"Allah'a itaat eden mes'uttur."

 17 Mayıs 1991

 Kur'ân-ı Kerîm'de tövbe âyeti var. Eğer bu belâ bozulmasaydı Allah bize tövbe âyeti göndermezdi. Allah âlim, Allah kâdir.Tövbe âyetinde Cenâb-ı Hakk'ın bize hem emri var. Hem de müjdesi var. Bu âyette Allah-u Teâlâ "Kulum tevbe et." diyor. Sonra da müjdesi var. "Tevbeni kabul edeceğim" diyor. Madem ki biz dünyaya gelmiş isek "Elestü bi rabbiküm" fermanına "belâ" demişiz. Ama bu belâ bozulmuş. Bu belâyı tekrar meşâyih huzurunda tazeliyoruz. Tarîkata girince tazeleniyor. Onun için bakınız: Kabul ettin mi, diye sorulunca, KABUL ETTİM diye. Kabul kelimesi illa kullanılacak. Bir mürid illâ kabul ettim diyecek. O zaman hem ahd-i misaki tazeleniyor. Hem de vuslata müjdeleniyor.

Vuslat: Allah'tan gelen ruhun Allah'a ulaşması. Tebşir, müjdedir. Bu ruh milyonlarca sene önce halk edilmiş. Nerelerde kalmış? Nerelerde yaşamış? Nerelerden geçmiş gelmiş bunu biz bilmiyoruz. Sâlih Baba buyuruyor ki:

Dolanıp âhiri bu hana geldim.

Handan mana: Bu dünya.

Nebiler olsun, velîler olsun, müslümanlar olsun. Bunlar göklere git-ti mi? Gitmediler. Hz. İsa sağ iken göğe çıktı. Karun Aleyhi'l-lâne de sağ iken yere battı. Karun kimdir? Hz. Musa'nın ümmetinden birisi. O yere battı. Aile efradı ile, malı ile beraber yere battı. Kıyamete ka-dar yerin dibine gidiyor. Hani yedi kat yerler var ya. Bunun da sonu yoktur. Yedi kat semâya çıktı. Cebrail orada kaldı. Ondan sonra Peygamber Efendimiz yine gitti. Ne kadar gitti, ne kadar gitti. Cebrail orada kaldı. Bakınız: İnsanlarda nefis var, ruh var. Nefsimizi çok beslemiyelim. Çok da aç koymayalım. Nefs köpek tabiatlı imiş. Ruh koyun tabiatlı imiş. Köpek beslendikçe semirir. Zayıf düşerse sakinleşir. Ne kadar tavlansa o kadar azgınlaşıyor. Koyun da ne kadar tavlanırsa o kadar mülâyimleşiyor. Hareketi duruyor. Ne kadar zayıflarsa o kadar hareketi artıyor. Onun için nefsimizi beslemiyelim. Azgınlaşırsa bize saldırır. Bize en büyük zarar nefsimizden geliyor. Günah işliyoruz. Nefsimiz işletiyor bu günahı. Rûh haşa, haşa günah işlemez. Rûh bundan mahsun oluyor zaten. Rûh asla ve asla Allah'a isyan etmez. Rûh Allah'a itaat etmek ister.   Rûh cesedin emrinde. Rû-hu nefsin emrinden kurtarmak lâzım. Kurtaracağız. Bir evliyaullah'a teslim edeceğiz. O zaman rûhu nefsin elinden kurtarmış oluruz.

Allah hepinizden râzı olsun, Allah rızası olan amelleri işlememizi nasip etsin. Allah rızası olan nimetlere mazhar kılsın. Biz aldanmayalım. Rızası olan nimetler hangileridir? Dünya nimetleri vardır ki aldatır bizi. Ahiret nimetleri geçici değildir.  Âhiret nimetleri haktır ama cennet nimetleri çoktur. Cennet nimetlerinin en ufağı dünya nimetlerinin en kıymetlisinden daha kıymetlidir. Böyle olduğu halde cennet nimetleri de bir şey değil insanlar için. Bizim için nimet, ruyetullah  Allah'ın cemâlini görmek. Allah cemâlini kime gösterecek? Razı olduğu kullarına gösterecek. Allah hangi kulundan râzı olacak? Tam mânâsı ile Allah'a teslim olan, tevekkül eden kulundan râzı olacak. Her şeyin Allah'tan geldiğini biliyor. Hastalığın da Allah'tan geldiğini biliyor râzı oluyor. Fakirliğin de Allah'tan geldiğini biliyor, râzı oluyor. Zilletin de Allah'tan geldiğini biliyor, râzı oluyor. Bu dünyada ne kadar mihnet, meşakkat varsa hepsinin Allah'tan geldiğini biliyor râzı oluyor. Allah işte o kulundan râzı oluyor. İlmi ezelide Allah ruhlarımızı halk etmiş. Belâ demişiz bir de ayrıca "vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanı var ya ona inanacağız. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Sizi dünya âlemine göndereceğim. Benim rızamı kazanmanız için sizin tepenizden aşağıya belâmı, çilemi yağmurlar gibi yağdıracağım." "Yarabbi kimden gelecek" diye ruhlar soruyorlar. "Senden gelecek bize hoştur" diyorlar. Onlar da ehl-i huzur oluyorlar.

