“Çok zenginsin ama,

fakir bir kimse gibi ol.”

   

Hoş geldiniz, sefa getirdiniz.

ALLAH şikayetçi etmesin. Şikayet iyi değil, isyana gider. ALLAH'tan gelene razı olmak lazım. Hayır, şer, sefâ, cefâ, hastalık, yokluk her şey ALLAH'tan gelir. ALLAH'tan gelene razı olmak lazım. Hoşumuza giden şeyler de ALLAH'tan gelir, hoşumuza gitmeyen şeyler de ALLAH'tan gelir. Ama ALLAH irademizle aldatmasın. Herhangi bir kişi bir günah işliyor da bunu ALLAH'tan biliyorsa O'nun gideceği yer ce-hennemdir. ALLAH'ın şerre rızası yoktur.

Kainatta bu kadar varlık var. Niye insan olarak halketmiş, ALLAH bizi?

-“Biz insanları cinleri halkettik ki bizi mabut bilsinler” Demek ki, evvela ALLAH'ın varlığına, birliğine inanacağız.

Kainatta bu kadar mahlukat var. Bunların hiç birine ALLAH'ın bir emri var mı? İnsan olduğumuzu bilelim. İnsan olarak niye halketmiş bizi Cenâb-ı Hak? ALLAH'ı tanıyıp bilmemiz için. Ne için halketmiş bizi? O'nu tanıyalım. O'na itaat edelim. O'na ibadet edelim, emirlerini tutalım nehiylerinden kaçalım diye. Bunu bilmezsek insan olamayız. Bizi ne için halkettiğini Kur'ân'da bildirmiş. Peygamberler göndermiş. Hayvanlara kitap gelmemiş. Hayvanlara peygamber gelmemiş. Hayvanlar için Cenâb-ı Hakkın günah, sevap, helal haram diye emri var mı? Yoktur. Öyleyse ALLAH'ın emirlerini tutmayan bir insan, ALLAH'ın yasaklarından kaçmayan bir insan. Bunları bilmezsek eğer, insan olama-yız. Günah bilmez, sevap bilmez, hayır bilmez, şer bilmez, ameli yok, günahı çok. Dünya bunlarla dolu. Bir gün gelecek ki:

-“Ya Rabbi sen beni hayvan halkedeydin de, ben bu azabı görmeyeydim” diyecek.

Kimi yapar kimi yıkar kimi hayran olup bakar

Burda hayran bakanlar kim? Ahirete gönül verenler. Ahi-reti sevenler. Onlar dünyayı sevmezler. Dünyaya çok meyyal olanlar, hep dünyayı düşünüp dünya ile konuşanlar, onları kınarlar. İnsan hep dünyayı düşünüyorsa, dünya ile uğ-raşıyorsa, bu gaflettir. Ne için gaflettir bu? Ebedî hayatı için, ebedî kurtuluşu için. Uykudadır o. Uyuyor. Bizim ebedi yaşa-yacak yerimiz ahirettir. Dünyaya niye gelmiş bu insanlar? Cennetlik ve cehennemlik olanlar ayıklansın diye. Ahiret hayatında ALLAH'ın cenneti var, cehennemi var. Ahirete inanmazsa insan müslüman olamıyor.

       Hiç kuluna zulmeder mi Mevlası

       Kulun çektiği kendi cezası

ALLAH kulunu azap çeksin diye yaratmamış. Kendisini tanısınlar diye yaratmış. Bu dünyaya gelmekten maksadı-mız, görevimiz Rabbımızı bilmek. Rabbımıza itaat edeceğiz. Bizim görevimiz bu. Rabbımızı bildikse ALLAH bize mükafa-tını verir. Mükafat nerede? Cennette. Cennet hayatını ne ka-dar methetsek, binde birini söyleyemeyiz. Ama ALLAH'ı ta-nımazsak, rızkımızın sahibi bilmezsek? ALLAH bilmeyenlere ahirette bildirecek. Ne ile? Cehennemde azabıyla bildirecek. Dünyada inananlara rahmetiyle bildiriyor; fakat ahirette inanmayanlara azabıyla bildirecek. O zaman ne diyecekler onlar?

-“Ya Rabbi sen bizi toprak halkedeydin de biz bu azabı görmeyeydik.”

Hayvan da değil, toprak. Çünkü gene hayvan da bir can taşıyor.

