“Ne Olursan Ol Yine Gel”

 23.03.1989 

Nimetimiz çok büyük, Hazreti Habibinin hürmetine, Allah bize varis-i enbiya olan velilerle kendisini tanıtmıştır.

Böyle buyuruyor büyüklerimiz:

“Nimet olur mu bundan ziyade”

Onun için kıymetini bilelim de Allah artırsın.

Allah nimetimizi artırırsa, büyütürse ne olur?

Büyütür, büyütür, büyütür ahirinde cemalini bize gösterir, Cemalullahını gösterir, çünkü Cemalullah da haktır.

Ruyetullah haktır, ruyetullahı inkar eden bir mezhep vardı; bu mezhep de gitti, batıl oldu. Zaten Cenabı Hak:

“Biz bir gizli hazine idik aşikar olmamız için insanları halk ettik[1]

ayeti celilesinde:

“Biz ins ve cinni halk ettik ki bizi mabut bilsinler[2]

Evet, buyurmasında:

“Biz bir gizli hazineydik insanları halk ettik ki aşikâr olalım”

Şimdi Allah bizi Müslüman olarak halk etmiş, eğer inancımızı yaşarsak, Cenabı Hak bize cemalini göstermeyi vaat etmiştir.

İnancımız nedir?...

Şeriatımızı, tarikatımızı yaşarsak hakikate ulaşırız.

Hakikatimiz ruhumuzdur. Ruhumuz Allah’tan gelmiştir, Allah’a ulaşır.

Kelamı kibarda :

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Yani evliyanın himmeti bize yâr olursa, bize yardım ederse ki onların cümlesi âlidir.

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken

Seyyid Tâhâ, Sıbgatullah var iken

"Gâbe gavseyn"e dek seyrânımız var

Gâbe gavseyn; “Gâbe gavseyni ev edna[3]” ayeti kerimesinde Cenabı Hakk’ın Habibine vermiş olduğu makamdır. Cenabı Hak diyor ki:

“Habibim sen bana o kadar yaklaştın ki, iki kaşın yaklaştığı kadar yaklaştın.”

Tabiî ki, insan ne kadar yükselse de Peygamber efendimizin makamına ulaşamaz, ama oraya kadar çıkarmış yani gidebilirmiş.

Gidilirse peygamber mi olunurmuş? Hayır.

Peygamber olmaz ama varis-i enbiya olur.

Varis-i Enbiya, Peygamber efendimizin vekilidir.

Bunlar ruh-ı musaffâdır ki "Cemü'l-Cem" e varmışlar

Cemî'den farka gelmişler vekîl-i Mustafâ'dır pîr

Şimdi ne zaman olur?

Bunlar ruhu musaffâdır, yani evliyaullah ruhu.

Ruh-ı Musaffa dan mana onlar safiye makamına ulaşmışlar.

Safiye makamından mana artık Allah’tan başka her şeyden soğumuşlar, her şeyden geçmişler, her şeyden kurtulmuşlar.

Sade bir dost-bir post kalmışlar.

Dost Allah, post da cesetleri, vücutları.

Dostu postun üzerine oturtmuşlar.

Ruhunu makamına ulaştıran insanlar ne olur?Varis-i enbiya olur.

Bunlar rûh-ı musaffâdır ki "Cemü'l-Cem" e varmışlar          

Cemî'den farka gelmişler vekîl-i Mustafâ'dır pîr

Diyor.

Öncelikle bir insan tasavvufta, tarikatta önce fenafişşeyh olur. Ama tasavvufa girmeyen bu nimetlere mazhar olamıyor. Tasavvufa girmeyen, tarikata girmeyen ancak terki dünya oluyor, bu kadar.

Yani dünyadan kurtarır, dünyadan geçer, ehli ukba olur.

Cenneti kazanır tabi.

Ahireti kazanır.

Ahiret hakdır.

“vel  ba’su ba’del mevt[4]

Ahirete inanmak imandandır değil mi? Ama dünya batıldır.

İnsanlar terki dünya olurlar. Ehli ahiret-ehli ukba olurlar.

Ama insanlar için de terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk var diyor.

Terk-i dünya olabilirler, ehli ukba olabilirler. Fakat, terk-i ukba olamazlar, terk-i terk de olamazlar.

Bunlar dünyayı terk etti, ahireti terk etti, bunları terk ettiğini de terk ediyor.

Tabi bu pek anlaşılan bir şey değil, bunu ancak yaşayan bilir.

Onun için burada, tarikatta, insanlar ne oluyor?

Fenafişşeyh oluyor, fenafirresul oluyor, fenafillah olunca cemü’l-cem oluyorlar.

Fakat oradan da geçiyorlar.

Fenafillah’tan da geçince bu sefer tekrar halka dönüyorlar.

Hakka varıyorlar, halka dönüyorlar.

Halka dönüşlerinde haktan irtibatları kesilmiyor.

Bunlar halk ile hak arasında irtibatlılar ki, evliyaullahın zahiri halk ile, öyle değil mi?

Zahirde bir cismi var, cesedi var, beşeriyeti var, bunlar beşerdir.

Evliyaullah da bizim gibi insandır sosyaldir.

Nazariyet sınıfları var, yemesi var, içmesi var, uykusu var, ondan sonra hastalanması var, yorulması var, iş buyrulması var, bunlar var.

Ama işte bunların zahiri halk ile batını Hak iledir.

O zaman ne yapar evliyaullah?

“Cemi’den fark’a gelmişler”

Yani burada bir cem var, bir de fark var. Bak bir kelamı kibar vardır:

Künh-i Zât'ı kimse bilmez bu yola etme heves

Lâl olur dil bu arada bil ki katl olur nefes     

Sen mukayyed Zât-ı Mutlak'tan sakın eyleme bahs   

Cem'i Fark'ı anlamaktır bu muammâdan garaz        

İnsanlar ancak cem’i fark’ı anlamasında; fark’tan söz var, fark’tan misal var. Cem’den söz yok, cem’den bahis yoktur.

Halktan var. Halk ne? Halk halkiyattır.

Cem Allah’ın zatıdır. Bundan söz yok.

Orada insanlar Cem’ül-Cem olunca, bir defa Allah’ta yok oluyorlar.

Buna ne deniyor?

Fenafillah.

Ondan sonra tekrar oradan geçtikten sonra yine fark’a geliyorlar.

