“Aşkım Bana Oldu Burâk”

08.02.1990

                        Bıraktı hicrân nârına 

                        Bend etti zülfün dârına          

Bilemedim efkârı ne

Görün beni aşk n'eyledi

Âhiri dervîş eyledi

Kelamlar çok özlü ama, 

“Bilemedim efkârı ne”... Bilmez olur mu?

Hicran narına düşüren kim?

Allah,

Peki, zülfün darına bend eden kim?

yine Allah,

Hicranın narına yanmak ne demektir?

Ruhumuzun gelişi, Allah ‘tan ayrılışıdır.

Zülfün darı ne?

Zülfün darı Evliyaullaha olan sevgisidir.

Peki bilmedi mi, maksadı ne? Niye böyle yaptı? Niye hicran narına bıraktı? Niye zülfün darına bend etti?

Cenabı Hakkın celal sıfatı var, cemal sıfatı vardır. Celal sıfatının ve cemal sıfatının bilinmesi için, celal sıfatına sahip olup da cehennemlik olanların ayrılması var, celal sıfatının ihtizasından tecelli eden cehennem var, cemal sıfatının tecellisinden bir cennet var. Cenabı Hak bunları lüzumsuz halk etmemiştir. Cennettin bir malı, mülkü var, hizmeti var, cehennemin de var.

Nerede ayrılacak?

Dünyada ayrılacak. Ama bu hicran ne?

Hicran demek Allah’tan geldiler ve Allah’tan ayrı düştüler.

Bend etti zülfün darına

Demek bir müridin bir meşayihe bağlanmasıdır.

Çünkü meşayihe bağlanmak, bir meşayihi sevmek Allah’a bağlanmak, Allah’ı sevmektir.

Ancak bu hicrandan, o ayrılıktan neyle kurtulacağız?

Bir Evliyaullahı sevmekle, o seni hicrandan, ayrılıktan kurtaracak. Başka kurtaran olamaz.

Çünkü niye? Ruh Allah’tan bir vasıta ile geldiyse, yine bir vasıta ile Allah’a gider. Cenabı Hak ayetinde “ileyhil vesilete[1]” buyuruyor. “Allah’tan geldiniz Allah’a gitmek içinde bir vasıta bulun” diyor.

Onun için okunmuş  olan kelamda;

Bıraktı-düşürdü- hicran narına, hicran narı ne?

Ruhların ayrılışı, bu dünyaya inişi, Allah’tan gelişidir.

“Bend  ettin zülfün darına,”  zülf güzelliktir.

Dar’dan mana; bend ettin bağladın, güzelliğinle beni bağladın.

Ama bu güzellik değil, hangi güzellik bağlar insanı?

Evliyaullahın güzelliği; Evliyaullahta Cenabı Hakk’ın güzelliği var, meşayihte Allah’ın nuru var.

Sebul mesanidir yüzü

Nutku mesihadır sözü

Ne bu kelam? Senin yüzünde, meşayihin yüzünde fatiha suresi yazılıdır.

Senin lisanın da nutkun da haktır, yanı senin sözlerin de Allah’ın nutkudur, sözüdür.

Amenna ve saddakna, Cenabı Hak hadisi kutsisinde  buyurmuyor mu?

“konuşan dili bizim dilimizdir”

Kim bu Evliyaullah? Bu arada buyuruyor ki:

“Biz velilerimizi yeşil kubbemiz altında gizledik, onları bizden başka kimse bilmez[2]”  ikinci bir hadisi kutside buyurmuyor mu?

“O veli kulumuzun  konuşan dili bizim dilimiz, gören gözü bizim gözümüz, işiten kulağı bizim kulağımız, uzanan eli bizim elimizdir. Hatta yürüyen ayağı bizim ayağımız, düşünen aklı bizim aklımızdır[3]

 “Bend etti zülfün darına”, demek:

Evliyaullaha, inanıp da onun manevi yüzünü gören, manevi güzelliğini gören, Evliyaullaha bağlanıyor.

“Bilemedim efkârın ne”,  beni niye bu ayrılığa düşürdün? Bu güzellik senin güzelliğin, bu ayrılığı sen yaptın, sen indirdin ayırdın.

