MEVLÂNÂ HÂLID ZIYÂÜDDIN BAGDÂDÎ

Kuddise Sirruh

Mevlânâ Hâlid hazretleri zâhirî ve Bâtinî ilimleri zâtinda toplamakla “iki kanatli” mânâsina zül’cenahayndir. Büyük bir alimdir. Itikada mezhebi Es’arî, tarikati Naksbendî-Müceddidî, mesrebi Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çestî’dir. Bu bes tarikattan da icazetlidir. Nesebi Hazret-i Osman’a varir. Babasi, Hazret-i Osman’in neslinden Hüseyin bin Ahmed’dir. Ecdadindan olan Pir Mîkâil hazretleri ekrad arasinda “Altiparmak” diye bilinir.

Mevlânâ Hâlid hazretleri ilimde yüksek derece sahibi, sarf, nahiv, mantik, aruz, münâzara, belâgat, bedî, hikmet, kelâm, usul, hesab, hendese, usturlâb, hey’et, hadis ve tasavvuf ilimlerinde deniz gibi âlimdir.

Mevlânâ Hâlid, 1190 senelerinde Baban sancagi’nin Karadag kasabasinda dünyaya gelmistir. Burasi Süleymaniye’ye bes mil mesafededir. (Süleymaniye, Musul vilayetinde. Musul’un 230 km güneydogusunda, Bagdad’in 270 km kuzeydogusunda, Iran sinirindan 45 km mesafede iki dag arasinda uzanmis bir ovada bulunan sancak merkezi bir kasabadir.

Bu kasabada birden fazla medrese bulunup birçok bahçeleri ve tatli su pinarlari vardir.

Hâlid orada yetisti. Medreselerinin bir kisminda Kur’an’i, Sâfiî fikhini, sarf ve nahvi ögrendi. Daha bülûga ermeden akranini geride birakti. Bununla beraber nefsini terbiyeye, zühde, açliga, az uyumaga, haramlardan çok sakinmaga, Suffe ashâbinin hallerine uyarak kendi haline yasamaga azmetti.

İlim tahsili için birçok beldelere yolculuk edip ulûm-i nâfiayi, zâhir ilimleri ögrendi. Kendi memleketine yakin yerlerde bulunan birçok muhakkik seyhlerden ilim tahsil etmis, sonra Süleymaniye’ye gelerek hikmet okumus, sonra memleketine dönerek hakikat meydaninda zamaninin âlimlerini geride birakmistir. Müskil ibarelerden ne sorulursa sorulsun derhal cevap verirdi. Çok kuvvetli bir hafizasi, harikulade bir zekâsi vardi.

Harikulade ilmiyle meshur olup söhreti bütün dünyaya yayildi. Birçok medreselerin müderrisligi kendine verildiyse de “bu makama layik degilim” diyerek kabul etmedi.

Sonra Sendec taraflarina giderek hendese ve hey’et (yani geometri ve astronomi) ilimlerini büyük âlim Muhammed Kâsim Sendecî’den ikmal edip memleketine döndü.

Süleymaniye’deki âlim seyh Abdülkerim, 1213 te vefat ettiginde onun yerine müderris olup ilim okutmaya basladi. Dünya ve ehline meyletmeyip Cenab-i Hakk’a ibadet ve ubûdiyet yolunda istikametini muhafaza etti.

Allah’in hükümlerini tebligde hiç kimseden yilmadi ve korkmadi. Sözü tesirli, sireti makbul idi. Azimetle amel ederdi. Emsali ona hased ederlerdi. Fakr u kanaati siar edinmis, sabir hasletiyle aziz olmustu. Vakitlerini istigrak halinde yaptigi ibadetleriyle geçirirdi.

1220 de haccetmek ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek Ravza-i Mutahharesini ziyaret etme istiyaki gönlünü sardi. Mâsivâdan siyrilarak Allah ve resulü yolunda hicrete koyuldu. Haleb-Sam yoluyla Hicaz’a gitti. Bu beldelerde bulunan meshur muhaddislerle musahabe eyledi. Onlardan hadis dinledi. Hadis dinledigi Seyh Muhammed Kezberî, Mevlânâ Hâlid hazretlerine Kadiriye tarikatindan icazet verdi.

Mevlânâ Hâlid, Medine-i Münevvere’ye varinca Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selem Efendimizi bir kaside ile medheyledi. Bir müddet orada kaldi. Adeta Mescid-i Nebevi’nin bir güvercini oldu.

