“Evliyaullah Allah’tan gayrı değil, Allah’a bir aynadır”

19.07.1993, Konya

 

 

Âteş-i aşkınla yandır Sâlih'i

Şarâb-ı lebinle kandır Sâlih'i 

Taklîd'den  tahkîke döndür Sâlih'i

Afv eyle hizmette noksânımız var

Taklit burada ikidir. Yalnız taklit ki: Müridin taklidi insibahtır. Ama mürit olmayanın taklidi ise hicveder, alay eder. Onların hakkında Allah korusun şöyle bir şey buyrulmuştur.

Ârifin Hak iledir Hak'tır özü

Anların kıblesidir şeyhin yüzü

Kavm-i Nemrûdîler istemez bizi        

Yani buradaki kavmi Nemrut; tarikatı inkâr edenler, rabıtayı inkâr edenlerdir.

Tarikat haktır, rabıta haktır.

Ama burada yine yanlış anlaşılmasın arif ayık demektir.

Biz arif miyiz? Değiliz.

Gafil miyiz? Değiliz.

İkisinin ortasındayız. Çalışalım ki arif tarafına geçelim, arif olabilelim. Biz şimdi burada;

Arifin Hak iledir Hak'tır özü

Anların Kıblesidir şeyhin yüzü

Kavm-i Nemrudiler istemez bizi

Biz hafid-i Pir-i Tagi olmuşuz

Pir-i Sami'nin çırağı olmuşuz

Burada Hafidi yani Piri Tagi'nin torunuyuz, Pir-i Sami'nin de çerağıyız. Evet, maneviyatta bunlar babalarımız, dedelerimiz oluyor.

Şeyh Efendimiz, bir müridin meşayihi, maneviyatta babasıdır. Batında babası meşayihidir.

Zahirde annesi, babası olduğu gibi tarikatta da bir müridin babası meşayihidir.

Niçin?

Bundaki esrar şudur ki: Bize babamız, annemiz dünyaya gelmemize vasıta olmuş. Allah halk etmiş ama anne, baba da vasıta olmuş.

Öyleyse anne baba nasıl bir vasıta olmuş?

Ulvi âlemden süfli âleme indirmiş.

Gökte uçar iken indirdin meni

Vâdî-i vîrâna kondurdun meni

Vahşî hayvânlara döndürdün meni

Eyledin dilimi lâl kara bahtım           

Bu kelamı kibar ayetin, hadisin mealidir. Cenabı Hak ayet-i kerimede: "Sümmün bükmün ümyün fehüm la yerciun[1]" buyuruyor. Peygamber Efendimiz hadisinde:

"Allah'a, ahirete iman eden hayır konuşsun; hayır konuşamıyorsa sussun[2].

Allah'a, ahirete iman eden vaaz nasihat dinlesin; dinleyemiyorsa kulaklarını tıkasın.

Allah'a, ahirete iman eden gözlerini yasaklardan korusun; koruyamıyorsa kapatsın."

Bak kelamı kibar da bunları ifade ediyor.

Gökte uçar iken indirdin meni

Vâdî-i vîrâna kondurdun meni

Vahşî hayvânlara döndürdün meni

Eyledin dilimi lâl kara bahtım           

Demek ki bir insanın ameli ibadeti yoksa, günah sevap, hayır şer bilmiyorsa o vahşi hayvan sayılıyor, vahşi hayvandır.

Çünkü zaten Cenabı Hak: "Biz Kur'an'ı insanlara gönderdik, peygamberi insanlara gönderdik[3]", buyuruyor. Kur'an'ı, peygamberi tanımayan insan sayılmıyor.

İşte bu kelamı kibarda da ki evvelki kelamı kibarda da,

Arifin Hak iledir Hak'tır özü  (Burada şüphede kalmayın)

Anların Kıblesidir şeyhin yüzü

Arif olanların iki kıblesi vardır. Birisi cesedinin kıblesi Beytullah’tır. Her ibadette oraya yönelecek, yönelmezse ibadet makbul olmaz.

Ama ruhunun kıblesi de Allah'ın zatıdır, behtidir.

Burada şeyh niye ifade ediliyor? Şeyhin yüzü niye?

Şeyhin yüzü mirattır, Allah'ı gösteren bir aynadır. Değil mi? Evliyaullah mirattır. Evliyaullah Allah değil, Allah'tan da gayrı değil. Allah'a bir aynadır.

Ben Hazret-i şeyhim gibi mir'âtımı buldum  

Mir'ât-ı musaffâyı görüp zâtımı buldum        

Hem sûre-i İhlâs ile isbâtımı buldum

Bir böyle, bir de buyuruyor ki;

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı     

Mecnûn-veş biz de bulduk Leylâ'yı    

Nûr-ı cemâlinde seyr et Mevlâ'yı

Bir rûh-ı musaffâ mir'âtımız var        

Mirat burada aynadır. Musaffa silinmiş, parlatılmış bir ayna.

Bir ayna var ki kirlenmiş, tozlanmış, paslanmış, o göstermez. O ancak kendi cismini gösterir.

Ama silinmiş bir ayna kendi cismini göstermez, karşısına geçen cisimleri gösterir.

Onun için işte burada tarikatı anlamış, yaşayanın; şeriatı ve tarikatı olanın iki kıblesi vardır. Birisi Beytullah, cesedinin kıblesi. Her ibadette oraya yönelecek. Fakat bir de ruhunun kıblesi vardır ki Allah'ın zatıdır.

Fakat Allah'ın zatına bak Allah'ın sıfatları var, esmaları var.

Esma; bin bir ismi var, bin bir isminin nuru var.

Sekiz sıfatı var, sekiz sıfatının nuru var.

Ama Zatı birdir.

Zaten sıfatları zatının âsârıdır,

Bu halkiyet de sıfatlarının âsârıdır.

Evet, ama Cenabı Hak mekândan münezzehtir. Kutsi hadisinde: "Ben yerlere, göklere sığmam ama mümin kulumun kalbine sığarım[4]" buyuruyor. Değil mi? "La yesevni arzı vela semai ve lakin yesevni kalbe abdiyel müminin".

Ama mümin kulunun kalbi Allah'ı zikreder, zikreder ve bu esma nuruna ulaşır. Esmâ nûruna ulaşmak için Allah'ın bin bir isminin herhangi bir ismiyle zikir yapacak. İnsan zikirsiz esma nuruna ulaşmaz, ulaşamaz.

