Mektubu bu hakir-i fakire göndermiştir. Bu Mektup Şeyh Muhammed el-Fursâfî'ye (k.s) gitmesine muvafakat ettiğini beyan etmekte olup kendisinin yüce katına gönderilen mektuba cevaptır.

Hamd olsun şerefin, izzetin ve yüceliğin sahibi olana. Salat olsun, yerler ve gökler kaim oldukça mahlukatın en hayırlısına, aline, ashabına. İmdi; beşer olan hizmetkardan lâhûtî kardeş Molla Abdul- kahhar'a. Allah kendisini hileden ve hilekardan muhafaza buyursun. Sevgi dolu, ihlâsınıza ve muhabbetinize delalet eden mektubunuzu Fakih Davud biz-lere ulaştırdı. Allah Teala'ya şükr olsun, hamdolsun. Çünkü tarikat-i aliyyenin özü hatta aslı muhabbet ve ihlâstır.

Mektubunuz bu hizmetkarı hemen cevap yazmaya şevketti. O da bu mektubu hemencecik yazdı. Bu Mektupta Gavs-ı Azam'ın ve sadatın büyüklerinin himmeti ile Allah rızasına muvafık olan şeyleri yazmayı ümid ediyorum. Eğer bu hizmetkarın nefsi Allah rızasının ötesine geçerse onun için istiğfar dileyiniz.

Allah bereketini hem sizlere hem de bu hizmet-ka- pa bolca ihsan etsin. İlk önce bu hizmetkar merhum dedenizin buyurduğu şekilde sizlere nasihat etmek ister. "Rabbini sev, onun adına buğzet." "Yanındakilere yumuşak kelam kullan." "Ufkun uçsuz bucaksız olsun. İnsanların zahirlerine takılıp aldanma, ümidini kesme. Eğer bir kötüiük görürsen, elinden geliyorsa ya onu giderirsin, ya da o uğurda canını verirsin."

Bunun manası sizce malumdur. Lakin iştiyakı da yazıp anlatmak gerekir. Allah'ı sevmek ve onun adına buğzetmeye gelince; bu, düşmanlarına buğzettik- ten sonra husûle gelir. Bunun dönüp dolaştığı yer ise nefistir. Bu sebeple, Allah sevgisi ile diğer sevgileri bir kalpte aynı anda birarada bulundurmak mümkün değildir. Bu yüzden İmam-ı Rabbânî şöyle demiştir. "Sende şu ikisinden biri mutlaka bulunur. Ya nefsini seviyorsundur ya da rabbini." Çünkü iki şeyin sevgisi aynı kalpte toplanmaz. Nefis sevgisi insanı nedamete, yalnızlığa ve hüsrana götürür. Bu hizmetkarın nefsine olan sevgisine yazıklar olsun, yazıklar. O bu nakısiyetinden dolayı Allah'tan mağfiretini diler. Ey Allahım! Rasul-i Ekrem ve Gavs-ı Azam hürmetine bu hizmetkarı bağışla.

İsmi yüce olan Allah'a muhabbete gelince; bu en yüce gaye ve nihai amaçtır. Ne olursa olsun hiçbir şey buna denk olmaz.

Vaiz aşktan gayri ne söylerse

Sen onu bilesin tam bir efsane

Keza Allah Teala'ya muhabbet O'na olan cezbe ile meydana gelir. Bu ise cüzi ihtiyar ile elde edilir. Bu sebeple vakti bunu elde etmeye sarf etmek gerekir. Böyle yapılırsa Zatı Mukaddes, Celil ve Cemil olan Allah da kalpleri kendisine çeker. Çünkü uygun olan sevmektir. Sevince de Cemil ve Celil olan Allah bu sıfatlarıyla kulu kendisine cezbeder.