Allah hepinizden râzı olsun. Allah arzunuza ulaştırsın. Allah iki cihanda azîz etsin. Allah dünyada âhirette eyvah! eyvah dedirtmesin. Dünyanın da eyvahı vardır. Ama geçicidir. Dünyanın eyvahı nedir? Düşünmeden danışmadan istişare yapmadan, bir iş tutar. O işten bir zarar görür. Eyvah ben bu işi filanca kimseye sorsaydım zarar görmezdim der. Veyahutta vücuduna bir yerde tehlike gelecektir onu ihmal etmiştir. Veya vücudunu, sağlığını soğuktan, sıcaktan korumayı ihmal etmiştir. Eyvah dikkat etmedim de bu kaza geldi başıma der. Ama bunlar geçer. Gerçi ne kadar tedbir alırsanız alın, kaza gelince gelir. Yalnız say ve tedbir de Cenâb-ı Hakk'ın emri. İnsanlar say'ından mesuldürler. Hatta iki türlü mesuldürler. Birincisi şudur ki eğer say'ında eksiliği olursa günah işlemiş olur, küfre gitmiş olur. Bundan korkmak lâzım, Allah'a sığınmak lâzım. Bir de var ki, say'ından benlik gelir. Gurur gelir, say'ını alır, say'ını yapar. Amelini işler, amelinden dolayı ona bir gurur gelir, marifeti olur, ticareti olur. Ticaretinden dolayı bir gurur gelir. Ben iyi bilirim. Ben iyi yapıyorum diye düşünür de, benlik, gurur gelirse bu da iyi değil. Onun  için Cenâb-ı Hak sa'yımızı rızası olan amellerde, rızası olan yollarda harcamak nasip etsin. Cüz'i irademizi Cenâb-ı Hak, küllî iradesi ile sarfettirsin. İradeyi elimize vermiş ama, cüz'i iradeyi, küllî iradeye bağlarsak aldanmayız. Cüz'i iradeyi küllî iradeye bağlamazsak aldanırız. Cüz'î irade farz insanlara, say farz insanlara, say'ından eksiklik bırakırsa, Allah'a isyan etmiş olur. Ama her şeyi de say'ından bilirse bu sefer de onda benlik, gurur, kibir olur. Gurur, benlik, kibir de şeytanî bir özelliktir. Şeytan: Gurur ve kibirinden dolayı Cenâb-ı Hakk'ın dergâhından kovuldu. Gururundan dolayı reddedildi. Onun için çok şükür, bin şükür. Allah bizi müslüman halk etmiş. Daha bundan büyük nimet olur mu? Evet bizim için Cenâb-ı Hak çok nimetler vermiş. Bilhassa bize sağlık vermiş, vücut varlığı vermiş. Gözümüz, dilimiz, kulağımız, ayağımız bunlar bizim için nimet. Bunlardan daha önemlisi de müslüman olmamız. Bir insan çok sağlıklı olduğu halde müslüman değilse, onun sıhhati, sağlığı dünyadadır. O sıhhat âhirette onu kurtarmaz. Bizim için sıhhatimizden daha önemli olan imanımız, sıhhatimizi imanımıza göre değerlendirelim. Biz dünyaya niçin geldik? Rabbımızı bilelim. Cenâb-ı Hakk'ın bizim için halketmiş olduğu nimete mazhar olalım. Evet Cenâb-ı Hak bizim için dünya nimetleri de halketmiş. Ancak dünya nimetlerini âhiret nimetlerini kazandırmak için halketmiştir. Eğer âhiret nimetini kazanamazsa insan dünya nimeti onun için nimet sayılmaz. Bu dünyada insan yeme, içme, giyinme olarak nelerden faydalanıyorsa, hepsinden mesuldür ve memurdur. Hepsinden mesut da olacak, mesrur da olacak. Bir insan Allah'ın vermiş oduğu bu nimetleri ancak imanı ve ameli ile değerlendirir. İnancı ve ameli olursa bütün bu nimetler ona şefaatçi olur. Mesut olur. Eğer inancı ve ameli olmazsa bütün bu nimetler ona şikâyetçi olur. Bu mesuliyet kendi elimizdedir. Kendi kendimizi mesut da ederiz, mesul de ederiz. Bu da ne ile olur? Allah'a itaat eden mesuttur. Allah'a isyan eden mesuldur. Bu hem dünyada hem âhirette vardır. Ama bizim için önemli olan âhiretteki mesuliyet ve mesruriyettir. Onu düşünmek lazım. Onu kazanmak lâzım. Onu elde etmek lâzım. Dünyaya bir defa geldik. Bir daha gelmeyeceğiz. Ahirette eyvah tükenmez, bakınız bi-zim devamlı virdimiz olan Nebe Suresinin, Amme Suresinin, son sayfasını okuyoruz. Onun son âyetinde ne buyuruyor. Cenâb-ı Hak "ve yekulul kafiru yâ leytenî küntü türâbâ" burada kafirler olarak geçiyor ama. Sadece kafirler mi azap görecek. Ne diyorlar: Yarabbi sen bizi keşke toprak halketseydin de bu azabı görmeseydik diyorlar? Müslüman inancını yaşamamışsa onun da azabı vardır. O zaman inanç kâfi gelseydi hep inananlar cennete giderdi. Amelsiz inanç kurtarmıyor. Allah'a şükür bizi inananlardan halketmişse amelimiz de olacak. Amelsiz inanç neye benziyor? Peygamber Efendimizin emridir bu. Mum ışığına benzer. En ufak bir rüzgar esse, yağmur yağsa söner. Amelli iman ise bir camın içerisinde yanan lambaya benzer. Zaten öyle amel ve iman birleşmezse kurtaramayız. İman demek inancımız. Amel demek, inancımızın tatbik edilmesi demek. Bu da İslâmın şartları, amentünün şartları. Bu şartları sadece söylemek de-ğil. Bir de kalbine indirmek lâzım. İslamın 5 şartı var. Bunu sadece bilmek değil işlemek lâzımdır.