Mevlânâ Hâlid hazretleri anlatirlar:

“Medine-i Münevvere’de iken nasihatindan istifade edecegim bir zât aradim. Birini buldum. Onu, abdest alirken gördüm. Önce ayagini, sonra kolunu, daha sonra yüzünü yikadi. Kendi kendime: “Bu adam daha abdest almayi bilmiyor!” dedim. Bana sert sert bakti ve dedi ki: “Mekke’ye vardigin zaman böyle seylere karisma!”

Kim oldugunu sordum. Yemenli bir büyük zât imis. Bir cahilin bir âlimden rica edecegi sekilde nasihat istedim. Birçok nasihatten sonra buyurdu ki: “Mekke’de seriatin zâhirîne muhalif bir is ve hareket görürsen inkâra kalkisma!”

Sonra Mekke’ye, Harem-i serif’e vardim. O zâtin nasihatiyla amel etmeyi uygun gördüm. Bir deve kurban etme sevabini almak için erkenden Harem’e girdim, Kâbe’ye dogru oturup Delâil okumaya basladim.

Karsima siyah sakalli, avam kiyafetinde, Beytullah’a arkasini dönmüs, yüzünü bana çevirmis bir adam gördüm. Onunla benim aramda kimse yoktu. Içimden: “Su adamin terbiyesizligine bak!” dedim. O adam bana: “Allah katinda mü’mine hürmet Kâbe’ye hürmetten makbuldür. Neden benim Kâbe’ye arka dönüp sana yüzümü verdigime itiraz ediyorsun? Medine’de sana verilen sözü ne çabuk unuttun!?” dedi.

O zâtin evliyaullahdan olduguna süphem kalmadi. Kendisini gizliyor diyerek ellerline kapandim. Kusurumun affini rica ettim. Beni Hakk’a irsad etmesini taleb ettim. Buyurdu ki: “Senin fütûhatin burada degildir.” Ayagini kaldirip Dehlâ’yi gösterdi. Bir baktim Dehlâ’yi gördüm. Gözümün önünden gitmedi. Devamla dedi ki: “Orada sana isaret gelir. Senin fütûhatin orada olacaktir.”

Haremeyn’de beni maksuduma irsad edecek bir zât aramaktan vaz geçip haccimi ikmal ederek Sam’a vardim. Oradaki âlimler ile ikinci defa teserrüf ettim. Bana karsi kalblerinde muhabbet uyandi.”

Mevlânâ Hâlid hazretleri, ondan sonra memleketine dönüp zühdünü artirdi. Bugüne kadarki hasenatini seyyiat saydi.

Sah Abdullah Dehlevî hazretlerine bagli müridlerden birisi gelip Mevlânâ Hâlid hazretleriyle görüserek, seyhinin Naksî tarikatinda bulunup, peygamber ahlâki ile ahlâklanmis, ilmiyle amil bir mürsid-i kâmil bulundugunu, simdi Cihanabad’da ikamet ettigini, muradima orada nâil olacagimi anlatarak: “Yürü, onun hizmetine kavusmak için yolculuk edelim.” dedi.

Bu müridin sözü canina isleyip gitmege karar verdi. Müderrislik vazifesini terk ederek 1224 te develerle issiz sahralari geçerek Tahran’a vardilar. Orada Ismail Kâsi isminde bir müctehidle görüserek uzun tartismalardan sonra onu susturmus, Ismail Kâsi’de talebelerine “Bizim delilimiz kalmadi” demis.

Sonra Bestam’a varip Sultanü’l-ârifin Bâyesid Bistâmî hazretlerini ziyaret ederek Farsça bir kasideyle medheylemis, Harkan, Simnan ve Nisabur’a ugrayip oradaki Allah dostlarini ziyaret etmis, sonra Imam Ali Riza’yi ziyaret edip bir kaside ile medhetmis, o kasideyle de Tus sairlerini suskun etmis, Tus sehrinde birçok bid’atler bulunmasi sebebiyle çok durmayip geçmisti.

Sonra Herat’a varmis, oranin ulemasiyla görüsmüs, imtihan meydaninda onlarla muhavere etmis, Afgan ulemasi Mevlânâ Hâlid’i “sahili olmayan bir okyanus”a benzetmisler, hepsi de hakki teslim etmislerdir.

Oraya da veda edince birkaç mil ötede acaib haller müsâhede etmeye basladi.

Oradan bir magaraya geldiler. Afgan’in genç haricilerinin magarasi olup serlerinden kendi hâricîleri bile titrermis. Oradan geçip Kandehar, Kâbil ve Daru’l-ilimde müsavere ettiler. Buradaki âlimler Mevlânâ Hâlid’i korkunç bir sel ve siddetli bir yagmur gibi buldular.

