4. Bölüm


Tarikatımızın rükün veya temelleri:

   1. ŞERİAT : Şeriat, Allah’ın koymuş olduğu fermanıdır; farzları ifade eder. Sünnette ise; hem farz, hem vacip, hem de sünnet vardır. Tarikat ise sünnettir. Onun için tarikatı olanın şeriatı da vardır. Farz, lisan ile açıktan tebliğ ister. Vacip ise, Cenabı Allah’ın Habibi ile kendi arasındaki bir iltifattır.

   İlim Allah’ı bilmektir. “İlim bir noktadır” fermanı, yaradılıştaki noksanımızı bilmeye işarettir; hâkikatımız da rabıtamızdır. Çünkü rabıtamız şeriattır. Mecaz olan şeriat şerre götürür. Amma mürşidi olanların hali güzel olduğundan, bu güzellik seni Allah’ın hâkikatında olan güzelliğe götürür.

   Şeriat, “emri bil mağruf- nehyi anil münker” dir. Şeriat, emre muhalif davranana had, yani dayak cezası verir. Nefs emre muhalif olunca mürşid-i kâmil onun başından aşağıya doğru şeriat kamçısı ile vurarak isyan eden nefsi cezalandırır.

   Bu devirde şeriatı ve sünneti layıkıyla tamamlayıp Peygamber Efendimiz’e ve Cenab-ı Allah’a makbul olmanın imkanı yoktur. Tarikatın tavassutu ile bu noksan ikmal edilir. Şeriat ile tarikat birleşirse, insanlar rızayı kazanıp hakikatine malik olurlar.

   “Şeriat tortsuz yağdır tarikat mumsuz baldır
    Dost için niçin balı yağa katmayalar”

Tarikatı olanın şeriatı, şeriatı olanın da tarikatı vardır. Her ikisi de Allah’ın emridir.

Bir müride, bir müslümana üç şey şarttır.

   - Murakebe
   - Muvazene
   - Müşahede

   Murakebe şeriattır, şeriat ise şarttır.

   Muvazene, daima elinde bulunan şeriat terazisi ile fiilini tartmak, şeriatın kabul ettiği işi yapıp, kabul etmediğini terk etmektir.

   Şeriat, velayet makamıdır. Onun için, mürşid-i kâmil şeriattır. Edille-i şeriye (kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha) mürşidde mevcuttur. Edille-i şeriye, muhabbet, ihlas, edep ve teslim ile olur. Mürşid-i kâmilin kalbinde şeriatın ve Kuran-ı Mübin’in hem zahir, hem de batın manası mevcuttur.

   Bir insanın kalbinin sağ kulağında ilham isimli bir melek, sol kulağında da vesvas isimli bir şeytan oturur. Şeriat ehli olanın ilham meleği o kalbe hizmet eder. Şernas olanın kalbindeki şeytan o kalbe ihanete başlar.

   Şeriat Allah’ın emri, tarikatta Allah’ın emridir. Öyle bir emirdir ki, Cenabı Hazreti Allah’ın lütfu şeriatın nimetine tarikatsız malik olunmaz. Amma tarikatın faziletine de şeriatsız malik olunmaz. İllaki ikisi birbirine mutabık olsun beylerim.

   Bir insan tarikat ile şeriatı bir araya getirip takdir ederek hizmet görürse hâkikate malik olur. Hakikate malik olan ise marifetullaha dahil olur.

   2.SOHBET: Bizim tarikatımızın sıhhati sohbettir. Bizim tarikatımızın sıhhati hatmemizdir. Bizim tarikatımızın sıhhati rabıtadır.

   Sohbet kalpten zuhur eder. Kalbin sahibi ise neticede Allah’tır. Öyleyse sohbeti Mürşid-i Kâmil buyurur, Rasulullah Efendimiz buyurur. Neticede bizzat Allah buyurur. Kalb Allah’ın harika sarayıdır. Kalbden zuhur eden sohbeti Cenabı Allah’ın zatı yapar. İlm-i ezelide ruh sohbeti işitip demirin mıknatısı çektiği gibi celbetmiştir. Peygamber Efendimiz saadetli zamanında sahabe efendilerimize sohbet etmişlerdir. Mürşid-i Kâmil’in ruhu Risaletpenah Efendimiz’in sohbetini celbeder. Risaletpenah Efendimiz’in ruhu ise esma ve sıfat yaratılmadan Cenabı Hakk’ın zatından bizzat sohbeti celbetmiştir. Onun için sohbet Allah’ın kudret lisanından zuhur eden kelamdır. Onun için sohbet irşad ve sıhhattir.

   Tarikat sahipleri, zahir ve batın Onlarda mevcut olduğundan, söylemiş olduğu kelamı daima ruha söylerler. Ruh o sözden fevkalade lezzet ve kuvvet alarak tedricen (yavaş yavaş) hakikatine malik olur.

