3. Bölüm


   “Tekkelerde olan alemi dil söylemekten acizdir. Emin olun cennetin alemi tekkelerde mevcut idi. Kapıdan içeri girerdin, bir misk rayihası kendini istiab ederdi (kaplardı). Su içerdin kevser, yemek yerdin cennet taamı, yedikçe dimağına bir hayat gelirdi benim sultanım. Biz sözünü söylesek de özünden haberimiz yok. O tekkede meşayihin sohbeti de acaip garaip bir hal ile olurdu. Çünkü o zamanda meşayih ne söylerse o ihvanın kalbinde olan halini kendisine söyler ki, işte halin budur, dermanı da budur.. Biraz gönlüne şek (şüphe) gelen bir ihvanı da hemen ikaz eder gözünü açar, halinin hakikati ne ise o halin hakikatini gösterirdi. Mürid o anda ikaz olup anlardı ki, haa evet bu yaylanın yolu böyle gidermiş. Elhamdülillah şimdi zaman tebdil oldu sultanım.” 



   “Şimdi, mürşid-i kamiller müridini halinden haberdar etmiyorlar. Niye? Senin benim selamet saadetim için. Yaramazlar şerrinden, yaramazlığın künhünden (tamamından) muhafaza için. Şimdi şu zamanda zahir adabı kaldırılmıştır. Zahir adabının takat tahammulü çok zordur beylerim. Şimdi şu zamanda hal yoktur amma meşakket mihneti de yoktur. Şimdi – seyri ilallah makamına kadar- seyr i süluku sokakta ikmal ettiriyorlar. Hal idaresi çetündür.

Onun için bu bir Allah’ın fazlı, keremidir. Şimdi, insanların muhalifi olan nefsü şeytandır.

Rabıta nuru olan yere şeytan yaklaşamaz. Mürşid i kamil, müridin iki küreği arasındaki şeytanın hulül yeri, üfürme yerini kapatır. Senin nefsin de yarıya kadar su dolu tenekeye düşen bir fareye benzer. Ne kadar iktidarı olsa da, mürşidini tanıyan mürid için hükmü tesirsiz kalır.

Sıfatı hayvaniye de yine aynı fareye benzermiş. Issız kalıp karanlığın olmasını bekler ki, çıkıp da nimetlerden yesin (harama düşsün, çalıp çırpsın). Seni göreyim; eyvahını unutma, rabıtanı unutma. Ten mezbeleliği battallıktır. Hizmetini ihmal etmezsen bir tesiri yoktur. Anasır zıddiyet ise mürşidin emrindedir.” 



   “Şimdi mürşidler, yemeği pişirmiş, kaşık elinde:

   -Gel yavrum, nimetini ye, diye nezaketle, ikramla ve lütufla müridine her halinde şefkat ve merhamet göstermektedir.”

    “Mürşid gerektir bildire

    Hakkı sana hakkel yakın”

   “Sana mürşid her halini hakkel yakin bildirir. Sen bil, bilme bu böyledir. Senin nefsinin, şeytanının, sıfatı hayvaniyenin mürşide karşı vallahi hiçbir kıymeti yoktur. Ama biz niye böyle eza cefa çekeriz? İnsanların çekmiş olduğu cefa alacak olduğu nimet karşılığıdır. Senin nimetinin bahası, kıymeti olmaz ki. Allah’a baha olmaz. Mürşidi kamil kendi reyiyle halife olmaz. Bu Allah’ın emri, Peygamberin emridir. Onların emri ile oldu ise, kudret ve selahiyetleri de lutfedilmiştir. İnsanlara Allah’ın en büyük lütfu şüphesiz, mürşidi kamildir. Allah’a ulaşmak için böyle bir lütfa uymaktan başka çare yoktur.”

   “Böyle bir sultana evlad olmuşuz
   Daha bundan büyük ne şanımız var.”

