksbend hazretleri der ki: Emir Külâl hazretlerinin bu nefesi benim bir ibtilam sebebiyledir.

Hâce Bahâeddin bundan sonra yedi sene Mevlânâ Ârif hazretlerine, sonra Seyh Halil hazretlerine hizmet eyledi.

İki defa hacca gittiler. Ikinci yolculuklarinda Hâce Muhammed Pârisa beraberinde idiler. Horasan’a vardigi zaman, Hâce Muhammed Pârisa ve beraberindekileri Pâvend yoluyla Nisabur’a gönderdi. Kendisi, Mevlânâ Zeynüddin Taybâdi hazretlerini ziyaret için Taybad’a gidip üç gün onunla kaldi. Hac dönüsünde ihvaniyla Nisabur’da toplanip sonra Merv’e gitti. Bir müddet orada kaldi. Emir Külâl hazretleri son hastaliklarinda bütün ihvanina vasiyet etti. Emir Külâl hazretlerine:

- Hâce Bahâeddin Naksbend cehrî zikir yapmiyor, ona nasil tâbi olabiliriz? dediklerinde Emir Külâl:

- Allah ona ne vermisse hepsi hikmettir. Ona muhalefet etmeyin! buyurdu.

Seyh Ahmed bin Allân”Mâkamât” inda der ki: Hazret-i Hâce Alaeddin Atar kuddise sirruh, Hâce Baba Semmasî, ihvanindan bir topluluk ile Kasr-i Hinduvan’a geldiler. Kendisine intisab etmek istiyordum. Ona tam bir muhabbetim vardi. Ayni sekilde onu etrafimizdaki pek çok insan da seviyordu. Gönlüme öyle geldi ki, ona su oglumu göstereyim, onun hakkinda bir de adak adayayim. Kemâl-i tazarru ile ona gittigimde buyurdular ki:

-Bu benim oglumdur. Onu evladliga kabul ettim.

Bundan sonra yüzünü ihvanina çevirerek -ki bu meclisde Seyyid Emir Külâl hazretleri de bulunuyordu- ona hitaben:

- Buralara ugradigimda bu güzel kokunun ne kadar arttigini size kaç defa söylemistim. Iste o güzel koku bu mübarek çocuktan geliyordu. Ben bu çocugun muktedâ-yi âlem, yani cümle âlemin tâbi olacagi bir zât olacagini ümid ediyorum.

Hâce Alaeddin Atar hazretleri anlatir:

Hace Muhammed Baba Semmasî hazretlerinin zamani idi. Ihvandan bazilari, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretleri dünyaya gelmeden önce, Kasr-i Ârifan olacak buyurdugunu rivayet ederlerdi. Elhamdülillah Muhammed Baba Semmasî hazretlerinin nefesi o zamanda zâhir oldu.

Yine Hâce Alaeddin Atar, Hâce Naksbend hazretlerinden nakleder:

“ Ben onsekiz yaslarindaydim. Dedem de benim bir an önce evlenmem için gayret ediyordu. Beni Semmas’a, Hâce Baba Semmasî hazretlerine rica etmem için gönderdi. Ben o mübarek beldeye varip mübarek sîmasiyla sereflendigim gün aksam vakti kendileriyle sohbet ettim. Sohbetinin bereketi hâsil oldu. Içimde tam bir tazarru ve meskenet duydum. gecenin sonunda kalkip abdest aldim. Içinde cemaat olan bu mescide girdim, iki rekat namaz kilip basimi secdeye koydum. Birçok duâ ve tazarru ederken bu esnada dilime geldi ve: “Ya Rabbi, bana, belâlara tahammül kudreti, muhabbet mihnetine dayanma kuvveti ver” dedim.

Sabah olunca Hâce Muhammed Baba Semmasî hazretleri bana teveccüh edip, firasetiyle, benden sâdir olanlari bana haber verdi. Dedi ki:

“Evladim, duâ ederken, Ey Rabbim, bu zayif kuluna, râzi olacagin seyi ver de. Çünkü Hak Teâlâ’nin rizâsi, kulunun belâya ugramasinda degildir. Eger O, sevdigine bir belâ gönderirse, ondaki hikmetini de bildirir. Insanin kendi ihtiyariyla belâyi istemesi çok tehlikeli bir istir. Sabretmek zordur. Kulun edebde kusur etmesi yakismaz.” dedi. Bundan sonra sofra serildi. Yemekten sonra Hâce Baba Semmasî bana sofradan bir çörek verdi. Onu almak istemedim. Bana: “Bunu al, sana faydasi olur” buyurdular. Ben de çöregi aldim.

Hâce Hazretleriyle beraber Kasr_i Ârifan yoluna koyulduk. Yolda ben onun bineginin arkasindan ihlâsla gidiyordum. Bazen da gönlüme havatir geliyordu. Içime her tefrika geldikçe bana dönüp: “Gönlünü muhafaza etmen gerekir.” diyordu. Bu hallerin müsâhadesinden sonra bana yakîn hâsil oldu. Hazrete muhabbetim arttikça artti. Yolda Hâce Hazretlerinin sevenlerinin bulundugu bir yere ugradik. Menzile varinca Hâce Hazretlerinin bir talebesi güleryüzle ve teslimiyetle karsilayip oraya indirdi. Hâce Hazretleri o menzile inince o mürid birdenbire muztarib oldu. Hâce Hazretleri ona: “Bu halinin sebebi nedir? Dogruca söyle!” dedi. O da: “Evimde süt var, ekmek yok” diye cevap verdi. Hâce Hazretleri bana dönüp: “O çöregi simdi getir. Gördügün gibi simdi faydasi oldu.” buyurdular.