   Sohbet, Cenab-ı Allah’ın Habibine teberrükü, Habibinden de ümmetine teberrüktür. Onun için sohbet hem farz, hem vacip, hem de sünneti müekkededir. Sohbet, söyleyenin reyi ile olmaz. Çünkü “söyledendir söyleden” sırrı ile sohbeti sahibinden alan, söylenmesi icap edeni tamamiyle söyler.

   “Bu demi Ahmed başa tac eyledi
    Bu dem ile seyr-i mirac eyledi”

   Sohbet, satırdan değil, sadırdan hâsıl olur. Sadr ise, ruh kemaline malik olunca hâsıl olur. Sadrın sahibi ise sohbetin sahibi olan Rasulullah Efendimiz ve Allah’ın zatıdır.

   Zahir, caiz-maizdir diye ağız ile konuşurlar. Ağzından çıkanı da kulakları işitmez. Evliyaullah’ın sohbeti ise candan gelir. Can ise Canandandır. Canandan gelen sohbet ise hâkikate malik eder. Mürşid-i Kâmilin sohbetini o mürşidin sahibi söyler. Zahirde onun lisanından zuhur eder ama “Söyledendir söyleden”.

   Ruh, o sedaya âşıktır. İlmi ezelide o sedayı Risaletpenah Efendimizden Allah’ın kudret lisanı ile Habibine adalet buyrulan iltifattan işitmiştir. O sedayı duyduğu gibi onu hemen celbeder. Ve zamanı gelince de sohbetini yapar. Bakarsın ki, hiç iğrapta mahalli olmayan birisi bu sohbeti işitmiş de yâre sadık ise, oradaki Müslümanların şerefi, o sohbeti hatıra getiriverir. Söyleyenin ne kârı var benim sultanım. Pir-i Sami Hazretleri:

   - Bizim Salih de söyler, söyle Salih, buyurmuştur.

   Bizim tarikimiz tarik-i şeriat, tarik-i sohbettir.

   “ Bizi söyleyin de su i halimizi söyleyin” buyurmuşlardır. Madem ki mürşidden bahsediyorsun, istersen kötü halini söyle (haşa).

   Sohbet alettir, yani ruha hayat aletidir. Ruh, sohbetin hem zahirine, hem batınına, hem de batnesine aşina olarak dinler ve hakikatine malik olur. Bir insan kırk gün bir âlim ile konuşsa âlim olur, zalim ile konuşsa zalim olur. Madema ki, ruh daima nefse tebliğde bulunursa, nefs kırk günün içinde tamamiyle ruha yâr olur. Nefsin bir manası da hayattır. Nefs hakikatı kabul ettiği gibi olur hayat, hem de nefis, yani güzel olur sultanım.

   Sohbette bir iltifat olmasa tarik-i şeriat, tarik-i sohbet buyurmazlar. Hatta Risaletpenah Efendimiz buyurur ki: “Ümmet-i ashabım, sizler yarım saat Müslüman olun. Derler ki: “Ya Rasulullah, anamız babamız size feda olsun, biz Müslüman değil miyiz?  Bize islamın ne olduğunu emir buyur.” Buyururlar ki: “Yarım saat birbirinize sohbet edin.” Bunlar bize Allah’ın lütfu, hem saadet, hem nimet, hem de sıhhattir gardaşlarım.

   “Gam odur ki, gele dünya, gide din
     Gam o değil, gide dünya, gele din.”

   Allah’ın fazlına şükürler olsun, emin olun, siz unutun unutmayın bu sohbetlerin umumunu ruh celbediyor. Zamanı gelince o sohbetleri sahibi sana da söylettirecek. Ama ne ile? Bir hüsn-ü zan ile. Biz ne ile söylüyoruz? Kendi kemalimiz, ilmimiz ile değil, sizin kemaliniz, sizin şerefiniz.. Bu kadar cemaat burada niye toplandı? Veliler şerefini kaybetmezler. Öyleyse ne kadar da olmasa ruhum hâkikattir. Öyleyse hâkikatim size, mürşid-i kâmilin şerefi ne ise size söylüyor. İşte mürşid-i kâmilin şerefi sohbettir.

   Sohbet müridin noksanını ikmal eder, her nezafetini tekmil eder ve sahibine kavuşturur. Muhabbet meclisi, sürur bayramı sohbettedir; sohbet muhabbettir. Rabıta müridi bozulur da,  sohbet müridi bozulmaz. Mürşid-i kâmil şeriat sohbetini herkese, umuma yapar. Amma tarikat sohbetini iki, üç, nihayet dört müride yapar. Cüz akıl, tarikat sohbetini kavrayamaz. Mürşid-i kâmilin sohbeti Kur’an-ı mübin’in asıl tefsiridir. Hâkikat tefsiri budur.