Cem’den geçip fark’a geliyorlar,ama oraya bir irtibat sağlıyor.

O zaman cem’den fark’a dönenin iki ciheti var.

Zahiri halk halk ile, batını hak hak ile,

onu ifade ediyor;

Bular rûh-ı musaffâdır ki "Cemü'l-Cem" e varmışlar

“Cemî'den farka gelmişler vekîl-i Mustafâ'dır pîr”   

O zaman bunlar ne oluyorlar?

Bunlar işte, Hâlik ile mahlûkun arasında, bir vasıta oluyorlar.

Ki mahlûk denince, işte halktır; halk denince insanlar.

Evet bütün mahlûklar Allah’a gitmiyorlar.

Bak bütün mahlûklar yok oluyorlar, öldükten sonra bir daha var olmuyorlar.

Ama insanlar böyle değil.

İnsanların Allah’a gidişi var, Allah’tan gelip Allah’a gidişi var.

İnsanların ruhu Allah’ tan geldi, Allah’a gidecektir.

Onun için insanlar ölünce cesedi toprak oluyor ama ruhu yok olmuyor.

Ama Cenabı Hak kula, o ruha, bir ceset halk edecek.

Kıyamet olunca insanlar, “vel ba’su ba’del mevt“

Öldükten sonra dirilecek.

O dirilmede Cenabı Hak o ruha bir ceset halk edecek, fakat o cesedi, O ruh bu dünyada kazanıyor, yani dünya âleminde kazanıyor.

Eğer O ruh bir güzel ceset kazanmışsa, o ruha, güzel bir ceset halk edecek Cenabı Hak, o güzel cesetle ruh gidip cennette sefasını sürecek.

Eğer güzel bir ceset kazanmamışsa, çirkin bir cisimle gitmişse, yine Cenabı Hak o çirkin cisimle, cesetle kaldıracak, o ruh o çirkin cesetle gidip cehennemde azabını görecek.

İşte buna ne diyorlar? Hayvani sıfat.

Niye insan hayvani sıfatta kalıyor?

Eğer insan, Allah’ı kitabı tanımazsa, Kur’an’a tabi olmazsa, gökten gelen, Cenabı Hak’tan gelen semavi kitaplara inanmazsa, hayvani sıfatta kalıyor. Fakat kitaplara inanmak var ama, ameli yok. Ancak Kur’anı Kerim’le amel işlenir.

Kur’anı Kerim haktır. Hangi kitap ile amel eden batıldır?

Mesela; İncil var, Tevrat var, Zebur var, büyük kitaplar...

Fakat bunlardan başka bir de suhuflar gelmiş. Suhufların hükmü kalkmış geçmiş gitmiş.

Diğer semavi kitapların da hükmü geçmiş, ancak şimdi hangisinin hükmü var? Kur’anı Kerimin hükmü var.

Kur’anı Kerimin hükmüne tabi olmayan, sünnetlere tabi olmayan, hayvani sıfatta kalıyor. Bir defa Cenabı Hak buyuruyor ki:

“Kulum bana itaat ederse ben onu yed-i kudretimle muhafaza ederim”

İtaat Kur’anadır. Kur’an: Cenabı Hakkın emirleridir .

Fakat bir de buyuruyor ki;

“Habibim, bana itaat eden sana tabi olsun, sana tabi olmayan bana itaat etmez, bana itaat etmiş değildir.[5]

Demek ki :

Burada Şeriat ne? İslam ne?

Ondan sonra Tarikat ne? Hakikat ne? Marifet ne?

Bunların hepsi kitap ve sünnetle kaimdir.

Ama kitabın, sünnetin, şeriatın anlayışı başka, tarikatın anlayışı başka, hakikati kazananların anlayışı başkadır.

Kitap, Kur’anı Kerim değil mi? Ayet-i kerime değil mi?

Fakat Kur’anı Kerimin zahir manası var, batın manası var, bir de hakikat manası var. Hakikat manası batne manasıdır.

Zahir manası, batın manası, batne manası..

Zahir manasını ulema biliyor, batın manasını meşayih biliyor, batne manasını nebiler biliyor. Cenabı Hak Nebilere bildirmiş. Nebiler biliyor.

Onun için burada:

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken

Yani hünkar demek baş demek, padişah demek. Ser’i hareketli, canlı ve güçlü demektir.

Seyyid Tâhâ Sıbgatullah var iken

"Gâbe Gavseyn"e dek seyrânımız var

Açık yani, Gâbe Gavseyn’e dek yol açıktır, gidebiliyorsan git.

Gidilir mi? Gidilir.

Evliyaullah’tan 5 tanesi o makama ulaşmış, Gâbe Gavseyn makamına ulaşmış.

Kim bunlar?

Mansur Hazretleri, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, Bayezid-i Bistami Hazretleri, Nakşibendi Efendimiz Hazretleri, bir de Necmettin-i Kübra Hazretleri.

Fakat o dört tanesini o makamdan aşağıya indirilmişler. Ddare edememişler orayı.

Mesela diyelim ki bir kaymakamı vali etmişler, valiliğe tayin etmişler, valiliği idare edememiş, demiş ki ben burayı idare edemiyorum, inmiş aşağı, kaymakamlığa.

Misal yani… Hâşâ…

Bunlar idare edememişler o makamı, inmişler aşağıya, ama Nakşibendî Efendimiz idare etmiş ve o makamda kalmış. Reis-i Evliya seçilmiştir.

Mansur’un “Ene-l Hak” demesi, indirmiş onu makamdan aşağı, idare edememiş. 

Muhittin-i Arabî Hazretlerinin yine o sözü… 

Bayezid-i Bistami Hazretlerinin o sözü;

Fi cübbet-i masivallah

Demiş.

Halbuki aslında makamlarından terfi etmemişler.

Yani velayetinden yüksek bir makamı idare edememişler, oradan inmişler velayete, velayet makamında kalmışlar.

Yani tenzil etmemişler.

Ama Nakşibendî Efendimiz o makamda kalmıştır. Onun için reis-i evliya seçilmiş.

Bakın Nakşibendî Efendimiz buyuruyor ki:

—Eğer arz üzerinde, bütün dünya üzerinde, Havace Abdulhalik evlatlarından (manevi evlatlarından diye açıklıyor) bir tane bulunsaydı Mansur’u oradan geçirirdi, astırmazdı.

