"Şeyh'ini unutmazsan O'nun yanındasın."

 7.6.1991

 

Sağlık da geliyor Allah'tan. Hastalık da geliyor Allah'tan. Bizi bizden daha iyi bilen var. Belki hastalığın bizim için sağlıktan daha hayırlı olduğunu bilen var. Amenna öyledir. Biz bilmiyoruz ama, fakirliğin bizim için zenginlikten daha iyi olduğunu bilen var. Rabbimiz bizi halk etmiş. Bizi bilir. Zenginlik ile mi biz Rabbımızı buluruz? Fakirlikle mi? Peygamber Efendimiz fakirlik diledi. Allah O'na zenginlik veriyordu da almadı. Cenâb-ı Hak "erhamerrâhîmin" adaletlidir. Merhamet sahibidir. Âdildir. Bir kuluna hem dünyada, hem ahirette azap etmez. Bir kuluna dünyada fakirlik vermez. Azap etmişse âhirette ona azap etmez. Yalnız fukara-yı sâbirinden olacak. Gözü onun bunun malında, yemesinde giymesinde değil. Onu bunu istemek değil. Çarpmak, kırmak, vurmak değil. Tefrikadan kurtulalım.

Tefrika iyi değil bizim için. Tefrika nedir? Allah'tan gelen hayırı, şerri bilmezsek, tefrika oluyor. İnsanlar hayır işler, şer işlerler. Sen hayırlı insansan şerri işleme, hayırı işle. Cenâb-ı Hakk'ın şerre rızası yoktur. Hayır işleyen kimdir? İyi niyetli ve insanlara daima iyilik düşünendir. Şerli insan kimdir? Daima şer işleyen ve insanlara zararı dokunandır. Biz her zaman hayır düşünüp, hayır kazanacağız, şerden de kaçına-cağız. Her ne kadar hayır işliyorsak şerden kaçınıyorsak kaçınalım, biz de bir insanız. Cemiyet içerisindeyiz. Akrabamız var. Çevremiz var. Bunlar içerisinde şerli insanlarla karşılaşıyoruz. Bunlardan bize zarar geliyor. Bunlar bize eziyet ediyorlar. Bunları ne yapacağız. Onları Allah'tan bileceğiz. Allah'tan bize gelen iptila üç türlü gelir. İllet, gıllet, zillet.

İllet: Hastalıkla gelen.

Gıllet: Fakirlikle gelen.

Zillet: Yürek oynatması, üzüntü, sıkıntı, eziyet.

Zamanımızda bunların üçü de vardır. Fakat gıllet azdır. Zillet çoktur. İllet çoktur. Ne kadar bu hastalıklar çoğaldı. Araştırdığınız zaman hiç bir tane sağlam adam var mı? En sağlam adam gitse doktora onda da bir hastalık bulacaklar. Zillet ise herkesin bir taraftan bir üzüntüsü var. Bir ailede bir kanser hastalığı olduğu zaman. Allah korusun müslümanları. Ne oluyor orada? Bir insanda illet var. Ama ailenin bütün insanlarını zillete düşürüyor. Kanaat olmayınca fakirlik de başgösteriyor. Kanaat olmuş olsa fakirlik yok. İşte fukara-yı sâbirinden olmak. Allah'ın mağfiretine uğramaktır. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz bize acıdı. Bizi kayırdı. Bizim için zenginlik istemedi. Zenginlik Peygamber Efendimize bir şey yapmaz. O bizi düşündü. Onun ashabından olan, damadı olan Osman-ı Zinnureyn Hazretleri bir gün Peygamber Efendimize orduya harcamaları için bir torba altın getirdi. Veriyor, "Ya Resulullah bunu orduya harca." O torbanın altınını döküyor, önüne parmaklarını içine koyarak altınları karıştırıyor. Hz. Osman-ı Zinnureyn Hazretlerini yüzüne bakıyor. Yanında sahabeler var. Diyor ki: "Bunlar Efdal oğluna zarar vermez." Peki ümmeti olan Hz. Osman'a zarar vermiyordu da bu altınlar Hz. Resulullah'a mı zarar verecek? Niye "Uhud Dağı'nı altın halkedeyim" dedi de kabul etmedi. Bakın dikkat edin. "Yarabbi sen isyan eden ümmetimi fakirlikle mi yarlıgayacaksın. Zenginlikle mi?" diye sordu. "Ben ümmetini fakirlikleri ile yarlıgarım. Fakirliklerine bağışlarım." "Ben ümmetim için fakirliği kabul ettim Yarabbi." Bu ne kadar ümmetini seven Peygamber! Bu ne kadar ümmetini kayıran Peygamber! O bizi bu kadar sevmiş kayırmış da biz bizi niye düşünmüyoruz? Biz bizi niye kayırmıyoruz? Biz sünneti terk edersek bize kim şefaat edecek. Nasıl kurtulacağız daha. Allah'ın emri de bu değil mi? İnanmış olduğumuz bizi yoktan var eden Allah'ın emri de bu değil mi? Nasıl bir emri var bize.

