"Din nasihatla yaşar.”

  

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Kulum ben sana şah damarından daha yakınım.”

Şah damarı nerede? Kalbimizde merkezî bir damar.

ALLAH'ın nurları vardır. Esmâ nuru, Sıfat nuru, Zat nuru. Bunlar insanların kalbinde tecelli eder. ALLAH zikredilirse esmâ nuru tecelli eder. Zikredilmezse etmez. Zikir iki türlü-dür: Bir laklaka-i lisanda kalıyor. Bir de kalbe iniyor. Zikir kalbe inmezse ALLAH'ın nurları tecelli etmez. Cenâb-ı Hak'kı hangi ismi ile zikrediyorsak o ismi ile kalbe tecelli eder. İşte o zaman:

“Ben yerlere göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.”

Avamın kalbinde esmâ nuru olur. Bir de velîler var, ule-ma var, âlim var. Cenâb-ı ALLAH ne buyuruyor:

“Sizin bileninizle bilmeyeniniz bir değildir.” Bilen bilme-yenden farklıdır.

Öyle ise:

Avamlardan, ilmi olmayanlardan farklı olanlar âlimlerdir. Âlimlerde bir esrâr var ki, avam bilmez.

Âlim kim? Ayet ve hadisten aşina olanlar.

Velîlerde bir esrâr var ki, âlimler bilmez. Nebîlerde bir es-râr var ki, velîler bilmez.

Madem ki, Bilenler bilmeyenlerden farklıdır buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bilimler de farklı. Bir zahir ilmi var,  bir de ba-tın ilmi var.

Satır ilmi var, sadr ilmi var, din ilmi var, ruh ilmi var. Sadr ilmi, satır ilminden çok daha büyüktür.

       Bir noktada pinhân imiş

       Gör neyledi bu derd bana

       Ol cân içinde cân imiş

       Gör neyledi bu derd bana

       Oldu bu derd devlet bana

Hz. Ali Efendimiz buyurmuş ki:

-“İlim bir noktadır, cahiller çoğalttı onu.”

Haşa estağfurullah kendisini cahil mi ediyor, ilmin kapısı o.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“İlmin şehri benim, kapısı Hz. Ali”

O halde o kendisini cahil mi ediyor? Hayır. İlim bir noktadır diyor. Cahiller çoğalttı diyor. Aslında cahil isyan eden-dir, bilmeyenler. Neyi bilmeyenler?

Herşeyin bir merkezi var. Kainatı aydınlatan bir güneş var. Güneşin de bir merkezi var. Görünüşte o merkez ne ka-dar küçük. Halbuki dünyadan büyük değil midir güneş? Bize ufak görünüyor.

İbrahim Aleyhisselâm güneşi gördüğü zaman “Benim Rabbım budur”. Demiş. Bakmış ki onda da bir hareket var. Doğuyor, batıyor. “Hayır” demiş, bu da mahlûk. Ayı görmüş bakmış onda da bir hareket var, “Hayır” bu da olamaz. Görünenlerin bilinenlerin hepsini ALLAH zannetmiş.

Sonunda ALLAH'ı akıl ile bulmuş. Onun için ilim bir noktadır. O noktada insanların kalbinde olan ALLAH aşkıdır. Kimin kalbini ALLAH aşkı doldurursa, o nokta onun kal-binden doğar. O zaman o ilim satır ilminden çok üstündür.

Cenâb-ı Hakk’ın bir emri var ki:

“Herkes bildiğinin alimi. Bildikleri ile amel ederlerse, bil-mediklerini biz azimüşşan onlara öğretiriz.”

Zahirin burada bir yorumu var, bir tabiri var, bir anlayışı var. Ne diyor zahir burada?