     “Bizim kendi bildiğimiz bizi yarı yolda bırakır. Sade kendi bildiğimizle çalışmayıp tarikatımızın usülüne uyalım. Tarikatımızın dört aleti vardır.

   1-Muhabbet,

   2-ihlas,

   3-Edep,

   4-Teslimiyet.

   İşin başında bu dört aleti mürşidde tekmil ve tamam etmek lazım. Varis-i Enbiya olan mürşid bu dört aleti tamamlayandan memnun razı olur. Bu sefer bu dört alet Risaletpenah Efendimize akseder. Bu dört aletin her birisinde müride bir nimeti vardır. Bu nimetlere layık olanlara nimetini lütfetmek de mürşide vacip olur.”   



   Bir asırlık hizmet, ihtisas ve mahareti ile vasıl olduğu yüce velayet ve ilahi yakınlık neticesinde görülüp duyulmamış marifetlerin sahibi bulunan Dede Paşa Hazretlerinin kendi tasarrufundaki muhabbet-i Mevla ve muhalefet-ul heva kaidesine uygun olarak önce muhabbet ile başlayıp, giderek artan ve kemale doğru yükselen şeriat ve sünnet uyumunu kazanmış haldeki tarikatın; muhabbet, ihlas, edep, teslimiyet şeklindeki dört kapısı ve şeriat, sohbet hatme, rabıta gibi dört tane de hem temel, hem yüceltici sütunu bulunan muhteşem sarayına davet ile kabul edilmenin hikmet ve işleyiş kaidelerini yine kendi sohbetinden sunalım:            

   1. MUHABBET: Muhabbetin menşei Rasulullah Efendimizdir. Kainat, Cenab-ı Allah’ın Habibine olan muhabbetinden yaratılmıştır. Tarikatın alet saydığı muhabbet, Allah’a ulaşmanın basamakları, vasıtaları olan mürşide muhabbet ile başlayıp Peygamber Efendimiz’e muhabbet ile büyüyerek Cenab-ı Allah’ı sevme şekli ile kemale erer. Bu üç muhabbetin birbirine ziyanı yoktur. Ancak, hikmet icabı seyri bu sıraya göredir. Mürşidin muhabbeti üzerine muhabbetin olmasın. Onun emrinin ve hizmetinin itaatçısı ol.

   Mürşid-i Kamil seni ayrılmış olduğun alemi ulyaya götürecek. Bu sebeble Adem aleyhisselamın ilk oğlu olsan da dünyanın sonuna kadar ömrün olsa, bu zamanın tamamında şeyh efendin ve ailesine kölelik yapsan, yine şeyh efendinin hakkını ödeyemezsin. Bu hakkın dünyada bahası, karşılığı yoktur. Çünkü Allah’ın bahası olamaz.

   Cenab-ı Allah buyurmuştur ki, kulum beni sev, beni seveni sev, kullarıma da beni sevdir. Mürşid-i Kamil bu emir gereğince vasıta olur da müride Resulullah Efendimizi ve Allah’ı sevdirir. Kendiliğinden sevgi olmaz. Sevilen sevdirmeyince seven sevemez. Bir kalbe sevgi tohumunun ekilip yavaş yavaş geliştirilmesi lazımdır.


   Mürşidinin muhabbeti az çok dimağında olsun. Derununda olsun. O muhabbet neticede seni hakikate ulaştırır. Mürşidinin muhabbeti derununda olursa onun kadrini bilmiş olursun. Onun kadrini bilirsen O da senin derdinin dermanı olur.


   Evladını severken de ki : “Bu şeyhimin torunu”.. Malını severken de ki: “bunu bana şeyhim himmet etmiş”.. Hasılı neyi seversen şeyhinin ismiyle sev.

   Rabıtanın muhabbetini şöyle derununda canı gönülden biraz muhafaza et. Belki o muhabbet arta arta on dakika, yirmi dakika olur. Öyle öyle zaman gelir ki, o rabıtan geçer gözünün içine. Bu sefer gözünün her gördüğü rabıtan olur.