Cenabı Hak ayeti kerimede  “nefehtü fihi min rûhî,biz Âdem’i halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik[4]”.

Ama kelamı kibarda ne buyruluyor;

Te'âlallah ne hûb zîbâ yaratmış kâmil insânı,

Nefahtü fîhi min rûhî" deminde kılmış ihsânı

Çok güzel yaratmış, kimi?

Kamil insanı.

Fakat bu kamil insan kemalatta ne ile ulaşıyor? Bu güzelliği ne ile elde ediyor, nerede elde ediyor?

İşte o kutsal makamdan gelen ruhlar burada tekrar  ayıklanıyor,  yine tekrar o kutsal makama gidiyor.

Fakat o güzelliği elde eden gidiyor. Bu güzellik neyle elde edilir?

Ancak Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet ile; 

Bunlar yaşanırsa,  bu insan yine çok güzel olur, çok  güzel olursa gelmiş olduğu o güzel yere makama gider. Bunlar olmazsa  bu sefer çirkin kalır, çirkin kalınca da o makama gidemez. 

Dünyaya geldim gitmeye

İlim ile hilme yetmeye

Buyruluyor.

Niçin Cenabı Hak, “insanlar ulvi insanlar süfli[5]” buyurmuş.

Ulvinin manası gökleri aşar, melekleri geçersiniz. Zaten ruhumuz meleklerden yüksek yerden geldi. Niçin, Cenabı Hak melekleri noksan sıfattan beri halk etmiştir. Onlarda noksan sıfat yok, neden noksan sıfattan yoksun halk etmiş?

Melekler hakkında bir ayet var mı? Cenabı Hak biz melekleri halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik diye bir emri var mı? Böyle bir emir yok.

Cenabı Hak Kur’anı Kerimde bütün her şeyini kuvvetlerini, kudretlerini, sırlarını, hikmetlerini bize bildirmiş, her şeyi habibinin vasıtası ile bize bildirmiştir, niye?

Cenabı Hakkın Kur’anda melekler hakkında böyle bir emri var mı? Ama yanlış anlaşılmasın, tabi meleklerin noksan sıfatları yok.

Noksan sıfat hangisi? Biz de zannediyoruz ki noksan sıfat şu; insan günah işliyor, haram yiyor, hırsızlık yapıyor, yalan söylüyor, her bir şeyi işliyor, hayır bu değil.

Aslında noksan sıfat bizde yememiz, içmemiz, uykumuz, yorulmamız hasta olmamız, ihtiyar olmamız, bunlardır bizdeki noksan sıfatlar, meleklerde bunlar yoktur.

Cenabı Hak ne buyuruyor,

“Biz Âdem’i halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik”

Onun için insanların ruhu meleklerden üstün yerden gelmiş.

Cenabı Hak melekleri sıfat nurundan halk etmiştir.

Bizim ruhumuzu kendi zatının ruhundan halk etmiş, onun için yüksek bir yerden gelmiştir.

Zahirde Cebrail Peygamber efendimizle Allah arasında bir elçi, Allah’tan vahiy getiriyordu. Fakat Miraçta Cebrail nerede kaldı? Peygamber efendimiz nereye gitti?

Cebrail bir makamda kaldı, Peygamber efendimiz gitti, gitti, gitti...

Cebrail ne dedi? “Ya Resulullah benim yerim burası, ben buraya kadar, ben buradan daha ileriye gidemem, bir adım daha gitmeme emir yok, bir adım daha atarsam yok olurum[6]

Peygamber efendimiz gitti.

Allah’tan gelen ruh, Allah’a neyle gider?

Bir meşayihle, vasıtayla gider. Bu kelam işte onu ifade ediyor,

Düşürdün hicran narına

Bend ettin zülfün darına

Niye bu yüksek alemden düşürdün?

Niye bir daha yüksek aleme çıkmak için arada bir vasıta halk ettin?

bilmedi noksanını...

          Görün beni aşk neyledi

   Ahiri derviş eyledi

Derviş, her şeyini yok etti. Her şeyden kurtardı. Bir kelam daha var.

Çok çektim ise iftirâk           

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk       

Bak burada zikri, fikri, ameli, ibadeti, değil.