"Habibim bana itaat eden, sana tâbi olsun." Habibinden gelen emir bize geliyor. İtaat nedir? Kur'ân. Kur'ân'a kim inandı ise, kim Kur'âna tâbi oldu ise, Allah'a itaat etti. "Sâna tabi olmayan bana itaat etmiş değildir." Onun için burada hanımlar için de sünnet var, erkekler içinde sünnet var. Sözünüz, özünüz, işiniz, kıyafetiniz, yaşantınız sünnete-kitaba uygun olsun. Sade fakirlikte sizi kurtarmaz. Zenginlik de kurtarmaz insanları. Muhakkak  zengin de olsa, fakir de olsa, kitaba-sünnete uymak mecburiyeti var. Kitabımız Kur'ân. Peygamberimiz Hz. Resulullah. Allah'ın cemâlini insanlar görürler. Niçin, bizim bu rûhlarımız Allah'ın zatından ayrılmış gelmiş. Bu ruh yine Allah'ın zatına gitmek ister. Ama nefis zulmediyor ona. Nefis de bu cesedimiz. Niçin?

Bu ten kuşu hevâ ile heveste

Murg-u cânım feryâd eyler kafeste.

Bu ten kuşu: Nefsimiz, cesedimiz Murg-u cân: Rûhumuz           Kafesten mânâ: Esaret.

Rûhumuz kafese hapsedilmiş bir kuş gibi ordan çıkmak için bağırıp duruyor. İşte bizim de cesedimiz kafes olmuş, ruhumuzu hapsetmiş. Bu rûh ordan çıkmak ister. Nasıl çıkacak? Bir insan şeriatın, tarîkatın emirlerini işlerse, rûhu kafesten çıkmış olur.

Oların rûhlarının yok kararı

Dolaşırlar zemînü âsumânı

Olar bu âlemi devrân ederler

Ararlar derde düşen nâ-tüvânı

Nâ-tüvân: Mecbur.

Bu da çok önemli bizim için. Çok önemli. Cenâb-ı Hak bizi noksan sıfatla halketmişse, noksanlığımızın icabı. Bu dünyada bizim çilelerimiz var, bizi bu çilelerden kurtaracak kim olacak? Râbıtamız. Çilelerden kurtulmak demek gelen hastalığa razı olmak. Gelen fakirliğe razı olmak. Gelen zillete razı olmak. Bu niçin böyle oluyor? Râbıtamız olmazsa olmaz. Çünkü:

"Eşeddül belâ" fermanı var.

Cenâb-ı Hak:"Şiddetli belayı Peygamberlere verdik. Onların içinden hafifini de velilere verdik. Onların hafifini de müslümanlara, inanmış ve inancını yaşıyanlara. Dinini yaşayanlara verdik." Eğer biz müslümanlık davasında isek niye rahatlık istiyoruz ki. Rahatlık istiyorsak eğer, o zaman müslümanlık davasında bulunmayalım.

Nefsimizin esaretinden rûhumuzu kurtaran, meşâyihimizin himmeti, Şeyh Efendimizin duası. O kurtarıyor.  O zaman anlıyoruz ki dünya arzuları aldatıcıymış. Nefsin arzularından vazgeçebiliyoruz. O zaman bizim için hastalık ta önemli olmuyor. Celâlî Baba ne buyurmuş?

Gaza-yı belâdan kurtulmaz başım

Günbegün artıyor, yürekte cûşum

Celâli yadlarla görülmez işim

Bu dertli sinenin dermanı geldi.

Şeyh Efendisi gelmiş de ona söylemiş.

Dertli sine: Dertli vücud. Dertli vücudumun dermanı geldi. Evet insanların vücudunda çok dertler oluyor. Fakat bunlar önemli değil. Esas insanın bir derdi var.

Bürhan aradım aslıma aslım bana bürhan imiş.