Bu gelis ve gidislerimizde beni devamli murâkabe eder, her an kendilerine muhabbetim artardi.

Yine Hâce Alâeddin Atar hazretleri naklederler: “Hâce Bahâeddin Naksbend Hazretleri söyle anlatmislardi: Hâce Muhammed Baba Semmasî hazretleri vefat edince dedem beni Semerkand’a götürdü. Orasi sayisiz dervisle dolu bir ehl-i kalb diyariydi. Beni onlarin yanina götürüp gösterince onlara karsi tazarru ve muhabbetim çogaldi. Her biri bana iyi gözle ve halisâne bakiyorlardi. Bundan sonra beni Buhara’ya getirdi. Orada evlendirdi. Kasr-i Ârifan’da ikamet ediyordu. Bu esnada Hâce Bahâeddin hazretleri buyurdular ki: Buhara’da Kasr-i Ârifan’da iken Hâce Ali Râmiteni hazretlerinin tâc-i serifleri bana ulasip geldi. O tac bana geldikten sonra halim iyilesip baskalasti. Kalbimde muhabbet dolup tasti, ümidim kuvvetlendi. Sonra Emir Külâl Hazretleri Kasr-i Ârifan’a tesrif ettiler ve buyurdular ki:

Hâce Baba Semmasî hazretleri bana: Oglum Bahâeddin’den terbiye ve sefkatini esirgeme! Eger onun terbiyesinde kusur edersen sana terbiye hakkimi helal etmem demis. Hâce Emir Külâl’de: “Eger Hâce Hazretlerinin vasiyetini birakip da senin terbiyende kusur edersem namerd olayim” diye adamisti.

Hâce Bahâeddin Naksbend hazretleri anlatiyorlar:

Bir gece rüyamda Hakim Atâ’yi gördüm. Türk seyhlerinin büyüklerindendi. Rüyamda bana bir dervisi vasiyet etti. Ben de o dervisin sîmâsini daima hatirimda tutardim. Kendisiyle görüsmek isterdim. Rüyami nineme söyledim. Oglum sana Türk seyhlerinden bir fütûhat olacaktir diye tabir etti.

Bir gün Buhârâ’da gezerken o dervis ile bulustum. Ismi Halil idi. Fakat sohbetinde bulunmak nasib olmadi. Kederli bir vaziyette eve döndüm. O aksam birisi gelip: Dervis Halil seni çagiriyor dedi. O zaman çok sevindim ve bir mikdar hediye alip hemen tazarru ve teslimiyetle gittim. Sohbetiyle sereflendim. Bana iltifat buyurdular. Rüyami söylemek istedim. Bana Türkçe olarak: Senin gönlündeki malumumdur. Beyana hacet yoktur dedi. Bu sözü isittigimde bana bir hâl gelip muhabbetim artti. Hizmetlerine devam ettim.

Bir müddet sonra Maveraünnehir sultani vefat etti. Saltanati veraset yoluyla dervise intikal edip kendisine Sultan Halil denilmege baslandi. O dervisi Buhara’dan götürdüler. O da beni beraberinde götürdü. Saltanatindan önce kendisinde nasil güzel haller gördümse, saltanatindan sonra da o halleri gördüm. Bana kâh yumusak, kâh sert muâmele ederek tarikat âdâbini ögretirdi. Marifet âdâbi hususundaki terbiyesinin seyr ü sülûkde çok faydasini gördüm. Alti sene saltanat sürdü. Bütün sirlarina mahrem oldum. Her isini de ben idare ederdim. Ama zâhirde hademe gibi hizmetine kosardim. Çok kere has ihvani toplandiklarinda derdi ki: “Her kim bize Allah rizasi için hizmet ederse, halk içinde aziz, Allah katinda ise mukarreb ve mükerrem olur.” Bu sözünden beni kasteddigini anladim. Zira benden baska kimse ona Hakk rizasi için hizmet etmezdi. Bu sözünden maksadi su idi: Sultana hizmet, saltanatindan dolayi olmayip dogrudan dogruya Allah’in azametinin gölgesi oldugu için layiktir.

Alti sene sonra saltanati zeval buldu. Bundan sonra kalbim dünyadan tamamen sogudu. Ondan sonra Buhâra’ya gidip Zirvetun köyünde ikamet ettim.

Hâce Alaeddin Atar hazretleri, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretlerinin söyle anlattiklarini nakletti: “Benim uyanip tevbe ve inabe etmeme sebep su hadise olmustur: Birisiyle bir evde yalniz oturuyordum. Gönlümde onunla sohbet arzusu belirdi. Ona döndüm, konusmaya basladim. O anda kulagima bir ses geldi. Diyordu ki: Her seyi birakip bütün kalbinle hazretimize yönelecegin vakit gelmedi mi?” Bu sesi duyduktan sonra bana baska bir hal geldi. O evden çiktim. Kararsizdim. Yakinlarda bir su buldum. O su ile guslettim. Elbisemi de yikadim. Bu mahviyet içinde iki rek’at namaz kildim. Seneler geçti, bir daha bu namaz gibi namaz kilmak istedim, fakat muktedir olamadim.”