Sofular cennette kaldı aşıklar didara erdi.

Sofu ne?

Sofunun üç anlamı vardır. Bir anlamı sofu çok ibadet yapar. Bir anlamı da var ki safiye makamına sâfileşmiş.

Sofu safileşemez, Aşık safileşir. Ne için sofu safileşemez?

Sofunun ameli var, aşığın ameli yok.

Aşığın ameli yok deyince, amelini atmış, ameline sahip olmuyor.

Ama sofu ameli ile süslenmiş, ameli ile bürünmüş, ameli olmuş ona perde, ameli olmuş ona nikap, ama aşığın ameli olmuyor ki perdesi olsun.

Aşık ne?

Allah aşkı ile pişen,

Allah aşkı ile yanan,

Allah aşkı ile olgunlaşan.

Hani bir çiğ bir şey ateşe düşmezse, pişmezse o nimet olabiliyor mu, yenilebiliyor mu?

Niçin Mevlana buyurmuş ki:

Hamdım, yandım, piştim

Ne zaman buyurmuş? Niye bu kelamı buyurmuş?

Şems’ten evvel niye bu kelamı buyurmamış? Şemsi tanıdıktan sonra buyurmuş.

İlmi ile kemali ile bir yönde bir hamlık varmış, ancak Şemsi tanımış, Şems vasıtası ile onda bir Allah aşkı tecelli etmiş. Bu Allah aşkı onu yakmış, pişirmiş, hamlıktan kurtarmış.   

              Çok çektim ise iftirâk

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk       

Görün beni aşk neyledi

Ahiri derviş eyledi

Burak’tan mana nedir?

Çünkü Peygamber efendimiz Burak’la miraç yaptı. Ama o Peygamber efendimize aittir. Peygamber efendimiz cismi miraç yaptığı için Burak’la yükseldi.

Miraç haktır. Buna inanmazsa insan Müslüman olamaz. Hatta Cenabı Hak Mescid-i Aksa ya kadar gittiğini ayetle bildiriyor. Mescid-i Aksa dan göklere yükseldi. Cebrail Burak’la aldı götürdü ama bir makama kadar götürdü.  Cebrail kaldı, Peygamber efendimizi O makamda bıraktı. Yedinci kat göğe kadar çıktı. Arşı alâda  görülen bütün hikmetleri Cebrail yine ona delillik etti. Ama Cebrail orda kaldı ve o varlıklar aşağıda kaldı. Peygamber efendimiz devam etti.

Onun için Cenabı Hak “Gâbe gavseyni ev edna” buyuruyor, “habibim sen bana o kadar yaklaştın ki iki kaşın yaklaştığı kadar, hatta ondan da yakın[7]”.

Aşıklar Allah’ı seven. Maşuk sevilen, aşık sevendir.

Aşıkların miracı neymiş?

Allah aşkı, Allah sevgisi, Resulullah sevgisi, Meşayih sevgisi.

Çünkü Allah ancak Resulullahla seviliyor, Resulullah da Evliyaullahla seviliyor.

Bu da Allah’ın emirleri. Cenabı Hak “Habibim seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevemez[8]” buyuruyor.

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl

Muhabbet Allah sevgisi, Allah sevgisinden Peygamber efendimiz var oldu, meydana geldi.

Peygamberi tanımayan, bilmeyen, sevmeyende Allah sevgisi  olamaz, onda muhabbet hasıl olmaz.

Cenabı Hak “Habibim seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevemez” buyuruyor.

Hatta;

“Seni bilen beni bilir, seni bilmeyen beni bilemez,

Seni bulan beni bulur, seni bulamayan beni bulamaz,

Seni gören beni görür, seni göremeyen beni göremez

Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir”.

Bu kul kim?

Evliyaullahtır.

Onun için demek ki;

Allah aşkıdır insanlara miraç yaptıran.

Allah aşkıdır insanları noksan sıfatlarından kurtaran.

Allah aşkıdır bütün insanları safileştiren, olgunlaştıran, pişiren.

Allah aşkıdır bütün ahlak-ı hamideleri gösteren, ahlak-ı zemimeleri yok eden, bitiren.