Ben diyor derdime derman ararken derdim bana derman. Burada insanların derdi, derdine derman ise niye doktora gidiyor? Niye derman arıyor? Bir dert var ki o dert derman oluyor insanlara. O derdi bildikten sonra daha hastalığı da kalmıyor vücudunda. Esas derdini bildiği zaman dertleri bitiyor.

Meselâ: Bir büyük balık olur. Bütün balıkları yutar bitirir. İşte esas dertte diğer dertleri siler süpürür. Peki esas derdimiz nedir?

Derman arardım derdime

Derdim bana derman imiş

Bürhan: Kurtuluş.

Ben kurtulmak isterken, derman ararken aslım beni kurtaracakmış. Aslını bilenler, aslını düşünenler kurtuldular. Derdim de bana dermanmış. Derdimi bildimse daha niye derman arayayım. Bu dert nedir? Bu dert Allah'tan ayrılışımız. Derman nedir? Allah'tan ayrılan rûhun Allah'la birleşmesidir. Allah'a ulaşmasıdır. Aslımız nedir? Aslımız Allah'tan gelen rûhumuz. Cesedimiz ne? Toprak. Bugün var, yarın yok, var mıdır? Ölmeyen var mıdır? Yok. Ölmeyen kalsaydı Peygamber Efendimiz kalırdı. Hepsi onun şerefine halkedilmiş.

İnsanların bu görmüş olduğumuz vücudu eğer Allah'a kulluğunu yapıyorsa büyüyor. Çok kıymetli oluyor. İnsanlar çok büyüktür. Çok kıymetlidir. İnsanlar çok büyük çok da küçük varlık. Hem de büyük varlık. İnsanlar çok kıymetli, çok da adî, kıymetsiz, insanlar insanlık şerefine nail olursa büyük varlık oluyor. Çok kıymetli oluyor. Ve çok da güzel oluyor. Niçin? Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

"Biz insanı kendi sûretimizde hâlk ettik." Burada yanlış anlaşılmasın. Cenâb-ı Hakk'ın ruhunda bir sıfat-ı subûtiyesi var. Onun da 8 sıfatı var. İnsanlarda da 8 sıfat var. İnsanlardaki noksan sıfat. Ondaki kemal sıfat. Bir insan noksan sıfatından kurtulup kemal sıfata ulaşırsa daha güzel olmaz mı? İşte Allah Cenâb-ı Hak o sıfata bürünmüş. "Biz insanı kendi sûretimizde halkettik" demişse bizim bu sûretimize değil. Bizim sûretimizin içerisinde bir sûret daha var. Ama eğer Allah'a kulluk ediyorsak, o sûret çok kıymetli. Allah'tan sonra kıymetli olan odur. Allah'a isyan ediyorsak o sûret var ya bütün sûretlerden, hepsinden çirkindir. Bütün hayvanların en adisi domuz vardır, ondan da aşağıya düşer insan. Ondan da çirkin olur insan. Bu ne? İnsanların iç âlemi. Dış tarafı değil. Dış görünüşü değil. Affedersiniz, domuz, köpek, eşek gibi pis hayvanları, televizyonlarda görüyorsunuz. Meselâ Beyaz Saray'a koyarlar mı? İşte Cennet te çok lüks bir yer. Böyle çirkin vücudları oraya koyarlar mı? Öyle ise bu insanlar bu dünyada hem cennete lâyık bir cisim kazanıyorlar hem de cehenneme layık bir cisim kazanıyorlar. Cenâb-ı Hak:

"Biz insanı çok kıymetli hâlkettik. Zatımın nuruna ancak insan ulaşır, melekler bile zatımın nuruna ulaşamaz." buyuruyor.

Meleklerde noksan sıfat yok. Noksan sıfat nedir? Yalan söylemek, hırsızlık etmek, içki içmek, kumar oynamak, adam öldürmek. Bunlar değil. Ya nedir noksan sıfat? Bizim yememiz, içmemiz, uyumamız, hasta olmamız, ihtiyar olmamız, yorulmamız, usanmamız. Bunlar nedir? Noksan sıfat. Meleklerde bunlar yoktur. Yeme yok, içme yok, uyku yok, yorulma yok, hastalanma yok, ihtiyarlama yok, zikirleri de nur. Cisimleri de nur. Böyle olduğu halde, eğer insan insanlığını kazanırsa o melekten kıymetli oluyor. Cenâb-ı Hak melekleri sıfat nurundan halk etmiş. Sıfat nurunda kalıyorlar. Terakki yok. Tenzilat yok. Düşmek de yok. Çıkmak da yok. İnsanlarda hem düşme var. Hem de çıkma var. Hem yükselme var. Hem de alçalma var. Allah razı olsun hepinizden. Allah arzunuza ulaştırsın. Cenâb-ı Hak, gayemizi bilmek nasip etsin. Gayenize ulaşmak nasip etsin. Evet korkmayın. Allah'a şükür, çok şükür, bin şükür.