Onun için bu tarikatlar ayrılmışlardır ki burada hepsinin Allah'ı zikirleri  değişir. Birbirine uymaz, tutmaz. Ama bütün esmalar toplanıyor, yani Allah'ın hep o bin isimlerinin nurundan insan geçiyor en son Lafza-i Celal'in nuruna geliyor. Orada sondur. Çünkü bu bin isim Allah'ın sıfatlarının isimleridir, sade Allah'ın zatına mahsus olan Lafza-i Celal'dir. Orada sona eriyor.

İşte Nakşibendî Efendimizin emri de budur:

—Sair tarikatların nihayetteki kârlarını biz bidayete getirdik. Sair tarikatların nihayette ulaşacağı, elde edeceği bir kârı biz bidayette veriyoruz.

Burada işte insanlar bütün esma nurundan geçer. Hangi esmayı zikretmişse onun nuru tecelli eder, geçer ama en son Lafza-i Celal'de nihayet bulur.

Burada çünkü;

Tecelli sûri var,

Tecelli manevi var,

Tecelli zat var.

Bir de;

Esma nuru var,

Sıfat nuru var,

Zat nuru var.

Evet, onun için Lafza-i Celal'de sona erer.

Bir insanda, bir müritte Lafza-i Celal nuru tecelli ederse; bütün bu halı nasıl yere döşenmişse bütün bu eşya hepsi Allah, Lafza-i Celal Allah, böyle bir nur halinde, Allah ismiyle döşenmiş olur. Bu tecelli manevidir.

Bundan da mürit geçiyor. Allah'ın tecelli manevisinden, yani ismi, ondan da geçiyor. Bundan da geçip zat nuruna ulaşınca o da yok oluyor.

O zaman ne oluyor?

Bir derya, bir okyanus. Daha bir şey yok, kimse yok, kendisi yok, eşya yok.

Tarikatın en son nimeti de budur ki zat nuruna ulaşan için bütün her şey onda yok oluyor. Kendisi de yok oluyor.

İşte bunu Kırşehir'de yaşamış Âşık Paşa isminde bir zat "Küllü şeyin halikun illa veçheh[5]" emri fermanının manasını nazımla, makamla söylemiştir. Reşahat'te yazılıdır, okuyanlar rastlamıştır. Hemen hemen bir sayfa mısra doldurmuş. Mesela ne buyuruyor orada?

Orta yerden götürürler seni ben

Ol denizde garka vara can u ten

Orada demek ki insan canından geçiyor, teninden de geçiyor.

Ten ise ceset,

Can ise ruhtur.

Orta yerden kalkar. Yani orta yer şimdi görünen, bak bu insanlar, görünenler. Seni ben ise; hem kendi varlığı, hem bütün eşyanın varlığı yok olur.

Orta yerden götürürler seni ben

Ol denizde garka vara can u ten

Kendini kendi göre kendi bile

Bakısın edemezem gelmez dile

Çünkü dile getirenleri zahir şeriat mesul etmiştir, suçlamıştır. İşte Mansur'u asmıştır, Muhittin Arabî Hazretlerini yine asmışlar, daha işte Nesimi Hazretlerinin derisini yüzmüşler. Hepsine böyle şeyler yapmışlar.

Kendini kendi göre kendi bile

Bakısın edemezem gelmez dile

Aşk anındır âşık oldur maşuk ol

Ahir andan ana varır cümle yol

Hâlbuki burada aşk var, âşık var, maşuk var. Aşk bir kelime, maşuk bir kelime, âşık bir kelime değil mi bunlar? Burada;

Maşuk sevilen,

Aşık da seven,

Aşk da ikisinin arasında olan sevgi.

Aşk da onun, âşık da O, maşuk da O, hepi O.

Ahir andan ana varır cümle yol

Bu da Allah’ın "Kalû inna lillahi ve inna ileyhi râciûn, Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz[6]”, buyuruyor.

Ama Allah'tan insanlar bir vasıtayla gelmişler yine bir vasıtayla giderler. O vasıtayı bulmak lazım. O vasıtayı bulmazlarsa gidemezler. Bütün bu insanlar cismen Allah'tan gelmiştir ve hepsine de Cenabı Hak bir ruh üflemiştir, o cesede indirmiştir, kondurmuştur.

Fakat bütün cismen gelmek var, cismen gitmek var; ruhen gelmek var, gitmek var. Cismen bütün insanlar zengini fakiri, ağası kölesi, âlimi cahili, sakatı sağlamı, inanan inanmayan, genci kocası; ölen hep cismen gidiyorlar.

Bunlar nereye gidiyorlar, Allah'a mı gidiyorlar?

Toprağa gidiyorlar. Bu ceset göğe çıkıyor mu? Ölen cesetler nereye koyuluyor? Toprağa koyuluyor.

Bu mudur Allah'a gitmek?

Hayır.

Ceset midir Allah'tan gelen?

Cenabı Hak "Biz Âdem'i topraktan halk ettik, kendi ruhumuzdan ruh üfledik[7]" buyuruyor, değil mi?

Allah'tan gelen ne?

Allah'tan Ruh gelmiştir. Onun için de şöyle buyuruyor;

Gökte uçar iken indirdin meni

Vâdî-i vîrâna kondurdun meni

Vahşî hayvânlara döndürdün meni

Eyledin dilimi lâl kara bahtım           

Gökte ne uçuyormuş? Gökte ceset uçuyor muydu?

Allah cesedi bir damla kirli sudan halk ediyor.

Gökte mi uçuyor bu ceset? Neymiş gökte uçan?

Ruh.

Çünkü Cenabı Hak ilmi ezelide ruhları halk etmiş. Bu ruhlar arş-ı alada, çok âlemlerde pervaz etmişler, gezmişler, dolanmışlar, kalmışlar. En son bu dünyaya inmişler. Dünyaya cisimle inmişler.

Allah cesedi halk etmiş, ruhu da cesede indirmiş. Fakat bu ceset toprağa gidiyor. Toprağa gidenler hep Allah'a gitmezler. Ruhlar Allah'a gider ama şöyle gider: Allah'ın rahmetini kazanır gider, arş-ı alaya çıkar. Allah'ın gazabını kazanıp giderse yerlerin, zeminlerin altına iner.

Cenabı Hak: "İnsanlar ulvi, insanlar süfli[8]", buyuruyor. Yükselen insan ulvi oluyor. Öyle yükseliyor ki insanlar meleklerin üstüne çıkıyor. İnsanlar süfli, o kadar aşağıya düşüyor o kadar aşağıya düşüyor ki hayvanlardan aşağıya düşüyor. Niye böyle? Cenabı Hak: "Biz insanları halk ettik, insi cinni halk ettik bizi mabut bilsinler[9]". İnsandan, cinden başka bir varlığa böyle bir emir yok. "Biz bir gizli hazineydik, aşikâr olmak için insanları halk ettik[10]" buyrulması ise tarikattır işte. Şeriat bildiriyor, tarikat da bulduruyor.

