"Fakir olmamak için çalışalım"

 9.6.1992

 

Allah aldanmışlardan etmesin. Herşeyin hayırlısını istiyelim. Zengin olmayı düşünmeyelim. Düşünmekle zengin olmayız. Ne kadar koşsak ne kadar çırpınsak zengin olamayız. Fakirlikten de korkalım. Bu zamanda fakirlik de çok zor. Her yolun ortası hayırlıdır. Ortası nasıldır? Fazlası da yok, eksiği de yok. Kimseye de muhtaç değil. İhtiyacından da fazla birşey yok. Fazla olunca da taşıyamıyor insan.

Yemede, içmede, eşyalarda bir sınır var. O sınırı taşırmamak lâzım. Ama taşırıyor insanlar. Avrupa'nın âletleri, Avrupa'nın yaşan-tıları, Avrupa'nın âdetleri gelmiş, girmiş içimize.

Yine de onlara gıpta ediyoruz. Biz onların neyine gıpta edeceğiz? Yaşantılarına değil, çalışmalarına gıpta edeceğiz. Dünyaya fazla çalı-şıyorlar. Allah da veriyor. Ama biz hem dünyaya çalışacağız. Hem âhirete çalışacağız. Çünkü dünya da müslümanın âhiret de müslü-manın. Onlar her ne kadar zenginler, varlıklılar. Daha sıhhatli oluyorlar ama onlar ehl-i dünya. Dünyada onların her istediklerini Cenâb-ı Hak verecek. Ama onların âhirette bir arzusu, isteği olmayacak. Âyet-i kerîme ne buyuruyor: "Müslümanlar o kafirlere imrenmeselerdi müş-riklere imrenmeselerdi Biz onların tavanlarını altından, tabanlarını gümüşten halk ederdik." Allah âlim tabii. Dünya zevkine düşen âhireti kaybeder. Cenâb-ı Hak: "Biz insanlarda bir tane kalp halkettik." İki tane halketmedik ki birine dünyayı koysun birine bizi.

Amel iki: 1- Bedenî amel, 2- Malî amel. Malî amel ne ile olur? Malî imkan var ise ne yapıyorlar? Âhiret için mi harcıyorlar kazandıklarını? İhtiyacından fazlasını âhiret için harcayan yüz tane zenginden on tane çıkmaz. Gayri meşru yerlere, kitaba, sünnete uymayan yerlere harcıyorlar. Allah'a şükür bunlar cemaâtimize değil. Bu zamanda zenginlik ateştir. Fakirlik de ateştir. İkisinden de korkalım. Fakir olmamak için çalışalım. Evvel beden ilmi sonra âhiret ilmi. Bir insan ihtiyaçlarını karşılamak için çalışacak ki ibâdetini yapabilsin. Zenginler için ne buyuruyor:

"Hevâ-yı nefsine tâbi olanlar, kande bulur darü'l-emânı"

Nefsinin arzusuna uyanlar, kabirde darlıktan kurtulamazlar.

Alamazlar özün nefsin elinden

Beşerdir ol dâim eyler ziyânı

Ömür cevheridir kadri bilinmez.

Sakın gafletle geçirme zamânı.

Ömür cevheri çok kıymetli, altından daha kıymetli. Bütün kıymetli madenlerden daha kıymetli. Allah nefse, şeytana uydurmasın. Sonumuzdan da korkalım. Allah sonumuzu hayır getirsin. Dün buraya enişteli kayınlı birisi geldi. Bir tanesi selam verdi. Diğeri selam vermeden geçti oturdu. Meğerse adam keşmiş. Hiç ayık değilmiş. Buraya sohbet dinlesin diye getirmişler. Önce ibâdete çok düşkünmüş. Şimdi kötü arkadaşlarının etkisi ile içkiye müptelâ olmuş. Geldi oturdu selam da vermedi. Yüzünde nur eseri de kalmamış. Çay geldi ona da ikram etmek istediler. Bir de baktık kayboldu. Epeyce de cemaat vardı. Kaçtı gitti. Onu getiren müteessir oldu. Hanımı  da gelmiş o da müte-essir oldu.