Âriflerin kıyameti daimdir

Kulûbu hep masivadan saimdir

Biz gaflette isek pirim kaimdir.

Bırakmaz berzah-ı süflâya bizi

Bir de buyuruyor ki:

Ehl-i aşkın derdinin dermânı vuslattır beğim.

Hepiniz ehl-i aşksınız. Ama aşkınızı muhafaza edin. Çoğaltmaya bakın, büyültmeye bakın. Herşey küçükten büyür. Aşk Allah sevgisidir. Onu büyüte büyüte kalbiniz tamamen onunla dolar. Aşkın neticesine ulaşırsınız. Aşkın neticesi ne?

Aşk anındır, aşık oldur, maşuk olÂhir andan ana varır cümle yol.Rûh Allah'a nasıl gider? 1- Dünyadan geçer, 2- Âhiretten geçer, 3- Nefsinden geçer, 4- Cânından geçer. Allah'a gider.Sanma ki kaçar âşık olan cevr ü cefâdanCefâ tefrika oluyor. Cefâ nerden geldi? Allah'tan. Safâ nerden geldi? Allah'tan. İkisi de bir yerden geldi ise ikisini de alacağız. Bu ne demek? Yani sağlık bizim için ne ise hastalığın da öyle olması lâzım. Hastalıktan şikayetçi olmayacağız. Yalnız niçin hastalıktan kaçacağız amel işlemek için. Zevk için, sefâ için, rahatlık için değil. Hasta olmuş, amel işleye-miyoruz. Hastanın da ona göre ameli var. Hasta olarak işlemediğimiz eksik amellerimiz sağ olup da amel işlemeyenlerden daha hayırlı olur.Madem ki: "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanına, inandıysan. Müslümanız elhamdülillah. Amentünün şartlarına inanmazsak müs-lüman olamayız zaten. Bir binanın var olmasında altı cihet vardır. Bu vücud da böyle ne olursa olsun. Bir vücud var mı? Bunun altı ciheti vardır. Bu bardak bir cisim mi taşıyor? Bunun önü var bir cihed. Arkası var bir cihet. Sağı var bir cihet. Solu var bir cihet. Üstü var bir cihet. Altı var bir cihet. Eğer bunun altı ciheti olmazsa burada sıhhat olmaz. Bu tavan olmasa yağmurdan, doludan nasıl muhafaza edileceğiz? Tabanı olmasa nerede oturacağız? Sağı var, solu var, arkası, önü var. İşte imanın bütünlüğü de altı şarttadır. Bir tanesi olmazsa olmaz. Bu altı şartın bir tanesi de  "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi." Buna inanmak. Ama bu sözde kalıyor. Tatbikatına geçemiyoruz. İmanın taklidinden tahkikine geçmek lâzım.Bulam dersen eğer ayn-ı imânıÇalış ki olasın şeyhinde fâniSana senden yakın olanı tanıBu berzah âlemin geçmek dilersenBekâ gülşanına göçmek dilersen.Bu tasavvuf ve tarîkat kelâmıdır. Ama zâhirde de, şeriatımızda da "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanı varsa bu ne demek oluyor?Hayır da gelir Allah'tan, şer de gelir Allah'tan.Hayır nedir bizim için? Sağlık. Hayır nedir? Varlık. Şer nedir? Fakirlik. Hayır nedir? Kıymet, itibar, insanlardan görmüş olduğumuz hürmet. Şer nedir? İnsanlardan görmüş olduğumuz eziyet, üzüntü. Bunların hepsi Allah'tan geliyor. İşte bu fermana göre, hastalıkla, sağlığı bir bileceğiz. Tefrika yapmayacağız.Maşuk kim? AllahÂşık: Allah'ı seven kul. Aşk: Kulda tecelli eden Allah sevgisi.Aşk, âşık ile maşuğu birleştiriyor. Bunun menbaı Peygamber Efendimiz. Başlangıcı, başı, anası Peygamber Efendimiz. Çünkü Hatice validemizle evlendikten sonra fakir hayattan zenginliğe geçti. Çok fakirlik çekmişti. Zengin bir hanım ile evlendi. Çok güzel bir hanım ile. Hatice validemiz Mekke'de tek bir hanımmış. Onun o kadar çok talipleri varmış ki, hiç birini almamış. Hiç birisi ile evlenmemiş. Çok akıllı, çok güzel, çok zengin. Malını, canını Peygamber Efendimize fedâ etti. Öyle olduğu halde kaçıyor hanımından. Hira Dağına gidiyor. Nur Dağına gidiyor, orada Rabbi ile Allah ile başbaşa kalıyor. Hiç bir canlının gözüne görünmesini istemiyor. Bir ses kulağına gelmesini istemiyor. Kırk gün oraya gitti. Orda rûhî terakki yaptı. Oraya cismi ile gitti. Ama onu oraya götüren Allah sevgisi idi. O aşkı orada büyüttü, büyüttü, büyüttü ne oldu. O aşk onun Burağı. Ne buyuruyor:Gece gündüz durmayıp istediğinN'olaki ki görsem Cemâlin dediğinGel Habibim sana âşık olmuşamCenâb-ı Hak Peygamber Efendimize âşık olmuş. Onu çok sevdiği için sevdiğinden dolayı yükseliyor. Peygamber Efendimizde olan Allah sevgisi. Sevilen de Allah. Ne oluyor? Sevgi birleştiriyor. Müridde de aşk ne yapar?Aşk anındır, âşık oldur, maşuk ol.