"Işık bağışlamak için,

önce ışık alan olmalısın"

16 Mayıs 1990

 

Cüz'î irade küllî iradeye bağlıdır. Mü'minlerinki, müslümanlarınki de, inananlarınki de öyledir. Hayırlısı, herşeyin hayırlısını isteyelim. Gitmemiz mi hayırlı? Durmamız mı hayırlı? Bir şey istediğimiz zaman olması mı hayırlı? Olmaması mı hayırlı? Biz onu bilemeyiz. Sonra insanları dolandıran rızkı. Gideceği yerden rızkı vardır. Ayrılacağı yerden rızkı kesilmiştir. Alacağı, elde edeceği rızkın zamanı gelecek.

Meşâyihin bir tanesi müridini testi ile suya yollamış. Çeşmeden su getir demiş. O da gelmemiş. Gecikmiş... Meşâyihinin hiç canı sıkılmamış. "Bu gitti, niye gelmedi." dememiş. Oradaki cemaatin canı sıkılmış.

- "Bu kadar gitmek olur mu?" diye söylenmişler.

Meşâyihleri demiş ki :

- "Gidin bakın. Eğer o derviş suyu testiye doldurmuş olarak bekliyorsa, o onun tembelliğinden. Suyu doldurmadan bekliyorsa bizim rızkımız gelmemiştir. Bize nasip olacak su gelmemiştir. Onu bekliyordur."

Hakikaten gidiyorlar ki içi boş testi ile bekliyor. O zaman diyorlar ki :

-" Sen buraya niçin geldin, niçin bekliyorsun?"

Hemen testiyi dolduruyorlar.

- "İşte bize nasip olan su geldi. Bundan evvelki su bizim rızkımız değilmiş." demişler.

Rızık ezelîdir. Zamanı geldikçe Cenâb-ı Hakk halkeder. Ezelde takdir etmiştir. İnsan nerede bir bardak su içecek? Nerede bir lokma ekmek yiyecek? Zamanı geldikçe halkediyor. Zuhura getiriyor.

Şimdi bunu nereye getireceğiz. Bu akşam buraya geldiniz. Meselâ yiyeceğiniz bir lokma veya içeceğiniz bir su olabilir. Bu rızık sadece içecek veya yiyecek de olmayabilir. Bu günkü sohbette ve hatmede nasibiniz var. Ruhun gıdaları vardır. Onlar da ibadettir. Ameldir. Bu ibadeti nerede kazanacak ? Bu ameli nerede yapacak? Bunlar da takdirdir. Allah inanmışlardan etsin. Hamdolsun, şükrolsun. İnandık, kabul ettik ki râbıta sahibi aldanmaz. Râbıta sahibi meşâyihini unutmaz. Daima hayali gözünde, sevgisi kalbindedir. Râbıta sahibi budur. Cenâb-ı Hakk, evliyaullaha vermiştir o yetkiyi.

"Unutma beni, unutmam seni, unutursan beni, unuturum seni". Mürit meşâyihi unutmazsa eğer, meşâyih onu unutmuyor.

Nimetimizin şükründen aciziz. Cenâb-ı Hakk nimetimizi büyük vermiş. Salih Baba da :

Seni Hak bilmeyen ol geçrevîler

Buluğa ermez anların imanı

Geçrevî: Eğri gören, sapık.

Meşâyihi tanımıyanların imanları buluğa ermez. Buluğdan mânâ "kemâl". Kemâle ulaşmaz.

O kim âmâdurur ceşm-i basîri

Göremez Pir-i Sâmi gibi cânı

Piri Sami gibi bir piri tanımıyanların basiret gözü kör. Ayet-i kerimede geçer:

"Biz onların gözlerini kör, kulaklarını sağır, dillerini lal halkettik." buyuruyor Cenâb-ı Hakk.