Demek ki o gizli hazine aşikâr olacaktır, olmaz değil, olacaktır. Ama aşikâr nasıl olur?

İnsanlara şeriat, tarikat, hakikat, marifet var.

Hakikate ulaşamayan o gizli hazineyi bulmuş değildir. O gizli hazine aşikâr olmaz. O da işte, “Küllü şeyin hâlikun illa veçheh”, emri fermanı bu enfasta da tecelli ediyor. Enfasta tecelli etmese Cenabı Hak “mûtû kable entemûtû[11]” buyurmazdı.

Bu nedir? Cenabı Hakk'ın bize “ölmeden evvel ölün” diye bir emri var. Bu ölmeden evvel ölmek, insanın varlığından kurtulmasıdır. Varlığından kurtulunca, kendi varlığı, eşyanın varlığı yok olunca neyi görecek? İnsan bir varlık sahibi. Kendi varlığıdır eşyayı gören, kendi varlığı yok olunca neyi görecek? Eşya da yok olur. O zaman demek ki “mûtû kable entemûtû” ölmeden evvel ölmek oymuş ki insan varlığından kurtulsun. Varlığından kurtulunca o artık ebedi hakiki bir varlığa ulaşıyor.

Hakiki varlık kimdir?

Allah'tır.

Bak Cenabı Hak "hüvel evvelû velâhiru vezzahiru velbâdın[12]" buyuruyor.

Evet, inandık ki;

Evvel de O,

Ahir de O,

Ezelidir, ebedidir ki onun evveli yine bilinmiyor. Cenabı Hakk'ın varlığı ne zamandan bilinmiyor. Ancak zatı bilir, insanlara bildirmemiş. Allah'ın zatına mahsus olan bir ilim vardır ki onu hiç kimseye ne insana, ne cinne, ne meleğe bildirmemiş.

Aslında bakın bütün mükevvenatın ilmi toplanıyor; insin, cinin, meleğin ilmi Peygamber Efendimizin ilminin yanında sıfır kalıyor. Bir derya ile bir katre gibi. Ama Peygamber Efendimizin bu kadar büyük bir ilmi Cenabı Hakk'ın ilminin yanında o da küçük kalıyor. Çünkü onun zatına mahsus bir ilmi var. İlmi ezeli deniliyor.

Bu ilmi ezeli ne ki?

İlmi ezeli Cenabı Hakk'ın zatına mahsus olan bir ilim ki bunu bildirmemiş. Bize, insanlara veya hiçbir mahlûkata bildirmemiştir. Evet,

Evveldir,

Ahirdir,

Zahirdir,

Batındır.

“Evvel benim, ahir benim, zahir benim, batın benim12” buyuruyor. Cenabı Hakk'ın evveline inandık, ahirine inandık. Varlığına, birliğine inandık, batını göremiyoruz.

Ama burada Cenabı Hak zahir de benim, diyor. Bu zahir O ise görünmesi lazım. Ama onu görecek göz lazım, bu göz görmez. Bu göz maddedir, maddeyi görür. Bir insanın mana gözü vardır, manevi gözü vardır. Manevi gözü açılırsa işte manaları görür. Madde görünenler, mana görünmeyenlerdir. Cenabı Hak insanlara zaten bunu buyuruyor: “Biz insanda dört tane göz halk ettik, buyuruyor, ikisi başının gözü, ikisi kalbinin gözü[13]”. Dillerde bu kalp gözü, kalp gözü söyleniyor, batın, manevi göz söyleniyor. Demek bu var ki söyleniyor. Vardır amenna ve saddakna.

Cenabı Hak (Kur'an'a inanmak lazım), Kur'anı Kerim'de bir ayet-i kerimede buyuruyor ki: "Biz insanda dört tane göz halk ettik, iki tane değil. İkisi başında, ikisi kalbinde”. O kalp gözü açılırsa işte o zaman, zahir de benim diyor Cenabı Hak o zaman görünür.

Nasıl görünecek?

O bir cisimle mi görünür?

Vardır evet, Vacibu'l-vücuttur, vücudu vardır. Cenabı Hakk'ın zatına mahsus bir vücudu vardır. Ama onun vücudu nasıl olduğu düşünülemez. Hiç akla gelmez ve onun vücudunu dil de söyleyemez, akıl da almaz. Cenabı Hak vacibu'l-vücuttur.

Ne zaman ki bir insan “La Mevcude İllallah” makamına dâhil olursa o zaman bilir ama bildiremez. Aslında La Mevcude İllallah bir zikirdir.

Lâ Mabude İllallah,

Lâ Maksude illallah,

Lâ Mevcude İllallah.

Mabudum Allah, Maksudum Allah, Mevcudat Allah (Allah’tan başka mevcut yok).

Mevcudat Allah; ama mevcudat ayna olur. Mevcudat cisim yok ayna olur, ayna kimi gösterir?

Ayna cismini göstermez, ayna bir hakikati gösterir.

Hakikat ne?

Karşısına, aynaya düşen kim ise onu gösterir.

Evet, bu da öyledir.

İşte insanlar Allah'ın esma nuruna ulaşırlar ki, o isimlerden tecelli eder, isimlerden görünür.

Allah'ın sıfat nuruna ulaşırlar, sıfatlardan tecelli eder.

Fakat bir de Allah'ın zat nuru var ki isimsiz, cisimsiz tecelli eder. Mesela şimdi bu kara topraklarında bütün insan olsun, hayvan olsun (affedersiniz), bitkiler olsun; cisim gösteren mesnuatı ta ki:, mahlûkat, cemâdat, nebâtat bunların hepsi bir cisim isim taşıyor. Bunları hepsi okyanusa dökülse okyanus bunları yutacak.

Hatta bir takvimin dalında yazılmıştı ki: Dünyada en yüksek tepe Everest tepesi varmış. O tepeyi okyanusa bıraktığın zaman okyanus onu yutar, bilmem ne kadar da aşağıda, derinde kalırmış. Onun ne kadar yukarısına su çıkarmış. Evet, o zaman bu bütün kara topraklarda olan hepsi okyanusa dökülse hepsini okyanus yutar. O zaman ne görünür? Sudan başka bir şey görünmez.

İşte Allah'ın rahmeti de tecelli ederse bunların hepsi ne olur?