Sizi buraya ALLAH sevgisi, ALLAH muhabbeti getirdi. İnanan bir insan inancına göre aklını iradesini kullanırsa kurtulur. Kullanamazsa kurtulamaz.

İnanç nedir? Hayır-şer, helâl-haram.

Hayır: ALLAH'ın emri.

Şer: ALLAH'ın nehyi.

Hayır düşünün, hayır işleyin, şer düşünmeyin şer işle-meyin. Günahları işlemeyin, günahlar yasaklanmış. Sevap-lar nelerdir? Namaz, abdest, oruç ve hac.

Bir de helal-haram var. Haram yasaklanmış. Helâl ka-zanın, helâl yiyin. Cemaatimizden şöyle düşünen olabilir. “Ben bilmiyorum bunları”. Bilmemek ayıp değil, öğrenme-mek ayıp.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

“Kulum tevbe et. Tevbeni kabul edeceğim.”

Bilerek veya bilmeyerek günah işlemiş. Bilmeyerek gü-nah işlemişse onun tevbesi, çabuk kabul olur. “Bilmedim Ya Rabbi” dedi mi? Tamam onun günahını sildi attı.

Bilerek günah işlemişse ağlaması lâzım, gözyaşı dökmesi lâzım. O günahları gözyaşı ile silmesi lâzım. ALLAH affedi-yor. Kırk gün günahkar, bir gün tevbekâr. Yeter ki kul güna-hını bilsin. Madem ki ALLAH bize tevbe ayeti göndermiş.

“TEVBE et kulum. Kabul edeceğim.” diye emri varsa, o za-man ne kadar günahkâr olursan ol. Yeter ki günahına son diyebil! Ondan geri dön! Daha yapma onu! Pişmanlık duymak. Tevbe iki çeşittir.

1-Tevbey-i sadık: Nedamet duyduktan sonra bir daha oraya dönmez. Bir daha işlemez. ALLAH affeder onu.

ESTAĞFURULLAH!

TEVBE demek;

Nasıl ki elbisenin pisini, vücudunuzun pisini sabun gide-riyorsa, insanların kirini, günahını da istiğfar gideriyor. Öyledir. Nedamettir. Rabbısını bilmektir, Rabbısına sığın-maktır. Ama bunu yapmazsa, bu dünyada bu günahların-dan sıyrılmazsa, silinmezse, ahirette o günahlarından do-layı yanacaktır. İnsanların günahı demir pasına benzer. Demirin pasını hiçbir şey gidermez, sadece ateş giderir. İn-sanların da günahının gitmesi için cehennemde yanması gerekiyor. Ama bu inananlar için. İnanmayanlar ebediyen cehennemde yanacaklar. ALLAH'ı inkâr edenler, ALLAH yok diyenler, ALLAH'a şirk koşanlar. Meselâ:

Hıristiyanlar Hz. İsa'ya ALLAH'ın oğlu diyorlar veya taş-lara, güneşe tapanlar var. Ağaçlara tapıyorlar, buzağıya ta-pıyorlar. Çok çeşitli. Bunlar ebedî çıkmazlar cehennemden.

Cehennemden kimler çıkacak? Nasıl ki demirin pasını ateş götürüyor. Bizim de pasımızı ateş götürecek. Güçsüz ol-duğumuzu anlayalım. Yani cehennem azabına dayanama-yız. Biz zayıfız, gücümüz yok. Nasıl anlayacağız. Vücudu-muzdaki en küçük parmağınızı ateşe tut bakalım. Dayana-biliyor musun? Eğer daya-nabiliyorsan, hergün günah işle. Git cehennemde de yan. Cehennem haktır, Cennet haktır. A-hirette insanların yaşanacak, barınacak yeri yoktur. Cehennem ve cennetten başka. Cenneti kazandınsa ebedî cennettesin. Cehennemi kazandınsa, cehenneme gideceksin. İmanın varsa, amelin noksansa, cehennemde yanar, temiz-lenir çıkarsın. İmanın yoksa ebedî cehennemde kalırsın.

Biz burada şundan korkalım. İmanımız var. Ama imanı-mızı amel muhafaza edecek.

Tarikata gelince, amelinize güvenmeyin, ameline güvenenler ALLAH! diye bağıramaz. Anlıyor musunuz? Bu bir aşktır. Çünkü amel üçtür.