Kim bunlar? Hakkı batılı seçmeyen göz kör, sohbet nasihat dinlemeyen kulak sağır. Hak kelâm konuşmayan, sohbet nasihat konuşmayan dil lal. Onun için Peygamber Efendimiz de buyuruyor ki:

"Allah'a, âhirete iman eden hayır konuşsun. Hayır konuşmazsa sussun. Allah'a, âhirete iman eden; vaaz, nasihat, hak kelam dinlesin. Dinliyemiyorsa kulaklarını tıkasın. Allah'a âhirete iman eden Hakk'ı, batılı seçsin. Gözlerini yasaklardan korusun. Koruyamıyorsa gözlerini kapasın."

Kelâm-ı kibâr var :

Gökde uçar iken indirdin beni

Vadi-yi virâna kondurdun beni

Vahşî hayvanlara döndürdün beni

Eyledin dilimi lâl kara bahtım

Gökte uçandan mânâ : Rûhumuz arşı âlâdan geldi. Yüksek bir âlemden geldi.

Vâdi-yi virândan mânâ : Yıkılacak, yok olacak dünya. Yok olacak, çürüyecek ceset.

"Vahşi hayvanlara döndürdün beni." Eğer inancı olmazsa, inancını yaşamazsa hayvanî sıfatta kalıyorlar. İşte hayvanî sıfatta kalanların gözü de kör, kulağı da sağır. Dili de lâl. Onun için Cenâb-ı Hakk, Habibi hürmetine manevi elimizi, manevi gözümüzü, manevi kulağımızı aça da, körlükten, sağırlıktan, dilsizlikten kurtulalım.

Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki :

"İnsanlar uykudadır. Ölünce dirilirler."

İşte bu manevî organlarını açmayan insanlar uykudadır. Çünkü el, ayak ve diğer organlar da emanettir. Âlettir. Ruhun terakkisine ulaşması için âlettir, emanettir.

İmam-ı Azam'ın ismi Nûman. Babası çok âlim bir kişi imiş. O kadar âlim, o kadar takva, o kadar yasaktan sakınıyormuş ki, bir gün bir akarsu ile gelen bir elma görmüş. Elmayı almış, ısırmış. O anda hatırına gelmiş. Çiğnememiş. Koparmamış ama suyu gitmiş ağzına.

-"Ben bunun sahibini bulayım da ondan helallık alayım." demiş. Irmağın geldiği yolu tutmuş. Bir bahçenin kenarına varmış. Bahçenin sahibini bulmuş. Anlatmış :

- "Abdest alırken ırmağın üzerinde elma geldi. Ben de aldım ısırdım. suyu boğazıma gitti. Kimindir diye aradım seni buldum. Bana hakkını helâl et."

Adam demiş ki :

- "Eğer bana yedi sene hizmet yaparsan hakkımı helâl ederim."

Yedi sene hizmet etmiş. Emrinde olmuş, sonra varmış.

- "Tamam, helâl et" demiş.

O da :

- "Hayır. Benim bir kızım var. Gözleri kör, kulakları sağır, dili lâl. Elleri yok, ayakları yok. Bir et parçası. Bunu alırsan hakkımı helâl ederim" demiş.

O da rıza göstermiş. Neyse nikâhlarını kıymışlar. Gerdeğe girmişler. Bakmış ki, o kadar güzel ki... Dünyada onun gibi başka bir güzel yok. Herhalde bu yanlış oldu, diye düşünmüş. Bir türlü kıza yaklaşmamış.

- "Hayır bu bir dilber. Böyle olmayacaktı."

Sabaha kadar bekliyorlar. Sabah oluyor. Kız babasına anlatmış durumu. Babası gelmiş. Bu defa kendisi ona anlatmış :

- "Sen kızını bana sağır, kör, dilsiz, elsiz, ayaksız olarak tanıtmıştın. Bunların hiç birisi bunda yok. Ben de onun için yaklaşmadım." demiş.