   Bir nefes merdan-ı Hüda dinlemek, bilmem ne kadar nafile ibadetten hayırlıdır. Merdan-ı Hüda sohbeti insanların düşmanını öldürüp onların hâkikatını meydana getirir.

   3. HATME ( İ HACEGAN) : Bizim tarikatımızın dört rüknü vardır:

   Bizim tarkimiz tarik-ı şeriattır.
   Bizim tarikimiz tarik-ı sohbettir.
   Bizim tarikimiz tarik-ı hatme’dir.
   Bizim tarikimiz tarik-ı rabıtadır

   Bizim tarikatımızın sıhhati hatme’dir. Bizim tarikatımızın nimeti hatme ile tamamlanır. Hatme, sohbet ve rabıtanın da aletidir. Büyük hatmemizde 360, küçük hatmemizde ise 333

hatim sevabı vardır. Bizim tarikatımızın zikir meclisi hatmedir. Hatmede zikir, fikir, rabıta, sohbet ve türlü nimet mevcuttur.


   4. RABITA : Rabıta Rab’tandır. Terbiye edicidir. Cenabı Allah’tan adalet buyrulan Rahim ve Rahmanı ile, bunun selahiyeti ile, rabıta ruhun hakikatını meydana getirir. Onlarda öyle bir ihsan, adalet var ki, onlar seni her bir habasetten (pislikten) beraat ettirir. Her bir noksanını ikmal eder. Her bir nezafetini tekmil ederek sahibine kavuşturur. Allah’ın ihsanı hududunda seni ihya, inşad edip sevindirecek iltifata mazhar ederek cemale kavuşturur.

   Kurtuluş, işte mürşidin, rabıtandır. Şuğlün (gönlü ve kalbi meşgul eden düşünce ve gailelerin) olur, huzursuz olursun, ne olursan ol şeyhinin muhabbetini unutma ki şeyhin de seni unutmasın.

   “Unutma beni unutmam seni
     Unutursan beni unuturum seni”

    Bir mürid şeyhini unutursa nefs ve şeytan onu baştan çıkarmaya başlar. Neticede öyle bir hale getirir ki, Allah muhafaza etsin.

   Gaflet, rabıtanı unutmak; sadakat ise rabıtanı unutmamaktır.

   Mürşidi kâmilin hatırlandığı yerde zerre miktarı, zahir ve batınında, muhalif olmaz. Çünkü onlara Allah, zahir ve bâtınını bildirmiştir. Hatta şu ayeti kerimenin manasına onlar aşinadırlar:

   “Vel evveli vel ahiru vezzahiru vel bâtın.”

   Mürşidi kâmilin vücudu Rasulullah Efendimiz’in kabri şerifidir. Hem de bu vücut beytullahtır. Onun için mürşidi kâmilin elinden tutan bir müslümanın günahı, kul hakkı dahil affolur.

   “İlmi ledünni bir verak, pirimde ol şan gizlidir.”

    “Rabıta, rabıta, aman rabıta, heman et rabıta.. Müptedi âleminde (ilk zamanlarda) müridin hayatı mematı ( ölümü) rabıtadır.

    Müptedi zamanında ilmin noktası mürşittir. Senin rabıtan şeriattır. Rabıtanın şerefini muhafaza et. Şeriatın nurunu muhafaza et. Aklına geldikçe rabıtana muhabbetini unutma.

   “Emri bil maruf”u unutma. Şeriat terazisi elinde olsun, daima fiilini tart. Hem de ne söyleseler inan, amenna, Allah her şeye kadirdir, de..

   İlmin noktası rabıtadır. Senin müşkülün rabıtanda hallolur. Rabıtaya malik olunca, mürşidi kâmil Allah kapısıdır. Allah kapısı açılınca sen geçersin kâmilin kalbine.. Bu sefer sultan olursun. Sultandan mana ise mürşidi kâmil hakikattir; Allah’ın afaktaki tecelliyi suri ve enfüsteki tecelliyi manevisini görürsün. Allah’ın rızasını kazanırsın. Bu sefer, bu vasıta ile Hâlik’ının hâkikatına dahil olursun. Yani Allah’ın sıfat-ı hâkikatına malik olduğun gibi, Allah’ın hâkikatı, beşeriyetini kendi azametine alır. Bu defa, adeta senin hizmetini Allah işler. Bundan sonra Allah’ın zatında mahvolursun. Pervanenin ruhunu ateşe bahşettiği gibi, Allah’ın zatından alır, Allah’ın zatına teslim edersin.