Yarin zülfünün ve beninin derin sevdasından

Bazan kendimden geçmişim, bazan da perişan

Aliah'a muhabbet şu şekilde oluşur. İnsan cüzi ihtiyar ile Allah Teala'nın cemal sıfatını, kudsiyetini tefekkür eder. Nefsine de -hakir görüp buğz ederek- bakar. Çünkü nefse düşmanlık Allah'a muhabbete götürür. Nefse ne hasım ne de hakem olarak itaat etme. Hasım ile hakem kılınanın ne tür hileler düzenlediklerini bilirsin. Esasinde nefse düşmanlık arzulanan şeyleri burakmakla olur. Arzulanan şeyleri bırakmak ise dünyayı hatta ukbayı terk etmekle olur.

Mevlana Câmî'nin dediği gibi "her iki cihanda da aziz olasın." Şunu bilesin ki, çünkü bir olan Allah'ı hakkıyla sadece kendisini birlemiş olan ister. Nefsi hakir gören ve onu yücelteni de hakir gören Allah'ı teşbih ederim. Siz ve bu garip hizmetkar Firavun'un ve Ebu Yezid el-Bistami'nin ne dediğini görmez mi? Firavun "Ben sizin en yüce rabbinizim" diyerek nefsini yüceltti ve helak oldu. el-Bistami ise nefsini tahkir ederek ilâhî cezbeyle dolarak "ben rabbinizim. Bana ibadet edin" dedi ve felaha erdi. Hak Teala da kendisine "sen ariflerin kutbusun" buyurdu. Demek ki Allah Teala bir kimseye muhabbetini verirse o insanın başka bir şeyi sevmesi mümkün değildir. Bu insan kızınca da sırf Allah için kızar.

Şunu da insanlara beyan et: Aziz olan Allah'ı sevmek ve habis olan nefse buğzetmek her türlü 'mkan dahilinde Rasûlün (s.a.v) getirdiği dini tebliğ etmeyi gerektirir. Hatta bu yolda ezalara tahammül Gerekir. Kendine biri vursa bile onun için istiğfar dile- meyi vacip görür.

Mektubunuzda zikrettiğiniz ismimizi önde veya arakada görme meselesine gelince, bu cevap gerektirecek bir soru değildir. Çünkü bu hizmetkar Gavs-ı Azam tarafından onunla emrolunmuştur. Tüm müminleri kutub görmeli, kendi nefsini ise herkesten hatta kafirden bile hakir görmeli. Çünkü bu insan kafir olsa bile kendisinde ilâhi tecellinin bir yönü vardır. Ona bakıp hayrette kalmak insana yeter.

Bu hizmetkar ise tüm kemalat çeşitlerinden noksan bir insandır. Kendisinden zuhur eden şeyler ise pişmanlık ve hüsranı gerektiren şeylerdir: Durumu denize düşmüş, bulduğu şeye tutunan kimse gibidir. Onun sükûneti Gavs-ı Azam'ın dergahının hay- vanatıyla beraber olması veya kendisini onlardan saymasıyladır.

Şüphesiz var olan nimet Allah'ın lütfuyladır. Bununla beraber şu ayet de kendisini korkutur.

"Şükrederseniz and olsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım pek çetindir." (ibrahim,7)

Bu tarikat sizlere vaciptir. Günahlarınız vucûdî veya şuhûdT olsun fark etmez, durum aynidir.

Başkasının ismini önde veya arkada zikretme meselesine gelince; malum olduğu üzere, sizler ve bu hizmetkar her salih, alim, özellikle de sıddîk, veli kimsenin elini öpmenin, onların sohbetinde bulunmanın, onlardan dua talep etmenin, özellikle de tüm ömrünü Allah Teala'nın rızasını talep etmeye sarf edenlerden dua talep etmenin gerekliliğine inanır. Gavs-ı Azam'ı, inkar edenlere gelince bunlardan Allah'a sığınırız. Yine bu hizmetkar bu tür insanların sohbetlerinden uzak durmamız gerektiğine inanır. Çünkü bu büyük bir günahtır. Ancak daha önceden onun eliyle amelde bulunmuşsanız kendisinden inkar sözü duymadığımız bilakis onun gözünde Gavs-ı Azam'ın Allah Teala'nın büyük evliyalarından biri olduğu inancı varsa hem bu hizmetkara ve hem de sizlere gerekli olan onun sohbet ve nasihatlarından istifade etmek; onu büyük ve önder olarak kabul etmektir.