Âhir andan ana varır cümle yol.Aşk ne yapar? Allah'tan gelen rûhu Allah'a ulaştırır. İlim, amel ulaş-tırmaz, ilim, amel yaklaştırır. İnkâr edilmez haşa.Ehl-i aşkın derdinin dermanı vuslattır beğim.Vuslat: Ulaşmak.Burdaki dert nedir? Allah'tan ayrılması. Ulaşmak isterse dermanı bulur.Ehl-i aşkın derdinin dermanı vuslattır beğimSen benim derdime derman olamazsın ey hekim.Burada da doktorlara. Ey hekimler diyor. Ehl-i aşkın derdinin dermanını siz yapamazsınız. Siz onun derdini bilemezsiniz. Dermanda veremezsiniz.Öyle bir Sultan'a hâdim olmuşam âlemde kimBir nefesi ayrı değil Hazret-i Mevlâ ile.Hâdim: Hizmetçi.Yetmez mi bu bize? Yeter. Kıymetini bilelim. Hepiniz ehl-i aşksınız. Hepinizin maşuğu var. Meşâyihimizin emri tarîkatta yapmış olduğumuz amellerimiz, sohbetlerimiz, hatmelerimiz, namazların peşlerinden virdlerimiz. Bütün namazların peşinden onbir defa "lâ ilahe ilallah" üç defa salatü selam "Allahümme Salli ala Muhammedin ve alâ alî Muhammed." Veya"Allahümme salli âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ alî seyyidinâ Muhammed. Bi adedi küllü daim ve devâim ve bârik ve sellim. Ve aleyhim teslimen kesîra."Salavatlar çok ama. Salavatların en eftali bu. Seçmiş almışlar. Niçin en eftali oluyor. "Bi adedi küllü daim ve devaim" demek, adetsiz, sayısız külli. Her zaman daima. Külliyetle salatü selam getiriyoruz sana."Ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim teslimen kesîren kesîra."Teslimen: Teslim olarak. Daim: Devamlı. Kesîr: Çok. Çokların ço-ğunluğu ile. Salât ve selâm getiriyorum.Bu virdlerimizi ihmal etmeyin. Büyüklerimizin ameli. Bunları yaparsak biz de sultanların hâdimi oluyoruz. Sultanlar kim? Meşâyihler. Hâdimler kim? Meşâyihlerin müridleri. Hizmetlerini göreceğiz. Kelâm-ı kibarda geçer:Masivanın illetinden pak edip bu gönlümüKıl Tarik-i Nakşibendin hâdimi Allah için.Bakınız ne kelâm bu. Allah'a şükür. Hepiniz Nakşibendi Tarikatındansınız. Hâdimsiniz şimdi. Hizmetçisiniz şimdi. Ama hizmetinizde azimli olun; ciddi olun, samimi olun. Hizmetimiz nedir? İşte, Evvabin namazı, Teheccüd namazı. Hatmemiz günlük virdimiz. Namazların peşlerinden olan virdlerimiz. Bunları ihmal etmeyin. Sabah namazının peşinden Yasin. 5 vakit namazın peşinden okunacak "Lâ ilahe illallah" on bir tane. 3 defa Salat-ı selâm. Selaten tüncina. Bunlar aynen günlük yapmış olduğumuz Lafza-yı Celâl'le olan virdimiz gibidir. Yalnız namazınızı kıldınız işiniz acele. Yolcusunuz virdlere zaman yok. Yürürken de yaparsınız onu. Virdleri oturarak yapmak şart değil. Müsait olursanız oturarak yaparsınız. Yoksa namazı kılar, aşırları okursunuz. Virdleri de giderek okursunuz. Herhangi bir harekette bulunabilirsiniz. Acil işiniz varsa. Yalnız müsait olanlar virdlerini yaptıktan sonra beş on dakika da huzur yapsalar daha da eftal. Bunları mutad edineceğiz ki, o zaman hâdim olalım.Tarîkatta hizmet çok önemlidir. Çok kıymetlidir. Allah'ın indinde de Resulullah'ın indinde de hizmet çok önemlidir. Çünkü emir hududunda oluyor.Allah'a şükür siz ehl-i sünnettensiniz, hayvanî sıfatta değilsiniz. Be-şerî sıfattasınız, melekî sıfata geçmek için çalışın, geçin. Geçmez-seniz, hiç değilse noksan sıfattan kurtulmuş, kemâl sıfata ulaşmış olan, Mürşidinize bağlanın. Ama inancınız tam olsun. Tarîkatın dört şartı var: Muhabbet, ihlas, âdap, teslim. Mürid bunlarla terakki ediyor. Bunlar olmazsa, mürşidi olanla, mürşidi olmayanın farkı nedir? Mürşidi olan da beş vakit namazını kılıyor. Olmayan da kılıyor, ibadetini yapıyor. Farz olan amelleri işliyor.Eğer insanın kalbi açılırsa ki bu da tarîkatın şartları ile oluyor. O küçücük kalb çok büyük oluyor. Onun için evliyaullah'ın bir tanesi buyurmuş ki: "Zâhirde dünya harmanında ben bir taneyim. Ama bâtında, maneviyatta dünya benim harmanımda bir tanedir."