"Zâhirin halk ile, bâtının Hak ile olsun."

 18 Mayıs 1991

 Sizlerden hep hicap duyuyorum ki bildiklerimizi söyleyemiyoruz. Layık değildik ama, görev varsa, verilmişse görülecek. Meselâ: İs-tanbul'dan gelirken İstanbul ihvânı üzüldü. Ankara ihvânı sevindi. Şimdi buradan giderken Ankara ihvânı üzülüyor, ama Erzincan ihvânı bekliyor. Onlar da bekliyorlar. Ama Allah onların da, sizin de hulusunuzun, ihlasınızın bârını, meyvasını yedirsin. Bilmiyorum bu günah-kârdan ne istiyorlar? Anlamıyorum. Allah arzunuza ulaştırsın. Bir maddiyet yok, bir menfaat yok. Allah için birbirimizi tanıdık. Allah için birbirimizi sevdik. Allah bugünlerimizi aratmasın. Evvelâ size, sonra bize Cenâb-ı Hak hayırlı ömürler ihsân etsin. İtimat edin, inanın ben ömrü, ben sıhhati sizler için istiyorum, ihvânlar için.

Sâlih Baba'nın bir emri vardır:

Üç kerre doğdum aneden

Kurtulmadım efsâneden

Usanmışam bu hâneden

Bu hâne ikidir: Bir dünya hânesi, bir de gönül hânesi.

Hânesinden usanmak. Dünyanın hiçbir şeyinden tat, zevk alamamak. Yine bir Kelâm-ı kibar da var:

Ne bir zevk-i halâvet var

Ne bir zikr-i ibâdet var.

İbadet ve zikir olmaz mı? Olur ama bizim tarîkatımızda şuğl-u bâtı-nî olduğu için. Hep amelini şuğulsuz yapmak ister. Onu da yapama-dığı için zikrinden de tat alamıyor.

Bir de gönül hânesi ki: Gönül Allah'ı anacak yerdir. İster ki daima Allah ile meşgul etsin gönlünü. Allah aşkına dûçâr olan kimse, onu bulamayınca ondan da usanır. Başka bir kelâm-ı kibarda:

Görün Sâlih bî-hemtâyı gezerken kûhu sahrâyı

Gönül buldu dilârâyı bu kavgayı neder yâ Hû.

Dilârâ: Burada gönül aradığını buldu. Gönül neyi arar? Allah'ı arar. Ancak Allah ile doyar, Allah ile huzur bulur, Allah ile sefâsını duyar ki zaten Cenâb-ı Allah öyle buyuruyor: "Sizin kalbiniz ancak zikrullah ile mutmain olur" doyar.

Başka bir şeyle doymaz.

Âlim de olsa, cahil de olsa, zengin de olsa, fakir de olsa, velî de olsa, nebî de olsa, bunların dünyalarında iki cihetleri olduğu için, bunların her ne kadar dünya ile ilgileri olsa bile, Allah'tan ve Resulullah'tan hiç ilgileri kesilmez. İşte zâhiriniz halk ile bâtınınız Hak ile olsun buyururlar ya. Ancak onlara mahsustur. Zâhiri halk ile bâtını Hak ile olmak. Biz olamayız. Ama biz de olmak için çalışacağız. Zamanla tedricen tedricen bir himmet olursa elde ederiz. Hizmetimizde salih olursak elde ederiz. Sâdık olursak elde ederiz. O oluncaya kadar veya tecelli edinceye kadar çetinlik vardır. Çetinlik şudur:

Hep hataların büyüğü hubb-u dünya bilirem

Onu terketmek de güç sevmek de güç.

Bütün hataların büyüğü dünya sevgisi. Dünya muhabbeti. Hadîs-i şerîfin meali bu.

Bu böyle olduğu halde, dünyayı sevmek de güç, sevmemek de çetin. Sevmek çetin ki, dünyayı sevmenin sonu Allah korusun ehl-i nâr; yemesi, içmesi, yaşaması için dünyayı düşünecek. Dünya ile ilgisi olacak. Allah bütün müslümanları ehl-i dünya etmesin. Dünya sevgisini, dünya muhabbettini gönüllerine sokmasın Cenâb-ı Hak. Dünyayı sevmemek, çalışmamak değil; kazanmamak, harcamamak değil. Kararınca çalışmak, kararınca harcamaktır. Cenâb-ı Hak: "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz." buyuruyor.