Hepsi yok olur, hepsinden tecelli eder. Bütün eşyada görünen onun nuru olur, zatının nuru olur. İşte onun için burada;

Orta yerden götürürler seni ben

Ol denizde garka vara can u ten

Kendini kendi göre kendi bile

Bakısın edemezem gelmez dile

Aşk anındır âşık oldur maşuk ol

Ahir andan ana varır cümle yol

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Âşık sevendir. Ama sevilecek kim?

İşte sevileceği bilmek lazım. Allah'tan başka sevilecekler insanı aldatıyor. Mecazdır bunlar, bunlar insanları aldatır.

Sevilecek Allah'tır.

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Yokluk içinde sana varlık doğa

Bu aşk da insanlarda çoğalır da tamamen onun kalbini doldurursa o ne olur?

Onun varlığı yok olur.

Aşk zaten yakıcı bir maddedir. Ateş cisimleri yaktığı gibi aşk da kalpte olan cisimleri yakar. Kalpteki cisimler görünmez ama bak Cenabı Hak niçin buyuruyor ki “kalbinizde neyi beslerseniz sizin mabudunuzdur”. Kalbinizde neyin sevgisi varsa o sizin kalbinizde bir puttur. Ama Allah aşkı da o putları siler.

En çok sevdiğimiz evlat var ya, onun sevgisi de bizim gönlümüzde bir puttur. Zaten zahirde bir emir var: Cenabı Hak “ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün; çok sevdiğiniz evlatlarınız sizin için fitnedir[14]”, buyuruyor.

Fitnenin anlamı ne?

Fitnenin anlamı: Mehmet beyle Kasım bey dostlar, çok seviyorlar birbirini. Bir tanesi gelip birbirinin aralarını açmak için onun söylemediği sözü ona söylemek, ötekinin söylemediği sözü ötekine söylemekle, orada bir fitnelik yapıp onları birbirinden koparması, ayırması değil mi? Fitnenin manası budur, anlamı budur.

Demek ki “ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün” buyuruyor ki yani evlat, mal, bunların sevgisi ne yapar? Allah'tan bizi ayırır, Allah ile bizim aramıza girer.

Ama bunları, hepsini ne atar insanların gönlünden?

Allah sevgisi.

İnsanların kalbinde Allah sevgisi olursa hepsini atar dışarı, hiçbir şey bırakmaz orada.

Ama tabii Allah sevgisi denilince bak rabıtamızda başparmak kalınlığında feyzi ilahi kalbimize geliyor.

Bu ne feyzi?

Allah sevgisi.

Nereden geliyor?

Meşayihin iki kaşının arasından.

Onda bir galat olamaz, sakın bunda bir şüpheye de düşmeyin. Hem Cenabı Hakk'ın emri şudur ki: “kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir”. Bakın işte bu emir rabıtayadır. Bu rabıtaya işarettir.

İşte demek ki Allah'ın sevdiklerini sevecek olursak Evliyaullah'ı sevmemizle o aramızda Allah sevgisine bir vasıta oluyor.

Rabıtayı da iki kaşının arasına niye yaptırıyorlar?

Oradan feyzi ilahi, Allah sevgisi başparmak kalınlığında çeşmeden su akar gibi kalbimizin üzerine akıyor, kalbimizi yıkayıp, temizliyor.

O neyi temizler? Hani bu kirlenmiş bir çaput değil ki temizlensin.

O nur halinde gelen Allah feyzi, Allah sevgisi gelince ne oluyor? Gönlünde daha başka bir sevgi kalmıyor, hepsini çıkarıyor.

Çünkü o Allah sevgisi bütün sevgilerin zıddıdır. Allah her şeyi zıddiyetli çift halk etmiştir. Onun için bu kelam da şunu ifade eder.

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Eğer Allah'ı seviyorsan, Allah'tan başka bir sevgin olmasın. Allah sevgisinden başka bir sevgin kalbinde olursa, ağyar seni ayırır. Ağyar yardan ayırıyor. Allah'tan seni ayırır, diyor.

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

İbrahim aleyhisselam için Nemrut büyük bir ateş yaktırdı, attı ateşin ortasına. Cenabı Hak ateşi ona gülistan etti[15]. Ama niye? Çünkü Allah'tan başka hiç kimseden o yardım dilemedi. Hepsini çıkardı aradan. Allah'tan başka hiç kimseyi sevmiyordu, hepsi çıkmıştı gönlünden. Cenabı Hak ateşe attırdı, ateş de onu yakmadı. Ateş de bir mahlûk tabii.

Ârifin Hak iledir Hak'tır özü

Anların kıblesidir şeyhin yüzü

Kavm-i Nemrûdîler istemez bizi        

Ben hafîd-i Pîr-i Tagî olmuşam

Pîr-i Sâmî'nin çırâğı olmuşam

Tarikatı inkâr eden, meşayihi inkâr eden küfre gider. Meşayihi inkâr küfürdür, tarikatı inkâr küfürdür. Onun için burada arifin niye iki kıblesi oluyor? Arif ayık demek, ayıksa bunun iki kıblesi vardır. Arifin iki kıblesi vardır.

Birisi cesedinin kıblesi Beytullah, her amelde oraya yönelir.

Bir de ruhunun kıblesi vardır ki o secdesinin yönü Beytullah ama secdeyi Allah'a yapar; Beytullah'a yapmaz.

Ama bunu idrak etmek, anlamak, yapmak…

Niçin buyruluyor ki ihsan nasılmış?

Allah'ı görüyormuşsun gibi ibadet edeceksin.

Bunu biz yapabiliyor muyuz, mümkün mü bu? Yapamıyoruz. Hâlbuki Allah'ı görüyormuşsun gibi ibadet etmek değil de biz namazda her şey geliyor gönlümüze. Her şey gelince Allah ile o zaman araya giriyor. Bu gönlümüze gelenler bir araya giriyor.

Bu neye benzer?

Hani bir kâinatı aydınlatan bir güneşe, yeri zemini aydınlatan güneşe bulut geldi mi güneşin ışığını keser. Kesmez mi? Keser. Bizim gönlümüzü de ancak Allah'ın nuru aydınlatacak. Fakat bu Allah sevgisinden başka, Allah'tan başka gönlümüze gelenler hepsi ne oluyor? O güneşin önüne gelmiş bir bulut gibidir, Allah'ın sevgisini keser senin kalbinden bırakmaz.