  “Ve enibu ilallah”

fermanında, sizler biz azimüşşanın hakikatına malik olmak için, Habibime biat edin. Habibimin emri olan, varisi olan velilerime de biat edin buyurulmuştur. Vakti saadette Habibine biat eden sahabe efendilerimiz, vakti saadetten sonra da Sıddık-i Ekber Efendimize hilafeti verip biat ettiler.. Böyle böyle, Şah-ı Nakşibend Efendimize, İmam-ı Rabbani Efendimize hilafet lütfedildi. Onlar Barigahı Muhammediye makamına dahil olunca, ilmi ezelide, esma sıfat halk olmadan evvel, o makam ne gibi bir makam ise, işte o makama dahil oldular. O makamdan  beşeriyetlerinin kabı ne kadar nuru hakikat almışsa, tamamiyle kablarını doldurdular ki, artık onun şerhini dil söylemekten acizdir. Onun için :

  “Tarikat halini sorma muhaddisten müderristen.”

  Daha henüz Cenab-ı Allah esma-sıfatı halk etmezden evvel, Habibiyle beraber, noksan sıfattan beri olarak Habibini ihya (diriltip), inşad (sevindirdiği) ettiği makam. O makama Şah-ı Nakşibend Efendimizden başka dört evliyaullah daha dahil olmuş ise de hiçbiri kabul olmamış. Noksanlık yapmışlar. Lakin Şah-ı Nakşibend Efendimiz fevkalade kabul olmuş. İşte bizim tarikatımızın dersini o makamda Hazreti Fahri Alem Efendimiz Hazretleri Şah-ı Nakşibend Efendimize emir buyurmuştur. Malum.. Onun için bizim tarikımız tarik-i nazenindir. Yani nazenin ki, misli yoktur. Bizim tarikimize teşbih hiçbir tarik yoktur. Amma Nakşi tarikatları çok çeşitli. Aşikare çekenler, kalben çekenler benim sultanım. Kalben çekenleri de yüz, iki yüz, beş yüz ve neticede bin tesbih benim sultanım. Başka tarikin, başka kolun usülü ayrı. Bizim kolumuzda başka esma çektirmezler. Kalben Allah Allah.. Allah lafzında ise bütün esma mevcuttur.

   Bizim tarikimizin (kolumuzun) usulü hiçbir tarikde yoktur. Bizde nafile ibadet yoktur. (on iki yıllık ibadete bedel olan) evvabin namazı ile (yatsıdan sabaha kadarki bütün ibadete bedel olan) teheccüd namazından başka.. yatıp kalkmadan da, yatsıdan sonra kılacaksan, (böyle kılınca da) tamamıyle kılmış olursun.

   Hiçbir tarikte bizim tarikimizin usulü yoktur. Hiçbir tarikin guslü yoktur. Eğer bir müridin mukadderatı, tarikata hakikaten bağlı ise onun guslünden sonra, o vücutta zamanıyle işlemiş olduğu masiyetten (günahlardan) hasıl olan zulmeti o su ile birlikte akıp gider. Allah o vücudu temiz, tahir eder. Göbekten yukarısını da Allah boyası ile o vücudu boyarlar (sıbgatullah). Artık o vücut boyandıktan sonra ona hariçten hiçbir şeyin tesiri olmaz. Dahili de öyle bir hale gelir ki, hariçten iktidar alamaz. Hariçten iktidar alamayan bir vücudun dahilinden hasıl olan melanetinin de bir kıymeti yoktur. İşte bizim tarikimizin usülü böyledir. El tuttuğun andan itibaren de geçmiş günahların, kul hakkı dahil, affolmuştur. Seni göreyim bir daha günah işleme benim sultanım. Günah işleyen bir müridi atarlar sahrayı melamete; sahrayı melamet süfliyettir, çok meşakkattir. Artık orda çok cefa, zahmet çeker. Eğer tevbe edersen ne ala, tevbe etmezsen azabını görürsün. Tarikatın azabı da dünyada olur benim efendi şahım. Namazda sehvine secde ederler, hem namazın tamamlanması, hem de ceza olarak. Cezanı çekmezsen mesul olursun. Sehiv secdesi ile hem cezadan kurtulur, hem de namazın noksanını tamamlarsın. Sahrayı melamet de böyledir. Cenabı Allah: “ La yuhibbullahil battalın” buyurmuştur. Yani battal (tembel) olanlara bizim muhabbetimiz olmaz diye emretmiştir.

   “Eğer talib isen yare
   Sakın aldanma ağyare”

   Şayet bir mürid, tarikatta noksanlık yapmazsa harçlığını cebine korlar, gıdasını melekler önüne getirir, vücudunda da bir arıza olmaz. Göreyim seni noksanlık yapma. Şayet noksanın olursa, yahut fevkalade bir himmet ile derecen artacaksa, bu sefer meşakkat, mihnet olur. “Yapma noksan, çekme mihnet” benim sultanım.