   “Kande baksam gözüme ol dilber-i rana görünür.”
   Muhabbet tekmil olunca fenafişşeyh olursun.


 

     Muhabbetten murad Muhammed hasıl olmaktır 
     Muhammed’den murad şahım visale vasıl olmakdır

     Rızaya inkıyad eyle otur sabrın bucağında
     Sabırdan bil garaz her bir belayı hamil olmakdır

     Otur zulmet bucağında saadet kevkebin gözle
     Saadetten murad şahım şekavet zail olmakdır

     Özün bir pire teslim et müdavim ol kapısında 
     Meşayihten murad şahım mürebbi kamil olmakdır

     Hakikat alimi ol men aref  sırrından ol agah
     İlimden bil garaz her bir cihetle amil olmakdır

     Olup kaim seherlerde çalış zikre devam eyle
     Zikirden bil garaz her bir murada nail olmakdır       

     Sakın ümmi olan şeyhin sözüne aldanıp kanma
     Pir-i Sami gibi her bir uluma şamil olmakdır

     İhlas ile Hakk’a ulaşmanın yolu bil ki azizim
     Hazreti Sani’nin erlerine kail olmakdır

     Bu alemde muhabbet, ihlas, teslim i istersen ey can
     Dede Paşa dergahına adab ile dahil olmakdır

     Süluk ehlinden ol Salih umurun şeyhe tefviz et
     Mürid olan kamu müşkillerini sail olmakdır.”



     2. İHLAS : Tarikatın ihlası, şeyhini ilim ve kemalde büyük görmektir. Şeyhini ne kadar büyük görürsen o kadar fazla feyiz alırsın. Çünkü tarikatın düsturu böyledir. Zannı kadar feyiz alacaksın. Şeyhini ilimde İmam-ı Azam, velayetde de kutbul aktab bilmek, tarikat ihlasının adabıdır.

   “Seni ehl-i vefa gördüm, gel! ”  denilinceye kadar o nisbette halis, safi ve deruni iman lazımdır.

   “ Her ne gelse dildardan icabet eylemen ihlasın alametidir.”

   De ki tuttuğum bu el beni Allah’a ulaştıracak. Ne emrederse onda bir menfaatim var, ne buyurursa mutlaka bir hikmeti var..

     “Habib-i Kibriyanındır bu dergah
       Kasem olsun inan Vallahi Billah
       Neden münkir olalım Allah Allah
       Sultan-ı Enbiya varisi geldi.”



     3.EDEP: Meşayih, insanların evveline, ahirine, zahirine, batınına sahiptir. Meşayihin nihai hizmeti Allah’a kavuşturmaktır. Bunun içindir ki, senin de O’na tazim ve hürmetin ona göre olmalıdır. Baba ve ana hakkı şeriatın emridir. Anan baban seni yüksek âlemlerden bu aşağılık dünyaya getirmeye sebeb olmuş ise de, burada seni kendi başına terk etmiş, tekrar Allah’a kavuşturmaya iktidarları olmadan bu berzah âlemine bırakmışlardır.

   Lakin, mürşid hakkı böyle değildir. Mürşid ise ruhun, kalbin, nefsin ve anasırın (vücudu teşkil eden su, ateş, hava ve toprak maddelerinin) amiridir. Onların noksanını giderip Allah indinde makbul etmeye kadirdir. Mürid mürşidine emanettir. Bu emaneti Allah’a ulaştıran mürşidin hakkı ise, her şeyin ilerisinde ve üstündedir. Bu sebeple de mürid mürşidine azami derecede hürmet ve itaat etmek, layıkıyle edep ve hizmette bulunmakla mükellef tutulmuştur.

   Bu zamanda zahir adabını kaldırdılar. Onun için, halk içinde yapılması gereken adabı kalben yapmak, yalnız iken veya mani yokken yapabileceğin adabı da takatin nispetinde yapabilmek şarttır. Kalben yapılan adaba bir ihsan vardır ki, kalbe nefs u şeytan alakadar olamaz. Çünkü onların kalb haline gücü yetmez.