İşte insanların, müridin cesedinin kıblesi vardır, Beytullah; ruhunun kıblesi de meşayihidir. Ama meşayihi bir aynadır ki, kelamı kibarda buyruluyor;

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı     

Burada gönül kalptir. Fehim anladı, neyi anladı?

“La” yok, “illa” var. Gönül “La” her şeyi kalbinden çıkardı, attı hiçbir şey bırakmadı. Her şey kalpten atılınca, her şey çıkarsa o kalp silinmiş bir aynadır. “İlla”, her şeyi kalbinden çıkardı attı “illa” var olan Allah onda, onun kalbinde tecelli etti.

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı     

Mecnûn-veş biz de bulduk Leylâ'yı    

Bu bir izahtır. “Mecnun gibi biz de bulduk Leyla'yı” bir izahtır. Çünkü Mecnun'un Leyla ile bir hadisesi var, olmuştur. Kelamı kibarlarda bu çok geçer. Kelamı kibarlarda geçenlerde hiç galat olmaz, yalan olmaz. Mecnun bir Leyla'ya âşık olmuş. Mecnun nefsi için Leyla'yı sevmiş, bir kız, bu aşk-ı mecazdır. Ama nasıl âşık olmuş ona ki bütün yemesi de onun sevgisi olmuş, içmesi de onun sevgisi, uykusu da onun sevgisi olmuş. Yemiyor, içmiyor, uyumuyor.

Ne uyutmuyor onu? Leyla'nın sevgisi,

Ne yedirmiyor ona? Leyla'nın sevgisi,

Ne içirmiyor ona? Leyla'nın sevgisi.

Hepsi Leyla'dan başka bir şeyi yok. Daha zikri de olmuş Leyla, gıdası da olmuş Leyla, hayatı da olmuş Leyla, bütün her şeyi Leyla. Ama bir Leyla'dan ona görünen o güzellik var ya Cenabı Hak bütün eşyadan ona göstermiş.

Aslında Leyla çok güzel bir kız değilmiş. Eğer çok güzel olsaydı ona o zamanın beyleri, ağaları, zenginleri talip olurlardı. Hiç kimse ona talip olmamış. Mecnun ise çok fakir, işsiz, beceriksiz, böyle naçar, sefil birisiymiş. Ona da fakir, sefil, bir iş sanatı, mesleği yok, diye vermemişler. Ama burada demek ki Cenabı Hak Mecnun'a bir güzellik göstermiş, çirkin olduğu halde, güzel olmadığı halde Leyla’yı güzel göstermiş. O güzellik onun gönlünü almış ve onu yedirmemiş, içirmemiş, uyutmamış. Böyle olunca onda bir sadakat olmuş. Sadakatinden dolayı Cenabı Hak ona merhamet etmiş. Yıllar boyu ağlayıp, sızlayıp, gezip dolanması Allah'ın merhametini cezp etmiş. Kuludur, Allah kuluna acır, ona Cenabı Hak ne yapmış?

Ona sade bir Leyla'nın yüzünden görünen o güzelliği Cenabı Hak bütün eşyadan göstermiş. Allah'ın sıfat nuruna o zaman ulaşmış.

Evet, efendiler bak Evliyaullah'ın zahiri var, batını var. Evliyaullah'ın zahiri bir müridin delilidir, önderidir. Yani bütün adabı, erkânı her şeyi ondan zahirinden öğrenecek. Zahirini kendisine örnek edecek. Bu kelam şunu ifade eder;

Bırak bu mâsivâ ile hevâyı

 Pîr-i Sâmî gibi bul reh-nümâyı        

Reh nüma: yol gösteren, doğru yolu gösterendir.

Bırak bu mâsivâ ile hevâyı

Pîr-i Sâmî gibi bul reh-nümâyı         

Delîl eyle O zât-ı evliyâyı      

Bu berzah âlemin geçmek dilersen

Bekâ gülşanına göçmek dilersen

Bu bizim hayal rabıtamızdır. Rabıta-i hayal var ya, bu nedir?

İşte delil etmemiz. Yani onu kendimize önder yapıyoruz, delil ediyoruz ve “reh nüma”, doğru yolu göstereni biz buluyoruz ve o yolda da doğru yolda da bize o delillik ediyor. Berzah âleminden kurtulmamız için delillik ediyor. Berzah âlemi dünyadır, beka gülşanı ise ahirettir.

Bırak bu mâsivâ ile hevâyı

Bu masiva da dünya arzuları, dünya istekleridir. Masiva silinecek, yok olup gidecek. Hava tutulur mu, görünür mü? Tutulmaz, görünmez. Dünya arzuları, dünya istekleri hep havadır diyor, bunları bırak.

Sana doğru yolu gösterecek bir delil bul ve o göstereni de delil eyle. Onu delil eylersen berzah âleminden kurtulursun ve gülşan âlemini, ahiret âlemini kazanırsın.

Şundan anlaşılıyor ki; hani bir insan zifiri bir karanlıkta kalmış, karanlıktan iyice sıkılmış ve karanlıktan çıkmak istiyor ama nereden çıkacağını bilemiyor. İşte o zaman da bir kimse gelse dese ki;

—Oğlum sen bu karanlıkta çok bunaldın, sıkıldın. Çıkmak mı istiyorsun?

—Evet, efendim.

—Tut elimden seni çıkarayım.

Tutmaz mı? Tutar, çıkar ve kurtulur. Bir misali budur. İşte bu kelam bunu ifade ediyor.

Bırak bu mâsivâ ile hevâyı

Pîr-i Sâmî gibi bul reh-nümâyı         

Delîl eyle O zât-ı evliyâyı      

Bu berzah âlemin geçmek dilersen (karanlık âlemden çıkmak dilersen)

Bekâ gülşanına göçmek dilersen

Evliyaullah'ın iki nuru vardır, iki ciheti vardır.

Birisi rabıta nuru ki zahir görünüşü.

Bir de velayet nuru vardır ki o zahir görünmüş olduğu cesedinin içerisinde onda bir ceset daha vardır. O cesettir ruhun kıblesi. Yoksa Evliyaullahın cesedine yönelinmez. Ama ruhun kıblesi işte o cisimdir.

O cisim nasıl bir cisimdir?

O cisim şudur ki: Cenabı Hak bak buyuruyor ki (hadis-i kutsi) “biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik. Onları bizden başka kimse bilmez[16]”,  Demek ki velileri biz bilemeyiz. Ancak biz zahirini görüyoruz. Allah'a şükür bir inancımız var ki o mübarek cismi tecelli turu'dur.

Niçin?

İşte kutsi hadis: “ben yerlere, göklere sığmam mümin kulumun kalbine sığarım”. Fakat aslında Cenabı Hak “veli kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.