Evvelâ: Beden ilmini uyguluyoruz. Bu dünyaya çalışmak, ama helâlından, emir hududunda. Kitaba, sünnete uyarak, kitap, sünnet dahilinde, şeriatımızın, tarîkatımızın dahilinde.

Malumunuz, Reşâhat'ta yazdığı gibi Hâce-i Ahrar Hazretleri çok zengin imiş. Bir seyyah derviş gezermiş. Duymuş O'nun namını. Bir köye uğramış.

- "Bu köy kimin?" demiş.

- "Hâce-i Ahrar Hazretleri'nin" demişler. Öbür köye uğramış.

- "Bu köy kimin?"

- "Hâce-i Ahrar Hazretleri'nin" demişler. Dergâha gidinceye kadar ki köyler hep onun imiş.

Bu dervişin gönlünden itiraz kaynamış.

- "Böyle meşâyih olur mu? Böyle şeyhlik olur mu? Dünyayı zaptetmiş bu" demiş. Neyse dergâha geliyor. Misafir oluyor. Yiyiyor, içiyor, ama gönlündeki itiraz kaynıyor. Hâce-i Ahrar Hazretleri der-vişe diyor ki:

- "Derviş baba biraz gelir misiniz?" Dervişin de bir merkebi ile boh-çası varmış. Tekkede bırakmış. Beraber gezmeye çıkmışlar. Epeyce yol almışlar. Bir kaç tane köy geçmişler. Akşama kadar yönlerini değiştirmeden bir başka köye giderek yola devam etmişler. Sonra Hâce-i Ahrar Hazretlerine sormuş derviş:

- "Efendim nereye gidiyoruz?"

- "Seninle beraber gideceğiz" diyor.

- "Efendim benim merkebim ile bohçam tekkede kaldı, gidip alayım geleyim mi?"

Mübarek demiş ki:

- "Ben, beraber gördüğümüz bu kadar köylerden, tarlalardangeçtim de; sen, bir merkepten geçemiyor musun?"

 O zaman derviş ayılmış. Ayaklarına kapanmış. Özür dilemiş. Ha! demek ki bu kadar servetin, benim bir merkebime olan sevgim kadar sevgisi yok diye düşünmüş.

Evet, evet onun için, huzur sahibine, râbıta sahibine makam oluncaya kadar çetinlik vardır. Bir taraftan ister ki, daima râbıtası olsun huzuru olsun. Bir taraftan dünya, dünya düşünceleri meşgul eder.

Bir insanda tamah olursa çok zor. Allah cümlemizi tamahtan korusun. Hırstan korusun. Amin! Tamah olursa, kazanç doyurmaz, mal doyurmaz. Ne kadar kazansa daha çok kazanmak ister. Ne kadar zengin olsa daha çok almak ister. Hep dünyayı düşünür. Kelâm-ı kibarda geçer:

Kimisi cem-i mâl içre kimi fakr-u melâl içre

Kimi ceng ü cidâl içre bu esrârı nemî-dânem

Bu insanların kimisi, (cem-i mal) mal yığar. Zengin olmak istiyor. Ne kadar malı artsa yine doymuyor. Kimisi de fakirlik (fakr-i nâr) içerisinde kavruluyor. Kimisi de (ceng ü cidâl) vurmakta kırmakta. Onun bunun malında gözü var, cabbarlıkta. Adamın hem malını alıyor, hem öldürüyor. Bir de şöyle geçer:

Kimi Allah'ı zikreyler kimi malını fikreyler

Kimi hâline şükreyler bu esrârı nemî-dânem.