Sâh Naksbend Hazretleri buyurdular ki: “Cenab-i Hak’dan üç sey istedim. Hatifden ses gelip “Onlar nelerdir?” dedi. Ben dedim ki:

Birincisi: Buhara’daki kabristanda ne kadar yatan varsa cümlesine sefaat edeyim, senin rahmetine nâil olsunlar.

İkincisi: Benim tarikatima girenler vuslat makami ile müserref olsunlar. Tarikatim kiyamete kadar devam etsin. Daima mürsidleri bulunsun

Üçüncüsü: Hayatta vuslat müyesser olmadigi takdirde vefatlarindan sonra kabirde terbiye edip vuslata erdireyim.

Cevaben, “Bu üç muradin da kabul olundu.” diye hitab geldi.

Bu mübarek tarikata girenler için bundan büyük müjde olamaz.

Hâce Bahâeddin Naksbend anlatir: “Cezbe halinin galebesi ve kararsizlik zamanlarimda bir gece Buhârâ’nin etrafindaki kabirleri ziyaret ettim. Üç kabir gördüm. Her birinde kandil yaniyordu. O kandillerin yaglari vardi, fakat biraz çikarmak lâzimdi ki isigi artsin. O gece, Hâce Muhammed Vâsi hazretlerinin kabrini ziyaret ettim. Bana isaret olundu, o zâtin kabrine götürdüler. O kabirde dahi yanar kandil gördüm. Orada kibleye dogru oturdum. Bana bir gaybet âriz oldu. Sunu müsahade ettim: “Kible tarafindan bir duvar yarilip büyük bir taht göründü. O tahtin üzerine büyük bir zât oturmus, önüne yesil bir perde çekilmis ve tahtinin etrafini büyük bir cemaat çevirip oturmuslar. O cemaat arasinda Hâce Baba Semmasî hazretleri de bulunuyordu. Bundan anladim ki onlar hâcegân cemaatidir. Fakat o taht üzerinde oturan kimdir diye merak ettim. Cemaatin ve o zâtin durusundan heybet duydum. Cemaatdan biri bana dedi ki: “O büyük taht üzerinde oturan zât Hâce Abdülhalik Gücdüvâni’dir. Etrafinda oturan cemaat da halifelerinden Ahmed Siddik, Hâce Evliyâ-yi Kebir, Hâce Ârif Rivegerî, Hâce Mehmed Fagnevî, Hâce Ali Râmitenî’dir. Hâce Muhammed Baba Semmasî’ye gelince: “Hayatta iken bununla görüstün. Sana tâc-i azizani verdi, biliyor musun?” dedi. Ben de “Evet biliyorum” dedim. Fakat ben o tac-i serifi unutmustum. Buyurdu ki: “O tâc sana bir kerâmettir. Eger sana bir belâ gelirse o tâc bereketiyle gider” dedi. O camaattan biri bana dedi ki: “Hâce Abdülhalik Gucdüvâni hazretleri sana birkaç nasihat edecek. Sülûk yolu hakkinda buna ihtiyacin var.”

Kalktim Hâce hazretlerinin elini öptüm. Izin verdiler, Hâce Abdülhalik Gucdüvânî hazretlerinin yüzünden perdeyi kaldirdilar. Selam verip mübarek ellerini öptüm. Huzurlarinda ayakta durdum. Sülûk baslangicindan ortalarina ve sonlarina dair hallerini anlattilar. Söyledigi sözlerden birisi su idi: “Bahâeddin! O kabristanda kandilleri sana göstermeleri bir isarettir ki, senin bu tarikatta kabiliyetin vardir. Fakat kabiliyet fitilini biraz hareket ettirmek lâzimdir. Ta ki kabiliyetin meydana çikip Hakk’in sirlari kandilinde zâhir ola! Yani kabiliyetinin geregiyle amel etmen lâzimdir ki maksad hasil ola! Her halinde ayagini seriat caddesi üzerine koyasin. Azîmetlerle amel edesin. Sünnetlere tâbi olup bütün sünnetleri gücün yettigi derecede yasamaya çalisasin. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadis-i seriflerini daima önünde tutasin. O’nun ve serefli ashâbinin izlerini takib edesin.”

Bu nasihatlardan sonra söyle buyurdular: “Simdi Nesef tarafina gidip Seyyid Emir Külâl’in hizmetine devam et. Yolda giderken bir ihtiyara rastlarsin. Sana sicak bir ekmek verecektir. Onu al fakat bir sey söyleme. Sonra bir atliya rastgelirsin. Onun tevbe etmesi senin elindedir.”