Rabbini sevenin durumu böyledir. Bu zat Allah Teala'nın hiçbir cüzünü görmediği halde gördüğünü söyleyebilir. Çünkü "Herkesin yöneldiği bir yön vardır." (Bakara,147) Adet gerektiriyor olmasaydı, bu hizmetkar da kıymetsiz isminin silsile nisbetinde zikredilmesinden sizleri men ederdi. Vallahi kendileri adlarının Sadat-ı Kiramın isimleriyle beraber zikre-dilmesinden hem utanır hem de korkar. Fakat adet olduğu için adını zikretmeniz gerektiğini düşünür. İsmi silsilede şeyhin adının ardından söy-lenir. Belki Allah onun ismi hürmetine onu mağfiret eder. Ben ben değilim Üzüm bağı değilim O bağla besleniyorum Aciz bir mahlukum

Çünkü bu hizmetkar Gavs-ı Azam Kutb-i Efham'ın dergahından onun koyun sürülerinin köpeklerinden bile utana utana geldi. Bu durum Mevlana Câmi'nin Şu şiirinden daha iyi anlatılamaz: Böylesine perişan, rüsvay bir şekilde Yarin huzuruna sakın ola gitmeyesin Orada bulunan sakinler seni görüp te Bu halinden utanıp iyice sıkılmasın

Muhabbet nurunu yakın, ihlâs nuruyla aydınlanın. Şariat-ı Mustafa ile amel edin. (Salât-u Selam peygamberimize, aline olsun). Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır.

"Ey Muhammedi De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran,31)

İsmi aziz olan Allah dışındakilerde hatta nefsinde fena olmaktan sakın.

Bu hizmetkar adına şeyhin elini öp, dualarını talep et. Keza daha önceden bu hizmetkar üzerinde hakkı olan akrabanızdan müftinin de ellerini öp. Molla Fet- hullah'ın ve onların dışındaki büyüklerin de ellerini öp. Bu hizmetkarın selamını dostlara ilet ve bu aciz için onlardan dua iste.

Allah'ın selamı sizlere ve Şeriatı-ı Mustafa'ya tabi olanlara olsun. Allahım! Peygamberimize, aline, ashabına, zürriyetine ve ehli beytine kıyamete dek salat-u selam eyle. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

Burada şunu da beyan edeyim: Bu hizmetkarın "dostumuz kendi ismini terk etti" sözünden, şeyhin kendisinin isminin önde söylenmesine veya geri bırakılmasına bakıp vücûd şaibesini kokladığı sanılmasın. Bilakis bu hizmetkar onun bu sözüyle muradının büyükler içinde sayılmaktan korktuğunu ifade etmek için söylediğini düşünmektedir. Ayrıca isminin neden öne alınması gerektiğinin açıklanmaya ihtiyacı olduğunu da ona belirtmeniz gerekir. Bu hizmetkar şeyhin zahiri ilimlerin tahsilini yaparken salih bir zat olduğuna inanmaktadır. Şimdi ¿¡e onu evliyanın büyüklerinden kabul etmektedir. Çünkü bir insanın muhabbeti tam olursa yani adı takdim de edilse tehir de edilse, her iki yönden bakıldığında maksad Allah Teala'nın rızasını, cezbesini, muhabbetini ve kurtuluşu elde etmektir. Bu da taassub, su-i zan, gıybet ve benlik gibi afetlerden insanı alıkor. Ayrıca ihvana hakaret ve adavetle bakıştan da muhafaza eder. Bu hizmetkar böyle ol-mayı ismi aziz olan Allah Teala katında ebedi hayat için, cezbe-i sermediye ve Şeriat-ı Ahmediyeye sülük için bir sebep olarak kabul eder. Şeriatın sahibine, â- line, ashabına daima, cennet nimetleri ve aşıkların cemaliyle lezzetlendikleri sürece salat-u selam olsun.