Bir varki, cenneti arzu eder. Cenneti kazanmak için amel işlerler. Haktır.

Bir de vardır ki cehennemden kurtulmak için amel işlerler bu da haktır.

Bir de vardır ki: Ne cennet, ne de cehennem için amel işlemiyor. Halbuki bunlarda, cennet için işlenen ameller de cennete sokamıyor insanı. Cenâb-ı Hak yine bildiriyor:

“Kulum bana itaat ede ede cennete yaklaşır.” Kim itaat etmişse.

İşte bir de ALLAH arzusu ile amel yapılır ki, onda hiç kayma olmaz.

Diğerlerinde azda olsa kayma oluyor.

“Kulum bana itaat ede ede cennete yaklaşır. Bir karış ka-lır ki cennete girsin. Biz ona cenneti vaadetmişsek. O günah işliye işliye cehenneme yaklaşır. Orda bir amel işler, döner gider cennete.” Bir amel işlemekle. Bu nedir? Çok günah işlemiş, çok yaşamış. Ama ALLAH hidayet etmiş. Onun gönlünde bir ALLAH korkusu tecelli etmiş. Gönlünden havf duyaraktan, inleyerekten, sızlayaraktan “Aman Yâ Rabbi affet” demiş. Amele başlamış. ALLAH onu cennete yolluyor.

Bir de var ki amel işleye işleye cennete yaklaşmış. Ama orada bir günah işler gider cehenneme. Ama bu hal yüz kişide, bin kişide, milyonda bir tanedir. Şimdi biz öyle bir havf duyalım ki amel işleyip işleyip te bir karış kalınca cennetten uzaklaşmayalım.

Bir insan günah işleyip de cehennemden kurtulamam demesin. Umutsuzluktur, büyük günahtır.       

Çünkü ALLAH'ın rahmetini eksik görüyor. Günah işleyip işleyip de “Aman Yâ Rabbi ben ne yapmışam. Affet Sen beni” der. O da düşmez cennete gider. Fakat bunların sayısı da çok azdır. Yüzde bir veya binde bir tanedir. Olsun o günah işleyenler binde bir tane olduklarını unutsunlar da “Aman Yâ Rabbi” halkasına sarılsınlar. Tevbekâr olsunlar. Pişman olsunlar ettiklerinden. İtaat edenler günah işlemekten korkar. Burada en sağlam yapılan amel ALLAH için yapılan. Biz itaat edelim de. Mülk O’nun, ahiret O’nun, cennet O’nun, cehennem O’nun. Halîk O. Dünyada da ister sağlam etsin, ister sağ etsin, ister hasta etsin. Diler hasta eder, diler zengin eder, diler fakir eder, diler alim eder, diler cahil eder, diler sakat eder, diler sağlam eder. Sakat olsun, ama imanı olsun. Sağ olup imanımız olmayacaksa. Sakatın da ameli var mıdır? Var. ALLAH onun yapacağı şekilde ya-pacağı amelleri kolaylaştırmıştır. Zengin olupta imanımız olmayacaksa fakir olalım. İmanımız olsun, amelimiz olsun. Cehennem korkusu, cennet arzusu vardır insanlarda. AL-LAH'ın gadabından korkarlar. Gadabı cehennemde, AL-LAH'ın rahmetini umarlar. Rahmeti de cennette, rahmete ulaşanlar da cennette müsavi değildir. Cennete girenlerin hepsi ALLAH'ın rahmetine ulaşmış değillerdir. Rahmeti çok büyük, sınırı yoktur. Cennette lüks bir hayat var. Ama öyle kulları var ki cennetten ileri gitmek istiyorlar. Cennetin ilerisine gidemezlerse, ALLAH'ın cemâlini göremezler. Cennetin ilerisi nedir? Alâ-i illiyyîn. Öyle bir makam var. ALLAH'ın Cemâl'ini görebilirsin.

Oraya kadar yüz tane dere var. Orada ALLAH cemâlini gösteriyor. Oraya giremeyene göstermiyor. ALLAH'ın kanu-nu ilâhisi öyle.