Mümin kulu Allah'ı zikrederse, onda esma nuru vardır. Allah'ın zat nuruna ulaşmak için esma nurundan geçmek var, sıfat nurundan geçmek var, zat nuruna ulaşıp geçmek var. Bu da ancak veliler esma nurundan geçmiş, sıfat nurundan geçmiş, zat nuruna ulaşmıştır. Fakat bir de velayet nuru vardır ki onun görünmeyen bir tarafı var. Şu kelam da onu ifade eder:

     Çâr-anâsır perdesini zâtına kılmış nikâb 

Çar anasır: dört anasır. Bu dört anasır ne?

Su, Ateş, Hava, Topraktır.

Ceset bunlardan halk edilmiş, ceset bunlarla yaşıyor.

Çâr-anâsır perdesini zâtına kılmış nikâb      

Akl- ı küll senden ibâret nefha-i âlî-cenâb    

Sendedir sırr-ı emânet ey kulûb-ı âfitâb        

"Alleme'l-esmâ" ya mazhar olduğun bilmez miyem       

Bir de var ki mesela,

Bedensiz bir güzel gördüm efendim

Bedensiz.

Beden nerede?

İnsanlarda, cesette bu beden; ceset, beden bir demek.

Bedensiz bir güzel gördüm efendim

Cisimsiz, bedensiz bir güzel gördüm.

Nerede görmüş?

İlikten damardan kandan içeru

Hepimizde de ilik, damar, kan var. Ama o güzel bizde yoktur. O güzeli Cenabı Hak “lekad halaknel insane fi ahsen-i takvim[17]” buyuruyor. “Güzellerin güzeli halk ettik biz insanı”.

Ama hangi insan?

Şeriatı, tarikatı, hakikati, marifeti olan insandır. Şeriatı olmayan insan bir defa hayvan sıfatında kalıyor. Şeriatı olan bir insan hayvan sıfatından geçiyor, kurtuluyor. Tarikatı olmayan beşeri sıfattan meleki sıfata geçemez.

İnsanlarda hayvani sıfat vardır, beşeri sıfat vardır, meleki sıfat vardır. Bu ceset üçünün de perdesidir, üçünü de perdelemiştir. Bu ceset hayvani sıfatta olanı da perdeliyor.

Cenabı Hak “Kur'an'ı biz insanlara gönderdik, peygamberi insanlara gönderdik[18]” buyuruyor. Ama Kur'an'ı, peygamberi tanımayan insan değildir ama yine insan görünüyor. Ama onun bir iç âlemi var.

Bu ceset bozulacak, surettir yok olup gidecek. Ama mademki insan öldükten sonra dirilecek.

Nasıl dirilecek?

Yine bir cisimle kalkacak. O cismi insan bu dünya âleminde kendisi kazanıyor. Eğer Allah'ın göndermiş olduğu kitaba, göndermiş olduğu peygambere inanmazsa o bir hayvan sıfatı kazanmış oluyor. Hayvan sıfatıyla da kalkar ve o hayvan sıfatını da taşıyor. İtimat edin, inanın, vallahi billahi, eğer bugün bir kalp gözü açık biri olsa bu halkın yüzde doksanını hayvan görecek. Kalp gözü açılan belki bu onda dokuzunu da insan olarak görecek. Fakat onda biri var ki onu görmüş olsa bayılır.

Nasıl ki bak bunun misali nedir?

Zeliha’yı Yusuf aleyhisselam için kınadılar. Kölesiyle söylendiği için kınadılar. Zeliha onları ikna etmek için büyük bir evi varmış. Mısır'da hükümet erkânının ileri gelenlerinin hanımlarını evine davet ediyor. Yusuf aleyhisselamı da evin köşesine siyah bir perde asıyor, arkasına koyuyor ve göstermiyor. Gelip eve doluyorlar. Hizmetçileri, cariyeleri çok, bunlar da hizmet görüyorlar. Bütün gelenlere birer tabak içerisinde birer tane bıçak, birer tane elma dağılıyor. Ama diyor ki;

—Sakın ben kesin demedikten sonra kesmeyeceksiniz.

Bütün dağılıyor elmalar hizmetçilere soruyor.

—Tamam mı, herkesin elması verildi mi?

—Verildi.

—Hadi kesin.

Perde açılınca Yusuf aleyhisselamın yüzüne nasıl baktılarsa gözlerini ayıramadılar. İşleme geçmişler elmaları kesiyorlardı, o elmaları kesmediler ellerini doğradılar. Cenabı Hak bunu bize Kur'an'da bildiriyor[19]. Ellerini doğradılar ve acısını da duymadılar. Ondaki olan güzellik onların gönlünü öyle aldı ki ellerini kestiklerini bilemediler ve acısını da duymadılar. O da yine onda beşeri olan bir güzellikti. Cenabı Hak zahirde, beşerde onun kadar güzel bir kimseyi halk etmemişti. Görenler bütün onu melek, beşer değil diyorlardı.

Demek ki şimdi burada Evliyaullah’ın hayali rabıtası, rabıta-i nakşi hayal var, rabıta-i nakşi cemal vardır.

Rabıta-i nakşı hayal zahir görünen tarafı. Bize lazım olan odur. Biz ancak onu hayal ederiz, onu düşünebiliriz.

Rabıta-i nakşı cemali biz göremeyiz. Bunu zamanımızda göstermezler. Ama niye göstermiyorlar?

Bir insan rabıta-i nakşı cemali görürse ne olur?

Maişetten dûr olur, yemekten, içmekten dûr olur, hareket yapamaz. Bu zamanda şimdi onun için hâli gizlemişler, hâlinden haberdar etmezler. Onu da gizli geçirirler. Rabıta-i nakşı cemali gizli geçirirler, göstermeden geçirirler. Onun için gizlemişlerdir. Bu zamanımızda o taşınmaz, anlaşılmaz. Yaşayan da taşıyamaz, taşıyan da yaşayamaz ki anlaşılmaz, anlamayı bilmeyen de onu anlayamaz.

Ne olur buna?

Götürürler doktora, doktor bir şey anlamaz. Götürürler hocaya, hoca bir şey anlamaz. Ne olmuş derler? Deli olmuş, tımarhaneye götürürler. Ne yaparlar? Ona eziyetten başka bir şey yapamazlar. Bir çare bulamazlar.

Onun için burada Rabıta-i nakşı cemali biz göremeyiz, bizimki hayaldir. Ama insan hayalden nakşa geçiyor. Hayal ede ede  nakşa geçiyor. Hayal demek unutmamak veya da gözünün önünden kaçırmamaktır.