   İnsan insanın rahmanı, insan insanın şeytanıdır. Yaramazlar şerrinden Allah cümlemizi muhafaza buyursun.

   “Ey birader gir sadakat mülküne
    Yakışır sıdk u sadakat mü’mine
    Bahusus derviş olan sadık gerek
    Ta ki olsun ehli sıdkla müşterek.”

 

   Bizim tarikimizin usulü, rabıtandır, rabıtandır, rabıtan gardaş beylerim. Buyururlar ki “elif ko ba niste”. Yani elif oku da ba yı okuma. Yani sana ne emredilmişse ona devam et, hizmetini emir hududunda gör. Emrolundu ki, evvabin, teheccüd kıl, onu kıl. İşrak kılma emrolundu, onu kılma. Daha gerisi bu ki, Allah Allah demeye devam et ki bir an evvel kalbin Allah desin.

   Gönlünde olan halin tarikata, şeriata uygun ise, emin ol ki senin dermanın da odur. Çünkü herkesin hizmette bir usulü, hali var. Rabıtaya oturduğun zaman da de ki, Şeyh Efendimizin vücudu Ravza-i mutahharadır: de ki Beyt-i Hâkikattır. Çünkü insanların zannı nasılsa Cenab-ı Allah nimetini öyle verir. Çünkü bize Allah’ın lütfu mürşidi kâmildir.

   Mürid için lazım olan mürşidi kâmile muhabbet; oldukça tarikatın, şeriatın şerefine yakışmayan hallerden kaçmak, halü harekatını tarikatının şerefine tabi tutmaktır.

   “Beklerim kapusunu boynumu eğip giryanı zar
   Umarım ki rahmeder bu ahıma efganıma.”

   Müridlik acizliktir. Herkesi yüksek, nefsini de alçak görmektir. Kimsenin ayıbını görmemektir.

   “Methe layık pirimiz, zemme layık nefsimiz var.”

   Çünkü aynaya bakınca herkes kendi şeklini görür. Allah’ın en sevgili kulu, acizliğini bilen, kendini zelil ve fakir bilendir. Bu acizlikle aynaya bakarsan Allah da ona göre ihsan eder.

   “Mir’atı Muhammed’den Allah görünür daim.”

Onun için :

   “Kapunda kul var sultandan içeru.”

   Toprakta, toprağın altında bir ihsan var ki, bütün nebatat (bitkiler) topraktan meydana gelir. Onun için, toprak gibi mahviyet sahibi olmak lazım. Toprak ahlaka işarettir benim sultanım.

   Müridde cezbe hali olur. Bu hal iradeyle olmaz ama o hali kendi iradenle tebdile bak. Mürşidler bu hali tebdil ederler ama o zaman bunun aksi sende zuhur eder. Yani o aşkın bir de kabız hali olur. Böyle hallerde aklınla müşavere et. De ki, akıl gel buraya, ben beşerim, gafilim. Sen ruhdan iktidar alırsın. Ben ise anasır zıddiyetinden iktidarımı alırım. Anasırı zıddiyet ise berzahtır. Ruhdan zuhur eden nurun ala nurdur. Acaba ben bu işi işlersem, yahut işledim de sonunda ne ile beraat ederim? Ne zamanki onu noksan bilerek sahibine teslim edersen, sahibi senin derdinin dermanı olur.

   İşte böyle, mürşidi kâmil, müridi kendi haliyle terbiye eder.

   “Pehlivan-ı cihan basar basılır
   Bu meydandır bunda merdaneler var.”

   Hâkikaten sen bir pehlivan-ı cihansın, yıkıldın diye pehlivanlığı senden çekip almazlar. Bugün yıkılır yarın yıkarsın. Şart, şeriat terazisi elinde olsun.

   Bir insanın gönlüne bir hatara gelir, az bir zamanda onu defederse çok büyük feyiz alır. Bir müddet sonra beraat ederse yine feyiz alır. Çok bekler de ondan beraat ederse, o da menfaatlidir.

   Zaman icabı hariçten, hariç olanlardan dinimize, tarikatımıza karşı akseden düşmanlıktan gönlümüze ağırlık gelmesin. Zamana tabi olalım. Sen kendi derununda olan İslamiyetini sakla, unutma, Tarikatının şerefini unutma. Her nerede darda kalırsan, düşman karşısına gidersen korkma. Kalbinden , böyle usulca, “Medet ya hazreti pir, medet ya hazreti pir” de.. Onun yüzüne karşı, kalben, “Medet ya hazreti pir” de, ona hiç duyurma. Bu şekilde nefes et onun gözüne. Bu onun gözünü kör eder mutlaka.. Siz Hazreti Pir’i unutmayın, O elini değil, başını uzatır benim sultanım.