O da demiş ki :

- "Oğlum benim bir tek kızım var. Senin gibi birini arıyordum, vermek için. Gözü kör demem şudur ki, harama bakmamış. Dili lâl dedim. Çünkü yalan, gıybet konuşmamış. Kulağı sağır dedim. Gıybet dinlememiş. Eli yok dedim. Harama uzanmamış. Ayakları yok dedim. Herhangi bir yasak olan yere gitmemiş. Bu senin hakkındır. Helâlindir. Yedi yıldır da seni burada tutmaktan maksadım seni iyice tanımak. İnandıktan sonra da kızı sana verdim" demiş.

İşte İmam-ı Azam ondan dünyaya geliyor. Üç günde Kur'ân-ı Kerîmi hatmediyor. Annesi diyor ki :

- "Eğer senin babanın o ısırdığı elmanın suyu boğazına gitmeseydi sen bir günde Kur'ân-ı Kerim'i hatmederdin."

Şimdi burada bize çok ümitsizlik düşüyor. Bu kadar noksanlarımız var. Helâl haram demiyoruz. Desek te bilmiyoruz. Bilsek te kurtaramıyoruz. Ne olacak bizim hâlimiz? Hayır böyle düşünmeyelim. Takva zamanı var, siyaset zamanı var. Bir zaman takva zamanı imiş. Sonra fetvâ zamanı başlamış. Şimdi siyaset zamanı. İnsanların müslümanlıklarında siyaset vardır. Siyaset nedir?

İnsan küçük bir şer işlediği zaman biliyorsa ki ondan hayır doğacak iyilik gelecek, onu işler. Niyet halis ya. Halis niyetle onu işler. İslam dini müsaade etmiştir. Nasıl müsaade etmiştir? İnsan öleceği zaman, ölüm tehlikesi olursa haram bir şey yiyebilir. Bir mazlumu bir zâlimin elinden kurtarmak için yalan söylemek caiz.

Üç yerde yalan söylenebiliyor :

1- Mazlumu zâlimden kurtarmak için,

2- İki küs olan kimseyi barıştırmak için,

3- Düşmana savaşta müslümanların sırrını vermemek için.

Bir de aç kalmışlar. Yemese, ya çocukları ölecek veya kendisi ölecek. Haram olduğunu bildikleri halde ölmeyecek kadar yiyebilir. Müsade edilmiş.

Yazıcıoğulları Muhammed ve Ahmet evliyaullahdan. Bunlar Çanakkale'nin Gelibolu'dan. Orada doğmuş, büyümüşler. Muhammed büyük kardeş. Ahmet de küçük kardeş. İkisi de yetişmiş insanlardan. Fakat her ne hikmetse birinin diğerinden bir farkı varmış. Farkı ne imiş? Ahmet küçük kardeşi. Vaaz edermiş bir camide. Büyük bir cemaata. Yine bir gün vaaz ederken,büyük ağabeysi Muhammed camiye girmiş. Şöyle bir etrafına bakmış. Gülerek dışarı çıkmış. Bunu gören küçük kardeşinin dikkatini çekmiş.

- "Ağabeyim niçin baktı da güldü? Acep benim konuşmamda bir noksanlık mı gördü."  diye düşünmüş. Müteessir olmuş. Eve gitmiş annesine sormuş. Ağabeysine soramıyor. Annesinden rica ediyor. Bir öğren bakalım diyor.  Annesi de Muhammed'e soruyor.

- "Oğlum niçin böyle yaptın?" diyor.

Muhammed cevap veriyor.

- "Sakın ola anne ben onun vaazında bir noksanlık görmedim. Güldüğümün sebebi şu ki: "Camiye çok sayıda melekler dolmuştu. O kadar cemaatten sonra melekler üst üste oturmuştu. Bir melek öbür meleğin üstüne çıkarken düştü yuvarlandı. Ona güldüm ben." diyor.

Annesi Ahmet'e :

- "Oğlum gülmesinin sebebi budur." deyince.

Bu defa Ahmet:

- "Pekala anne ağabeyime sor bakalım. O melekleri görüyor da ben niye göremiyorum?"