Bir de cehennem var. Cehennemdeki azaplar da müsavi değil. Birisi çok büyük günah işlemiş. Diğeri de onun yarısı kadar günah işlemiş. İkisine bir mi azap gösterecek? Her-kesin günahına göre orada azap yerleri değişiyor. Birden başlıyor, yüze kadar. Yüzüncü derecesi neresi? Cehennemin en azaplı, şiddetli yeri. Orası da esfel-i safilîn. “Vettîyn” sure-sinde var.

Salih Baba söylüyor:

       İmtihan-ı yârdır cevr ile sitem

İmtihan: ALLAH'ın vermiş olduğu, hastalık, sağlık, var-lık-yokluk.

İmtihanı kazanmak için ne lazım?

Hastalığa sabır, sağlığa şükür.

İtibara şükür, zillete sabır.

Zillet te imtihandır insanlara. Huzursuz oluyorsa o zillet oluyor insanlara. Bu da sebepli oluyor, sebepsiz oluyor. Bu zamanımızda sebepsiz huzursuzluklar çok var. Zaten aile huzursuzluğu çok. Almış her tarafta gidiyor.

Bundan başka da bir ruhî hastayı doktora götürüyorsu-nuz, doktor bir şey bulamıyor. Hocaya götürüyorsunuz, hoca birşey bulamıyor. İşte bu zillettir. Bununla da imtihan edi-yor Cenâb-ı ALLAH bizi.

Sadece ruh hastalığı için değil. Normal insan için de. Bakarsınız ki varlığı, sağlığı yerinde olan bir insanın da içinde bir sıkıntı var.

Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi şudur ki: Müslümana dünya da rahatlık olmaz.

ALLAH hem dünyada, hem ahirette kuluna azap etmi-yor. Dünyada azap ediyorsa, ahirette etmiyor.

“Dünya mü’minin zindanıdır.” buyuruyor. Zindan da bir azap yeri değil midir? Azap yeridir. Zindan sevilir mi, dün-yayı sevmeyelim. Ama biz gafletten dolayı çok karanlık olan dünyayı aydınlık görüyoruz. Dünya kafirler için aydınlıktır. Karanlık nedir? Müslümanın çilesi, belâsı, bütün çetin hâlleri. Bu çetin hâllerle karşılaşmışsa dünya zindandır ona. Eğer sağlam bir müminse ALLAH'a şükür o kurtarır. İmtihanı da verir, sabrederse. Hastalanmışsa sabretmesi lâzım, sağlığı varsa şükretmesi lazım. Sağlığa şükür şudur ki iba-dettir. Yoksa gezmek, tozmak, yemek, içmek değil.

Fakirliği de, varlık gibi kabul ettinse imtihanı verdin.

Bur da şükredip sabreden hasta ahirette sağlamdır. Sab-redemedi ise burada çekmiş olduğu zahmet yanına kalır.

       Ey gönül sabret bu dehrin gamı kavgası geçer

Ey insan sabret diyor. Bu dünyanın gamı kavgası geçer.

       Sabreyle gönül buda geçer

Bu dünyanın varlığına, yokluğuna, hastalığına kıymet verme! Bunlar geçici. Öyle bir şeye kıymet ver ki, itibar ver ki, yok olmasın, seninle beraber kalsın.

Bu da ahirettedir. Ahiret de amelle kazanılır.

Sabır ve şükür amele girer. Bütün çetin hâllerimize sabredeceğiz. Bütün iyi günlerimize, rahat neşeli günlerimize şük-redeceğiz.

       Bu kesret âlemin seyrân eyledim

       Sabırdan bir büyük kâr bulamadım

       Gezdim çar köşeyi devrân eyledim

       Sabırdan bir büyük kâr bulamadım

Bu kalabalık âlemi, bu büyük şehirleri, gezdim, seyran eyledim. Sabırdan bir büyük kâr bulamadım.

“Gezdim çar köşeyi.”

Dünyanın doğu, batı, kuzey, güneyini gezdim. Yine sa-bırdan bir büyük kâr bulamadım. Evet sabreden selâmete ulaşacak.

ALLAH'tan gelen ruhların ALLAH'a gitmesi için bir delil var. O delil kim?