   Kalbinde bir muhalif hal zuhur ederse yahut senin için zahirde seni fesada verecek bir muhalif hal zuhur ederse efendim, sahibine dayan.. Medet ya hazreti pir, de; aman ya Rasulullah, de; yahut, aman ya Rabbi, de. Bunların hangisi kolay gelirse, gönlünden onu söylemeye devam et. Bunların üçünün de birbirine farkı yoktur. Çünkü esmadan kuvvet alan medet ya hazreti pir, der; sıfattan kudret alan aman ya Rasulullah der, zattan iktidar alan da, aman ya Rabbi, der. O bizim elimizde değildir. Hangisi zorlamadan dile gelirse ona devam et. İcap eder, bir muhabbet, bir sevgi, gönlüne bir rahatlık gelirse onun için de, ondan da Allah’a sığın. Bu nefs tarafından bir hiledir, benim neyim var ki, ben neyime güvenirim. Dışım zulmete gark olmuş, içerim de ten mezbeleliği diye düşünüp “ Aman ya Rabbi, estağfirullah” de.

   Mürşidi kamil müridin miraç merdivenidir.Bir müridi, mürşidi kâmil hakikat beşiğinde yatırır. Sol memesinin dört parmak üstünde bir sır memesi var, terbiyet memesi.. O memeden müride günde bir kere süt emzirir. O süt tecelliyi zatiyi celbedecek cazibedir.. O sütü emen bir vücud, neticede şüphesiz Cenab-ı Allah’ı görecektir. Fenafillah makamına kadar iki yaşında bir sabi (körpe çocuk) olan mürid, fenafillah olunca, Allah’ın kudretinden bir ilme mahir olur. Onun için beylerim, rabıtamızı unutmayalım. Her nerede olsak “ aman ya Rabbi” yi unutmayalım. Aman dediğimiz zamanda, rabıtamızın yüzüne bakarak: “Ene şehri Medine’tün bab-ı Ali’yyun” gibi, rabıtamızın yüzüne bakarak diyelim ki, rabıtamız bizden kelamımızı alıp hemen Risaletpenah efendimize teslim ede. Risaletpenah efendimiz de Hakikat’e teslim ede. Hakikat kapısından mana, nimetin izharına bir seddir, engeldir. Kendisini fiili, ameli ile tanıtanı o kapıdan içeri alırlar.

   Tarikatın esrarı, mürid her şeyi rabıtasıyla yaparsa, “Vettegullahe lealleküm tuflihun” fermanın gereğince, onun her yediği, içtiği onun için rahmeti celbeder.

   “Canım gurban olsun gadir bilene”

   Sen mürşidi kâmilin muhabbetini derununda sakladığın zamanda demek mürşidin gadrini bildin. Bu sefer mürşidi kâmil de senin her derdinin dermanı olur.

   Mürşitsiz müşkil hallolmaz. Bizim bu yürümemiz ile de Allah’a ulaşılmaz. Mürşidin varsa, o senin koluna girip yürümeye iktidarın olmasa da, seni menziline ulaştırır.

   Mürşidi olmayanların ekserisi tarikata muhalif olup inkar ederler. Alim ise adaba muhalif olur, ilmine mugayir olur. Yok cahil ise, onun da hakikatini söndürür. Tarikat Resulullah efendimizin emridir. Onu inkar eden münkir olur. Battal olanlara Allah’ın muhabbeti olmaz.

   Tarikatın karı, kemali rabıtadır. Mübtedilerin derdinin dermanı rabıtadır. Rabıtası sağlam olan, yani mürşidi kamilin emrine muhalif işi olmayanın berzah ile alakası yoktur. Berzah denizin girdabına benzer. Çok mahir bir kaptan ister ki kurtarsın.

   Himmet, hizmete rabtolunmuştur. Hizmet şarttır. Hizmet amelen de hizmettir, bedenen de hizmettir, malen de hizmettir, hangisi olsa hizmettir. Hizmet rü’yettir.

   “Baba himmet, oğul hizmet.”

   Evliyaullahda havf, hüzün olmaz, sual, hesap olmaz. Evliyaullah daima Allah ile beraberdir. Çünkü Allah, onda celis olmuştur. Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail ve Hızır aleyhisselam evliyaullahın emrindedir. Evliyaullah müridin zahirini, batınını, evvelini, ahirini, derdini, dermanını, vücudunda kaç kıl olduğunu bilir. Allah onlara bildirmiştir. Ona göre halimizi idare edelim şahzadelerim..

   Mürşidin bir milyar müridi olsa, hepsi de ayrı ayrı yerlerde bulunsa, mürşid onların her birinin her halini bilir.