Her gördüğün  Hızır bil.

Her geceyi kadir bil

Fırsatı ganimet bil.

Bütün insanları kendinden üstün görsen de bir insansın o da bir insan. Sen de bir beşersin. O da bir beşer. Sen de de bir vücut var, onda da bir vücut var. Fakat sende bir nefis var. Onda da bir nefis var. Bütün insanlar nefis taşıyorlar. Bütün insanlar ruh taşıyorlar. Bunların bir de kalpleri var. Ama Cenâb-ı Hak ne buyuruyor: "Biz insanların boyuna, güzelliğine, zenginliğine, soyuna bakmayız." Çünkü Cenâb-ı Hak Âlim. Alimden zâlim de halk ediyor. Zâlimden âlim de halk ediyor.

Nuh Aleyhisselam'ın oğlu babasına inanmadı bir Peygamber iken. Mevlânâ'nın iki oğlu vardı. Birisi babasına inandı. Birisi inanmadı. Şems'i şehit edenlerin içinde idi o da zâlim oldu tabii. Mevlânâ o biçim âlim iken oğlu zâlim oldu. Nuh Aleyhisselam insanların ikinci babası iken oğlu inanmadı. Boğuldu gitti. Cenâb-ı Hak: "Biz insanların kalplerine nazar ederiz." buyuruyor.

Kimin kalbi sağlam, kimin kalbi dürüst, kimin kalbi daha dürüst kim bilir? Bunu kimse bilmez. Yalnız bu zamanda bir de var ki amelsiz kalp temiz olmaz. Ameli yok bir insanın benim kalbim temiz diyor. Hayır o da kendini aldatıyor. Çünkü kalp temizliği ne ile olur? Şeriat, tarîkat ile olur. Şeriatı olmayanın  kalbi hiç temiz olmaz. Cismi de, cesedi de te-miz olmaz. Şeriatı var da tarîkatı yoksa onun cesedi temiz ama, kalbi temiz olmayabilir. Temiz kalb hangisidir:

Haset, kibr ü riyâdan geç.