       Canım kurban olsun Resûlullah'a

       Bizi kabul etti Âl-î Dergâha

       Emreyledi Şeyhim Muhammed Şah'a

       Çıkarttı zulmetten bedraya bizi

Hepimizin canı kurban Resûlullah'a. ALLAH bizi halketti ama O’nun için, O’nun şerefine halketti. Varlığımızın sebebidir. Bizi ahirette azaptan kurtaracaktır. Şefaati bizim için haktır. Şefaati olmazsa kurtulamayız. Niye canımız kurban olmasın ki, çünkü o canlarımızı kurtaracağı için, canımız kurban olsun. Kurban demek, teslim olmak, zahirde de ca-nımızı kurtaracak birisine teslim etmiyor muyuz? Öyle ise bu canı da sahibine teslim etmek lazım. Sahibi de: Birincisi ALLAH'tır. İkincisi Resûlullah'tır. Niçin? Evvel Resûlullah'ın ruhunu halketti ALLAH, nûrunu halketti. O'nun nurundan da bizi halketti.

Âl-î Dergâh: Yüksek dergah.

Zulmet: Dünyadır, cesettir, karanlıktır, cehalettir.

Önce ruh cesetten çıkıyor.

Ölünce ceset kabire konuyor. Ruh önce arş-ı alâya çıkıyor. Orada seyrini yapıyor. Ondan sonra iniyor. Cesete geliyor. Ceset zamanla yok oluyor. Şimdi şöyle: Bir insan rüya görü yor. Rüyasında çok yüksek yerler görür. Kıymetli yerler görür. Öyle rüyalar kıymetlidir. Çok insanlar rüya ile ikaz olmuş-lardır. Rüya ile çok büyük nimetlere ulaşmışlardır. Yollarını düzeltmişlerdir. Küfürde iken küfürden kurtulmuşlardır.

Çok rüyalar da vardır ki insanlara korku, havf duyurur. Uyanınca çok sevinirsin. Gördüklerim rüya imiş dersin. Hat-ta bu korkulu rüya görenler hasta da oluyorlar. Hastalığa da tutuluyorlar. Bunlar ALLAH korusun cine, şeytana da çar-pılıyorlar. Bir de güzel rüya görür bir insan. O rüyayı bir zaman unutamaz.

İşte bu dünya âlemi, ahirete geçtikten sonra rüyadır. Sen çok yaşamışsın, çok safâ görmüşsün, rüyada gördüğüne benzer. Çok yaşamışsın, çok cezalar görmüşsün, rüyada gör-düğün gibidir.

       Düşün bir geldiğin ili.

Nerden geldin? ALLAH'tan geldin.

       Ne taraftan gider yolu.

Evet oraya da gideceksin. Nasıl gideceksin. Gitmek için şeriat var, tarikat var. Şeriatı öğrendin, işledin. Tarikati kimden öğreneceksin? Meşayihten öğreneceksin. Esas imanın hakikatini meşayihten alacaksın. Cenâb-ı Hak ne buyuru-yor:

       “Sadıklarla beraber olun.”

Sadıklar kimler? Velîlerdir. Sadıklar hiç ALLAH'a kusur iş-lememişler. İsyan etmemişler, herşeyden geçmişler. Hatta evlad sevgisinden de geçmişler. Kelâm-ı Kibar'da:

       Ebterim gönülden evlâdım yoktur

       Yuvasız bir kuşum bilâdım yoktur

Ne diyor?

Evlatları da çıkarttım gönlümden. Mal, köşk, apartman... Bunları da çıkarttım gönlümden.

       Senden başka sahip irşadım yoktur

       Andelibem bu gülşâne gelmişem

Andelib: Bülbül.

Bülbül daima gül bahçesini arar. Bir bahçe ne kadar ye-şillikli, ağaçlı olsa, renk renk çiçekleri olsa meyvaları olsa oraya girmez. O dikenli, çalılı gül varsa, oraya girer. Yoksa girmez.

Bir meşayih insanın gönlünden evlat sevgisini de çıkarır. Mal-mülk sevgisini de çıkarır.

Çünkü sizin o canlarınızdan fazla sevdiğiniz evlatlarınız sizin için fitnedir.

Ama ALLAH için sevdi isek fitne değildir. Evladını, “ev-ladım” diye sevme. Sen de bir kul, o da bir kul. Onu sana ALLAH emanet vermiş. Bu emaneti muhafaza etmek lâzım. İnsan emaneti sevgi ile muhafaza eder. Emanette saygısı, sevgisi olmazsa muhafaza eder mi? Etmez.

Emaneti muhafaza etmek ALLAH'ın emridir. Emanete hıyanet ALLAH'ın nehyidir.