Tekrar bu soruyu sorunca, Muhammed :

- "Anne o sendedir. Ara bul" demiş.

Annesi düşünmüş:

- "Buldum ben sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ama bir defa Ahmet çok ağladı. Abdest almama fırsat vermedi. Bir defa abdestsiz meme verdim."

Bu durumda şimdi bizim hâlimiz ne olacak? Ümitsiz mi olalım? Hayır. Olmayalım. Müjdeler var. Allah'a şükür. Bizlere Peygamber Efendimizin emri var:

 "Fesat ümmet zamanında bir sünnetimi işleyene yüz şehit sevabı var" diyor. Hadisi şerifi var.

Fesat ümmet kim? Amelden, ibadetten uzaklaşmış. Şer, günah, vebâl işliyorlar. Helâl lokmaları yok. Günâh-ı kebâirler işliyorlar. Fesat ümmet bunlar.

Halbuki itaat ümmet zamanında yüz tane sünnetini işleyene bir şehit sevabı bile verilmemiş. Peygamber Efendimizin Hadisi Şerifi var. Buyuruyor ki :

"Ey eshabım siz öyle bir zamanda geldiniz ki! Allah'ın emirlerinin onda dokuzunu işleseniz, birisini işlemeseniz helâk olursunuz. Ama öyle bir zaman gelecek ki, o zamanın inananları, Allah'ın emirlerinden onda dokuzunu işlemeyip birini işlerlerse onlar kurtulurlar."

Bu müjdeler var bizlere. Ama biz şimdi tamamıyle şeriatı da yaşayamıyoruz. Tarîkatı da yaşayamıyoruz. Ama hiç şeriatı, tarîkatı olmayanlara karşı şükretmemiz gerekir. Fakat eksikliğimizden dolayı da havf duymamız icabetmez mi? Eder. Havf duyacağız.

Allah'tan çok korkacağız. Allah'a sığınacağız. Allah'tan ümit kesmek, Allah'ın rahmetini küçük görmektir. Ümitsizlik küfürdür. Sağlam müslüman Allah'tan ümit kesmez. Emin de olamaz, çünkü kulluk Allah'ın keremidir, ihsanıdır. Kendi say'ı ile kendi bilgisi ile kulluğunu yapamaz.

Peygamber Efendimiz:

"Yarabbi nefsim ile beni bir saat başbaşa bırakma." Buyuruyor.

Bütün peygamberlerin şeytanı vardır. Peygamber Efendimizin şeytanı da müslüman olmuştur. Şeytan denilince: İki türlü şeytan vardır. Manevi şeytan insanların içinde olur. Surî şeytan insanların dışında olur. İnsanın içindeki şeytanla dışındaki şeytan bir olursa insanı yanıltıyor. Yoksa yanıltamıyor.

İçerdeki şeytan nedir? Nefsi emmaresidir. Küfür sıfatında olan nefsi emmaresi. Bundan yararlanıyor şeytan. Vesvese vererek herşey yaptırıyor şeytan. Bütün kaleler içten feth edilir. Eskiden insanlar hisarlar, surlar çeviriyorlarmış.Onlarla kendilerini düşmandan koruyorlarmış. Dışardan gelen bir düşman içerden irtibat sağlamadıktan sonra asla bir kaleyi feth edemiyormuş. İçerden bir yardımcı, bir destek bulmadıktan sonra o kaleyi feth edemiyorlarmış. Surî şeytan Adem Babamıza düşmanlık edip cennetten attıran iblis.

Müslüman bir tanesi gitmiş, bir meşâyihten ders almış. Şeytan bu ders alan müridin peşinde dolanıyor. Elinde bir ip, yular. Meşâyih bunu görünce :

- "Mel'un, ne istiyorsun bu müslümandan. Şu kahvelerde, parklarda, çarşılardakilere gitsene" demiş.

Şeytan demiş ki :

- "Onlar  zaten benim askerim. Ben bunu onlara katmak istiyorum"demiş.