"Kişi, kişinin rahmanı, kişi kişinin şeytanı. Kişi refikinden azar." Bu da Peygamber Efendimizin hadisi. Burada bize olan uyarı: Müslüma-ların dört tane manevî düşmanı var. Hepsinden kötü olanda, kötü arkadaş. Manevî düşmanımız şeytandır. Buna, Allah yetki vermiş. Vesveseyi şeytan veriyor bize. Diğer düşmanımız nefs-i emmâremiz, şeytan ona öğretiyor vesveseyi, herşeyi aklımıza getirmeyi.

İnsan Allah'a, Peygamber'e inanmakla, huzur yapmakla, salavat getirmekle, şeytan vesvesesinden kurtulabiliyor. Gönlüne getirdiği birşeyi bakıyor ki kitaba sünnete uymuyor. Onun şeytandan oldu-ğunu biliyor. Nefsinin arzusu şeytana uyuyorsa günahı işletir. Allah'ın emirlerini yapıyorsa sevap işletir. Elimizde silah, euzu besmele, salavat, tevhîd.

Sizlere defalarca rahat oturun diyoruz. Emir adabın üzerindedir. Osmanlı padişahlarından birisinin dört tane veziri varmış. Vezirlerinden bir tanesini çok severmiş. Onunla çok muhabbet yaparmış, öbürleri de kıskanırlarmış. Padişah bunun farkında imiş. Bir altın işlemeli kıymetli bardağı varmış. Bir gün vezirin birisinden su istemiş, o bardağa doldurmuş, getirmiş. Padişah suyu içmiş sonra vezirine demiş ki, bardağı vur kır, kıramamış.

- "Efendim bu zât-ı âlinize mahsus bir bardaktır. Çok kıymetlidir. Ben kıramam" demiş. Sıra öbür vezire gelmiş. O da kıramamış. Üçüncüsü de kıramamış. Bu sefer o çok sevdiği vezirinden istemiş.

- "Şu bardağı kır" deyince, vurmuş kırmış. Padişah sormuş

- "Diğerleri bu bardağı kıramadı. Sen ne cesaretle bu bardağı kır-dın?" demiş.

- "Efendimiz bu bardak çok kıymetli, ama senin sözünden de kıy-metli değil" deyince Padişah:

- "Bakın anladınız mı, onu neden çok sevdiğimizi?" Evet emir, âdâbın üzerindedir.

Bu cemaâtin içerisinde, çok çok olsa diz çökülü oturmaya alışkın on tane vardır. Alışkın olmayanlar, üç dakika, beş dakika oturur dizleri ağrıyınca ne olur? Bir zahmet olur, azap olur. Bundan dolayı kaçar. Daha gelmez. "Oraya gidiyorum, dizlerim ağrıyor. Herkesten ayrı otursam olmaz, onlar gibi otursam dizlerim ağrıyor" der.

 

Sensin bize bizden yakın

Görünmezsin hicap nedir.

...           ...

Ben sana kulluk etmedim

Rah-ı rızana gitmedim

Hem fermânını tutmadım

Cürmüm ile geldim sana

Senden utanmadım hemân

Ettim günah gizli ayan

Vurma yüzüme el aman

Cürmüm ile geldim sana.

Hadd-i tecâvüz eyledim

Deryâ-yı zemmi boyladım

Malum sana ben neyledim

Ne yaptımsa ayan sana

Burada tecâvüz sınırını aşmak, deryâ-yı zem: Günah deryası.

"Cürmüm ile geldim sana." İsyanımla, günahımla geldim sana

Günahını bilmek gibi bir kurtuluş yoktur. Kim günahını bildi, Allah'ın azâmetine sığındı ise, o kurtuldu.

Kuddusî isyânda şedid

Amelde bir battal pelid

Lakin senden kesmem ümid

Cürmüm ile geldim sana.

Çok şükür, bin şükür, nihayetsiz şükürler olsun.