       Senden başka sahip irşâdım yoktur

Senden başka kimse beni sevindiremez. Ne mal, ne mülk. Niçin?

“Sadıklarla olun” buyuruluyor. Bu dünya âleminde ALLAH a tam kulluğunu yapanları saymakla, sevmekle.

ALLAH'ın indinde en makbul olan amel tevazudur, alçak gönüllülük. Tarikatın da büyük ameli tevazu.

“Tevazu fetheder, fettâh bâbını.”

Fettâh bâbı: Kapalı kapılar, kilitli kapılar. Kapalı kapıları, kilitlenmiş yolları tevazu açar. Tarikatın sıfatıdır.

Sen bir Kaymakam oğlusun, valinin torunusun, bunlar sana varlık olmasın, bunlarla övünme. Çok güzelsin, bu da sana varlık olmasın. Çok maharetlisin, işgüzarsın ondan da sana bir gurur gelmesin. Alimsin, ilmin var, ondan da ken-dinde üstünlük görme. Çok amel işliyorsun, amelinden de üstünlük duyma.

Bunlardan kendine benlik çıkarma. Çok maharetlisin ama hiç maharetin yok gibi ol.

Çok zenginsin ama, fakir bir kimse gibi ol.

Çünkü ALLAH:

“Biz kullarımızın kalplerine nazar ederiz” buyuruyor.

“Boylarına, soylarına, güzelliklerine, maharetlerine bakmayız. Ancak kalplerine nazar ederiz.” Hangi kalbe nazar ediyor? İlminden dolayı kendini yüksek görüyorsa, onun kalbine nazar etmez. Güzelliğinden dolayı kendisinde bir gurur varsa, onunda kalbine nazar etmez. Birde buyuruyor ki:

“Niyetlerine göre amellerini kabul ederim.“

       Gönlüme nakşoldu hubb-i cemâli

Hub: Sevgi demek.

Cemâl: Yüz.

Yüzünün sevgisi, gönlüme işlendi. Nasıl ki o sevgi nakış gibi işlendi ise, gönlümden bütün masiva çıktı.

       Terkeyledim cümle hep kıl u kâli.

Bir gönüle meşayih sevgisi işlenirse, dünya daha orada barınamaz. ALLAH herşeyi zıddıyetli halketmiş. Herşey zıddıyetininin yanında yok olur. Bakınız güneş doğunca ka-ranlığı gideriyor.

 

       Bir kimseye ki yar ola Tevfik-i hidayet

       İrfan ile derya oluben kalbi coşarda

       Gönlünde tûlu eyler aşk-ı muhabbet

       Görün nice mahbub-u hûda var bu beşerde

       Sevdim seni seydayı cihan hayır ve şerde

       Aşık olanın ciğeri yanar da pişerde

 

Aşıkların ciğeri yanarmış. Başka bir kelâm-ı kibarda ge-çer.

       Yürek kanı şarab oldu

       Ciğer yandı kebap oldu

       Gönül şehri harap oldu

       Seni arayı arayı

Ebubekir Sıddık Hazretleri hurma lifine sarılmışta namaz kılmış.

Cenâb-ı Hak:

Semavat halkının meleklerine: “Benim Sıddık kulumun kıyafetine gireceksiniz” diye emretmiş. Ve hepsi girmişler. Cebrail bir sefer Peygamber Efendimiz'e o kıyafetle gelmiş. Peygamber Efendimiz sormuş:

-“Yâ karındaşım Cebrail! Sen hiç bu kıyafetle gelmezdin. Bu ne hikmettir?”

-“Yâ Resûlallah senin yârıgârın Ebubekir, namaz kılar-ken, giyecek elbise bulamadı. Hurma lifinden dokunmuş hasıra sarındı, namaz kıldı. Cenâb-ı Hakk’ın hoşuna gitti. Emretti melekleri hep bu kıyafete soktu. Ben de bu kıyafete giriyorum” demiş. Bunlar hep yaşanmış, olmuş.

Ebubekir Hazretlerinin kebap pişirip yediğine dair olay (Bak 1 Gülden Bülbüllere)

Evet:

       Gönlünde tûlu eyler aşk-ı muhabbet

Tûlu: Güneşin doğuşudur. Güneş doğmadan karanlık gitmiyor.