Öyle midir? Amenna. Öyledir.Muhabbet: Şeyh Efendimizi çok sevmek. İhlas: Onu büyük göreceksiniz. Zâhirdeki cismi evet insan. Ama bâtında öyle değil. Onun cisminin içinde bir cisim var. Öyle bir cisim ki: İçerisinde olan cisimin de gözü var. Kulağı var. Eli var. Dili var, işte o göz şarkı garbı görür. O cisminin içindeki cisimde olan kulak şarktakini, garptakini işitir. O cisminin içerisindeki olan dil, zâhir dillerin konuşa-madığını konuşur. Bütün ulemanın konuşamadığını konuşur. Madem ki evliyaullah Allah'ın sıfatı ile sıfatlaşıyorsa, işte bunlar.Âdab: Onun zâhirini bâtınını bir bilin. Huzurunda nasıl duruyorsanız, uzaklarda, ıraklarda olduğu zamanda huzurundaki gibi olun. O sizden ayrı değil. Siz de ondan ayrı olmayın. Siz ondan ne zaman ayrı olursunuz, unutursanız o zaman ayrı düşersiniz. Unutmazsanız ayrı değilsiniz.Teslimiyet: Ona cansız bir âlet gibi teslim olmak. Ben cansız bir aletim o beni hareket ettiriyor. Meşâyihimin önünde ben ölmüş bir cenaze gibiyim. Beni sağa çeviriyor. Sola çeviriyor. Yıkıyor. Beni yatırıyor. Kaldırıyor. Gezdiriyor. Dolandırıyor. Niye biz yol alamıyoruz?Salihâ bir kimseye yol aldıran ihlasıdır.Yol alamıyoruz değil. Alıyoruz. Madem ki amelimiz var. Şeriatımız var. İmanımız var. Tarîkatımız var. Allah'ın emirlerini yapıyorsunuz. Bir de meşâyihin emirlerini yapıyorsunuz. Yol alıyorsunuz. Alıyor-sunuz. Ama aheste aheste, ağır ağır gidiyorsunuz. Ya nasıl ola ki çabuk gidelim? Bir insan var ki yola çıkmış. Bu yolu bir insan kırk senede gider. Bir tanesi kırk ayda gider. Bir başkası da kırk günde gider. Kırk dakika gider. Bir dakikada gider. Topal karınca niyetlenmiş. Hacca gidecekmiş. (Bunlardan bizim alacak hissemiz var.) Her kelâmın bir hakikatı var. Bunun hâlini görenler bilenler demişler ki: "Ey hayvan senin zaten hâlin ortada; ayağında topal üstelik. Senin önünde deryalar var? Nasıl geçeceksin? Dağlar var nasıl aşacaksın?" demiş. "Evet ben gidemem. Ama bu yolda ölmek isterim." O anda bir kartal gelmiş konmuş. Kartalın ayağına yapışmış. Kartal uçmuş. Götürmüş bunu. Deryaları da geçirmiş. Dağları da geçirmiş. Beytullah'a götürmüş. Kartaldan mânâ meşâyihin velâyeti. Karıncadan mânâ da müridin rûhu. Bizim ilmimiz amelimiz işte o topal karıncanın hesabı gibi. Bir himmet olursa bizim için kırk günlük yol. Kırk dakika olabilir. Amenna. Nasıl olur ama? İşte tarîkatın bu dört şartını elde ederseniz olur. Kırk günlük yol kırk dakikaya düştü. Onun için:Bulam dersen eğer ayn-i imânıÇalış ki olasın şeyhinde fânîŞeyhinde fâni olmak için tarîkatın bu 4 şartı olacak. Peki yok mu? Bizde var. Olmazsa gelmezdik buraya. Var ama bunun cüzîsindesiniz. Küllîsine ulaşın. Küllîsini elde ederseniz o zaman uzak yolunuz yaklaştı. Allah, âhir âkibetimizi hayır getirsin. Allah muhabbetimizi muhafaza etsin. Ama biraz da sizin sayınızla olacak. Cenâb-ı Hak "Kulum iste vereyim." buyuruyor. Cenâb-ı Hak bize muhabbet ihsan etmişse bunun muhafazasını da ondan isteyelim."Yarabbi sen muhabbetimizi muhafaza et. Yarabbi sen pirimizin izinden ayırma. Yarabbi sen pirimizin eteğinden elimizi kaydırma." Bu ne demektir? Eğer O'na olan sevgimiz gönlümüzden çıkarsa eteğinden elimiz kayar. Elimiz etekten kaydı. Bizim tarîkatımızda kâbiliyet şart. Nakşibendi Efendimiz buyuruyor ki: "Biz kâbiliyet te veririz. Hiçbir tarîkatta bu yoktur." Kâbiliyet: Yani biz müridin kalbini değiştiririz. Kelam-ı kibarda buyuruyor ki: Kâbiliyyet bizde olmazsa meşâyih neylesin.