   Bir müridin mürşidine, rabıtasına inkıyad olursa (emrine uyarsa, yani sebatı olursa) emin olun mürşid müride sahip olur. Onun noksanını bildirip, bir vesileyle işaret verir.    

   Bu bir ihsanı ilahi ki, bir nimettir ki, hatır ile, para ile olmaz. Bu bir merhameti ilahidir. Merhamet buyurur da bir mürşide evlad olursun. Velayetinde varis olursun. Evliyaullah vefat etse yine o nisbeti, feyzi müridine adalet buyurur. Mürid ölse de, yine feyzi alır. Müridin terakki, terfii feyiz iledir.

   Ruh gayrimahluktur. Amma evliyaullahın hizmetine geçip terbiyesine girmedikten sonra kemaline, iktidarına malik olmaz. Ruh, evliyaullahın sohbetini dinlemedikten sonra halinden haberdar olamaz. Ruhun hakikatına malik olunca, beşeriyet, noksan sıfat, ten mezbeleliği ve anasır zıddiyeti zail olur. Akıl mecazdan külle geçer. Yine kuldur amma, Allah’tan iktidar alan bir kul olur..

   “Zikri fikri ibadet ile varılmaz bu yola
   Hizmetinde daim ol şeyhin rızasın dile.”

   İşte bu hallerin tamamı mürşidin rızasına bağlanmıştır. Rabıtanın nuru ve sayesini celbeden mürid bir ihsana erer. Bu lütfun aleti, sermayesi de rabıtadır.

   “Ve rabitu vettegullahe leallekum tuflihun.” ayeti kerimesi rabıta ayetidir. Rabıtanın ra’ sı ru’yetullah, ra’yı çeken elif de Allah’a karşı aciz olup da “aman ya rabbi” demektir. Onun için, rabıta ile yediğin yemek, gördüğün hizmet seni rü’yetullaha götürür.

   “Külli şey’in sebeba.” fermanı gereğince, rabıta, nimet ve feyzin, cemalin vasıtasıdır.

   İnsanlar, hülusunun barını (meyvesini) yer. Baktığını, gördüğünü mürşidin bilirsen, rabıta feyzi alırsın. Sende bu hal bir mürşid muhabbeti meydana getirir. Bu muhabbet ile hem imtihandan beraat eder, hem de feyze nail olursun.

   Rabıtası olmayan, rabıtaya münkir olan, ten mezbeleliğine mağlup olan müslümanlar da zannederler ki, ben de Cenabı Hazreti Allah’ın emir buyurmuş olduğu, vaat buyurmuş olduğu nimetlerine malik olacağım. Hakikat sahipleri buna buyurur ki: Heyhaaat!..

   Hakikaten beyler, iyi yiyin, iyi giyinin, saltanatlı olun, çok zengin olmaya çalışın. Allah namerde muhtaç etmeye, Habibi hurmetine adayı bedkare muhtaç etmeye.

   Emin olun, rabıtası olan, Cenabı Allah öyle buyurur, rabıtası olan her halinde felaha dahildir. Evet, mürşid ile görülen hizmet- bu biraz zahire muhaliftir amma- mürşid ile görülen hizmet insanı irşad eder, şadan eder. İhvanın birisi yemin etti ki “Evet her cigara içende feyz alırım, rabıtayla içerim, hikmetullah, o tütün bana, vücuduma bir safa getirir. Acaib bir muhabbetim olur. Öyle halim olur ki, zannederim ki karşımda hazreti mürşidim cigara içiyor, dahası ben kendimi unuturum benim sultanım.

   Elhemdulillah şimdi biz birbirimizin mürşidiyiz. Böyle olunca senin kârın benim, benim kârım da senindir. Onun için müridin birbirine karşı noksanı olmaz. Şimdiki zamanımız zahirde biraz müşkilatlı, muhalif görünür ama, ihvanlar için çok yüksek, selametli bir gündür. Bizim mürşidle rimiz müridi şu zamanda fenafillah makamına dahil olsa bile ona halini bildirmezler, bir perde çekip örterler halini. Çünkü bu zamanda hal idaresi çok çetindür. Fahr-i alem efendimiz buyurur: Derler ki , ya Resulullah insanlar ne ile zengin olur? Buyurur ki: Temkin iktisatla.. Tarikatta da temkin iktisat şarttır.