Oradan diger bir kasabaya vardilar. Orada muhakkik âlim Seyh Muhammed Senâullah Naksbendî’nin yanina varip ondan duâ ve yardim taleb etti. Mevlânâ Hâlid diyor ki: O gece rüyamda dislerini yüzüme geçirip beni çekmeye basladiysa da ben gitmedim. Sabaha çikinca huzura vardim, rüyami söyledim.” Buyurdular ki:”Allah’in bereketiyle kardesimiz seyidim Seyh Abdullah Dehlevî hazretlerinin hizmetine git, senin maksudun onun vasitasiyla hâsil olacaktir” buyurdu.

Ben anladim ki seyhimin himmetinin cazibe kuvveti beni kendine cezbetmistir.

İnis-yokus demeden uzun mesafeleri katederek Dehlâ’ya, Cihanabad’a vardik. Yola çiktigimizdan bir sene sonra vasil olmusuz. Varacagimiza kirk konak kala nefahat ve isaretleri gelmege basladi. Ben oraya varmadan has ihvanina gelecegimi haber vermisler.”

Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh, Dehlâ’ya girdigi gece Arapça bir kaside ile, bir sene süren yolculugunu, o mesakkatten kurtuldugunu ifade ile seyhini medhederek himmetini taleb ile Cenab-i Hak tarafindan kabulünü rica etmis, matlubuna vasil oldugu için sükrünü Allah’a arzeylemistir.

Mevlânâ Hâlid, seyhine vasil olduktan sonra yol ihtiyaçlarindan artan neyi varsa hepsini fakirlere tasadduk etti. Sonra Hind diyarinda seyhlerinin seyhi, tarikatlerinin kutbu, yaratiklarin gavsi, hakikatlerin madeni, kâmil ve mükemmil seyh Abdullah Dehlevî kuddise sirruh hazretlerinden feyz aldi.

Orada telkin olunan zikir ve mücâhede ile beraber zâviyenin hizmetiyle mesgul olmus, bes ay geçmeden ferd-i kâmil olmustur. Allah bunu diledigine verir, O’nun fazli büyüktür.

İftihar edilmez, zira bir lütf-i ilâhidir. Sâliklerden bazilari bir anda vâsil olur, bazilari bir saatte, bazilari bir günde, bazilari bir haftada, bazilari bir ayda veya birkaç senede vâsil olurlar. Minhâcü’l-âbidin kitabinda bunlar anlatilmistir.

Abdullah Dehlevî kuddise sirruh hazretlerine Naksî, Kadirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çestî olmak üzere bes tarikattan hilafet vermislerdir. Seyhinin isaretiyle âlim ve fazil Abdülaziz Hanefî en –Naksbendî’yi ziyaretle Kütüb-i Sitte’den icazet aldi. Bu zât, Mevlânâ Hâlid’i icazetnamesinde “Hak yolunda yüksek himmet sahibi” diye medheyledi. Ondan sonra hadis ve tefsirden de icazet vermistir.

Bir sene hizmet ettikten sonra irsadla vazifeli olarak memleketine dönmek için izin verildi. Abdullah Dehlevî hazretleri, Mevlânâ Hâlid hazretlerini dört mil mesafeye kadar ugurladilar. Karadan ve denizden gitmek suretiyle elli günde memleketine ulasti. Bu elli gün içinde bir sey yemedi ve su içmedi. Zikir ve ibadetle gidalandi.

Dönüsünde Sîraz ve Isfahan taraflarina ugradi. Her nereye vardiysa Hakki söyledi. Bazi Râfizîler ona cevap vermekten âciz kaldiklarindan dolayi Mevlânâ Hâlid’i öldürmege tesebbüs ettilerse de basaramadilar. Hatta kilinçlarini çektiler, bir sey yapamadan dönüp gittiler.

Ondan sonra Hemedan ve Sendec’e geldi. 1226 da Süleymaniye’ye vâsil oldu. Memleketinin ileri gelenleri onu izzet ve ikram ile karsiladilar. Seyhinin isaretiyle o sene Sehrezur’a geldi. Evliyayi ziyaret etti. Gavs-i Âzam Abdülkadir Geylânî hazretlerinin zâviyesine inip orada insanlara Rasûlullah’in seriatini ögretti. Orada bes ay kalip Bagdad’a geldi.