İlmi ile âmil olacak. Hep âlimler âlim sayılmaz. İlmi ile âmil olanlar âlim sayılırlar. Şimdi bu emire zahirin tabiri şudur:

Evvel şeriat sonra tarikat. Öyle ise ilmi ile âmil olan bir âlimle teşriki mesainiz olsun. Dost olun. Bilmediklerinizi öğ-renirsiniz, sapık yollardan kurtulursunuz.

İlmi ile âlim olan bir dostu bulacağız. Onu dinleyeceğiz. Çünkü din nasihat, din nasihat, din nasihat. Üç defa tekrar ediliyor.

Din nasihat'la kurulmuş.

Din nasihatla gelişir.

Din nasihatla yaşar.

Öyleyse bilmeyen bilenden öğrenmesi için onunla dost olacak. Zaten ALLAH herşeyi zıddiyet ile halk etmiş. Çift halketmiş. Zâtı tektir. Herşeyi çift halketmiştir. Meselâ: Ka-ranlık ile aydınlık, acı ile tatlı, hastalık ile sağlık, varlık ile yokluk, cefâ ile sefâ. Bunlar hep çifttir. Hep birbirinin zıd-dıdır. Bir de bizim için zararlı olan ile yararlı olan vardır. Eğer biz ilmi ile âmil olan birisi ile dost olursak kendimizi kurtarırız. “Kişi refîkinden azar.” Kişiyi arkadaşı bozar. Za-ten dört tane büyük manevî düşmanımızın, birisi de kötü arkadaş. Kötü arkadaş kim? Günah bilmeyen, sevap bilme-yen, cahil. Eğer âlimi sevmezsek, âlim ile dost olmazsak, cahil ile düşüp kalkarız.

Evvelâ zahirde aklımıza emredilen şeriat var. ALLAH'ın emirleri var. Bunları bilenden öğreneceğiz. Madem ki şeriat, tarikat, hakikat, marifet var, insanlar için. ALLAH bunları insanlara bildirmiş. Bunlar insanlar için büyük nimet. Ama evvel şeriattan başlayacağız. Şeriatı bilmiyorsan, bir bilenden öğreneceksin. “Bilmediklerini biz Azîmüşşan öğretiriz” buyuruyor Cenâb-ı Hak. ALLAH insanların kalbinden ilha-mı doğdurur. Nebîlere vahiy inmiş. Hepsine vahiy inmemiş. Yüzyirmidörtbin Peygamber gelmiş geçmiş. Bunlardan sa-dece dört büyük peygambere vahiy inmiş, kitap gelmiş, bir de yüz suhuf. O da dört büyük peygambere inmiş. Böylece sekiz peygambere vahiy inmiş. Diğer bütün peygamberler görevlerini nasıl yapmış? ALLAH'tan almış oldukları ilham ile. Fakat onların kalplerine doğmuş. Velîlerde de bu var. Ne-bîlerde hem nübüvvet hem velâyet var. Ama velîlerde nü-büvvet yoktur. Velîler nebîlerin varisleri oluyor, vekilleri olu-yor. Nebîler ALLAH tarafından nebî olarak geliyor. Onun için ne buyurulmuş:

       Seçtikleri oldu Nebî

       Sevdikleri oldu Velî

Veliler de iki çeşit oluyor:

Kesbî olanlar, Vehbî olanlar

Vehbî olanlar çok azınlıktadır.

Abdülkadir Geylanî, Nakşibendî Efendimiz, Mevlâna, İmam-ı Rabbanî büyük velîler. Bunların velî olacakları gösterilmiş. Hareketlerinden, yaşantılarından, sözlerinden, akıl-larından, kerametlerinden belli oluyor.

Nebîler mucize göstermiştir, açık olarak. Fakat velîlerin kerametleri gizli kalmıştır.

Çünkü kerâmet, velâyette. Çünkü velâyet manevî bir güçtür.

ALLAH Hz. Âdem babamızın cesedini halk ettiği zaman melekler

“Yarabbi bu noksan sıfattır. Sana isyan eder” dediler. Ama onlar cesedini gördüler öyle söylediler. Ruhtan haberleri yok.