Şu hâlde, haşa yanlış anlaşılmasın, Allah'ı zikredenlerden değiliz. Allah'ı zikreden hiç Allah'ı unutmaz. Malını düşünüp, dünyanın peşinde koşanlardan da değiliz. İnşaallah biz hâline şükredenlerdeniz. Allah'a şükür elhamdülillah. Allah bizi müslüman halketmiş, şeriatımız var, tarîkatımız var. Az da olsa amelimiz var. Tarîkatta hizmetimiz var. Kul Allah'ın, nimet Allah'ın. Kul çalışırsa Allah kuldan nimetini esirgemez. Kula Allah'ın çok nimetleri vardır. En büyük nimeti de Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanıp, cemâlini müşâhade etmek. Bunu da insanlar çalışmakla elde ediyorlar. Bir taraftan, şükredin, bir taraftan zikredin, bir taraftan da fikir. Terakkimizde bu üç şart var.

Şükür: Nimetimizi artırır.

Fikir: Bizi Allah yolundan, Resulullah yolundan kaydırmaz. Fikir nedir? Her işimizi, her sözümüzü tarîkatımıza tatbik etmek, kitaba, sünnete tatbik etmek. Her sözü düşünerek konuşalım. Düşünmeden yapmayalım. Beşeriz, şaşarız. Yanlış konuşuruz, yanlış yaparız. Yan-lış nedir? Sözümüz, işimiz kitaba, sünnete uymazsa yanlış odur. Düşünerek konuşalım. Düşünerek iş yapalım ki, sözümüzde ve işi-mizde yanılmayalım. Tarîk-i müstakîmden kaymamak için, fikrimiz olacak, tefekkürümüz olacak.

Zikir: Mümkün olduğu kadar sa'yımızı sarfedelim de, gafletimizi azaltmaya çalışalım. Azalınca giderek gaflet zâyi olur. Bu ne demek? Çalıştığın zaman, oturduğun zaman, yediğin, içtiğin zaman hatta uykuda da Allah'ı unutmazsın. İşte o zaman bizim hâlimiz makam olu-yor. Kabız hâli var. Basıt hâli var.

Kabız hâli: Gaflet hâlidir.

Basıt hâli: Ayık hâlidir. Bunlar vardır bizde. Nöbetleşirler, gider gelir. Biz buradaki nöbetleşmede kabız hâli geldiği zaman atmaya çalışalım. Basıt hâli gelince de meşgul olalım. Eğer biz bunu kendi hâline bırakırsak sa'yımızı yapmamış oluruz. Say bizim için çok önemlidir. Ta ki bir noktaya kadar, o nokta nedir? Yani kendimizi zorlayacağız ki, arıza olmasın. Gaflet olmasın. Binbir meşakkat karşı-sında Allah'ı unutmayalım. Bir zaman için zorluyoruz kendimizi; oluyor. Şuğuldan dolayı, meşakkatten dolayı bir unutkanlık oluyorsa, muhakkak ve muhakkak Râbıtanın velâyet parmağı gelir, seni dürter. Nasıl olur? Çalışırken çekici eline vurursun, yahut sinek gelir, gözüne konar. Muhakkak bir şey olur. Bu nedir? Râbıta sahibi isen. Hâl içerisinde bulunuyorsan, makam sahibi olmamışsan hemen hatır-larsın, uyanırsın. Bu unutkanlığı sen kendine bir kusur bileceksin. Nedâmet duyacaksın. İstiğfar edeceksin ki, yine Allah'a sığınacaksın. Yine Râbıtana yalvaracaksın ki, bu azalsın. Kendi hâline bırakırsan eğer, kabız hâli çoğalır. O zaman bizde olan muhabbet bir emânet imiş. Bu kim tarafından veriliyor? Meşâyih tarafından veriliyor bize.

Bil emânettir muhabbet sana Mevlâ'dan gelir.

Doğru Mecnûn oldun ise bil ki Leylâ'dan gelir.