Ama bu manevi evlatları kim?

Kendisi ve kendisinin yetiştirdiklerinden bahis ediyor.

Hakikaten böyledir.

Nakşibendî Efendimiz zuhur ettikten sonra, onun şöhreti dünyaya yayıldıktan sonra, daha kimsede o hal tecelli etmemiştir.

Edenler olmuşsa da geçmişler, ısrar etmemişler, yok dememişler.

Evet, onun için bak:

Tarîkimiz Tarîk-ı Nakşibendî

Kamu ehl-i tarîkin ser-bülendi

Kolumuz Hâlidî'dir dil-pesendî

Girenler hâb-ı gafletten uyandı         

Bizde böyle, bir de buyuruyor ki;

Tarîk-i Nakşibendî Hak yoludur

Ana dâhil olan cümle velîdir

Ama yeter ki, oraya dahil olduktan sonra orada sebat etsin ve tarikatının, meşayihinin şerefini muhafaza etsin.

Bu şarttır.Eğer bu olmazsa o zaman da bak buyuruyor ki;

Kabiliyet bizde olmazsa meşayih neylesin

İster ise mürşidi olsun Muhammed hazreti

Bu kelamı aynı adam (Salih Baba), her ikisini de aynı adam söylüyor.

Ama bunu söyleyen kim? İşte kendisi mi söylüyor?

Ona rabıtası söylüyor.

Çünkü çok kelamlarında ifade ediyor.

Kendinin söylemediğini ifade ediyor.

Zaten öyle, bir de buyuruyor ki bak:

Hazreti pirim elinden dest edeli Salihâ

Salihâ dan mana Salih. Diyor ki her kim ki kâmil mükemmil meşayihin elinden dest (el) tutarsa;

Hazreti pirim elinden dest edeli Salihâ

“Mûtû kable entemûtû” ile tebşîr olmuşum

Ne demek” Mûtû kable entemûtû[6]”?

Hadisi Kutsi…

Cenabı Hak buyuruyor ki;

“Ölmeden evvel ölün.”

Ölmeden evvel ölürse bir insan, onun kabiri, kıyameti, havfi, nef’ii suali, hesabı, her şeyi bitiyor.

Daha öbür ölüme kalmıyor. Öyle bak:

Kabre girip haşre varıp hem sırâtı geçmeden           

Kevser-i Haydar'dan içip kanmayan derviş midir

Buyuruyor.

Onun için Allah’a şükür elhamdülillah;

Fırsatı ganimet bil buyururlar ya.

Büyüklerin kelamı.

Her geceyi kadir bil

Her gördüğün Hızır bil

Fırsatı ganimet bil

Kimin bu kelamlar?

Marifetname’de  İbrahim Hakkı Hazretlerine ait,

Her geceyi kadir bil

Her gördüğün Hızır bil

Fırsatı ganimet bil

Bunlardan mana anlam şudur ki: yani her geceyi sen, gafletle geçirme, hep kadir gecesi gibi ihya et.

Her gördüğün Hızır bil

Bundan da mana diyoruz: Herkesi kendinden üstün gör ve herkesin aşağısı olarak kendini herkesten aşağı gör. Bu tevazudur.

Cenabı Hak tevazu ehlini meth ediyor. Peygamber efendimiz meth ediyor.

Cenabı Hak tevazu ehlini nasıl meth ediyor? Cenabı Hak

“Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz[7]”,

buyuruyor..

 Bir de buyruluyor ki;

Tevazuu feth eder fettah babını

Fettah babını, yani açılacak kapıları tevazu açarmış.

Her gördüğünü Hızır bil

“Hızır bil” demekten maksat yani tevazu et, tevazu ehli ol, kim olursa olsun herkesi kendinden üstün gör.

Ki bildin Fâil-i Mutlak kamusu Alemi-i Hallâk

Kamuya yek nazarla bak deme bu yahşi bu yaman

Bir böyle buyuruyor.

Bir de buyuruyor ki;

Dil uzatma kâinâtın Hâlik’ı hep bir durur

Kimseyi hor görme dâim sendeki noksâna bak

Tarikatı anlayıp yaşayacaksak, bu böyledir. Tevazu ehli olacağız, bir de geceleri gaflette geçirmeyeceğiz.

Bir kelamı kibar daha var:

 Bir seherde murg-ı cânım uyandı 

Tarikat ehli sahur vakti, yani imsak atıyor, bu imsak vakti onların üzerine atmamış, yani hep imsakte ayık olmuşlar.

Teheccüd namazı kılmışlar, derslerini yapmışlar. Ama şimdi kolaylaştırmışlar, teheccüd namazını vaktinden evvel kıldırıyorlar.

Ama yine de her ne kadar bunu kolaylaştırmışlarsa da, teheccüd namazını vaktinden evvel kıl diyorlarsa da, kalkıp kılmak daha eftâldir. Kalkabiliyorsan kalk da kıl, daha eftâl (faziletli).

Yok, kalkıp kılamıyorsan, o zaman kıl yat.

Evet,

Fırsatı ganimet bil

Ganimet nedir? Bolluktur. Ganimet insanlara bolluktur.

İnsanlar her şeyin bol olmasını ister.

Ama bolluk da neymiş? Ganimet te neymiş?

Fırsatmış.

Bu fırsat da neymiş?

Bu fırsat da dünyaya bir defa gelmişiz, gençlikten bir defa geçmişiz.

İnsan dünyaya bir sefer gelir, gençlikten de bir defa geçiyor, ne bulursa gençlikte buluyor, ne kazanırsa gençlikte kazanıyor.

Çünkü yaşlandıktan sonra zaten daha onu dünya bırakıyor.

Ama dünya onu bırakmadan o dünyayı bırakabiliyor mu?

Çünkü gençlere dünya âşık, talep gençleredir. Ama ihtiyarlardan nefret etmiş, sevmiyor ihtiyarları. 

Gençleri çok seviyor. Ama işte o dünya, sana âşıkken, seni seviyorken cilvesi ile cilası ile seni kandıracakken kanmazsan, sen onu sevmezsen eğer; o zaman ne buluyorsan buluyorsun, ne kazanıyorsan onu kazanıyorsun.

Bak Peygamber efendimiz ne buyuruyor?