Bir de :

Yakın olma haset kibr ü gurura

Düşün ne götüreceksin kubûra

Hep insanlar öleceğiz, tekrar dirileceğiz. Rabbımızın huzuruna çıkacağız. Hesap vereceğiz orada.

Ne yüz ile varacaksın huzûra.

Şeytan: Kibrinden, gururundan, hasetinden dolayı Cenâb-ı Hakk'ın huzûrundan kovuldu. Sende de olursa sen de kovulmuşsun.

Daha ne yüz ile çıkacaksın huzûra.

Yakın olma haset, kibr ü gurura

Ama bir insan müslüman olmakla, islamın şartlarını yaşamakla, amentünün şartlarını yaşamakla, inanmakla hasetten, kibirden, gururdan kurtulmuş olur mu? Olamaz. Az da olsa vardır. Azından da korkmak lâzım. Zaman zaman o az çoğalır. Küçük de büyüyor. Herşey küçükten büyüyor. Azlar birleşe birleşe büyüklerini meydana getiriyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Küçük günahlardan da sakının. "Küçük günahların birleşmesi ile büyük günahlar meydana gelir. Büyük günahlara sevkeder."

Haset nedir? Benim olsun onun olmasın. Her ne olursa olsun, amel olarak, malî olarak vs. Benim oğlum okusun tahsilli olsun onun ki olmasın. Veyahutta benim oğlum okumadı da onun oğlu okudu. Fakülte bitirdi. İş yerinde ben kâr edemedim de o kâr etti. O sıhhatli yiyor, içiyor da ben hastayım. Bunlar nedir? Bunlar istememezlik. Haset, kibir, gurur. Bunlar şeytanın sıfatları. Bunlardan tamamen temizlenmemiz lâzım. Bunlardan tamamen temizlenmek için, kalbimizi zikre vermemiz lâzım. Zikrullah ile Allah ile meşgul etmemiz lâzım kalbimizi. Çünkü bakınız kelâm-ı kibarda:

Eğer âşık isen yâra

Sakın aldanma ağyâra.

Bizim hakiki yârimiz Allah'tır. Niye, bizi yoktan var etti. Bize rızık veriyor. Bize sıhhat veriyor. Bize iman vermiş. Bize cennet halketmiş. Bize cemâlini gösterecek. Bizi sevgili habibine ümmet etmiş. Bizi habibinin şerefi ile şereflendirecek.

Elhamdülillah, cismimiz, cesedimiz temizdir inşallah. Bir ibâdetimiz var. Namazımız, abdestimiz, gusulümüz var. Mümkün olduğu kadar günahlardan sakınıyor, sevap işliyoruz. Mümkün olduğu kadar haramlardan sakınıyoruz. Mümkün olduğu kadar şerlerden sakınıyo-ruz. Şer, günah, haram. Bunlar müslümanda olmaz. Bunlar kâfirde olur. Müslüman inanmışsa, inancını yaşayacaksa, günahtan da kaçı-nacak, haramdan da kaçacak, şerden de kaçacak. Buyurmuş ki:

Savm, salat, hac ile sanma biter zâhid işin

İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfân imiş.