Bundan baska bazi isaretlerde daha bulundular. Bu sözlerinden sonra o cemaattan birisi bana dokunupgaybet halinden sahv haline getirdiler. O mezar basindan kalkip Zivertun’daki menzilime geldim. Evimdekilerden tâc-i serifi istedim. Onu görünce halim degisti. Çok agladim. Yola çiktim. Sabah namazini Mevlânâ Semsüddin mescidinde kildim. Yola devam ettim. Bir ihtiyara rastladim. Bana bir sicak ekmek verdi. Hizir aleyhisselam idi. Sonra bir kervana rastladim. “Ey yigit, nerden geliyorsun ve ne vakit yola çiktin?” dediler. Günes dogarken yola çiktigimi söyledim. Sasirdilar ve “O köy buraya dört fersahtir. Biz gecenin basinda çiktigimiz halde buraya ancak gelebildik” dediler.

Oradan geçtikten sonra bir atliya rastladim. Selam verdim. Bana, “Sen kimsin? Ben senden korkuyorum!” dedi. Ben de: “Önünde tevbe edecegin kimseyim” dedim. O da gelip önümde tevbe etti. Ati sarap yüklü idi. Hepsini döktü.

Oradan Nesef’e varip Seyyid Emir Külâl hazretlerinin sohbetiyle müserref oldum. O tâci huzuruna götürdüm. Bir müddet sükût ettiler. Sonra, “Bu tâc-i serif azizân hazarâtinin tâc-i serifleridir” buyurdular. “Evet efendim” dedim. Bu tâci on çiki içinde muhafaza etmemi emir buyurdular. Sonra nefy ü isbati habs-i nefesle hafî olarak yapmami bana telkin ettiler.

Hâce Abdülhalik Gucdüvâni hazretlerinden isittiklerimin cümlesiyle amel ettim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem hazretlerinin ehâdîs-i nebeviyyelerini önümden eksik etmedim. Ashâb-b-i kiram hazaratinin izlerini takib ettim. Onlara tâbi oldum. Âlimlerden ayrilmadim. Cenab-i Hakk’in yardimiyla O’nun nice eserlerini müsâhade ettim.”

Hâce Alâeddin Attar, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretlerinden nakleder: Ilk zamanlarimda idi. Bir gece Zirvetun mescidinde kibleye dönmüs ve bir direge dayanmis olarak oturuyordum. Fenâ gaybetinin eseri basladi. Agir agir beni istila etti. Ben tamamen mahvoldum. Bu tam mahv u fenâ halinden sonra bana: “Uyan! Sen matlub ve maksuda vasil oldun!” dediler. Bundan bir müddet sonra beni vücuduma geri verdiler.”

Hâce Alâeddin Attar, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretlerinin söyle anlattigini nakleder: “Ilk zamanlarimda idi. Zirvetun’da bir bahçede idim. Aile efradim da benimle beraber o bahçede bulunuyorlardi. Ilâhi cezbe, rabbani inâyet eserleri zâhir olmaya basladi. Bana bir ve kararsizlik hali geldi. Hiçbir isim olmadigi halde malum isimle de mesgul olamadim. Kalktim, kibleye dönüp oturdum. Bu teveccüh esnasinda bana gaybet hali geldi ve fenâ-yi hakikiye dönüstü. Fenâ-fillah’in hakikatina ulastim. Bu esnada kendimi bir denizde ve sonu olmayan bir yildiz olarak gördüm ve mahvoldum. Vücudumda hayat eseri kalmadi. Ben bu halde iken basimdakiler beserî halimin bana iadesi için agliyorlarmis.

Hâce Bahâeddin Naksbend kuddise sirruh’a baslangiç zamanlarinda Üveys el-Karanî radiyallahu anh’in rûhâniyeti teveccüh etmis, zâhirî ve Bâtinî alâkalardan ayri olarak onunla mülâkat etmistir. Ayni sekilde Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî hazretlerinin rûhâniyetine teveccüh edip onunla da bütün alâkalardan siyrilmis olarak mülâkat eylemistir.

Hâce hazretleri ilk zamanlarinda Üveys el-Karanî hazretlerinin rûhâniyetine teveccüh edip kendi vasiflarindan siyrilarak uzun müddet onun siretiyle yasadi. Sonra tekrar kendi siretine girdi.

Hâce Naksbend hazretleri buyurmuslardir ki: “Bu tarikatte kendi vücudunu nefy edip nefsini görmemek büyük bir basari olup Allah’a vasil olmanin ve kabul edilmenin sermayesidir. Bu sekilde ben kendi nefsimi bütün tabakalardaki mevcudatin nefislerine nisbet eyledim, bütün mahlûkat ile kiyas ettim, hakikat gözüyle hepsini de kendi nefsimden güzel buldum. Bütün fazlaliklara baktim, her birinde bir fayda gördüm, kendi nefsimde göremedim. Sonra köpegin artigina baktim, “bunda ne fayda olacak?” dedim. Sonra kendime geldim gördüm ki onda da bir fayda vardir. Gerçek olarak bildim ki asla nefsimde bir menfaat yoktur.”

Hâce Alaeddin Attar anlatiyor: “Hâce Naksbend hazretleri, bu tarikatta olanlara sefkatinden dolayi himmet yüceliginin ne oldugunu ögretir ve derdi ki : “Maksuda ermek için ayaginizi basima basip geçmedikçe size hakkimi helal etmem.”