“Size 5 şey gelmeden 5 şeyin kıymetini bilin.”

Bunlar ne?

Evvela diyor ki, buyuruyor ki:

“İhtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bilin[8]

Gençliğin kıymeti neyle bilinecek?

Bu hadis tabi başka bir hadisi bunun karşısına getirince kıymeti neyle bilineceği açıklanıyor.

Nasıl bir hadis?

“Gençlerin ibadeti 300 mumluk bir lambanın ışığı gibidir. İhtiyarın ibadeti mum ışığı gibidir.”

Yani gençlikte yapılan ibadet çok sıhhatli, çok ziyalıdır. ihtiyarlıkta yapılan ibadet zayıf ve solgundur.

·         İhtiyarlık gelmeden size, gençliğinizin kıymetini bilin,

·         Hastalık gelmeden, sıhhatinizin kıymetini bilin,

·         Fakirlik gelmeden, zenginliğin kıymetini bilin,

·         Ölüm gelmeden, hayatın kıymetini bilin,

  • Meşguliyet gelmeden boş vaktinizin kıymetini bilin.

Bir de buyuruyor ki:

Cenabı Hak insanlar için, 24 saati üçe taksim etmiştir:

“8 saat maişetiniz için çalışın,

Buyuruyor, Cenabı Hak;

8 saat de ibadetinizi yapın.

8 saat de istirahatınızı yapın[9]

Bak burada insanın boş vakti yok, ama istirahat saatinden ibadete, veya maişet, ticaretinden ibadete feda eder.

Fakat ibadet saatini, istirahata veya çalışmaya feda ederse zarar eder.

O zaman Cenabı Hak bunlar hakkında ne buyuruyor?

“İnsanlar zarardadır[10]

Bir de ne buyuruyor?

“İnsanlar uykudadır, ölünce dirilirler”

Yani ibadetlerini yapmazlar, 8 saat ibadetlerini yapmazlar, eksik yaparlar veya hiç yapmazlar.

Hiç yapmayan çok büyük zarar yapıyor.

Eksik yapan da çok zarar yapana karşı az zarar yapıyor.

“İnsanlar zarardadır”

Buyuruyor, Cenabı Hak.

Fakat bu zararı Peygamber efendimiz hadisinde nasıl açıklıyor?

Buyuruyor ki:

“İki günü müsavi olan da zarardadır[11]

Kim bu?

Amelde müsavi olan da zarardadır.

Demek ki her gün ameli-ibadeti artacakmış. Farklı olacakmış ki zarardan kurtarsın. Bu hadisi, Peygamber Efendimiz böyle buyurmuştur.

Bunu anlamak, bunu tatbik etmek, insanlara ancak bir meşayihin himmeti ile olur, Evliyaullahın himmeti ile olur.

Himmet ulaşırsa sana, himmete uğrarsan sen, bunu o zaman anlarsın.

O zaman insan zarardan kurtulmanın çaresine bakacaksa, mümkün değildir. Eğer insanlar her gün amelini çoğaltacak olursa daha çoğa gitmez, 24 saatini amelle doldurur.

Günü uzatamaz mıyız? Uzatamazsın.

Amelini çoğaltsın ki kurtulsun.

Ama bunun anlamı nedir?

Bunun anlamı işte nasıl ki:

Gâbe gavseyne dek seyranımız var

Bunun anlamı budur.

Yoksa hakikaten bak aklı mantığımız var; Onu bu gün yaptık amel işledik, yarısını çoğalttık öbürsü gün daha çoğalttık…

Peygamber efendimiz de öyle:

“İki günü müsavi olan da zarardadır”.

Buyuruyor. Her gün çoğalttık, her gün çoğalttık sonra ne olur? On senemizde dolar. On senede 24 saatini tıkandırır bir insan. Daha ne yapacaksınız, daha ne yapacaksınız ki bu saatlerde zarardan kurtarsın?

Ama yalnız Allah’a olan sevginin nihayeti yok, Allah’a olan kurbiyetin nihayeti yok, Allah’a karşı olan havfin nihayeti yok.

Allah’a kurbiyet: yaklaşmak.

Allah’a karşı olan ayıklığın nihayeti yok.

Bunlar işte demek ki:

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken

Seyyid Tâhâ, Sıbgatullah var iken

"Gâbe gavseyn"e dek seyrânımız var

Zaten böyle, bütün tarikatların içerisinde, en yüksek makamları, en yüksek mevkileri, en yüksek rütbeleri Nakşibendî tarikatında almışlar, takmışlar.

Diğer tarikatlarda o yüksek makamlara ulaşamamışlar.

Bütün Türkiye’yi araştırdığın zaman, Nakşibendî silsilesinden gelip geçen meşayıhların hepsi kutup-gavsdır.

Ekserisi Kutup-gavs geçmektedir.

Ama bak her asırda kutup da bir tane oluyor, gavs da bir tane oluyor.

Tebliğ memuru var, irşat memuru var, gavs var, kutup var.

Nerede?

Meşayihların, velilerin içerisinde.

Nasıl ki mesela, zahirde, millet içerisinden parlamento seçiliyor, geliyor meclise değil mi?

Kaç tane mebus var parlamentonun içinde? Millet içinden seçilmiş gelmiş.

İşte veliler de parlamento gibi halktan seçiliyor. Fakat bunların içinde irşat memurları var ki onlar da bakanlar gibi.

Onların içinden de seçilen gavs, gavs-ı azam da baş vekil gibi.

Veliler parlamento, mebuslar gibi.

Kutbu-l irşat var bakanlar,

Gavs-ı azam var başvekil,

Kutbu’l -aktab da Cumhur Reisi.

Bizim tarikatın, Nakşibendî tarikatının rütbeleri bunlardır.

Askerîdir, siyaseti de askerî, eğitimi de askerî, rütbesi de askerîdir.

Artık erden mareşale kadar rütbeleri götür.

Evet işte burada demek ki:

Gâbe gavseyne dek seyranımız var

Onun için bir insan ne kadar yaşamış olsa, ne kadar da her günkü kârını bir gün öncekinden fazla yapmış olsa;

“Gâbe gavseyn” makamına ulaşamaz.

İşte bu nedir?

Allah’a kurbiyettir.

Bu nedir?

Allah’a olan aşk.

Bu nedir?

Allah’a karşı olan say (gayret).