Emmâre nefsin sözleri dönderdi Hak'tan yüzleri

Div-i recimden bizleri kurtar ki meydan sendedir

Div-i recim: İnsanın, nefsi emmaresi.

İnsanı öldürüyor. Neyini öldürüyor, insanın? Maneviyatını öldürüyor. İnsanın maneviyatı nasıl ölür? Zayıflar, zayıflar, imansız kalırsa ölür.

Ne yaptı bunu nefsi emmaresi?

Peygamber Efendimizin bu zamanda iki emri bizde tecelli etmiş. Allah'a çok şükür. Bin şükür.

Fesat ümmet zamanında hiç işlemesek de bir sünnetini işleriz. Keşke daha çok sünnetini işleyebilsek. Sünnetlerin yerini bid'atlar almış. Bir de bizdeki en büyük noksanlık: Şimdi helal lokma çok azalmıştır. Çok kimsede yoktur. Olmayanda da yine haram bulaşığı var. Onun da zamanı gelmiştir. Çünkü:

"Öyle bir zaman gelir ki, riba yemeyen kalmaz. Yemeyenin de kokusu gider burnuna" buyurmuş Peygamber Efendimiz. Allah'ın peygamberinin sözlerinde hilaf olmaz.

Bu zaman gelmiş midir? Gelmiştir. Niçin? Bu zamanımızda müslümanlar o kadar grup grup ayrılmışlar ki....

Çok kulak verme bu kavmin ekserî deccâlîdir

Hak Teâlâ'nın kelâmı Hazret-i Kur'ân'a bak

Bir de :

Bir takım dehrî oturmuş aklı rûhdan bahseder

Nası idlâl eyleyip söyleşdiği yalana bak

Bir cemaat kitaptan, sünnetten ayrılırsa, dalâlete düşüyor. Kitaptan, sünnetten nasıl ayrılıyorlar? Tefrika yaparak. Nasıl oluyor bu ?

- "Cuma namazı yok". Diyenler var. Bunlar halkı dalâlete düşürüyorlar. Halbuki hadis-i şerif var:

"Özürsüz üç cumayı üst üste terk eden münafıktır." Bu emir var iken nasıl cuma namazı yok diyorlar ? Cuma namazı kılınmaz diyorlar, saf müslümanlara, bilmeyenlere. Onların ümmiliklerinden yararlanıyorlar, onları bölüyorlar.

Bir de "Bu zaman Dar-ül harb olduğu için faiz helâldir" diyenler de var.

Halbuki ne demek? Faizi kesinlikle haram kılmış Cenâb-ı Hakk. Niçin dar-ul harb olsun? Fert olarak İslâmı yaşıyorsun.

Bundan başka: "Bu imamlar devlet memurudur. Bu küfür devletinin memurlarının maaşları helâl değildir." diyorlar.

Halbuki İslâmda kitap, sünnet müslümanların birleşmesini emrediyor. Tefrikayı yasaklamış. Biz şimdi bir taraftan şükredeceğiz. Hiç olmazsa bildiğimiz kadar yaşıyoruz. Günahı, sevabı, hayrı, şerri, tefrik ediyoruz. Edebildiğimiz kadar. Gücümüzün ölçüsünde. İlmimizin dahilinde. Bazı da var ki bilmiyoruz. Bazı da var ki gücümüzün dışına çıkıyor. Nasıl oluyor ? Bir devlet memurunun, herhangi bir sünnete aykırı olan yaşantısı varsa. Onu yapacak mecbur.

Peki inancını yaşayamıyor diye ordan ayrılırsa kimin eline geçer bu görevler ? Büsbütün inanmayanların eline geçer. O zaman da tüm idareye el koyarlar. Ezan da okutmazlar. Caminin kapısını da kilitlerler. Müslümanlar camiyi cemaati çoğaltmak istiyorlar. İnanmayanlar da yok etmek istiyorlar. Böyle bir mücadele de var.