       Habsetme tende bu cânı sen

       Düşmana verme anı sen

Ruh çok kıymetli. Ama cesetle hapsedilmiş. Bu hapisten, bu cesetten ruhu kurtarmak lazım.

       Kafes bir gün uşağırsa

       Kuş kafesten boşanırsa       

       Bir dikensiz gül isen

       Hiç görme bu hali sen

Uşağır: Dağılır manasına

Kuş kafesten çıkar.

Bu nedir? Ölümle olur. Bu ruhtur. Ruh kafesten çıkınca nereye gidecek? Aydınlığa da çıkar. Karanlığa da gider.

Eğer ALLAH'ın rahmetini kazandı ise aydınlıklara çıkar. ALLAH'ın rahmetini kazanmadıysa, karanlıklara, mihnetle-re düşer. ALLAH'ın rahmetini kazanmak için emirlerini tutacağız, yasaklarından kaçınacağız. Yasaklar cesede emredilmiştir. Ruh cesetle kapalı. Nefis o kadar zalim ki... Nefis münkirdir. Ama ruh, ALLAH'a aşıktır. Nefsin bu kadar arzuları var. Ruhun bir tane arzusuna ters düşüyor. Ruh bir yerden gelmiş, oraya ulaşmak ister, tek arzusu budur. Ama nefsin bütün arzuları ruhun arzusuna set oluyor, tutuyor, bırak-mıyor ki gitsin. Bu ruh ne zaman çıkacak? Öldükten sonra çıkacak. Nereye gidecek? Ulvî âleme çıkar. Suflî âleme de iner. Herşey yok olacak. İnsanlar ve cinler dirilecekler. Biz ALLAH'ı nasıl mabût bileceğiz?

Ezelîdir, Ebedîdir, Zahirdir, Bâtındır.

Hüvel-Evveli, Hüvel-Âhiri, Hüvel-Zâhiri, Hüvel- Bâtını.

Peki ALLAH'a şükür. Evveline inandık, Âhirine de inan-dık, Zahirine de inandıksa, neden göremiyoruz? Bu bir ayet: İnsan Kur'ân-ı Kerîm'in tümüne de inanmazsa kâfir olur. Âyetine de inanmazsa, bir kelimesine inanmazsa da kâfir olur. Bâtın yönüyle de ALLAH vardır, birdir. Ama göremi-yoruz. Cenâb-ı ALLAH zahir de benim diyor. Ama göremi-yoruz. Zâhir görünenlerdir. Ama göremiyoruz. Burada mesele çatallanıyor. Zahir bâtın burada ayrılıyor. ALLAH'u Teâlâ “Ya Musa sen beni dünyada göremezsin. Dağa nazar et” diye buyurmuş.

Ama burada âyetlerin te’vili vardır, tefsiri vardır. Âyetin tefsirine gelince: Musa dağa bakıyor ki yok. Tûr dağı yok oldu, gitti. Bâtında da diyor ki: Dağdan manâ Hz. Musa'nın varlığı idi. O yok oldu. Cesede perde olan varlığı kalktı. Gö-recek ruhtur. Cesed yok olmayınca ceset yetkisine ulaşamı-yor. Cesetin yok olması nedir? “Mutu kable entemutu” “Öl-meden evvel ölün” buyuruyor. Ölmeden evvel ölmek nedir? Her varlığından kurtulmaktır. Ölmeden evvel ölen insan var ya, o nimete ulaşan insandır. O da bir insandır. Bizler gibi yer içer, oturur, ama o bir alettir, kendisi yok. Onu ALLAH yediriyor, ALLAH içiriyor. İbrahim Alehisselâm öyle imiş, bu bir hakikat. Kur'ân-ı Kerîm'de geçiyor. Biz onun ümmetiyiz.