Hâce Naksbend hazretlerinin sözlerini toplayan Hâce salâh der ki: “Su hadise, müridin bütün menzillerinde seyhinin onun rehberi oldugunu gösterir. Bütün hal ve sifatlardan terakki etmek, seyhin zâhir ve bâtin lûtf u himmetine baglidir. Çünkü müridi himmet burakina bindirip beseri kayidlardan melekiyyet burçlarina yükseltecek olan sey, mürsidin himmetidir. Hazret-i Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem, Hazret-i Ali radiyallahu anh’e emretti ki: “Ayaklarinla omuzlarima bas. Kâbe duvarindaki putlari kir.” Hazret-i Naksbend, bu sözüyle bu hâdiseye isaret etmistir.

Ilim ehli birisi söyle anlatir:

“Hâce hazretlerine muhabbetim oldugu halde gidemezdim. Buhârâ’da ilimle mesgul oldugum günlerden birinde aksam vakti birisi “Hâce hazretlerine gitmekte niye acele etmiyorsun?” dedi. Ben de: “Onun nûranî meclisini bu kesif vücudumla ne hakla kirletebilirim? Onun huzuruna gitmem için temizlenmem lazim” diyerek özür beyan ettim. O talebesinin tesvikiyle Hâce hazretlerinin menziline ertesi sabah vardim. Mübârek sîmâsiyla sereflendim. Ihvanindan birine dönüp dedi ki: “Ehl-i ilimden olup bize muhabbeti olan biri vardir. Bazi vakitlerinde bizimle sohbet etse..” Sonra bana dönüp: “Sizinle niye az görüsüyoruz?” dedi. Ben de: “Sizin meclisinizi bu kesif vücudumla bulandirmaya ne hakkim olur?” dedim. Bana dedi ki: “Hal bildigin gibi degil. Gel gidelim, sana bir arkadasimi göstereyim.” dedi. Beni bir yere götürüp bir köpek gösterdi. Yolda beni hem tecrübe eder, hem sohbet ederdi. Bana dedi ki: “Iste arkadasim bu hayvandir. Sizin hikâyeniz de ne ola ki?” Sonra bir siir söyledi: “Su köpegin hali, ruhu için bir mahal, nefsi için bir kiymet takdir edenin halinden daha güzeldir.”

Bunu Hâce hazretlerinden nakleden zât der ki:

“Bak ey kardesim! Bu emsalsiz tevâzû, bu müstesna zâttan sâdir olmustur. O, terakki ettigi makamlara bununla terakki etmis, nâil oldugu seylere bununla nâil olmustur. Onun tarikatinin temeli budur. Seyh Ebû Meyden bu mânâya isaret ederek: “Nefsi için hal ve makam isteyen kimse, muâmele tariklerinden çok uzakta kalmistir.”

Atâullah el Iskenderî “Hikem” inde der ki:

“Bütün ma’siyet, gaflet ve sehvetlerin asli nefizden râzi olmak, bütün tatlarin ve manevi uyaniklik halinin devami, iffetli olmanin asli da nefsin emrine uymamaktir. Nefsinin emrine uymayan bir cahile tâbi olmak, nefsinin emrine uyan bir âlime uymaktan daha iyidir. Bu tecrübe edilmis bir ilaçtir. Öldürücü zehiri bununla giderip sifa bulabilirsin.”

Hâce Alâeddin Attar hazretleri, bu yolun hakikat erlerinden nakleder ki, söyle buyurmuslardir:

“Bu tarikata giren, kendi nefsini Firavundan yüz kat asagi bilmedikçe bu tarikattan istifade edemez.”

Kipçak sahrasi tarafindan Buhâra’ya büyük bir ordu gelip kaleye girdiler. Asker hayli fazlaca oldugu için izdiham sebebiyle bir kismi disarida kaldi ve orada oturdu. Orayi mescid yapmislar, cemaatle namaz kilarlardi. Bizzat kendisi de o temizlik islerine istirak ettigini sonra bize nakletti.

Hâce Bahâeddin Naksbend hazretlerinden naklolunmustur, söyle anlattilar: “Ilk cezbe hallerindeydim. Kendisiyle Allah için muhabbetlestigimiz birisiyle karsilastim. Bana dedi ki: “Öyle zannediyorum, Allah katinda sevgililerdensin.” Ben de dedim ki: “Sevgililerin nazari bereketiyle onlardan olmayi ümid ediyorum.” Bana sordu:

-Günlerini nasil geçiriyorsun?

-Bulunca sükrediyorum, bulamazsam sabrediyorum, dedim. Tebessüm etti ve dedi ki:

-Bu is gayet kolay. Asil mesele, bir haftada bir lokma yiyecek, bir yudum içecek bulamadigin zaman nefsini râzi edip boyun egdirmektir. Öyle ki sen ona bir sey vermeyeceksin, o da sana bas kaldirip istemeyecek!

Kendisine israr ederek bu hususta bana yol göstermesini rica ettim. Dedi ki: “Sahraya çikacaksin. Nefsin bütün mahlûkattan ümidini kesinceye kadar yürüyeceksin. Belki biri çikar da faydasi olur, diye ümid edemez hale geleceksin. Bu sekilde üç gün yola devam et. Dördüncü gün karsina bir dagin eteklerinde çiplak bir ata binmis bir süvari çikacak. Ona selam verip geç. Sen üç adim gidince arkandan: “Ey delikanli! Yanimda bir ekmek var, almaz misin?” diyecek. Sen ona dönüp bakma. Bu sekilde yoluna devam et.” dedi.