İrfân: Bir ilim ama öyle bir ilim ki gâib ilmi. Satır ilmi değil. Satır ilminde çok âlim olur, ilmi ile amel işlerler. Fakat ne de olsa, onda bir menfaat, maddiyat olabilir. İnsan müslüman olmakla maddiyattan, menfaattan geçmiş olamaz ki geçmiştir veya geçmemiştir; onu ancak Allah bilir. Ama belli eder mi? Eder. Kendisini zâhirde belli eder. Bu zamanda bu da karışmış. Kim maddiyatçı kim maneviyatçı o da bilinmiyor. Çünkü hayır-şer karışmış. Helal-haram karışmış, günah-sevap karış-mış. Biz adamın içini bilmeyiz. Görünüşte şer işliyormuş gibi olur. Bu zamanda şer işlenir. Büyük hayırı yapmak için ufak şer işlenir. Bu da nedir? Zamana göre şerrin küçüğünde hayırın büyüğünün aranması vardır. Kitapta-sünnette, islamiyette bu vardır. Şerrin küçüğünü işler, hayrın büyüğü gelsin diye. İşte biz onun için bilemeyiz. Bakarız ki adam şer işliyor, o şerri işlemesindeki maksadı nedir? Onu bilemeyiz. Bir ufak şer işler, ondan büyük bir hayır elde eder veyahutta ondan   insanlar yararlansın diye. Yani bir insana ufak bir zarar verir. O insan şerli bir insan olur. Ona vermiş olur. Bütün insanlara bu sefer hayır etmiş olur. Bir de bu zamanda hayrın küçüğü vardır. Dikkat: Hayırın küçüğünde şerrin büyüğü aranmaz. Bakarsınız insan hayır işliyor. Ama bu hayırın işlenmesinden şerrin büyüğü geliyor, bu işlenmez. Misal, bir işyerinde makam, mevki  sahibi bir kişi, niyeti müslümanlara hizmet görmek, memlekete, devlete hizmet görmek. Ama orada ufak bir şerri işlemezse, onu makamında bırakmayacaklar. Atacaklar. O ufak şerri işler ki, ben burada kalayım. Yine müslü-manlara, devlete bir faydam olur diye. Onun için buyuruluyor ki: "Biz insanların boyuna, soyuna, asâletine, güzelliğine bakmayız. Kalbine bakarız." buyuruyor. Öyle ise kimse kimsenin kalbini bilmez. Bilenler de söylemez. Ancak velîler bilirler. Velilere bildirir Cenâb-ı Hak. Ama söylemezler. Niçin söylemezler? Onlar Allah'ın sıfatı ile sıfat-laştıkları için, Resulullah'ın sıfatları ile sıfatlaştıkları için söylemezler. Bizim gördüğümüz ayıpları onlar gizlerler. Bir de şöyle buyuruyor: "Âlâyı, ednâyı seçmek, mürşid-i kâmilin kârı değildir." Yani sen iyisin sen kötüsün demezler. Mesela: Zamanında bir İrşadî Baba  varmış. Meşâyihlerden imiş. Bayburt'ta bu zat tütün içermiş. Uzun bir çu-buğu varmış. Ona basıyormuş, içiyormuş. Ama büyük bir meşâyih. Onun zamanında bir Oflu Hoca varmış, âlim, ilmi ile çok ilerde. O hoca bunun çubuğuna itiraz ediyormuş. Evliyaullah'ı insanlar ilme'l-yakîn, ayne'l-yakîn, hakke'l-yakın bilirler. Bu ilme'l-yakîn bildiği için tütünün çubuğuna itiraz ediyormuş. Diyormuş ki: "Senin her yönün, her hâlin velîliğe uygun. Ama şu çubuktan dolayı ben senin velîliğini, velâyetini ısbat edemem" diyormuş. "Her hareketin, her sözün, yaşantın tam manası ile velî ama bu çubuğu içiyorsun. Onun için ben sana velî diyemem." E! Bir âlim de, bir âleme mukabildir. Meselâ tarîkatta da böyle. Bir tane tahsilli kültürlü bir müftü veya bir kazanın imamı veya kaymakamı veya bir doktor, bunlardan bir tanesi, ümmî olan bin tanesine, onların bin tanesine karşıdır. Bu da bir hoca. Bir çok etrafı var. İrşadî Baba'ya karşı böyle düşününce, birçokları onun etkisinde kalıyor. Bunun velî olduğuna inanmıyorlar. Zâhirde de bir merhabaları varmış. Sohbet ederlermiş. Yüzüne de söylemiş, bu çu-buğu içmezsen ben senin velîliğine inanacağım. Ama bu çubuğu içti-ğin için ben sana velî diyemiyorum demiş. Buna rağmen İrşadî Baba demiş ki:

- "Hocam ben ölürsem, beni sen yıka" demiş. Hoca da:

- "Bakalım nasip olursa yıkarız. Bakalım nasip olacak mı?"

Hikmet-i ilahi, vefat etmiş. Hoca bulunmuş. Bulunmasa da zaten vasiyet üzere bulunup getirilecekti. Hoca cenazeyi yıkarken bakıyor ki cenazeyi sağa döndermek istiyor kendisi dönüyor, sola dönder-mek istiyor kendisi dönüyor. Afedersiniz taharet yaptırmak istiyor. Elini tutup çekmiş. Bu sefer Hoca ağlamış.

- "Ey gidi İrşadî Baba. Bir çubuğun arkasında sen kendini gizledin de biz seni bilemedik."