İster ise mürşidi olsun Muhammed Hazreti.Kâbiliyet veririz diyor. Ama senin bir kabın var. Kirlenmiş. Eskimiş. Daima yemek yiyeceğin bir kab. Veya senin için çok lâzım olan bir kab. Kirlenmiş. Paslanmış. Eskimiş. Bir tanesi tazeler o kabı. Taze kab verir. Eğer onun kıymetini bilirsen o kab artık eskimez de, kirlenmez de, paslanmaz da. Herhangi bir insan var ki kullandığı alet sanki taze alınmış gibi. Halbuki yıllar boyunca kullanmıştır. Bazısı da vardır ki, tezden eskitir onu. O verilmiş olan kabiliyet kalbimiz. Kalbimizi muhafaza ede-ceğiz. Onlar muhabbet vermekle veya onların himmeti nazarı. Manevî görevleri var. Hizmetleri var. Niçin?Türlü nimetler verir lâyık değilsem de benGönderir mimarını teztez bu dil-i  viranımaKirlenmiş, paslanmış bu kalbimi mühendisle düzeltir. Yıkılmış harap olmuş kalbimi. Bir mühendis nasıl imar ederse evliyaullah da benim kalbimi imar ediyor diyor. İmar etti, yaptı. Bütün çarığını çürüğünü paklâdı. Tamir etti, yahut ta tazeledi onu. Götürüp onu kirlettinse, bir imar eder, iki imar eder, bırakır onu. İşte ihvanlar ders tazeliyorlar ya, buna dikkat etsinler. Tabii bunların bir şüphesi oluyor. Yaparım diyor, yapamadığını anlıyor. Dersini çekmedi. Veya bir kusur işledi. Alırım yaparım diyor. Alıyor yine yapmıyor. Hizmetleri yapamıyor. Evet hanımlar için teveccüh yok ama teveccüh ile hatme birdir. Hatmede ne okunuyorsa teveccühte de o. Yalnız zâhir şeriat olduğu için. Hani bir erkek mahreminden başkasına el süremez. Teveccühte de ebyat (beyitler) okununca el sürülüyor. Onun için hanımlara teveccüh olmuyor. Hanımlardan da teveccüh yapan olsaydı o da hanımlara yapardı. Çünkü teveccüh erkeğin amelidir. Her tarîkatta da teveccüh yoktur. Haşa, estagfirullah. Biz bundan varlık duymayalım. Övünmüş olmayalım. Şeyh Efendimizin emri. Bize teveccühü emrettiği zaman (8-10) kişiye ders vermeyi emretmiş idi. Ama teveccüh emrini bu günahkâra verdi. Emir verildiğinde, yaz mevsimi idi. Köyde oturuyorduk. Gittik kimseyi bulamadık. Üç gün sonra Şeyh Efendimize gittik. Benden yaşlı olan onunla rahat konuşan arkadaşı, Şeyh Efendimizin ihvan kardeşi olan arkadaşı cevap verdi:- "Yapamadık."- "Niye yapamadınız?" dedi. Celallendi. O arkadaşı dedi ki: - "Kimseyi bulamadık."- "Beş kişi bulamadınız mı?" Beş kişi ile teveccüh olur. Şimdi o da değil. Teveccüh bize emredilince bizim üzerimize ağır bir yük. Yani bir dağ getirildi kondu. İtimat edin böyle. Yani demek istiyorum ki teveccüh herkese emredilmiyor. Bununla da biz övünmeyelim de. Emredilmişse yapmak mecburiyetindeyiz. Ama hanımlara yok teveccüh. Teveccühü hanım yapamadığı için hanımlara teveccüh yok. Fakat hatme ile teveccüh bir. Teveccühte beyit okunuyor. Eğer değişen bu ise hatmenin sonunda bunu da okuyun. Mühim olan feyiz almanızdır, feyiz almak içinde kalbi selîm olacaksınız. Kalbinizde olan bütün düşünceleri herşeyi çıkarıp atacaksınız. Hatmenin büyük amel olduğuna inanacaksınız. Hatmede silsile okunurken bütün ervahın geldiğine inanacaksınız. Başta Resulullah Efendimizin. Bütün Şeyh Efendilerimizin isimleri okunurken onların geldiklerine inanacaksınız. Zaten hadis de var, ayet de var, hatmenin hakkında:Peygamber Efendimiz, ashabına buyuruyor:- "Cennet bahçelerine girin. Meyvalarından yiyin."- Ya Resulullah cennet bahçeleri nerelerdir? Meyvaları nelerdir? Bu-yuruyor ki:- "Cennet bahçeleri zikir halkaları, meyvaları ordan almış olduğunuz feyiz, muhabbet."