   “Bir yüzü nurudur biri narıdır
   Ariflerin bu bir büyük kârıdır”

   Nurundan mana seni feyze garkeder, narı ile de vücuduna  bir celal çeker ki, o nuru senin kalbine yerleştirinceye kadar.. Sen aldığın, görmüş olduğun hizmetten zerre miktarı bir varlığa düşmeyerek onu tamamiyle illetsiz, kılletsiz, zilletsiz noksansız sahibine teslim eder. Bir yüzü narından mana odur. Bir yüzü nuru ki, sana feyzeder. Sen o feyzi hazmedeceksin.. Amel varlığına düşenler olur. “Yevme layenfeu” buyururlar. Diğer müritlerde olan hallere haset eder, “Bunların daha alası bende olmalıydı” der, neticede münkir olur. Yahut kendisine bir hal gelir de o ufacık hale aldanıp hilafet dava eder. Mürşide hezeyan sözler söyler. Böyle olanların içini dışına çevirirler de münafıklığı aşikare çıkar. Zaten böylelerine Hazreti Pir keyfine hareket ederdi Allah muhafaza etsin..

   Bunlar bize birer alettir. Az çok temkin şarttır. İcabeder ki, nefs insanlara neler düşünüp ne tuzaklar kurar. Bu tuzakları fiile getirmezsen, kalbinde tülu eden bir muhalif haline de “Aman Ya Rabbi, estağfurullah” dersen, “medet hazreti pirim, yetiş imdadıma“ dersen, mürşidi kamilin ayaklarına (kalben) sarılıp rica edersen, korkma..

   “Mana zarar ayni ila gayrikum
   Uksumi billahi ve ayatihi”

   Yani mürşidi kamile ettiğin rica Allah’tan başka bir yere gitmez, Allahın zatına gider. Çünkü mürşidi kamil Allah kapısıdır. Biz cemalullahı mürşidi kamilin yüzünden göreceğiz. Her bir Allah’ın rızasını mürşidi kamilin rızasıyla kazanacağız beylerim. Mürşidi kamil, müridin yeyip içtiğine nazar buyurmadan yedirip içirmezmiş. Bazen de müridin damağına lezzet veren bir yemeğe de bir himmetleri olurmuş: O yemeği yemek bir meşakkat olurmuş ki , o yemeğin lezzetinden nefs gıda almasın diye benim sultanım.

   İbadetin ruhu zikrullah, zikrullahın ruhu da mahviyettir. Mahviyet müride alet olunca, o mürid mürşide emanet olur. Güneşin nuru nasıl insanları her taraftan kuşatıp ihata ederse, bu sefer, mahviyet sahibi müridi de mürşidi kamilin rabıta nuru ihata eder. Mürşidi kamil, rabıta nuru ile müridin maneviyatını ihata edince, daha dünyadan, yani topraktan, afaktan, şeytandan, yaramazlar şerrinden bir kötülük aksetmez.

   Bir evliyaullahın bir günlük ameli, bir milyar müridi olsa, her biri ömrünün sonuna kadar hep günah işlese, hepsini tartar. Bir evliyaullah, bir nefeste bu mahlukatın nefesinin adedince Allah der. Onların hiç huzursuz hali olmaz. Onların huzuru bu aleme yeter. Onların nuru, feyzi altı ciheti ihata eder. Onlar göğün direği, yerin mıhıdır. Ama Allah, herşeyi vasıta ile halkeder. Evliyaullahın iktidarı, bu devirde kendinde değil.. Resulullah Efendimiz ne emrederse onlar o hizmeti görürler. Emretmezse hiçbir şey yok. İsterse evladını ateşe atsınlar. Yalnız, müridin idaresi başka, Allah’ın emri böyle beylerim.

   “Yüzünde yazılı seb’el mesani”

   Seb’el mesani fatihayı şeriftir. Fatihayı şerifin manası ne ise, mürşidi kamil evladına o manadan himmet buyurup feyiz verir. Başka tarikatlarda yoktur bu; evvelinde yirmibeş defa estağfirullah dersin, beş defa Elham okur makamlarına (ders tarifindeki şekli ile) hiybe edersin, bu hiçbir tarikte yoktur.

Bizim tarikimizin rabıta tarifesi böyledir:

   Hazreti Pir bir altın kürsü üzerinde oturmuş, mübarek yüzünden adeta ayın onüçü-ondördü gibi olan cemalinden, ayın o şuleli zamanındaki gibi bir nur hasıl olup seni ihata etmiş. O mübarek yüzünün nuru seni ihata etmiş, her nefes aldıkça o nur kalbine gidiyor, nefesini dışarı verdikçe de bir siyah zulmet çıkıp senden uzaklaşıyor. Nefsini de bir uyuz it şeklinde atmışsın önüne, şeriat kamçısı ile başından aşağı vurup terbiye ediyor. Kalbini de bir altın tabak içinde tutmuş, mübarek iki kaşı arasından baş parmağın kalınlığında akmakta olan o feyzi ilahi o kalbini temiz, tahir, safi ediyor. Sen de aynı o mübarek cemali seyrederek tesbihini çekiyorsun. Çünkü cemalullahı o yüzden göreceksin. Tesbihini de o yüze bakarak çek ki, o yüz, Allah kapısıdır.