Hele Allah aşkıdır insanların anasırı  zıddiyetini değiştiren.

İnsanlar zikirle, fikirle, ibadetlerle kendilerini hayvani sıfattan beşeri sıfata geçiriyor, kendilerini hayvani sıfatlardan kurtarıyorlar.

Fakat beşeri sıfattan meleki sıfata zikir, fikir, ibadetle geçilmiyor.

Zikr ü fikr ile ibâdetle varılmaz bu yola

Hizmetinde dâim ol şeyhin rızâsını dile

Hubb-ı lillah  âşık ol gönlüne girmeklik ile 

Sen seni mahv eylemektir "lâ"yı "illâ"dan garaz

Hubbılillah geçiyor, demek ki meşayihi olmayan bir kimse, hiç bir amelini Hubbılillah-Allah (sevgisi) için işleyemez. Muhakkak ki o ameline onun nefsi parmak atar, el atar.

Ama meşayihi olan bir kimsenin asla ve asla nefsi el atamaz. O amelini Allah için işler.

Onun için kelamlar bunu ifade ediyor. Ama anlamayanlara bu kelamlar ne kadar muhalif geliyor. Hangi kelam?

“Hasenet’ül ebrar, seyyiet’ül mukarrebîn”

Hasene ne?  Sevap.

Ebrar ne? Sevap işleyen.

Seyyie ne? Günah.

Mukarrebîn ne? İşlediği ibadetleri günah sayan zevat.

Mukarrebîn de bir kul, Ebrar da bir kul. Ebrar ibadet ediyor, sevap kazanayım diye işliyor.

Mukarrebîn o ibadetten günahtır diye kaçıyor. Bakın şimdi ne kadar ters, ne kadar yanlış anlaşılıyor. Halbuki bu böyle değil efendim.

Ebrar ameli işliyor, ameli alıp, sarılıyor, kabulleniyor.

Mukarrebîn bu ameli işliyor, ama niye bu ameli kabullenmiyor?

Ebrar, bu ameli ben yaptım, kulluğumu yaptım, sevabını kazandım, cenneti kazandım, diyor.

Fakat mukarrebîn öyle değil, ben kulluğumu yapamadım. Allah’ın azabından, gadabından, elinden, kurtaramadım. Yapıyor da, yapamadım diyor. Kendinde öyle bir nedamet, bir düşkünlük var. Kendisini aşağı, kusurlu, günahkar görmek var, yapamadım diyor.

Allah’a makbul olan amel de budur. Çünkü Peygamber efendimiz Miraç yaptığı zaman Cenabı Hak sordu;

 “Ya habibim bana ne hediye getirdin?”

“Ya Rabbi sen ihtaç, muhtaç değilsin, sen ganisin, senin hazinelerin dolu, ihtaç benim, muhtaç benim, ben fakirliğimle sana geldim.”

Cenabı Hak “Sen bana çok kıymetli ve makbul olan bir hediye getirdin” diyor.

“Hasenetü’l- ebrar, seyyietül mukarrebîn” buyuruyorlar.

Ebrarların sevap diye işlediklerinden mukarrebînler kaçarlar.

Ebrarlar namaz kıldı, mukarrebînler kılmadı mı? Ebrar oruç tuttu, ibadet yaptı, hasenat yaptı, mukarrebînler bunları yapmadı mı?

Ebrarlar hasenatı yaptım, kazandım diyor. Mukkarebîn yapamadım diyor ve kendisinde bir nedamet ve bir ahu enin var. 

Allah’ın  indinde de bunu ancak aşk yapıyor. Bu insanları amel varlığından geçiren, kurtaran aşktır. Aşk olmazsa amel varlığından insan kendisini kurtaramaz.

İradesi var, bu ameli yapıyor.

Niye yapıyor bu ameli?

Bir maksat bir gaye için yapıyor. Cenabı Hakkın emri, bu haktır. Fakat mukarrebîn bunu yaptığı halde, hakkiyle yapamadım diyor. Tarikatın kârı kemali mahviyettir, yokluktur.