Öyle ise bizim kalbimizde bir arzdır. Hem de arzdan bü-yüktür. Cenâb-ı Hak:

“Ben göklere, yerlere sığmam. Ama mümin kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.

Göklerden, yerlerden daha büyük oluyor. Güneş nasıl arz üzerine doğunca karanlık kayboluyorsa, insanlarda ki ALLAH, Resûlullah, meşayih aşkı da insanın kalbini öyle aydınlatıyor. Eğer o aşk doğmazsa kalbi karanlık kalıyor.

İnsanların kendi varlığı, önünde bir engeldir, dağdır. Onu delen birisi olacak. O da meşayihtir.

       Varlık dağını delmeyen

       Ağlar iken gülmeyen

       Şeyhini Hak bilmeyen

       Düşer hüsrana sâki

Bir kimse şeyhini Hak bilmezse hüsrana düşer, zarara uğrar. Bu zarar nedir? Haşa cehenneme gidecek değil; Cen-nete gider. Ama ALLAH'ın cemâlini göremez. Cennet için yapmış olduğu amel onun varlığı olur, onun sermayesi olur. Onu da ALLAH verir. Kulunun hakkını verir.

Yunus Emre demiş ki:

       Sensin benim canım canı

       Sensiz kararım yokdurur

       Cennette sen olmazsan

       Vallah nazarım yokdurur

Düşünelim:

Aşk-ı mecâzlar var. Nefsi için sevdikleri oluyor. Gençler birbirlerine göz koyuyorlar. O sevgi ki, Aşk-ı mecâz olduğu halde, onu yemekten, içmekten, hayatından geçiriyor. Öyle bir kimseye dünyanın en lüks dairesini verseler. Çok kıymetli eşyalarla süsleseler, onu oraya koysalar, o yine sevdiğini ister. Der ki “Ne yapacağım burayı? Gecekondu olsunda sev-diğimle beraber olayım” der. Buna benzer şeyler olmuş. Kur'ân-ı Kerim'de geçer.

Mısır'da çok krallar bulunmuş. Şarktan garbe hükmeden hükümdarlar. Uzun yıllar saltanat sürmüşler. Tanrılık da-vasında bulunmuşlar. Yusuf Aleyhisselâm'da oraya Sultan olmuş. Yusuf Aleyhisselâm zamanında Mısır'ın bir sultanı varmış. Onun da Zeliha isminde bir hanımı varmış. Zeliha zamanın, güzel, akıllı, şahsiyetli tek hanımı imiş. Yusuf Aleyhisselâm ise köle. Mısır'da en yüksek fiatı vererek alıyorlar. Bir başkası daha fazla kârla başkasına satıyor. O da iki misli fiatla başkasına satıyor. Böyle böyle en son fiatı Zeliha verip alınca, onun verdiği fiata kimsenin gücü yetmemiş.

Almış, ama Yusuf Aleyhisselâm'a aşık olmuş, kölesi. Ze-liha bir gece Yusuf Aleyhisselâm'ın, affedersiniz, yanına gitmiş. Yusuf Aleyhisselâm reddetmiş. O zaman “yaklaş-mazsan sana iftira ederim, astırırım, kestiririm” demiş. Bu korku ile Yusuf Aleyhisselâm ona istemeyerek dönmüş, genç bir çocuk. O sırada duvardan babası Yakup Aleyhisselâm görünmüş. “Yusuf çek elini” demiş.

Halbuki zahirde, Yusuf Aleyhisselâm'ı kardeşleri kuyuya attılar. “Kurt yedi” dediler. Babasının da ağlıya ağlıya gözleri kör oldu. Ama Yusuf'u o felaketten kurtarıyor. İşte bu rabıtaya işarettir.

Diğer taraftan Zeliha'yı, kölesi ile görüşüyor diye suçu yüklemişler üzerine. Halbuki Yusuf Aleyhisselâm çocuk, öyle şeyler düşünülemez. Onu da hapse koymuşlar.