Fakat muasirlari hased ederek düsman oldular ve iftiralarda bulundular. Isitilmesi bile nefret verecek sözler söylediler. Onlarin iftiralarina karsi güzel muâmele edip islah olmalari için duâ etti. Fakat hased atesleri sönmedi, bir kat daha artti.

Süleymaniye’de ikinci defa olarak münkirler Allah’in intikamini hesaba katmayarak Bagdad valisi Said Pasa’ya içi küfür ve asilsiz seylerle dolu bir mektup yazarak Mevlânâ Hâlid’in Bagdad’dan uzaklastirilmasini istediler. Bagdad valisi, bu mektubu eski müftü Muhammed Emin Efendi’ye gönderdi. Bagdad ulemâsi da durumu idare ederek Mevlânâ Hâlid hazretlerine: “Siz yine memleketinize dönün” dediler. Mevlânâ Hâlid hazretleri memleketine dönüp Kerkük, Erbil, Musul, Ammariye, Antep, Haleb, Sam, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme ve Bagda’dan gelen nice kimseler istifade etmislerdir.

Mevlânâ Hâlid hazretleri cömerd, güzel ahlâkli, insanlarin ezalarina tahammül eden, gayet açik ve tatli konusan, Allah yolunda kinayanin kinamasindan korkmayan, ihtiyati elden birakmayan, azimetle amel eden, yetim çocukleri ve dul kadinlari himaye eden, iaselerini kendisi temin eden, baskalarindan yiyecek kabul etmeyen bir zât idi.

Makâmât-i Harîrî üzerine te’lifi vardir. Fakat tamamlanmamistir. Hadis-i Cibril’i serhetmistir. Bu eserinde Islâm akaidini anlatmistir. Farsçadir. Siirlerinin çogu Farsçadir. Bir de divani vardir ki ilkbahardan güzeldir. Bunu da 1235 de tertib etmistir.

Usul, Hadis, Fikih, tefsir, Tasavvuf okutur, hastalari tedavi eder, sâlikleri en güzel sekilde terbiye ederdi. Asrinin edibleri onu birçok kasidelerle medhettiler. Kapisi, nice fazilet erbabinin müracaat yeri idi.

Mevlânâ Hâlid hazretleri halkin birçogunun kendini mesgul etmeleriyle Hak’dan gafil olmazdi. Allah onun rûhâniyetlerini ve himmetlerini üzerimizden eksik etmesin.

Her kim Mevlânâ Hâlid hazretlerinin huzurunda oturup edebe riayet ederek zâhiren ve bâtinen âdâbina riayet ederse bir lahzada faydalanip sözlerinde gizli bulunan nurlar sirlardan istifade eder, derhal tesirini görür, kalbi dünya sevgisinden, makam mensib endisesinden, mal mülk pasindan, gafletten temizlenirdi. Bu özellik, ehlullahin kümmelîninde bulunur.

Bundan sonra Mevlânâ Hâlid hazretleri Sam’a geldiler. Kinvat mahallesinde bir ev alip bir kismini camiye vakfeyledi. Bes vakit namazini orada cemaatla ikmal edip harab olmus nice mescidleri tamir ettirdi. Eski camileri ihya etti. Kendisi son derece cömerd idi. Ayrica orada ilim ve fazilet nesretti. Birçok talebesini dünyanin degisik yerlerine göndererek oralarda yüce Naksbendî tarikatini yaydi.

Dünyadan ahrete irtihali vakti yaklastigi, tertemiz ruhunun Rabbine razi ve rizaya ermis olarak icabet zamani geldigi vakit Allah ona bunu ilham etti. Dimask’in disinda Sâlihiyye’de Kirklar makaminin karsisindaki bir dagin tepesini göstererek kabrinin orada kazilmasini emrettiler. Kabrin kazilmasi tamamlaninca 1242 senesi Zilkade ayinin 14. Cuma aksaminda vefat ettiler. Vefatinin sebebi taundur. Cenab-i Hak onda birçok sehadet sebeblerini toplamisti: Taun, Cuma günü, gurbette bulunmasi, ilim nesriyle mesgul olmasi gibi. Çünkü o daima dînî ilimleri yaymaya, hanif mesrebiyle bid’atleri kafalardan ve gönüllerden temizlerdi.

Vefatindan önce evlâdina ve tarîkatina naibi ve kaim-i makami olarak Seyh Ismail bin Abdullah’i vasiyet etti. “Halifelerim Ismail’in emrinden çikmasinlar” buyurdu. Allah Teâlâ onu ve ümmet-i Muhammed’i en güzel sekilde mükafatlandirsin, âmin.