               Çok çektim ise iftirâk          

               Kalmadı gönlümde merâk

Biz şimdi zannediyoruz ki bizim ayrılığımız amenna ve sadakna:

Cenabı Hak kitabı Kur’anı Kerimde “Kalü inna lillahi ve inna ileyhi raciün” buyuruyor. “Allah’tan geldik bu dünyaya, yine Allah’a döneceğiz[9]

Ama sadece dünyaya gelişimiz mi ayrılığımız?

Hayır bu değil, ancak dünyaya gelişimizle varlığımız meydana çıktı, bildik. Varlığımız vardı da bilinmiyordu.

Ne zamandan vardı varlığımız? İlmi ezeliden. İlmi ezelide Cenabı Hakkın ruhları halk etti ve “elestü bi rabbiküm” fermanıyla “ben sizin rabbiniz değil miyim[10]?” diye bir emri var.

Kime? Cesetlere değil, ruhlara.

Cenabı Hak ruhu ne zaman halk etmiş? Bilmiyoruz. 

Nerede kalmış bu ruh? Çok alemler, dolanıp gelmiş.

Dolaştım âhiri bu hâna geldim

Bu hâna, dünyaya geldim. Bir de buyuruyor ki,

Kalemden şak olup seyrâne geldim 

Bulut yağmur olup ekvâne geldim

Kalemden şak olunca, seyrana gezmeye çıktı. Kalemden ayrıldı. Cenabı Hak en evvel Peygamber efendimizin ruhunu halk etti. Bütün ruhlar, her şeyi onun nurundan halk etti. Bir de Peygamber efendimizin en evvel aklını halk etti. Onun nurunu, onun ruhunu halk etti. Fakat ondan sonra kalemi halk ediyor.

Onun için Arş, Kürsü, Levh, Kalem deniliyor. Cenabı Hak kalemi halk ediyor ve kaleme bir celal sıfatıyla bakıyor, kalem iki parça oluyor.

   Kalem çün iki şak oldu anın kahr-ı celâlinden

         Birisi mazhar-ı lutfu birisi mazhar-ı hicrân 

Celali ihtisasından kalem iki şak oldu.

              Biri yazdı semâvâtı bütün me'vây-ı cennâtı

              Biri yazdı küsûfâtı oluben mazhar-ı ekvân

Biri, Cenabı Hakkın cemalinden tecelli eden kıymetli şeyleri, mekanları varlıkları yazdı. Biri de küsufatı yazdı.

Kalemden şak olup seyrâne geldim 

Bulut yağmur olup ekvâne geldim

  Nebât hayvân olup insâne geldim

Bu insan nerelerden geçmiş gelmiş. Aklımızın idrak edeceği bilinen şeyler burada ifade edilmiş. Bir de var ki, çok alemler bilemeyeceğimiz idrak ile anlayamadığımız alemler var. Onlardan bahsetmemiş. Çok alemlerden geçmiş.

Madem ki bizim ruhumuzun halk edilişini Allah biliyor biz bilmiyoruz. Nerede kalmış bu ruhlar? Nerelerden geçmiş gelmiş bu ruhlar?

              Çok çektim ise iftirâk          

Burada çok geçiyorsa. Herkesin bu dünyada belli bir ömrü var, buna çok denilmez ki. Buna çok denince rakam verilmiyor, rakamı yok. Zaten ilmi ezelide Cenabı Hak ruhu halk etmiş, o bilinmiyor.

               Çok çektim ise iftirâk          

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk       

Aşkım Burak’ım oldu. Ayrılıktan kurtuldum, meraktan da kurtuldum diyor.

Görün beni aşk neyledi

Ahiri derviş eyledi

Yalnız insanlarda zikir, fikir, ibadet amel olacak. Aşkında bir makamı vardır.

Fakat aşkın makamı neredir?

Aşkın makamı ona nihayet yoktur. Aşk sevgidir.

Sevgi de nereden kopmuş gelmiş?

Allah’tan kopmuş gelmiştir.

Buraya neyle gider insan?

Yine sevgiyle gider.

Tarikatlar nefis yoluyla başlıyor, kalb yoluyla başlıyor. Bir ibadetle bir de aşk ile terakki ediyor. Nitekim ibadet yolunun ahirinde de aşka geliyor. Aşka düşen bir tarikat ehli ibadete neden dönmüyor, niye dönsün? İbadet işliyor yapıyor da  ibadete kıymet vermiyor.