Doğru Mecnun ne demek? Burada meşâyih huzurunda istiğfar etmek var ya, Şeyh Efendimize "kabul ettim" demek var ya, o sözün üzerinde durursa bir mürid, doğru Mecnun olur. Çünkü o muhabbeti ordan alıyor. İşte mürid: Fikir, zikir, şükür ile terakki eder. Bir de hâli, fiili, ameli ile terakki eder. Bir de müride üç şart koşulmuş. Daima vücudunun abdestli olması, lokmada ihtiyat etmesi, hıfzı nisbet, muhabbetini muhafaza etmesi. Özürsüz olanlar için, daima abdestli olması. Özürü var da abdest tutamıyor, o başka. Abdest manevî bir silahtır. Abdesti olan bir insan daima ibâdete hazır demektir. Bütün sa'yımızın gücünü gösterelim. Haram olan şeyi istemeyelim. Şüpheli olan şeyden de kaçınalım. Bir var ki büyük kâr var, ondan kaçınalım. Bir kâr var ki büyük değil. Ama küçük de değil. Ondan da sakınalım. Öyle ise helâl kârın küçüğünü kabul edelim. Çünkü ibâdette helâl lokma çok önemli. Allah'a olan ibâdetin dokuz bölümü helâl lokma, lokmamızın helâl olmasına dikkat edelim. Az olsun helâl olsun. Bir de hıfzı nisbet muhabbetini muhafaza edeceksin. Muhabbeti muhafaza etmekte iki anlam var. Sende olan muhabbeti gizle.

Derûnun derdini her yerde açma.

Var ise gevherin meydâna saçma

Ki her suyu hayattır diye içme.

Bir de şu vardır: Cezbe sahipleri için, cezbelerini muhafaza etseler, daha terakki edecekler, niçin? Zâhirin halk ile bâtının Hak ile olur. Cezbe sahipleri cezbelerini muhafaza ederlerse riyâdan sakınmış olur. Şöhretten korunmuş olur. Cezbede de riya olur mu? Olur. Cezbede de şöhret olur mu? Olur. Nasıl riyâ olur? Evet cezbe gayr-i ihtiyârîdir. Eğer onu kendisine hüner, marifet kabul ederse o zaman riyâ olur. Bütün gücünü sarfetsin ki beni biliyorlar, duyuyorlar. Çok kimseyi mutazarrır ediyor. İnkara gidiyor, tenkid ediyorlar. Bir cezbe sahibinin etrafında onu tenkid edenler de var. Mutazarrır olanlar da var. O cezbeye gıpta edenler de var. Keşke bende de olsaydı diye. Veya yakınları ailesi buna ne oldu diye korkuyorlar. Deli mi oldu, sara mı tutuyor, diyorlar. Evet muhabbetimizi muhafaza edelim. Hatta şöyle ki tarîkatı olmayanlardan tarîkatımızı da gizleyin. Muhabbeti olmayan kimsenin yanında muhabbetinizi de gizleyin. Hıfzı nisbetin bir anlamı budur. Diğer anlamı her hareketinizin, davranışınızın ölçüsü tarîkatımız ve mürşidimiz olsun. Niçin?

Bir seherde murg-u cânım uyandı

Vahdet illerini seyrân eyledi

Pîrimin renginden renge boyandı

Âlem-i ekvânı cevlân eyledi

Gönülden perde-i hicâb açıldı

İlm-i ledünniden bezmi içildi

Cümle esmâ birbirinden seçildi.

Kelâmın başında ne diyor?

Pîrimin renginden renge boyandım. Burada bütün sözlerin, işlerin, hareketlerin... Tarîkata ve meşâyihe noksanlık getirecek bir söz söyleme; iş görme, bir de kinin olmasın. Hasedin olmasın, gururun olmasın, kibirin olmasın. Gadabın olmasın. Bilhassa gâdâb çok tehlikelidir. Şöyle ki: Yanan bir ateşe nasıl ki suyu atınca söndürürse, bir muma üfürünce nasıl ki sönerse gâdâb da muhabbeti söndürür. Yani hiçbir şeye gâdâblanmayın. Öfkelenmeyin. Kinli olmayın, daima affedici olun. Çünkü kin kalbinizde bir illettir. O kin kalbinizi meşgul eder. Sonra kimseye eziyet etmeyin. Herkesin eziyetine tahammül edin. Muhabbetimizi ancak böylece koruruz. Çünkü bizi terakki ettiren muhabbetimizdir. Evet amelimiz de olacak, hizmetimiz de olacak. Hizmetsiz, amelsiz olmaz. Fakat esas bizi terakki ettiren muhabbetimizdir. Ruhumuzu terakki ettirecek ancak aşkımızdır. Onun için buyuruluyor ki: İbadet yapanların(ebrar'ın) sevaptır diye işledikleriniden mukarrebler günah diye kaçarlar, işlemezler. Burada anlaşılmasın ki ebrâr ibâdetini yapıyor da, mukarreb yapmıyor. Ebrâr: En küçük ibâ-detinden dağ gibi sevap bekler.