“Beni Rabbim yedirir, Beni Rabbim içirir, Beni Rabbim yatırır, Beni Rabbim kaldırır, Beni Rabbim yürütür.” Demiş.

Şeriat, tarikat, hakikat, marifet var. Marifete ulaşamayan bu nimete ulaşamaz.

“Küllî şeyin sebeba”

ALLAH her şeye bir sebep halketmiş.

Mevlid-i Şerifte şöyle bir ifade var.

       Üç huri geldi bana oldu ayan

Bazıları derler: “O üç dilberin biri Âsiye idi, biri Meryem idi, hurilerden bir Nigâr.”

Âsiye Validemize Cenâb-ı ALLAH çok büyük ihsan lütfetmiş. Firavunun hanımı olduğu halde, gündüz Firavun’la beraber olurmuş, gece olunca firavunun yatağına gitmezmiş. Cenâb-ı ALLAH aynı Âsiye Validemizin suretinde bir cin halkeder Firavun geceyi o cinle geçirirmiş.

Bir Firavunun hanımı olduğu halde ALLAH ona ne kadar ihsanda bulunmuş. Onun büyüklüğünü, kudsiyetini, cennette ki makamını, hanımların büyüğü olduğunu ALLAH bize bildiriyor. Firavun onu kırmazmış. “Yaşlandık” demiş. “Bu oğula nasıl bakacağız?” demiş. Bu sefer ne yapmış Fira-vun? Musa'ya bir süt annesi bulmuş. Firavun’un emri üzere, Musa'nın doğduğu yıl doğan bütün erkek çocuklar kesilmiş-ti. Hanımların memelerinde hep sütleri duruyordu. Hangi hanımı getirdilerse memesini tutmadı. Annesi gelince onun memesini tuttu, ama kimse bilmiyordu annesi olduğunu.

Yani Hz. Musa, düşmanı olan Firavun’un kucağında bü-yüdü. Şarktan garba hükmeden Firavun’u Musa yok etti.

Bir insan kendi ruhunu Mehdî, nefsini de Deccâl bilecek. Nefsi de Cenâb-ı Hak halketmiştir. O da bir mahluktur. Nefsi halketmiş. Nefse sormuş:

-“Nefis sen kim? Ben kim?” O da:

-“Sen sensin, bende benim” demiş.

Cenâb-ı Hak:

-“Atın şunu cehenneme” demiş.

Bin sene yanmış cehennemde:

-”Çıkarın getirin” demiş, getirmişler, yine sormuş.

-“Sen kimsin?” Cevap.

-“Sen sensin, ben de benim” demiş.

-“Atın cehenneme” demiş. Bin sene daha soğuk cehennemde kalmış.

-“Getirin” demiş. Sormuş nefise:

-“Sen kimsin? Ben kimim?”

Cevap yine:

-“Sen sensin, ben benim.”

ALLAH'u Teâlâ demiş:

-“Bunu üç gün aç bırakın”

Üç gün yiyecek bulamayınca,  acziyetini anlamış.

-“Aman Yarabbi sen âlim ALLAH'sın, Hâliksin, ben ise bir mahlukum.”

Ama ruh öyle değil. Hz. ALLAH ruhu nasıl ki, Hz. Adem'e üfledi ise, üflediği anda ALLAH'ı binbir ismi ile zikretti. Hz. Adem'de ruh yok iken, cesedinde hiçbir şey yoktu. Hareket yok idi, ses yok idi. Melekler onu beğenmediler. Cesedini be-ğenmediler. Şeytan zaten direndi. Melekler de:

-“Yarabbi bizim ibadetimiz sana yetmiyor mu? Bunu yer-yüzüne gönderiyorsun. Sana isyan eder.” Cenâb-ı ALLAH.

-“Benim bildiğimi siz bilemezsiniz” deyince kusurlarını anladılar. ALLAH'a öyle yalvardılar ki:

-“Aman Ya Rabbi affet bizi, biz Senin bildiğini bilemeyiz.”