Onun için zâhirde bir insanın ufak bir kusuru olur. Bir insanın da iyi tarafı olur. Ona da iyi diyemeyiz, ama ne yapacağız? Ancak herkesi kendimizden iyi görmemizde fayda vardır. Kelâm-ı Kibarda:

Firak-ı yâr ile ah u enin ol

Ayaklar altında zir ü zemîn ol.

Bu da bu kelâma işaret ediyor ki:

Her gördüğünü Hızır bil

Her geceyi Kadir bil.

Her geceyi Kadir gecesi gibi ihya et. Zaten öyle her geceyi Kadir gecesi gibi ihya edenler, Kadir gecesini bulmuşlar. Ama nasıl rastlamışlar. Yaz, kış, seferde, hazerde, hasta da olsa, yorgun da olsa, nedir bu (Kadir gecesi gibi ihya):

İmsaktan evvel kalkıp dört rekat teheccüd namazımızı kılıp zikir yapmak. Allah'ı zikretmek. Kadir Gecesi'ni ihya etmek böyle olur. Taş mı taşıyacak veya bir işlem mi  yapacak. Ticaret mi yapacak değil. Amel işleyecek İmsaktan önce. Kelâm-ı Kibar:

Geceler uykudan uyan

Gizli sırlar olsun ayân

Mahrum olmaz Allah diyen

Mahrum kalmaz Allah diyen

Yalvar kul Allah'a yalvar.

Her geceyi Kadir gecesi bilmek bu. Ama senenin bir gecesini terketmiyecek. Bir gecesini kaçırmayacak. Bir gecesini kaçırırsa Kadir gecesini bulamaz o.

Her gördüğünü Hızır bil.

Herkesi kendinden üstün gör. Sen gerçeği bilemezsin. Kimde ne var? Kimde ne yok. İbrahim Hakkı Hazretleri ne buyurmuş:

Zâhiri bâtın bil, bâtını zâhir

Olmak ister isen bu yolda mâhir

Harâbât ehline hor bakma şâkir

Defineye mâlik virâneler var.

Define: Hazine, altın.

Meselâ: Bir arazi vardır, otlağı yoktur, ağacı yoktur, çöldür. Ka-yalık, orada bir define, hazine vardır. Veyahutta zamanında, otel, ev veya köşk olan bir bina yıkılmış, harap olmuş. Fakat orada da bir define olabilir. Zâhirde de insanlara bakarsınız ki ameli yoktur. Veya amelinde eksikliği vardır. Veya ameli var da eksikliği vardır. Veya ameli var da mülevves bir ameli var. Beğenmezsiniz onun amelini. Sözünü beğenmezsin. İşini beğenmezsin. Pejmürde görünür. Onun inancı senden sağlam olabilir. Kalbi senden sağlam olabilir. Onun için.

Defineye mâlik virâneler var.

Onun için ki:

Her gördüğünü Hızır bil

Herkesten kendini aşağı gör.

Fırsatı ganimet bil.

Fırsat nedir bizim için? Dünyaya bir defa gelişimiz. Fırsat nedir? Bizim sıhhatimiz.  Fırsat nedir? Gençliğimiz. Allah'a şükür. Cemaatimiz hep genç. Kırk ile altmış yaş arası orta çağ, altmış yaşından sonra ihtiyarlık başlıyor. Burda saysanız on kişi ancak altmışın üzerindedir. Bu da sizin için bir fırsattır, kaçırmayın. Allah ömür verirse siz de ihtiyar olacaksınız. Ümidimiz var. Belki ihtiyar oluruz. İşte gençiliğimizin kıymetini bilin. Biz bu dünyaya gelmeden, milyonlarca yıl önce rû-humuz halkedilmiş. Bunu Cenâb-ı Hak ilm-i ezelide halketti. Ve elestü bi rabbiküm fermanını verdi. Biz de belâ dedik. Bu insanların hepsi rûh taşıyorlar. İnananlar veya inanmayanlar bir rûh taşıyorlar. Bu rûhsa Allah'tan gelmiştir. Cenâb-ı Hak: "Biz Ademi halkettik, kendi rûhumuzdan rûh üfledik." buyuruyor.

Hepimiz âdemiz. Hepimiz Âdem'in evlatlarıyız. Hepimize o ruh üflenmiş. İnanan, inanmayan, ecnebiler de yetmiş iki buçuk millet. Hepsi onun evladıdır. Hepsi âdemdir. Fakat bunların hepsi belâ dememiş.

Eğer bu "belâ" bozulmasaydı tövbe âyetini de göndermezdi