   Bir insanın gafletle gördüğü hizmet başka; huzur ile şuurlu ve edebine riayetle gördüğü hizmet başkadır. Bir insan; hali, fiili, ameliyle kendini bir kavme benzetirse o kavimle haşrolacaktır. Ruh edebi, Risaletpenah Efendimizden alıp öğrenmiştir. Bu dünyada kendisini Peygambere, velilere benzeten müridin edebinin sevabının adedi olur mu? Bu nimetin kadrini ve ilmini âlimler bilmez.

   Tarikat halini sorma muhaddisten, müderristen
   Hakikat ilmini ders Hüda’sından alandan sor.

   Edep antikaya benzer. Onun kıymetini ancak o alet ile Allah’ın azamet ve kudretine malik olan mürşidler bilir. Onlar müridlerinin bu antikaya malik olmasını istediklerinden, zahir ve batında, yani kulak ve ruha bu antikayı anlatırlar.

   Daima mürşidine hürmetli ol. Mürşidinin memleketine karşı ayağını uzatma. Oraya karşı tükürme. Arkanı dönme. Kıbleye karşı tazim ettiğin gibi şeyhine tazim etmek, adapta bulunmak edebin hulasa kelamıdır.



   4.TESLİMİYET: İnsanların evveli ilm-i ezeli, ahiri de rü’yetullahtır. Zahiri şeriat, batını da teslimiyettir. Sabır teslimiyet demektir. Her nimet teslimiyetten vücuda gelir. Mürid her şeyi şeyhinden alır, şeyhine verir. Nimete malik olmak teslimiyete bağlanmıştır. Teslim olan mürid şeyhine emanettir.

   Teslimiyet kail olmaktır. Bu itikatle o kapıyı beklemektir. Birgün o kapı sana açılacaktır. O kapı Allah kapısıdır.

   “Özün bir pire teslim et müdavim ol kapısında
   Meşayihten murad şahım mürebbi kamil olmaktır”

   Teslimiyet sebat ile olur. Sebat eden zafere malik olur.

   Bize Allah’ın lütfu mürşid-i kâmildir. Mürşide teslim olan bu lütfa erer. Dervişliğin yani müridliğin en büyük kârı bu ki, Allah kapusunda her bir derdinin dermanı mürşid-i kâmile teslim olmuştur. Çünkü mürşid-i kâmil, bizim yaratılışımızın icabı, bize alettir. Mürşid-i kâmilin hakikatı; Cenab-ı Hak azametiyle ete kemiğe bürünüp, mesela mürşid şeklinde sana görünür. Halbuki hakikati Cenabı Allah’ın azameti kudretidir. Aletsiz kemalat olmaz. Kemalatın aleti de mahviyettir. Bir mürşid-i kâmilin evladı, bendesinin karşısında bir hâkikat aynası olursa, o aynaya baka baka noksanını görüp ikmal etmesi gibi, röntgen çekince nasıl doktor derdin arazını görüp anlarsa, hâkikat aynasının karşısına durup orda kendine bakan mürid de illetini, derdini tanır.

   “Günden güne derdim artar
    Varsam Lokmana Lokmana”

   Tarikatın sohbetinin nihayeti yoktur, nimetinin nihayeti yoktur, halinin nihayeti yoktur. Tarikatın en yüksek adabı noksanını bilip “eyvaah!..” demektir. Sen o kapıda öyle bir zincirle bağlısın ki, o zinciri kırmayasın. Allah kapısı olan o kapının senin için açılacağından şüphen olmasın. Mürşid-i Kamil seni kendi velayetine rabtetmiştir. Velayetin zinciri kopmaz; öyle çalış ki, o zincir seni çeke çeke maksadına ulaştırsın.

   “Hak’ka kul ol, kul, olasın makbul
     Hak’ka kul olanın cümlesi makbul.”