Ne için Cenabı Hak:

“Elâ inne evliyâallahu la havfun aleyhim[12]

Ayeti kerimesinde buyuruyor.

Bu ayeti kerime Evliyaullahın hakkında inzal olunmuş, varit olmuştur.

Onlarda olan havf, Allah havfını biz anlayamayız biz bilemeyiz.

Ama niye bunlar Allah’tan çok korkuyorlar?

Allah’a yaklaşmışlar da onun için.

Bir ateşe insan ne kadar yaklaşsa, ateşin cismine, ne kadar yaklaşsa, o kadar harareti fazla olur.

Ateşten ne kadar uzaklaşırsa ateşi, harareti o kadar az olur.

Allah’a yaklaşmak, Peygambere yaklaşmak, Meşayihe yaklaşmak böyledir.

 “Kurb-i sultan ateş-i sûzan”dır,

Ama yaklaşmak da, bir büyük nimettir.

Yalnız onlarda ne var?

Havf (korku) var, ama neyin havfı var?

Bütün müridanının havfını çekiyor. Kendi havfi değil, var ise yüz bin tane müridanı, yüz binin havfını çekiyor.

Onların üstüne hata gelmesini istemiyor. Onların günah işlemesini, azaba duçar olmasını istemiyor. Bunların havfını, korkusunu çekiyor.

Onun için bak tarikatın şartları vardır.

Tarikatın şartları nedir?

Çok ileriye gitmeyelim de, onlar değil de, bize lazım olan nedir?

Bize lazım olan, fenâfişşeyh olmaya çalışmak.

Fenafişşeyh olduktan sonra ilerisini biz bilemeyiz.

Ama fenafişşeyh olmaya çalışalım ki noksan sıfatımızdan kurtaralım.

Noksan sıfatımızdan kurtaramazsak terakki edemeyiz.

Onun için noksan sıfatımızdan kurtarmak için fenafişşeyh olacağız.

Cenabı Hak;

“İleyhi vesilete[13]”, buyuruyor.

Cenabı Hak, Allah’a gitmek için bir vesile bulun diyor.

Fakat burada Allah’a gitmek için vesile meşayihtir.

Bir insan, mesela bir okyanusu bir denizi geçecek olsa orada;

Ya vapur olacak ya da uçak.

Denizi nasıl geçecek?

Ama denize kadar da hayli bir kara yolu var.

O zaman onu da yürüyecek.

Vapur denizden gelip onu memleketinden köyünden evinden almaz veya bir uçak havaalanından gelip onu memleketinden köyünden almaz.

O denizi geçmek için ya uçağa binecek, ya da vapura binecek.

Vapura kadar da yürüyecek, uçağa kadar da yürüyecek.

Burada fenafişşeyh olmak için bir defa şeriatımız tarikatımız mazbut olacak, eksiği olmayacak. Bak:

“Baba himmet oğul hizmet”

Bu fenafişşeyh olmak için himmet alacağız.

Bu hizmetsiz olmuyor.

Fakat himmeti almak için hizmet göreceğiz.

Bir defa evvela şeriatımız var.

Şeriatten sonra tarikat geliyor.

Şeriatte bir insanın kıl kadar eksikliği olsa, tarikatta onun hiç yeri yoktur.

Şeraitte tekamülü tamam olacak ki tarikat bir yoldur.

Tarikat Allah’a giden bir yoldur, fakat vasıtası zahirde şeriattır.

Şeriatımız tarikatımız mazbut olduktan sonra bir de bize ne var bak:

Bilinmez âlemin sırrı nihândır

Dört şâhın hükmüyle dönen cihândır

Ârif olanlara özge seyrândır

Kâmile her eşyâ olmuş bir evrâd

Bir böyle buyuruyor,

Bir de buyuruyor ki:

Bu berzah âlemin geç gör neler var

Eriş nûra ki sende kalmaya nâr         

Olasın âlem-i rûhdan haberdâr

Bizde ruh var mı?

Var.

Nasıl bu ruh?

Rengi nasıl biliyor muyuz?

Yok.

Tadı nasıl biliyor muyuz?

Yok

Şekli nasıl biliyor muyuz?

Yok.

Ama var.

Ama insan ruhundan haberdar oluyor mu?

Oluyor. Nasıl, kim oluyor?

Karanlıkta bir insan neyi görecek?

Bu berzah âlemin geç gör neler var

Bu berzah âlemi nedir?

Beşeriyettir.

Bu berzah âlemi nedir?

Dünyadır.

Bir insan dünyayı severse, bir insan dünyayla meşgul olursa karanlıktan çıkmış değildir, berzahtan geçmiş değildir ki.

Bir insan kendi cismini de severse, cismi de onun beşeriyetidir, berzahtır.

Onu da severse o zaman oradan çıkamaz, oradan da geçemez.

Terki cisim olmak için cismini de sevmeyecek.

Onun için burada demek ki; bu dört şahtan murat zahirde edilleyi şeriyyedir.

Yani bizim şeriatımız bizi ne yapıyor?

Hayvanî sıfattan bizi beşeri sıfata geçiriyor, “dönen” demek budur. Hayvanî sıfattan beşeri sıfata dönderiyor. Bunu asıl şeriat dönderiyor bizi.

Beşeri sıfattan melekî sıfata çeviren ne oluyor? Döndüren?

Döndüren tarikattır.

Şeriatta ne lazım? Kitap, sünnet, icmâ, kıyas. Dört şahtan murat bunlar.

Tarikatta neymiş bu dört şahtan murat? Muhabbet, ihlâs, adab, teslim.

Muhabbet; çok seveceksin meşayihini.

Bak Peygamber efendimiz (SAV) bir gün:

— “Ya Ömer bizi ne kadar sevebiliyorsun? Bize sevgi derecen ne kadar?

Diye sormuş.

O da demiş ki:

— Ya Resulullah, nefsimden maada her şeyden fazla seviyorum seni.

— Ya Ömer senin imanın kemali bulmamış, kâmil iman sahibi olamamışsın sen daha. Bizi nefsinden de fazla seveceksin ki  kâmil iman sahibi olasın.

Tabi Hz. Resulullah böyle buyurunca, onlar seçkin, hülafa-yı raşidinden, ondan sonra Peygamber efendimizin bu sözü üzerine, Onda Peygamber efendimize olan sevgi coştu, çoğaldı ve dedi ki:

— Ya Resulullah, şimdi ben seni nefsimden de daha fazla seviyorum.