Onun için burada her içtiğinizi, her aldığınızı, her verdiğinizi onunla; kalktığınız zaman, oturduğunuz zaman, namaz kıldığınız zaman, yemek yediğiniz zaman, bir vasıtaya bindiğiniz zaman, şeyhiniz rabıtanızla beraber, rabıtayı unutmayacağız, şeyh efendimizi unutmayacağız. Bize lazım olan budur.

Çünkü burada Nakşibendî Efendimizin emri böyle;

—Bizi taklit edin ki unutmayasınız. Bizi taklit etmezseniz unutursunuz. Bizi unutursanız bizden ayrı düşersiniz. Bizi unutmazsanız biz sizinle beraberiz.

Evet, Cenabı Hak Evliyaullah’a çok yetki vermiştir. Cenabı Hak kutsi hadisinde “biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik, onları bizden başka kimse bilmez” buyuruyor. Biz nasıl bileceğiz?

Bilen vardır ama demez, dese de inandıramaz.

Salih Baba ne buyurmuş?

Arşı muazzam başıdır..

Demek bunu görmüş, görmese söyleyemez.

Arş-ı muazzam başıdır hem "Kâbe kavseyn" kaşıdır

Bu görmüş. Ama her kim dese ki şeyh efendimi gördüm vücudu dünyadan büyük, başı arş-ı ala'dan daha büyük, kim inanır, kim inanacak buna?

Kimse inanmaz. Kimse inanmaz deyince ama tabii ki inanan da olur. Hâşâ tarikatı gören inanır; görmeyen buna inanamaz. Yaşayan bilir, yaşamayan bilemez, bunu anlayamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz miraçtan döndüğü zaman;

“Ya Rabbi ben bu miracı söyleyeyim mi?”

“Söyle, söyle habibim.”

 “Kim inanır ya Rabbi?” Cenabı Hak;

 “Ebubekir Sıddık’a anlat, inanır?[20]

Evet, rabıta-i nakşı hayal zahir görünen tarafıdır, Rabıta-i nakşı cemal ise görünmeyen bir tarafıdır. Onu biz göremeyiz, onlar kendileri gösterirlerse görürüz. Ama onu görmek için de bir tahammül lazım, sabır lazım.

Madem Evliyaullah da Cenabı Hakk'ın sıfatlarıyla sıfatlanmıştır, onda celal sıfatı da vardır, cemal sıfatı da vardır. O görünmese de müritlerini celal sıfatıyla terbiye eder, cemal sıfatıyla terbiye eder.

Celal sıfatı terbiye edecek olursa o müridin çok belalı, çileli, meşakkatli günleri olur. Çok gönül meşakkatinden kurtulamaz.

Cemal sıfatıyla terbiye ederse o hiçbir darlık, sıkıntı görmez. Ama nasıl ki bir anne baba için her çocuk okşamayla hepsi bir olmaz. Birçok çocuk var ki ne kadar sevilse o kadar şımarır, şımarık olur.

Ona sevgini gizlesen, muhafaza etsen de, sevsen de gönlünden, ona sevdiğini bildirmesen, ona biraz sert davransan şımarık olmaz.

Ama bazı çocuk da var ki sevilse de şımarmaz. Bu da kabiliyet, halkiyet hesabıdır. Onun Cenabı Hak kabiliyetini nasıl halk etmişse öyledir.

İnsanlar da böyle; bazı insanlar var ki ona sen iyilik yaparsın, okşarsın, seversin, översin o ondan çok mahcubiyet duyar, bir nedamet duyar daha böyle şımarma değil de kendini daha o mahviyete, yokluğa düşürür.

Bazı insanlar da var ki sen onu sevdikçe, okşadıkça o şişer, kabarır, böyle.

Bu da işte Evliyaullah’ta iki sıfat vardır: cemal sıfatı, celal sıfatı. Müridi hem celal sıfatı ile terbiye eder, hem cemal sıfatı ile terbiye eder. Terbiye eder ama ruhunu terbiye eder.

Eğer müride celal sıfatını göstermiş olsa ödü patlar, ölür. Cemal sıfatını göstermiş olsa mürit iradesini kaybeder, bayılır bir vecd âlemine girer daha da ayılamaz.

Bunlar olmuştur ki Reşahat'ta yazılı olan bir yerde vardır. Azizan hazretleri  hatmi hacede Aliyir Ramitini okuyoruz, “Ve ila ruhul valihi fi muhabbeti mevlahül ganiyyül maruf bi hazreti Azizan Havace Aliyir Ramitini” işte bu zatı mübarek fakirmiş, ama çok fakirmiş. İcap ediyormuş ki gelen misafirine bir tas çorba koyamıyormuş. Bir gün iki tane böyle çok şahsiyetli, müridi veya müritlerinden hatırlı kimseler misafir olarak gelmiş. Azizan hazretleri bu misafirlerine böyle çok ilgi göstermiş, hürmet etmiş almış içeri. On sekiz yaşında bir genç, Deli Yusuf, sokaklarda hopluyor, geziyor. Böyle ameli bir şeyi de yok. Bu genç bakmış ki Azizan şeyh efendi bunlara çok iltifat ediyor. Aldı içeri girdi. Bu hemen gidiyor annesine. Diyor ki;

—Anne şeyh efendinin iki tane misafiri geldi ve şeyh efendi onlara çok hürmet ediyordu, iltifat ediyordu. Şeyh efendinin onlara ikram edecek bir şeyi yoktur. Sen bir yemek pişir götüreyim, onlara ikram etsin.

 Annesi de demiş ki;

—Benim işim var, ben şimdi yapamam.

Bırakmamış annesinin eline sarılmış, ayağına sarılmış.

—İlla yapacaksın.

Ballı paça isminde bir yemek yaptırmış, götürmüş. O yemeği götürdüğü zaman Azizan hazretleri misafirlere ikram edecek bir şeyi kalmamış. Mübarek için çok üzüntü sıkıntı olmuş, kendini dışarı atmış.

Dışarı atınca o gençle o yemek elinde karşılaşmış. Demiş ki;

—Efendim tenezzül buyurun, kabul edin. Bunu validem gönderdi, annem gönderdi misafirlere ikram edesiniz.

Böyle edeple, tevazuyla, usulüyle vermiş. Bu çok hoşuna gitmiş. Bu yemeği almış, dönmüş içeri misafirlere yedirmiş. Misafirleri yolcu etmiş. Bu o kadar hoşuna gitmiş ki o genci sokaklarda aramış bulmuş.