“Sair tarikatların nihayet kârını biz bidayete getirdik” buyruluyor.

Sair tarikatlarda riyazet, uzlet, seyahat bütün bunların amelleri, ibadetleri, hizmetleri aşka düşmek, aşka duçar olmak içindir. Ama bizim tarikatımızda aşkı baştan veriyorlar, ulaştırıyorlar.

Aşkın makamı Cenabı Haktır, Allah’tır.

Allah sevgisini kuluna gösteriyor insanlara bunu veriyor, ama her maksada bir kapı tayin ediyor.

İnsanların rızkını da Allah halk ediyor,  rızkları dağıtması görevi ile Kasım ul Erzak isimli bir melek de halk etmiş.

İnsanların ruhunu da Allah alıyor, ama Azrail isimli bir melek ile alıyor.

Aşıkların ruhunu Azrail alamıyor aşıkların karşısına gidiyor, ruhunu alamıyor.

—Ben aşıktım benim ismimi lafzayı celalle yaz bana göster ki alasın, dermiş.

Bir hastada müşahade ettim, gözümle gördüm. Bir hasta öleceği zaman, can vereceği zaman, gözleri bir noktadayken,  duvarda lafzayı celal elektrik yanar gibi yandı. Aşkı çok olan birisiydi. Gözünün yaşı sel gibi akıp gidiyordu.

Kelamı kibarda öyle buyruluyor,

Ten ile âbım turâba nâr ile bâdım hevâ           

Cânımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ         

Diyor ki bu vücut cesedimde olan hep toprak ile suyu verdim toprağa, ateş ile havayı çektim verdim gitti havaya.

Can kaldı. Canımı da verdim cananıma. Canda gitti, tende gitti, bunlar gidince yok oldu. Azrail benim neyimi alacak? Ben yok oldum zaten. Azrail canlıların canını alır.

Kelamı kibar böyle, ama ayeti kerimeyle tasdik ediyor. İnsanlar öldüğü zaman ateşi de çıkıyor havaya gidiyor. Bir de havası var, teneffüsü oda çıkıp cesetten gidiyor. Cesette su ile toprak da toprağa veriliyor. “Küllü şeyin yerciü ile aslihi[11]” emri fermanı tecelli ediyor “her şey aslına rücu ediyor” bu dört madde aslına rücu ediyor.

Bu can da nereden geldi?

Allah’tan geldi, Allah’a gidiyor.

Geriye ne kaldı? Öldü, toprak oldu gitti.

Ama ölüm ikidir. Cenabı Hak “mûtû kable entemûtû[12]”  buyuruyor “ölmeden önce ölün” diyor. İnsan ölmeden evvel ölüyorsa, diri oluyor, varlığından kurtuluyor.  Bu adamın yine cesedi var. Onun ağaç, taş gibi bir cesedi var. Onun hareketi var ama, onu sanki bir ağacı, bir taşı almış hareket ettiriyorsun gibi hareket ettiriyorsun.

Ten ile âbım turâba nâr ile bâdım hevâ      

Cânımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ    

Nokta-i sırrım semâ " Rahmân ale'l-arşistivâ"        

Kabz için bir ihtiyâcım kalmadı Azrâil'e     

Nokta-i sırrım sema: sana vermiş olduğum ruh;

Bu ruh nereden geldi? Allah’tan.

“Mûtû kable entemûtû” sırrıyla o da gitti.

Kabz için Azrail’e ihtiyacım kalmadı, diyor.

 


[1] Maide 5:35

[2] Eşrefoğlu Rumi Müzekkin Nufüs S.309

[3] Muhyi’d Din-i Nevevi Trc. (Diyanet İ.B.Y) 38

[4] Sad 38:72

[5] Tin 95:4-5

[6]  Türkiye G. Peygamberler Tarihi Ansik. C.6 S.30

[7] Necm 53:9

[8] Al-i İmran 3:31

[9] Bakara 2:156

[10] Araf 7:172

[11]  Kelamı Kibar

[12] Ömer Dağıstani Fetvalar S.149