Ben onun söyledigi sekilde sahraya girdim. Üç gün müddetle yola devam ettim. Dördüncü gün dagin kenarinda bir atli karsima geldi. Selam verip geçtim. Bana ekmek vermek istedi dönüp bakmadim.

O aziz, bana bundan sonra gönül yapmami, kimsesiz fakirlere, gönlü kiriklara, halktan hiç kimsenin bakmadigi düskünlere hizmetle mesgul olmami, düskünlügün ve kalbi kirikligin ne oldugunu gözümle görmemi emretmisti. Dedigi sekilde ve söyledigi müddet kadar bununla mesgul oldum.

O aziz bana bir müddet de hayvanlarin hizmetinde bulunmami, bunu da meskenet ve ihlâs ile yapmami, onlarin de ayni sekilde Allah’in mahlukati olduklarini, onlara da Cenab-i Hakk’in, rubûbiyyet nazariyla baktigini, herhangi birinin sirtinda veya bir yerinde yara varsa sarmami emretmisti. Emrettigi sekilde ve söyledigi müddet kadar hayvanlarin hizmetiyle mesgul oldum. Yolda bana bir hayvan rastladigi zaman o geçinceye kadar durup o geçmeden geçmezdim. Uzun bir müddet buna riayet ettim.

Sonra bana, kedi ve köpekleriyle mesgul olup onlara hizmet etmemi emretmisti. Ihlâs ve mahviyetle onlardan meded umarak hizmette bulundum.

O aziz sonra bana, “Sen o köpeklerden birine rastlayacaksin. Onun sebebiyle büyük saadete nâil olacaksin” demisti. Bunu ganimet bilerek isaret üzere bu hizmetle mesgul oldum. Bir gece bir köpege rastladim. Bana baska bir hal geldi. Bu köpegin yaninda onunla beraber tazarruda bulundum. Bana öylesine bir aglamak geldi ki anlatamam. Ben bu hal içindeyken bu köpek sirtini yere koymus, yüzünü semalara çevirmis, dört elini semaya açmis, büyük bir hüzün içinde ah ederek tazarru ile duâ ediyordu. Ben de tazarru ve mahviyetle ellerimi kaldirip onun dediklerine “âmin” dedim. Iste bu hayvan uzunca duâ ve tazarru ettikten sonra sükûnet bulup eski haline geldi.

Bu vakitlerde sicak bastigi zaman evimden yine disariya çiktim. Yolda, günesin cemalini seyre dalmis bir günes keleri gördüm. Onun bu halinden o kadar zevk aldim ki, gönlüme, ondan sefaat rica etmek geldi. Huzurunda hürmet ve mahviyetle durdum. Ellerimi kaldirdim. Bu hayvan istigrak halinden geçti, sirtini yere koydu, yüzünü semaya çevirdi, bir müddet duâ etti. Ben de “âmin” dedim.

O aziz, sonra bana yollarda hizmet etmemi söylemisti. Onun emrine göre yolda insanlara tiksinti verecek bir seyi görsem onu hemen temizleyip oradan uzaklastiracaktim. Her tarafim toz toprak içinde kalmadigi vakit olmazdi. O azizin bana emrettigi her isi sadâkatle yerine getirdim. Her birinin faydasini gördüm. Terakki etmemde bunlarin büyük faydasi oldu.”

İste bak ey kardesim, bu sülûkü iyi düsün, anlamaya çalis. Bu yolda ilerlemek ne riyâ ile ne çok namaz kilmakla, ne çok oruç tutmakladir. Tam fenâya erip Cenâb-i Hakk’in rizâsi olan hiçbir hizmeti küçük görmeden çalismaktir.

Abdülkadir Geylânî hazretleri buyururlar ki: “Ey kardeslerim! Ben Allah’a sadece gece namaz kilmakla, gündüz oruç tutmakla, ilim okutmakla degil, cömerdlik, tevâzû ve sadr selâmeti ile vâsil oldum.”

Hâce Naksbend hazretleri ihtiyarlik zamanlarinda sunu anlatmisti:

“Sülûkümün ilk zamanlarinda idi. Bir menzilde ihvanimizla beraber kaliyorduk. O gece gusletme ihtiyaci hâsil oldu. Disariya çiktim, nereye vardimsa buz tutmus. Altindan su almak için buzu kiracak bir sey de bulamadim. Kendi ihtiyacim için ihvanimi rahatsiz edecek bir ses çikarmayi da istemedim. Içlerinden kimseyi de tanimiyordum. Çünkü hepsiyle de yeni görüsüyordum. Yanimda eski bir kürk vardi. Bu sogukta Zirvetun’dan Kasr-i Ârifan’a yürüdüm. Evimize vardim. Onlari da halimden haberdar edip rahatsiz etmek istemedim. Evin etrafinda gusletmek için müsaid bir imkân aradim Mescidin havuzunun kenarinda deriden bir kova buldum. Iyice bir mesakkat çektikten sonra buzu kirabildim. Bu sebeble elim de yaralandi. Kovaya suyu doldurup guslettim. Eski kürkü giydim. Ayni geldigim gece Kasr-i Ârifan’dan Zirvetun’a gittim.

