Bu mektup Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin ölümünden sonra Tahi (k.s.) Hazretleri'nin oğlu MUHAMMED

ZİYAEDDİN (k.s.) tarafından, Erzincan Eşrafına gönderilmiştir.

Bütün hamdler Allah'a mahsustur: Salatü selâm kıyamet gününe kadar, Allah'ın Resulü'nün, bütün âlinin, ashabının ezvac ve zürriyetinin,ensarı ve asharinin (dünürlerininkayınlarının) üzerine olsun!

Bundan sonra bu mektup, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Erzincan'daki halis ve temiz kardeşleri olan evkaf komisyonunadır. Allah (c.c.) canlan belâlardan muhafaza edip, sevdiği ve razı olduğu şeylerin yapması üzerine sabit eylesin! Gazabına sebep olmayıp, kurtuluşlarına sebebi olan, onlardan belaların men eden, dünyadaki yükselmelerini celbedici hükümleri, vasıtalarıyla icra kılsın. Zira aziz ve zelil edici Allah'tır.

Malumunuz olsun ki. şeyhlik ve irşad makamının birçok adab ve şartlan vardır. Bazıları, batına göredir ki, onları kul ile Rabbin (c.c.) arasında olup, onları hiç kimse bilmez. Belki bilinmeleri Rabbe (c.c.) havale edilir. Lakin kulun dıştaki görünüşü, şeriatın istikameti üzere mutabık olmasıyla o gizli şey"in eseri görünür. Yani cisminin azalarından herhangi birisinden şeriata muhalif bir şey sadır olmamasıdır. Çünkü o gizli manevî makamın medarı, Allah'a (c.c.) yakınlık kalbin masivaya taalluku (ilgisi) olmayıp, Allah'ın (c.c.) zatında fani olmakta, daima manevî huzurunda bulunmak ve onlardan bahs edilmesi uzun süren daha başka şeylerdir. 

Bazıları da zahire göredir ki, şeyh (mürşid) olan kimse kendisi kâmil (olgun) ve başkasını da kemâle erdirecek kabiliyete alan bir mürşid tarafından irşad için icazetli olması her türlü itikad ve inancını sünnet-i seniyyeye göre tashih ettikten (düzelttikten) sonra, bütün işlerinde mürşidine tabi olması mümkün olduğu kadar ruhsattan korunması, belki yaptığı amelleri azimete, hatta imkân dahilinde, mezhebler arasında üzerinde ittifak, bedeninden kan alınsa, Şafiî, Hanefi mezhebleri imamlarına göre, abdesti sahih olması için Nakşibendi tarikatının adabına göre Hanefî mezhebine riâyet edip, abdest alması lâzımdır. 

Keza Hanefi olan kimse, hanımına el değdirse, mezkur adaba göre Şafiî mezhebine riâyetle abdest alacaktır. Aynı şekilde Malikî ve Hanbelî mezheblerine de riâyet etmesi lâzımdır. Dinde herhangi bir sünnet olursa olsun, hükmü de böyledir. Hatta rivayet edilmiş ki, tasavvuf ehlinden birisi, şeyhin birisine gidip yanında oturdu. Şeyh öksürüp öh öh ederek tükürüğünü kıble cihetine attı. Sofi, "Kendini dinde yolu olmayan şeylerden muhafaza etmeyen kimse, başkasını yolsuz işlerden muhafaza edemez' diye hemen yanından kalktı. Diğer birisi de, bir şeyh ile camiye girerken, şeyh evvelâ sol ayağını ileri sürerek camiye girince, adamı içinden, "Peygamberin (s.a.v.) sünnetine riâyet etmeyen kimse, arkadaşlığa lâyık olmayıp, yapacağı sohbeti Allah'ın (c.c.) huzuruna yaklaşmaya sebep olamaz" deyip, ondan ayrıldı.

Yine sâlik olan kimse, akidesini mezkur şeylere göre tashih ettikten sonra, ruhsatlardan sakınması lâzım olduğu gibi dinde, bid'a olan şeylerden de kendini muhafaza etmesi şarttır. Bid'a: Peygamber (s.a.v.) ile sahabeleri (r.a.) asrından sonra meydana getirilen, ona Peygamber'in buyurduğu hadisi şamil olmayan, dört mezhebin kaidelerinden (kurallarından) hiçbir kaidenin hükmüne de girmeyen şeydir. Hatta Müslümanların işleri başında bulunan davasında bulunanları cezalandırmaları, hatta başkası da ondan ibret alıp, İslâm dini bid'alardan korunulması için, onu o makamdan uzaklaştırmaları lâzımdır. Çünkü sünnette yeri olmayan bütün bid'alar, sapıklıktır.

Beyhaki hadis kitabının şuabü'1-iman bahsinde Hazreti Peygamber,

"Bir kimse, bid'a sahibini tanzim etse (büyütse), gerçekten İslâmiyet'in yıkılmasına yardım eder" diye buyurduğunu rivayet etmiştir. İşte yukarıda bahs edilen mezkur iyi vasıflarla muttasıf olanlar, ancak Nakşibendî tekkesinde oturabilir. Neseb ve maddi evîâdlık, muteber değildir. Çünkü mürşidlerin hakiki evlâdı, odur ki onların boyalan ile boyanıp cezbeleri ile muttasıf olup Allah'ın sevgisi kalbin noktasında öyle yerleşmiş ki, masivayı (Allah'tan başkasını) unutmuş, Allah'a (c.c.) karşı kulluk hakkını ifa etmeye kalkmış kimsedir.

Tarikat reisi olan Şah-i Nakşibend de (Allah, bizi onun sırlarıyla kutlayıp, ondan razı olsun!) denildi ki, sen bu makama nesebinle veyahut şeceren ile mi eriştin? sorulduğunda, buna neseb ve şecere ile kimse ulaşmadı. Ancak cezbe vasıtasıyla erişebilir. Nitekim, "Hak Teâla tarafından hâsıl olan cezbelerde tek bir cezbenin makamı, insan ve cin amellerinin olan cezbelerde denk gelir" buyurmuştur.

Bundan sonra, Nakşi tarikatı ve Hace Sâmî Efendi (k.s.)'nin tekkesi, çocuk oyuncağı olmaması ve Müslümanların sapıklarına da sebep olmaması için. bu işte titizlik ve ihtiyatlı davranmanız rica olunur. Çünkü böyle bir durum zıılm etmekten, hırsızlık yapmaktan daha büyük bir günahtır. Zira, birisini öldüren veya hırsızlık eden veya zulm eden kimse, din çerçevesinden çıkmış olduğunu herkes bilir. Onun bu fiil ve hareketinde ona uyan bir kimse, kendisi de dinden çıktığını anlar. Lâkin irşad makamında oturup da o makamın vasfıyla muttasıf olmayan kimse, kendisinin doğru yolda olduğuna halka gösterdiği için, birçok avam tabakasının doğru yoldan sapıtmalarına sebep olur.

Allah, insanların efendisi olan Muhammed'in (s.a.v.) yüzüsuyu hürmetine, sizi devamlı saadet üzerinde bulundursun! Ay ve güneşin devamı müddetince, insanların mezkur efendisine, ashabına ve zürriyetine salat ü selâm ve sena olsun!.