Mukarrebîn dağ gibi amelinden en ufak bir sevap beklemez. Peki nasıl olur? Amelin de büyüğü, küçüğü olur mu? Olur. Amel tatbikatta küçükse, tatbikat deyince herkesin itikatına göre olur. Çünkü evvel itikat sonra amel. İtikat amelden üstün. Bütün ehl-i sünnet âlimlerinin ittifak kararı bir (itikadı) amelden üstün görmüşler. Amelsiz itikad kurtarmaz insanları, itikadsız amel de kurtarmaz. Fakat yalnız, buradaki ittifak kararı şudur ki: İmanı var da ameli yok, o cehenmede kalmaz. Ama imanı yok, ameli çok, o cehenneme girer cehennemden çıkmaz. İman şart. Eğer imanı varsa Allah'a şükür kurtarır. Kabir azabı görmez, kıyametin dehşetlerini görmez.

I- Muhabbetinizi kimseye duyurmayın. Bende şu var. Ben muhabbetliyem. Veya ne iyi muhabbeti var. Aşkı var desinler diye düşün-meyin. Zaten bildiklerin gıpta ederler, üzülürler, methederler. Meth bi-zim için iyi değildir. Şöhret olur, şöhrette afat vardır. İnanmayanlar da alay ederler, hicvederler bizi. Bizi değil. Meşâyihimizi, tarîkatımızı hicvederler. Alay ederler. Sonra onların günahına sebep oluruz.

2- Sonra bir de şu: İhvanlar benim anladığım bu. Amel tembelliği bu kabız hâlinde olurmuş. Bir ağırlık, dersini yapmamakta, hatmeye gitmemekte. Belki Allah korusun namazını kılmamakta. Ne olursa olsun. Namazınızda eksiklik bırakmayın. Namazında eksiklik bıra-kırsa, ben de ihvânım, ben de tarîkatlıyım diye utansın kendisinden. Haya etsin Allah'tan korksun. İnsanlardan haya etsin ki ben tarîkatlıyım desin. Kabız hâlinde amelinde, dersinde bir ağırlık olur. Olsun dersini yapacak yine. Basıt hâlinde amelde bir arzusu var. Yapmak istiyor. Ama kabız hâlinde bir arzu yok, çetinlik var. O çetinlik karşısında yaparsa dersini öbüründen makbul oluyor. Eğer yapmazsa Allah korusun, kabız hâli oturur kalır. Onda bir tembellik, bir ihmallik. Daha da yapmaz vesselam. Ama o çetinlik karşısında dersini yaparsa 3-5 günlük bir şeydir. Geçer gider. Veya 3-5 haftalık bir şeydir.

3- Bir dabak, bir deriyi severse ona daha çok işlem yapar. Onu çok âletlerden geçirir. Ona daha çok hizmet verir.

Sevdiği deriyi çok çiğner dabak.

Eğer meşâyih bir müridini severse onun çilesi çok olurmuş. Ne yapar. Diğer ihvânlardan farklı olarak, ona bile bile çile verirmiş. Çile denince gönlün meşakkat duyması. Bir var ki bilinen görünen çile. Bir de var ki bilinmeyen görünmeyen çile. İşte bilinmeyen ve görün-meyen çileyi verirler. İşte şuğl-u bâtınî de bu. İster ki gönlüne hiçbir şey gelmesin. Ama gelir. Bu da ona büyük bir meşakkat olur. İşte bununla mücadele ederken terakki ediyor. Bu nedir (30-40) bin ders çekiyor ki hiç zorlanmıyor. Sen (3-5) bin dersini şuğuldan dolayı çekemiyorsun. Gayret ediyorsun. Yüzbin meşakkat karşısında sen o beş bin olan dersini yap onunla beraber gidiyorsun.

Evet:

1- Cezbe

2- Nefy ü isbat

3- Şuğl-u bâtınî ile terakki ediyoruz. Bunu da meşâyih müridin nasıl terbiye olacağını bilir ona göre verir.

Her mârizin derdine göre verirler şerbeti