— Tamam, şimdi imanın kemale erdi, kâmil iman sahibi oldun ya Ömer[14]”.

Onun için bak burada,

Bulam dersen eğer ayn-ı îmânı          

Çalış ki olasın şeyhinde fânî

Sana senden yakın olanı tanı

Bu ne?

Kelamı kibar.

Bir de Cenabı Hak buyuruyor ki:

“Kulum ben sana şahdamarından daha yakınım[15]”.

Şahdamarı nerede?

İnsanların kalbinde, merkezi bir damardır.

Vücuda yayılan 366 damarın derlenmiş toplamış başıdır. Yani 366 damar, vücuda dağılan 366 damar, baştaki damara o şah damara bağlıdır.

Evet, Cenabı Hak buyuruyor ki:

“Kulum ben sana şahdamarından daha yakınım.”

Bir de Hz. Resulullah buyuruyor ki:

“Kul ile Allah arasında 70 bin perde var, her perdenin kalınlığı yer ile gök arası kadar[16]”.

Biri Allah’ın emri, biri Resullulahın emri.

Bu yakınlık ne? Bu uzaklık ne? Bunu nasıl anlayacağız? Nasıl idrak edeceğiz?

Onun için:

Bulam dersen eğer ayn-ı îmânı          

Çalış ki olasın şeyhinde fânî

Sana senden yakın olanı tanı

Bakın Cenabı Allah bize şahdamarımızdan yakın ama, ona gıyaben, gıyabî imanımız var.

Görebiliyor muyuz? Göremiyoruz.

Göremediğimiz gibi de unutuyoruz. Unuttuk mu uzaklaşıyoruz ondan.

Bu uzaklık, Allah’ı unutmak, gaflettir..

Onun için Peygamber efendimizin “çok uzaksın” demek; “Kul ile Allah arasında 70 bin perde var, her perdenin kalınlığı yer ile gök arası kadar” demek;

Bu işte gaflet; Allah’tan gaflet, gafil olmaktır.

O zaman biz demek ki Allah’a gıyabî imanımız var, Resulullah’ı da görmedik, gıyabî imanımız var.

Ama meşayihe inananların imanı gıyabî mi, yoksa zahiri mi?

Zahirî tabii, değil mi?

Zahir bir inancı var. Zahirde, inananların inancı nedir?

Biliyoruz ki meşayih Allah’ın sevgili bir kuludur. Seçilmiş bir kuludur. İnsanlardan seçilmiştir, velidir.

Velinin anlamı ne?

Veli, peygamberin vekilidir.

Ben-i İsrail’in Peygamberlerinin de velileri vardı.

Kimler bunlar?

Mesela Süleyman (as)’ın Âsaf bin Belkiyye (Berahyâ) isminde birisi, Nebi değil ama veliydi, yetişmiş bir insan idi. Belkıs’ın tahtını bir göz kırpmada getirdi.

Ondan sonra Hızır (as), Ben-i İsrail’in velilerindendir. Nebi değildir.

Bak Cenabı Hak Ona ne gibi yetkiler vermiş? Hem kıyamete kadar.

Gerçi bir Evliyaullah da dünyasını değiştikten sonra, onlar da Hayy’dir, çıkarlar zemini asumanı gezerler.

Hızır’la onun ne farkı var?

Hızır şüphesiz bir veli, Cenabı Hak Hızır’ın yetkisini, Hızır’ın görevini Kur’an’da bildiriyor.

En evvel bir defa Hz. Musa (as) ile Hızır (as)’ın Kur’anda hadisesi var değil mi?

Cenabı Hak Hızır (as)’a abı hayat içirmiş, kıyamete kadar ölmemiş. Ölmemiş de niye görünmüyor?

O da görünmüyor. Bir kâmil mükemmil bir mürşit dünyasını değiştiği zaman O da değişik değişik cisimlerle görünür insana. O zaman Hızırla O’nun ne farkı var?

Zaten Hızır mürşid-i kâmildir, bak:

Varıp Hızr ile zulmete o cevher taşların topla           

Hızır mürşid-i kâmildir o zulmet kalb-i câhildir

“Cevâhirler şerîattır özün kurtar cehâletten”

Bir de Veysel Karani Hazretleri var, zahirde Peygamber efendimizi görmemiş, Peygamber efendimizin zamanında yaşıyor ama Peygamber efendimizi görmemiş.

Ama Peygamber Efendimiz O’nu ne kadar methi sena ediyor. ”Ümmetin hayırlısı, ümmetin büyüğü, ümmetin en büyüğü, ümmetin en hayırlısı” diyor.

Onun için derler ki:

Peygamberlerin olmadığı zamanlarda da veliler ne yapmışlar? Aynı peygamberlerin görevini yapmışlar.

İsa Ruhullah’a İncil geldi, İncil indi, fakat İncil’e kaç kişi inandı?

Onlar on iki tane havaridir.

On ikinin bir tanesi de hıyanetlik etti, inanmış olarak göründü, Hz. İsa (as)’ı teşhir etti. Onun düşmanlarına, Hz. İsa (as)’ı öldürmek isteyip arayanlara, Hz. İsa (as)’ın yerini söyledi, buradadır dedi. Hz. İsa (as) göğe çekildikten sonra bu on bir kişi, havariler her birisi bir tarafa gittiler.

Onlar da gizlendiler.

Onlar Hz. İsa (as)’ın vekilleri idi.

Onlar da ondan sonra gelenlere gizli gizli aşıladılar, öğrettiler yetiştirdiler.

Havariler ne yaptılar? İncil kitabını böyle yaydılar.

Demek ki peygamberlerin olmadığı zamanlarda da veliler bu hizmeti görmüşler.

Cenabı Hak velileri bu hizmete tayin etmiş.

Onun için işte o zaman biz, eğer Evliyaullaha böyle inanırsak, bir de Evliyaullahın cismini görüyoruz, mekânını görüyoruz, sıfatını görüyoruz.

Onun için burada Allah’a bizim gıyabı imanımız var.

Allah’a mekân isnat etmek küfürdür.

İnancımıza göre Allah’a (zâtını tarif için) bir sıfat isnat etmek küfürdür.

Ama Evliyaullah şuradadır, demek küfür mü? Değil.