Koymuşlar ama O da, “Bana bu dünya haram olsun” demiş. Kaç kat yerin altında. Oturma yok, yatma yok. Yiye-ceği, içeceği yok. Toprak, karanlık. Orada “Sanem” isminde bir put varmış. Ona gece gündüz ağlayıp sayarmış.” Yusuf Aleyhisselam zindana girdi. Dünya da bana zindan. O ne zaman zindandan çıkarsa ben de bu mahzenden çıkarım.” Yedi sene zindan da kalmış. Bu süre içerisinde o kadar güzel, genç, saltanatlı hanım nine olmuş, ihtiyarlamış, kambur-laşmış, yüzü gözü kırışmış. Ağlayı, ağlayı gözleri kör olmuş. Yüzüne bakılacak hâli kalmamış, “Sanem! Sanem!” diye yalvarıyor, ağlıyor. Niye? Yusuf Aleyhisselâm zindandan çık-sın da yine onunla görüşsünler. Tabii Yusuf Aleyhisselâm zindandan çıkıyor.

O puta “Sanem! Sanem!” diye yalvarırmış. Bir seher vaktinde yine Sanem! Sanem! diye yalvarırken, dili kayıyor. “SAMED” diyor.

SANEM: Putun ismi.

SAMED: ALLAH'ın ismi.

Samed deyince ALLAH cevap veriyor.

-“LEBBEYK” kulum ne istiyorsun?

O zaman putun batıl olduğunu anlıyor, putu kırıyor. AL-LAH'a yalvarıyor.

ALLAH onu mahzenden çıkarıyor. Nine olmuş hanımı yine eski güzelliğine sokuyor. Yusuf Aleyhisselâm da zindandan çıkıyor. Yine bunlar evlilik hayatı da yaşıyorlar.

Biz bunu ne için ifade ettik?

Evet zindandan çıkıyor. Bir de duyuyor ki Yusuf Aley-hisselâm Mısır'a Sultan olmuş. Köle elden ele satılıyordu. Sonra zindana girdi. Zindandan da ALLAH onu kurtarıp Mısır'a Sultan ediyor. O sırada Zeliha diyor ki:

-“Beni Yusuf Aleyhisselâm'ın geçmiş olduğu yolun üzeri-ne çıkarın.”

Çıkarmışlar. Oradan geçene kadar orayı beklemiş. Artık ne kadar beklemişse bekliyor. Diyorlar ki Yusuf Aleyhisselam geliyor. Ama at ile geliyor. Tam geçerken haber veriyorlar. Çünkü gözleri görmüyor. O sırada sesleniyor.

-“Ya Yusuf dur, sana bir arzuhalim var.”

O da:

-“Ne diyorsun nine?” demiş.

-“Kamçıyı uzat da söyleyeyim.” Kamçıyı uzattığı zaman tutar tutmaz, Zeliha'nın aşkı kamçıdan ceryan geçer gibi geçmiş. Yusuf Aleyhisselâm'ın elini yakmış. Bırakınca:

-“Ya Yusuf ben Zeliha'yım. Şimdi nine oldum. Senin aşkın beni böyle yaptı. Ben bu aşkı yıllardır çekiyorum. Sen bir kamçıdan geçen ateşe dayanamadın” demiş.

-“E! ne diyorsun?” deyince

-“Ben seninle evleneceğim.”

-“Sen de evlilik özellikleri kalmamış ki” deyince.

ALLAH:

-“Ya Yusuf sen rıza göster, ben Zeliha'yı yine eski hâline sokarım.” Nasıl ki rıza gösteriyorsa, Zeliha'yı eski halinden daha da güzel yapıyor. Hayatları başlıyor. ALLAH, ne ya-pıyor insanları? Öyle de yapıyor, böyle de yapıyor.

Cenâb-ı Hak: “Biz insanı çok güzel halk ettik.” buyuru-yor. İnsanlar içerisinde velîler olsun, nebîler olsun, Yusuf Aleyhisselam kadar güzel kimse halk etmemiş. Onu görenler insan diyemiyorlarmış. Melek diyorlarmış. Fakat insan güzellerin güzeli olursa ondan da güzel oluyor. O beşeriyetteki güzel idi. Cisimdeki güzellikdi.

Ama:

“Le gâd halaknel insane fî ahsen-i takvîm.”

“İnsanı güzellerin güzeli halkettik.”

Bu güzellik ruhi güzellik, beşerî güzellik değil. İnsan kör olur, sağır olur, siyah olur. Ne olursa olsun. Güzellik ruh gü-zelliğidir.

Ama ruh ne ile güzelleşir? ALLAH'a inanmak ve itaat etmekle güzelleşir.

İlim, amel, ihlas, şeriat, tarikat, hakikat ile güzelleşir.