Düsün ey kardes! Bak, tarikatimizin imami zâhirini düzeltmek için çalisip seriatin incelikleriyle nasil amel ediyor! Bir gecesini bile o haliyle geçirmiyor. Teyemmüme ruhsat varken azimetle emrolundugu için bütün mesakkatlere katlaniyor, ihvanindan hiç birini rahatsiz etmeden, halini onlardan gizleyerek, kendi evine bile duyurmadan ihlâsla amel ediyor. Bu hadisede, sana birçok dersler vardir. Seriatin incelikleriyle amel etmen için, Allah yolunda nefislerine olan muâmelelerini, mâsivadan nasil siyrildiklarini, Allah yolunda hizmetten baska endiseleri olmadigini düsün anla!

Hâce Bahâeddin Naksbend anlatir:

“Yine ayni cezbe halinde idi. Uzun zaman yürüdügüm için ayagim dikenden yaralanmisti. Omzumda eski bir kürk vardi. Kis mevsimiydi. Hava çok soguktu. O gece muhakkak seyyid Emir Külâl hazretlerinin sohbetinde bulunmak istiyordum. Menzile vardigimda Emir Külâl hazretleri ve dervisleri oturmuslar, o da sohbet ediyordu. Beni görünce “O kimdir?” diye sordu. Beni taniyinca, “Derhal onu bu menzilden çikarin!” dedi. O anda nefsim bas kaldirip isyan edecek oldu. Beni teslim almak istedi. Allah’in yardimi imdadima yetisti ve “Bu züll ü inkisâra Hak rizasi için tahammül edecegim. Kapi bu kapidir, bundan baska gidecek kapi var mi?” dedim. Basimi, tevâzû ve mahviyetle sahibimin esigine koydum. “Ne olursa olsun, basimi bu esikten kaldirmayacagim” dedim. Kar, agir agir yüzüme vuruyordu. Hava daha da sogumustu. Sabah yaklasinca Seyyid Emir Külâl hazretleri menzilden çikarken ayagini esikteki basim üzerine basti. Sonra beni alip içeriye girdi. Bana: “Ogulcugum, artik seadet libasi üzerindedir” dedi. Mübarek elleriyle ayagimdaki dikenleri çikardi. Yaralari temizledi. Bana birçok lûtuflarda bulundu.

Ey sâdik mürid! Tarikatimizin imaminin çektigi mesakkatlere bak. Kapidan kovulmasina ragmen basini esige koyup sadakat göstermesine bak.

Bahâeddin kapiya geldigi vakit, Emir Külâl hazretlerinin onu tanimadigini zannetme. Emir Külâl, o altinin ne kadar halis oldugunu, haddinden fazla mücâhede ve mesakkate ihtiyaci bulunmadigini biliyordu. Fakat halis altin, taslara sikke olarak naksedilmesi ve geçerliligini uzun zaman devam ettirebilmesi için daha birtakim muâmele görmesi lâzimdir. Biraz daha temizlenmege ihtiyaci vardir. Bunun için sülûk erbabinin hizmet ve mücâhede atesiyle terbiye edilmesi onlar için zarûridir. Bu sebeble sen de müridlik altinini temizle.

Bu gibi Allah adamlariyla karsilastigin zaman sadâkat ve edebini muhafaza et. Emirlerine ve yasaklarina dikkat et. Senin mayana karisan bazi kötü hasletler böyle temizlenir. Onlari sevenleri sev. Sevmediklerini sevme. Tükenmeyen hazineye böyle nâil olursun.

Bundan sonra Hâce Alaeddin Attar, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretlerinin kendi riyazat ve mücâhedelerini anlattigini, bir de müridlerin daha isin basinda iken gevseklik gösterdiklerini anlatip söyle buyurdugunu nakletti: “Her sabah, basini kapinin esigine koymus birine rast gelir miyim? diye bakiyorum, bir tane göremiyorum. Gördügüm su ki, hepsi seyh olmuslar, içlerinde mürid yok.”

Hâce Naksbend hazretleri müridligin sartindan bahsederek: “Mürid, seyhin elinde, gassal elindeki meyyit gibi olacak. Ona karsi irade ve ihtiyari bulunmayacak. Seyhine tamamen teslim olacak ki onu zâhirî ve Bâtinî pisliklerden temizlesin.” buyurdu.

Bir müridin bunu anlamasi, bütün devalara sahib olmasi demektir. Bu anlasilmadigi için netice alinmiyor. Bu Allah’in bir lûtfudur, diledigine verir. Fakat maalesef müridlerin pek çogu birtakim hayallere tutulmuslar, yanlis seylere baglanmislar. Seyhleri onlarin hayallerine uymayan bir hakikat söyledigi zaman hemen bas kaldiriyorlar. Anlasiliyor ki onlar yanlis itikadlarinin müridi olmuslar. Seyhlerine talebe, Mevla’ya mürid olan yok. Bunun için hepsi seyh olmus, mürid yok. buyurulmasi bundandir.