Daha çok hadisler var. Daha çok ayet-i kerîme var.

Kelâm-ı kibarlar hep ayete, hadise dayanıyor. Divanda ne buyuruyor:

Nakşibendiler kurunca halkayı illlayı hu

Keşfolur arz u semâvât arş-ı âlâ hû çeker.

Hatmeye büyük bir amel olduğuna inanarak, kalbi selîmle oturmuşsanız ordan aldığınız feyiz, muhabbet sizin teveccühünüz işte.

Cezbe haktır. Cezbeye muhalefet olmaz. Cezbeyi inkâr küfürdür. Ama cezbenize sahip olun. Onların da günahına sebep olmayın.

Geçmeyenler bilmez çarh-ı çemberi

İçmeyenler bilmez âb-ı kevseri.

Cezbesi olmayanlar cezbeden ne anlar? Bilmeyince inkâra düşer. İnkâra düşünce günah olur.

Cezbe demek gayr-i ihtiyarî. İrade dışı demek. Cezbeyi inkâr eden kişiler gidip elini cereyana dokundursun bakalım. İnsan kendine hâkim olabilir mi? Bu zâhir cereyan öldürür insanı. Manevî cereyanda ayni zâhir cereyan gibidir. Yalnız öldürmez insanı. Ama iradesini alır. İradesiz hareketler yaptırır. Evliyaullah da madem ki Allah'ın sıfat nuru varsa bir mürid de onu görmüşse. Zâhiri görmese bile, rûhu görmüştür. İnanmak, sevmek, mürid olmak bu zaten.