Ama niye bu böyle oldu? Melekler cesedini gördüler. Ce-nâb-ı ALLAH “Benim bildiğimi siz bilemezsiniz.” dedi.

Bir hakikat var ki, Peygamber Efendimize ruhtan sormuş-lar. Ruhtan cevap vermemiş. Bildiği halde söylememiş ru-hun esrârını. Bunu akıl almıyor. İnsan ne kadar akıllı olursa olsun, ruhun bir âletidir. Âleti düşünelim. Maharet âlette midir? Yapanda mıdır? O âleti bir yapan var. Bir de çalıştı-rılması var. Çalıştırmazsa çalıştırmaz.

Akıl ruhun âletidir. Evet ALLAH Habibini hiçbir zaman mahçup etmemiştir. Bilmediği için değil “Ruhu anlamazlar” diye söylememiş. Sükût geçmiş. Bütün ayetlerin bir sebebi var. İşte orada Cebrail bildiriyor. ALLAH söylüyor.

“Habibim! Ruhtan soranlara de ki: Ruh Rabbinin em-rindedir”. Ayet-i Kerime.

Ama ruhu nefsin elinden çıkaracağız ki Rabbinin emrin-de olsun. Nefsin pençesinden kurtaracağız ki... Niye nefsin pençesine düşmüş? ALLAH düşürmüş işte. Hz. Âdem'i cennette halketmişti. Cennette kalsa idi, hep cennette olacaktık. O zaman küfür de olmazdı. Cehennem de olmazdı. Ama Ce-nâb-ı Hakkın Celâli var, Cemâli var. İsyan edenler ALLAH'ın Celâlini alıyorlar. İtaat edenler Cemâlini alıyorlar. Hep kul istiyor. ALLAH halkediyor. Ne buyuruyor?

“Talebenâ, vecedenâ”. “İste vereyim” diyor. Bir de:

       Hiç kuluna zulmeder mi Mevlâsı

       Kulun çektiği kendi cezası

Cesed çürüyecek, yok olacak. Bir altını toprağa gömsek yine altın olarak çıkar. Ruh ta böyledir. Ruh yok olmaz. Ce-nâb-ı Hakk’ın zatından ayrılmıştır. Bâkî olan ALLAH. AL-LAH'tan gelen ruh ta bâkîdir. Yok olmaz. Sıkıntıyı da ruh görecek. Sefâyı da ruh görecek.

Bir korkulu rüya görünce, korktuğunuz zaman, uyanınca kurtulursunuz. Ama öldükten sonra kurtulmak yok. Öyle ise dünyada iken, başımızın çaresine bakalım. İnandıksa bunlar olacaktır. Çok ta yakın.

       Verir kullarına mühlet

       Lâkin eylemez ihmal

Bir gönülde iki sevgi olmaz. ALLAH ta öyle buyuruyor.

“Biz insanlarda bir tane kalp halkettik.“

İki tane kalp yok ki: Birine dünyayı diğerine ahireti koysunlar. Eğer o kalpte dünya varsa ahiret sevgisi de olmaz, bizim sevgimiz de olmaz. İnsan sevmediği bir şeyi yemez. Sevmediği bir şeyi giymez, sevmediği kimsenin yanına gitmez, sevdiğinin yanına gider. Sevdiği işi işler. Sevdiği elbiseyi giyer. Öyle ise burada sevilecek ahirettir. Ahireti seveceğiz ki ahirete sa’yımız gayretimiz olsun. Niye sevemiyoruz? Dünya sevgisinden. Dünya sevgisi olunca kalbi kara olur. Ahireti sevince kalbi aydınlanır. Güneş doğunca arzın karanlığı gi-der. Güneş batınca arz karanlık olur. İşte Günah-sevap, ha-yır-şer, helal-haram bilmeyenlerin kalpleri karanlık gece gibidir.