İstanbul’da bir Evliyaullah var, tekkesi de şurada, Erzurum’da bir velinin zahirde bir tekkesi var, bunlar küfür mü? Değil.

Evliyaullahın sıfatı da var, cesedi de var zahirde.

Ama niye Mevlana demiş ki:

—Ne olursan ol gel.

Nereye seslenmiş bunu?

—Mecusi isen de gel, Hıristiyan isen de gel, yüz defa günah ettin, günaha tövbe ettin, tövbeni bozdunsa da gel, sonunda diyor ki, ne olursan ol yine gel.

Niye demiş bunu?

Nereye seslenmiş? (davet etmiş)

Hakka seslenmiş Allah’a.

Onun dergâhı Hak dergahı imiş.

Yani onun mekanında, onun cisminde, kendisine sesliyor ama, sesleyen kendisi değil.

Zahirde O sesliyor, kendisine sesliyor. Bak bunu Hıristiyan da, bütün  dünya ecnebileri de bunu kabulleniyor.

Her tarafta söyleniyor ve kabulleniyorlar.

Mevlana’nın “her ne olursan ol gene gel” demesini gayrimüslimler de hepsi, yetmiş iki buçuk millet, bunu kabullenmiş. Fakat İslam olanlarla Müslüman olmayanlar, anlayamayanlar, bu kelamı nasıl kabullenmiş?

Onlar  diyorlar ki:

Mevlana insanlığa sesleniyor.

Ama insanlık neymiş?

İnsanlık da, eğer bir insan zararsız olursa, kimseye zarar vermezse, kimseye zarar vermesin, insanlara faydalı olsun, buna sesleniyor, böyle kabulleşiyorlar. Onlarınki de fena değil.

Ama yok, Mevlana Hakk’a seslenmiş, insanlığa değil.

İnsanlık da Hakk’a inanmakla, Hakk’a, Allah’a inanmakla itaat etmekle olur.

Niye çünkü?

Allah’a inanmayan itaat etmeyen insan değil ki…

O her ne kadar beşer ama insan değil.

İnsan olsa, kitap kime gelmiş? İnsanlara.

Peygamber kime gelmiş? İnsanlara.

Kitaba inanmayan, kitaba sahip olmayan, peygambere inanmayan, peygambere tabi olmayan insan sayılmaz ki.

Onun için işte demek ki Evliyaullahın mekânı da var, Evliyaullahın sıfatı da var.

Ama Evliyaullahın zahirde bir sıfatı var ama, o zahirdeki sıfatı, bir sıfatı gizlemiş. Onun için Yunus Emre:

Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm

Bu kelamında, benim cismim zahirim etten kemikten ibaret, Yunus diye görünüyor, diyor

Onun için bak:

Çâr-anâsır perdesini zâtına etmiş nikâb

Nikab ne? Örtüdür.

Çâr-anâsır ne? Çâr-anâsır da dört eczadan meydana gelen bu ceset.

Ne olmuş? Perde olmuş.

Neyi perdelemiş? Ruhu perdelemiş. Ruhu örtmüş, Ruha bir kalıp olmuş, perde olmuş.

Ama hangi ruhu gizlemiş?

Hayvani sıfatta olan ruhu da gizlemiş,

Beşeri sıfattan olan bir ruhu da gizlemiş,

Meleki sıfatta olan bir ruhu da gizlemiş.

Beşer Allah’a isyan ediyor, hiç kitap, sünnet, Allah, peygamber, günah, sevap hiçbirini bilmiyor ve bütün günahı kebairlerin hepsini işliyor. Fakat beşer insan görünüyor mu? Görünüyor.

Halbuki onun insanlıkla hiç alakası yoktur. Onda olan bir sıfat var, o gizlemiş bunu göstermiyor.

Bir de var ki tamamen,

“Emri bil ma’ruf, nehyi anil münker[17]”.

Kulluğunu yapıyor, Allah’a karşı olan ibadetlerini yapıyor, bütün yasaklardan günahlardan da kaçınıyor,

Bunda da bir sıfat var.

Onu da gizlemiş bu ceset.

O da gene aynı surette görünüyor.

Bak bir kelamı kibarda

Görünür surette insan, velâkin sîrette hayvan

Onu da gizlemiş. Bir de var ki:

İnsanlardan seçilmiş, ilmi ile, ameli ile, şeriatı, tarikatı ile hakikate ulaşmış.

Hakikate ulaşmış, fakat onu da beşer sureti zahirde gizlemiş onu da göstermiyor.

Onların hakkında buyuruyor ki, kemal sıfatıyla muttasıf olanların hakkında buyuruyor ki:

Çâr-anâsır perdesini zâtına etmiş nikâb

Bir velayet sahibine söyleniyor bu, veliye söyleniyor.

Söyleyen kim? O velayet sahibinin velayetini sezen, velayetine inanan, velayetini tasdik eden,

Çâr-anâsır perdesini zâtına etmiş nikâb        

Akl- ı küll senden ibâret nefha-i âlî-cenâb     

Sendedir sırr-ı emânet ey kulûb-ı âfitâb        

"Alleme'l-esmâ" ya mazhar olduğun bilmez miyem

Bir kelam daha var:

Hakîkat şehrinde bir güzel gördüm

Bir göreni göremedim ne çâre

Bir kelam daha var:

Bedensiz bir güzel gördüm efendim

İlikten damardan kandan içeru

Cânân illerinden sordum efendim

Bir gizli cân vardır cândan içeru

Bu kelamlar neyi ifade ediyor?

Evliyâullahta olan bir varlığı ifade ediyor.

Evliyaullah zahirde bir cisim sahibidir ama o cismi bir hakikate perde olmuş, göstermiyor.

Allah şuradadır, buradadır demek küfürdür, ama Allah Evliyaullahın kalbindedir demek küfür değildir, haktır hakikattir.

Niye?

Allah’ın emri öyle, Cenabı Hakkın emri öyle.

“Ben mümin kulumun kalbine sığarım[18]

diyerek ferman buyurmuş.

Onun için Allah’a imanımız var, Allah’a noksan sıfat izâfe etmek küfürdür, O noksan sıfatlardan beridir.

Allah’a mekân izâfe etmek küfürdür, Allah mekânlardan, mekândan münezzehtir.

Cenabı Hak, Evliyaullahı zamandan sıfattan kurtarmıştır.