Hâce Naksbend hazretleri anlatiyor:

Bir vakit ben Buhârâ’da, Seyyid Emir Külâl de Nesef’de idiler. Beni onun mübarek sohbetinde bulunma arzusu sardi. Nesef taraflarina yöneldim. Hizmetine ulastigim zaman bana: “Oglum mübarek bir vakitte geldin. Yemegi hazirladik fakat pisirmek için odun lâzim” dedi. Hizmete kabul edildigimden o kadar mesrur oldum ki, Cenab-i Hakk’a sükrederek odun toplamaga gittim. Dikenli odunlari sirtima yüklenerek menzile geldim dilimden, “Maksud Kâbe’sinin cemali bizi öylesine cezp etti ki, o nes’e ile dolasirken sirtimizda çektigimiz dikenli odunlar bize ipek gibi yumusak ve tatli gelirdi” misralari döküldü.

Hâce hazretleri, baglandigi kapinin dikenlerini ipekten yumusak ve tatli buldugu için vuslat semasina yüklenmis, bu sayede terakkî etmistir.

Sen böyle yapamasan bile onlarin huzurunda ve giyabinda tazarru ve mahviyet göster. Onlara karsi gelme necasetinden, istigfar ve teslimiyet suyuyla temizlen. Özür beyan ederek zînetlen ve sunu bil ki, hepsi elde edilemeyen seyin hepsi terk edilmez.

Naklolunur ki, Hâce Bahâeddin Naksbend hazretleri Kasr-i Ârifan’da bir mescidin insasinda basi üstünde tas tasirdi ve: “Senin isini cân u gönülden yaparim. Nasil olur da yapmam ki! Senin yükünü basim üstünde tasirim. Nasil olur da tasimam ki! beytini terennüm ediyordu.

Hâce Hazretleri burada Resûl-i Ekrem Efendimizin Hendek savasindaki hareketlerine ve ashâb-i kiramin izlerine tâbi olmuslardir. Bilindigi gibi onun yolu Rasûlullah’in ve ashâbinin yoludur. Onun yolunda hizmet en büyük seadettir.

“Resehât” da naklolunur ki: “Zamanin büyüklerinden olan Seyh Nureddin Buhara’da vefat edince Hâce Naksbend hazretleri seyhin yakinlarina taziyede bulunmaya gitti. Onlar yüksek sesle agliyorlardi. Oraya gelenler bundan rahatsiz olmuslardi. Onlari yüksek sesle feryad etmekten menetmelerine ragmen her birisi bir sey söyledi, Hâce Hazretlerinin sözünü tutmadilar. Hâce Hazretleri de: “Benim ecelim geldigi zaman size ölümün yolunu ögretirim” dedi.

Mevlânâ Muhammed der ki: “Bunu iyice mersk ettim. Hâce Hazretleri son hastaliginda iken evinden çikip ribata gitti. Hâce hazretleri etrafindakilerin yüzlerine fazla bakmadan onlara sefkatli olmalarini tavsiye ediyordu. Son nefesinde ellerini uzun bir müddet kaldirdi, duâ etti. Duâsini tamamlayip ellerini yüzüne sürdü. Sonra ahiret yurduna intikal ettiler.”

Hâce Ubeydullah Ahrar, Hâce Alaeddin Attar’dan nakleder; Hâce Alaeddin diyor ki: “Hâce Bahâeddin Naksbend hazretleri son nefeslerinde iken yaninda bulunuyordum. Bakislari bana ilisti. “Ya Alâeddin! Yemek sofrasini koy, yemek ye!” buyurdular. Emirlerini tutmus olmak için ya bir lokma yedim, ya iki lokma. Gözlerini kapatti. Sonra açip dört defa: “Yemek ye!” buyurdular. Oradakiler, “Acaba Hâce hazretleri müridleri terbiye yerine kimi birakacak?” diye gönüllerinden geçiriyorlardi. Hâce hazretleri firaset buyurup:

“Su vaktimde gönlümü karistirmayiniz! Bu is benim elimde degildir. Allah Teâlâ kimi tayin ederse sizin terbiyenizle o mesgul olur!” buyurdular.

Hâce Ali der ki: Hâce Naksbend hazretleri bana kabrini kazmami emir buyurdular. Isimi bitirip huzurlarina geldim. Acaba Hâce hazretleri yerine kimi birakacak? diye mesgul oluyordum. Firasetle: “Hicaza yolculuk yaparken dedigimi derim: Bana kavusmak isteyen Hâce Muhammed Pârisa’ya kavussun! dedi ve ahrete intikal eyledi. Rahatsizliginin ikinci günüydü.

Hâce Alâeddin Attar anlatir: Hâce Hazretleri son nefeslerinde iken Yasin sûresini okumaya basladim. Sûrenin yarisina gelince öyle nurlar zuhur etti ki tahammül edemeyip okumayi biraktim. Kelime-i tevhidle mesgul olmaya basladim. Biraz sonra son nefeslerini verdiler.

791 senesi Rebiulevvel ayinin 13. günü ve pazartesi gecesi idi. Allah Teâlâ hazretleri bütün din kardeslerimizi feyzinden ve sefaatlerinden mahrum etmesin, âmin.