—Gel oğlum, demiş buraya almış içeriye. Senin bu hizmetin tam yerinde oldu, beni çok mesut etti memnun etti, sıkıntıdan kurtuldum. Sen de benden ne istiyorsan iste.

O da demiş ki;

—Senin gibi olmak istiyorum, demiş.

—Yok oğlum onu sen taşıyamazsın, demiş, başka iste. Başka dünyalığın, ahiretliğin ne istiyorsan iste, demiş.

Genç düşünmüş, düşünmüş.

—Hiçbir şey istemiyorum senin gibi olmak istiyorum, demiş.

İkinci bir sefer bunu ikaz etmiş. Demiş;

—Oğlum ölürsün bak.

Düşünmüş;

—Ölürsem öleyim efendim, demiş, senin gibi olmak istiyorum.

Bunun elinden tutmuş halvet hanesine almış buna bir nazar etmiş. Yani bir bakmış.

İşte bak demek ki Mevlana'nın sözü, mübareğin sözü hilaf değil.

Yek nazar eylese arif-i billâh

Aslı kemhareyi mücevher eyler

Arif-i billâh, Allah'tan ayık olanlar bir nazarlarıyla (nazar, bakıştır) kara taşı mücevher altın yapar.

Bu kara taştan mana on sekiz yaşında ameli olmayan deligöz sokaklarda hoplayıp zıplayan birisi.

Neymiş onun kalbi? Kara taşmış.

Ne yapmış orada? Mücevher altın yapmış.

Üçüncü bir seferde; işte ölürsem öleyim efendim senin gibi olmak istiyorum, demiş. O da mecbur ona bir nazar etmiş, Hak gözüyle bakmış. Cenabı Hak işte “o veli kulumun gören gözü benim gözüm[21]”, buyuruyor. Ama bu her zaman olmaz tabii. Ona bir bakmış, bu bakışta o on sekiz yaşındaki gencin sinni (yaşı) doksan yaşındaki Azizan hazretlerinin sinni gibi olmuş. Zahir ve batın ilmi, kemali, vücudu, şahsiyeti hep Azizan hazretleri gibi olmuş. Ama kırk gün ne yemiş, ne içmiş, ne konuşmuş. Kırk günden sonra ölmüş.

Demek ki buradan anlayacağız ki her şey tedricen küçükten büyüyorsa insan alışıyor. İnsan çok korkulu bir şeyi, çok korkulu azametli hayvanı gördüğü zaman korkar. Ama onu göre göre, yavaş yavaş ona alışır, yanına da gider. Ta karşıdan gördüğü zaman korkarsa da, alışa alışa yanına da gider.

Bir de hiç görmediği bir şeyi, çok güzel bir şeyi gördüğü zaman onun da sevincinden o da ne yapar? Çok sevindiğinden, heyecandan ne olur? O da kendisinde bir sarhoşluk mestlik meydana gelir.

Peygamber (A.S) efendimizde de olmuş Cebrail'i ilk gördüğü zaman bayılmış. İkinci bir gelişinde bayılmamış ama bayılır gibi olmuş. Üçüncü gelişinde daha alışmış seninle benim gibi. Ama ilk gördüğü zaman bayılmış.

Yani bir insan da tabii velayete yavaş yavaş giderse eğer taşıyabilir. Birden veli olmak mümkün değil taşıyamaz.

Bir de şöyle bir misal verilirse. Bir insan çok fakir, bir de gönlünden de zenginlik arzu ediyor, fakirlikten çok çekmiş, iyice fakirlikten usanmış, bıkmış. Zenginlik istiyor ama o birden bire ona bir hazine bulsa, piyangodan büyük bir para vursa aklını oynatır. Ama o çok fakirlik içerisinde kendi kazancıyla yavaş yavaş, küçük bir sermayeyi büyüte büyüte büyük bir zengin olursa ona bir şey olmaz. Bundan birkaç sene evvel Erzurum'da çarık diken bir göncü varmış. Ona piyangodan büyük bir para vurmuş, deli olmuş.

Meşayih de manevi bir çobandır. Zahirde nasıl ki bir koyunu çobana katmazsan o ne olur? Çıktı, vurdu kapıyı gitti, bir daha gelmedi. Bir daha elde edemezsin. Ama bir çoban olursa, çoban onu dolandırır, sapasağlam getirir.

Burada çoban ise meşayihtir, o sürü ise müritleridir. Allah ona o yetkiyi vermiştir. Her bir tehlikeden, her şeyden kurtarır. Zaten zahirde bir emir var; Cenabı Hak “öyle bir ağızla dua edin ki günah işlememiş olsun”, buyuruyor.  Bu kimin ağzı?

Dua, Allah'tan dileyeceğiz. Cenabı Hak “kulum iste vereyim”, buyuruyor. Ama bu isteğimizi biz bilemiyoruz. Bu isteğimizi bize bildirecek meşayihtir. O olmasa biz isteğimizi bilemeyiz. Apartman isteriz, araba isteriz, fabrika isteriz. Bunlar aldatır bizi, bunlar ne ki, “ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün” buyurmuş. İsteğimizi bilemeyiz, ama Evliyaullah isteğini sana bildirir. O zaman istersin ve onun duası da seni her şeyden muhafaza eder.

Mademki Cenabı Hak “öyle bir ağızla dua edin ki günah işlememiş olsun”, buyurmuş, öyleyse biz Evliyaullah'ın duasına  muhtacız. Onun duası bizi muhafaza eder. Her kötülükten, her şeyden, kazadan, beladan bilhassa imansızlıktan, amelsizlikten bizi muhafaza edecektir.

 

 


[1] Bakara 2:18

[2] Tirmizi Kıyamet 51

[3] İsra 17:105

[4] Alusi Ruh’ul  Me’ani XX..101

[5] Kasas 28:88

[6] Bakara 2:156

[7] Sad 38:72

[8] Tin 95:4-5

[9] Zariyat 51:56

[10] Fususül Hikem Trc. C.1  S.43

[11] Ömer Dağıstani Fetvalar S.149

[12] Hadid 57:3

[13] Ahzab 33:4,  Beled 90:8, Araf  7:203

[14] Enfal 8:28

[15] Enbiya 21:69

[16] Eşrefoğlu Rumi Müzekkin Nufüs S.309

[17] Tin 95:4

[18] Sebe 34:28

[19] Yusuf 12:31

[20] Ebu Cafer  Er Riyadün Nadrati 1/403 (322)

[21] Buhari Rikak 38