Onun için:

Bulam dersen eğer ayn-ı îmânı          

Çalış ki olasın şeyhinde fânî

Sana senden yakın olanı tanı

……

Hakikat güllerini görmek dilersen

Marifet meyvesin yemek dilersen

Sonra bak

"Alleme'l-esmâ" ya mazhar olduğun bilmez miyem

buyuruyor

Çâr-anâsır perdesini zâtına etmiş nikâb

Akl- ı küll senden ibâret nefha-i âlî-cenâb

“âlî-cenâb” kıymetli bir can.

“Nefha” ise Cenabı Hakkın ruh üflemesi, ona ruh üflemesi.

Sendedir sırr-ı emânet ey kulûb-ı âfitâb

Bu ne?

Evliyaullah, Peygamber efendimizin nurunu, nur mucizesini taşıyor. Sırrı Emanet budur.

Ey kulûb-ı âfitâb

Afitab ise güneş gibi, on beşlemiş ay gibi olan senin kalbin diyor.

Ya da o tabân veya ziyalı bir güneş gibidir.

Evet, Allah’a gıyabı imanımız var bizim.

Allah’a noksan sıfat izâfe etmek haramdır, günahtır, küfürdür. Allah’a mekân izâfe etmek küfürdür, Ama Allah, Evliyaullahın kalbindedir.

Evliyaullahta Cenabı Hakkın sıfatları tecelli etmiştir.

Kutsi hadisinde Cenabı Hak buyuruyor ki:

“O veli kulumuzun gözü bizim gözümüz, o veli kulumuzun işiten kulağı bizim kulağımız, o veli kulumuzun konuşan dili bizim dilimiz, uzanan eli bizim elimiz, yürüyen ayağı bizim ayağımız, düşünen aklı da bizim aklımızdır [19]”.

İbrahim (as), bir gün Cenabı Haktan iki şey istemiş.

Peygamber efendimizden sonra Allah’a çok sevgili olan İbrahim (as) Peygamber efendimize “habibim”, ona da “halilim” demiş, dostum demiş.

O, Cenabı Haktan iki şey istemiş. İki şeyin birini ifade edelim, demiş ki:

— Ya Rabbi, inanıyorum, biliyorum sen gitmekten gelmekten münezzehsin. Bu dünya haneme de bir gelsen de, teşrif etsen de bir göreyim, demiş.

Cenabı Hak da “Ya İbrahim falan gün geleceğim” diyor.

Davetini kabul ediyor.

O güne, İbrahim (as)’ın çok hizmetlileri varmış, kara cariyeleri, kulları varmış. Cenabı Hak gelecek diye onları hep seferber ediyor, ta ki, yemekler, içecekler, temizliklerini, bunları hazırlıyor.

Bu günü bekliyorlar. “nerden gelecek, gökten mi gelecek, yerden mi gelecek?” diye.

Beklenirken çok ihtiyar biri geliyor, o kadar ihtiyar ki, beli kamburlaşmış, elinde bir asa var ona dayanarak, dura dura geliyor.  Gözler kırışmış, saç sakal da birbirine karışmış, gözünde çapaklar, ağzına salyalar akmış, çok bitkin bir vaziyette gelmiş. Demiş ki:

— Ya İbrahim benim halimi biliyorsun !

Bunu böyle görünce İbrahim (as):

—Baba demiş, bu halinle buralarda görünme, çok önemli bir misafirim gelecek, al bu ekmeği ye.

Onu böyle başından savmış.

Akşama kadar beklemiş, Cenabı Hak gelmemiş, nereden gelecek? Haşa O, gelmekten gitmekten münezzehtir. 

Ondan sonra İbrahim (as) rica ediyor:

— Ya Rabbi, diyor, sen vaadinden hulf etmezdin, gelmedin.

 Cenabı Hak:

— Ya İbrahim ben geldim, sen benim yüzüme bakmadın, sen beni bir parça kuru ekmek ile savdın.

—Aman Ya Rabbi, affet, diyor. Ben öyle bir şey yaptığımı bilmiyorum, yapmam da diyor.

— Nasıl oldu bu? Diyor.

Cenabı Hak diyor ki :

— Ya İbrahim, ben gelmekten gitmekten yemekten içmekten münezzehim, sen buna inanıyor biliyorsun, ama diyor, senin gözüne çok çirkin görünen bir ihtiyar vardı ya,ben onun kalbinde geldim, onun kalbinde idim eğer ona yedirmiş içirmiş olsaydın bana yedirip içirmiş olacaktın. Ona hürmet etmiş olsa idin bana hürmet etmiş olacaktın.

Kelamı kibarda:

Bulam dersen eğer ayn-ı îmânı

Çalış ki olasın şeyhinde fânî

Sana senden yakın olanı tanı

Bu berzah âlemin geçmek dilersen

Bekâ gülşanına göçmek dilersen

Bir de;

Şeyhden haberdâr olmayan

Doğru vefâdâr olmayan

Önünde berdâr olmayan

Ol kande bulur yârini

Olmuyor, şeriatsız tarikatsız olmuyor.

Tarikatsız insanlar nimetine malik olamıyorlar.

Düşünecek olursak aklımız var, bu kadar Evliyaullah gelmiş, geçmiş.

Bunların hiç bir tanesi tarikatsız nimetine malik olmuş mu?

Hepsi tarikatla, bir mürşitle nimetlerine malik olmuşlar.

 

  

[1] Fususül Hikem  Trc. C.1 S.43

[2] Zariyat 51:56

[3]  Necm 53:9

[4] Fatir  35:9

[5] Nisa  4:80

[6] Ömer Dağıstani Fetvalar S.149

[7] Hikmet Goncaları Trc. (500 Hadis Şerif) 397

[8] Bilmen Y. 500 Hadisi Şerif  73

[9] İlahi Hadisler (Diyanet İ.B.Y) 29

[10] Asr 103:2

[11] Keşfül Hafa C.11 S.233

[12] Yunus 10:62

[13] Maide 5:35

[14]  Buhari Fedailü’l Ashab 6

[15] Kaf 50:16

[16] Türkiye G. Peygamberler Tarihi Cilt 1

[17] Al-i İmran 3:104-110-114

[18] Alusi Ruh’ul  Me’ani XX.101

[19] Buhari Rikak  38