İnancımızı yaşamazsak Cenâb-ı Hakk bizi hidayetten dalâlete düşürür. Dalâlet: Allah korusun helâk olmaktır.Yok olmaktır. Hidâyet kurtuluştur. Dalâlete düşenlerin öldükten sonra ruhları azap görecek. Kurtuluş yok.

Amme Suresinin son ayetinde bakın ne buyuruyor Cenâb-ı Hakk:

"O azabı görenler kafirler"  Yalnız burda ehli küfür, ehli azap vardır. Ehli küfür ebedi kalır. Ehli azap yanar, çıkar. O azabı görenler :

- "Yarabbi! Sen bizi dünya aleminde toprak halketseydin, insan halk etmeseydin. Bu azabı da görmeyeydik derler?"Demek ki dünya alemindeki zevki, safası, yemesi içmesi ona ne oluyor ? Azap oluyor.

Bunun için Allah'a şükür. Tasavvufa inanmak, tarîkata inanmak haktır. Bir insan tarîkata tasavvufa girmezse gafil sayılıyor. Cahil sayılıyor.

Çünkü bakınız :

Bu denli ilme sahip iken iblis

Senin ilmini bilmedi o telbis

Çok âlimler var ki tarîkata girmişler. Tarîkatta kemâl sahibi olmuşlar. Giremeyen âlimler de kemal sahibi olamamışlar. Yetişkin olamamışlar. Girmekten maksat yaşamaktır.

Hak Tâlibi için üç şey lazım :

1. Zaman,               2. Mekân,                   3. İhvan.

Hak Tâlibi: Allah'tan gelen ruhu Allah'a ulaştıran demektir.

Arz üzerinde en çok duyulan ve bilinen tarîkat Nakşibendidir. Niçin? Elhamdülillah, "Evliyalar serfirazı Nakşibendi Hazreti." Nakşibendi Efendimiz evliyaların başıdır. Serfirazdan maksat evliyaların en yükseği. Daha ileri gitmiş, yükselmiş, reisi evliya seçilmiş. Evliyaların başıdır.

Pirlerimiz giydiler tâcı abâyı hil'ati

Yani Nakşibendi tarîkatında yetişenler tâc, abâ, hilat giyerler. Bu hilat manevî. Tac manevî tâc. Manevî aba. Tac'dan manâ, manevî bir padişahlıktır. Fakat bu tac öyle bir tac ki maddi padişahların tâcına benzemez. O zikir tacıdır. O Cenâb-ı Hakk'ın nurundan, feyzinden elde etmiş olduğu bir tâcdır. Çünkü bir talip tarîkata girip ders alınca, onun başına tâc koyuyorlar. Bu zikir tâcıdır.

Onun için :

Hazreti şeyhimden giymişem tâcı

Buyuruyor.

Kelamımızın başına dönelim :

Evliyâlar serfirâzı Nakşibendi Hazreti

Pîrlerimiz giydiler tâcı abâyı hil'ati

Âlemi kılmış ihâta himmetiyle nisbeti

Biz gulâm-ı Nakşibendiz râhı erkân bizdedir

Tac: Zikir tacı. Hil'at: Halifelik. Âbâ: Ehli beyte yaklaşmaktır.

Hz. Resulullah'a yaklaşmaktır. Çünkü âl-i abâ, Peygamber Efendimizin cübbesi, O dört kimseyi aldı cübbesinin altına. O dört kişi Ehli Beyt oldular. Evlâd-ı Resul oldular. Evlâd-ı Resul'a da, Ehli Beyt'e de ne ile yaklaşıyor insan? Onları sevmekle. Onlarla muhabbet etmekle. Tarîkatla yaklaşıyor insan onlara. Onlara yaklaşan kimler olmuş? Veliler olmuş. Biz de velilere yaklaşırsak velilerle beraber, velilerin yaklaştıklarına bizde yaklaşacağız. Velilerin mazhar olduğu nimete biz de mazhar olacağız.