5. Bölüm


   Hiçbir kitapta yazılmayan, hiçbir ağızdan işitilmeyen ve bütün zamana latif ıtrı sinmiş bu gülün ruhlara hayat veren kokusundan bir nefes aldıktan, sohbetlerinin lüzum görülen bazı bölümlerinin naklinden sonra, yeniden Paşa Hazretlerinin siyretine yöneliyoruz:

   Gençliğini, servet ve zamanını, bütün mevcudiyetini tarikatı ve o tarikatın mürşidine feda etmiş, fedakarlıkta bulunduğu Şeyh, öyle bir mürşid ki, Paşa Hazretleri şöyle buyurur:

   “Kutbul irşad, gavsı azam ve kutbul aktab makamlarının üçü de zatının tapusudur. Bu sebeple de, bu en büyük üç makamı uhdesinde bulundurduğundan “müceddid” gelecek idi, ama hikmetullah, müceddid zahirden zuhur etti. Hazreti Pir’in saye ve kemali öyle bir hadde ulaşmıştı ki, insan ve cinlerin mürşidi olduğundan “ mürşidi sakaleyn” ve bütün mahlukatın rızıklarının taksim edeni bulunduğundan da “kasım-ül erzak” ünvanlarının sahibi idi. Süleyman aleyhisselamın tasarruf ve saltanatına batında ulaşmış bir Allah eri idi.”

   Kırkbeş yıl, yaz kış, gece gündüz Şeyhine hizmet etmiş, Keleriç köyündeki malları ile servetini tarikatine sarfetmiş, seyyidlik şeceresini, soy varlığı hasıl etmesin diye, bir duvarın deliğine sokup üzerini çamurla sıvayıp kaybetmiş, iki sene gece gündüz  Şeyhinin koluna kolu bağlı vaziyet teslimiyet örneği vermiş, öyle bir riyazete tabi tutulmuş ki, ışıldayan iki gözünden başka vücudunda maddi bir eser kalmamış, ihvanların dertlerini giderip çilelerini yüklenmeyi vird edinmiş bir mürşidliğin seyri ile “İki aslan bir posta sığmaz, ya sen Erzincan’dan çık, yahut ben çıkayım” diye icazet almış ki bu hal, Şeyhi ile aynı derece ve makama gelenlere lütfedilen bir icazet şekli olarak kullanıla gelen bir ifade imiş.. Öyle bir tasarrufa ulaşmış ki, Piri Sami hazretleri: - Beşir Efendi teveccüh yapsa, bütün ihvanın bize olan rabıtası kendisine meyleder, onun için sağlığımda bu dergahta ona teveccüh yaptıramam. , buyurmuştur.

   “Himmeti evliya bize yar iken
   Şahı Nakşibendi ser hünkar iken
   Muhammed Beşir’le Dede Paşa var iken
   Kabe kavseyn’e dek seyranımız var”

   Usulüne asla ve kat’a bid’at karışmayan bir yolun böyle bir mürşidinin yetmişsekiz yıllık bağlısı ve hizmet ve nisbet yürütücüsü Dede Paşa hazretleri, böyle bir mürebbi tarafından – içinde bulunduğumuz zamana hükmetmek ve gelecek olan mübarek devre emaneti devretmek üzere- yetiştirilen marifet ve velayet sultanıdır. Öyle bir sultan ki, gayesi kulluk.. Öyle bir sultan ki, tebaına hizmet etmek onun için iftihar vesilesi olmuş. Öyle bir makam ve dereceye ulaşmış ki, orada, o iklimde tarikatı, bağlıları ve yakınları ile bütün müslümanların çilesini yüklenip onların yürüyeceği istikameti tayin etmiş ve bütün insanların hidayetine yol açacak hizmet ve gayrete işaret edip himmette bulunmuştur. En büyük mürşidlere has olan bu delaletini sezip de o yolda hizmet edenlere Cenabı Hak yardımcı olsun.

   Müceddidin zahirden gelmesi ile Mehdi hazretlerinin teşrifi arasındaki zamana ait olan keyfiyetler hakkında hiçbir büyüğün bahsini bile etmediği öyle haller vardır ki, içinde bulunduğumuz bu zamanda, o hallerin bilinmesi ile pek çok müşkil hallolmuş ve pek çok lüzumsuz çekişmelere hacet kalmamıştır. Sadece Paşa hazretlerinden duyulan bu hükümlerden bazıları kısaca şunlardır:

   - Müceddid zahirden gelince, dini hükümleri yıkar. Onun için maneviyat idaresi de bazı yeni tedbirlerle bazı tasarruflarda bulunmuştur.

    - Her şey zamana göredir, bu zamanda zahir adabı kaldırılmıştır.

    - Evliyaullahın müridlerinin idaresi dışındaki selahiyeti alınmış ve bu selahiyetin tamamı Resulullah Efendimizin zatında toplanmıştır.

    - Seyri süluk kaldırılmış, esasında, ayrı ve özel bir usule tabi tutularak zahir gözünden gizlenmiştir.

    - Bu zamanda hal gizlenmiştir. Hal idaresi pek çetin olduğundan, pek müstesna bazı ahvalin dışında, kaldırılmıştır.

    - Bu devirde, evlat ve ailede olan imani ve tatbiki noksanlıklardaki mesuliyet de kaldırılmıştır. (Bir defa ikaz etme ile devamlı gayret etmek ise şarttır.)

    - Bu devirde İslam için yapılan en küçük hizmet, İslam hükümlerine muhabbet hududundaki birleştirici her gayret, Allah ile olun emrinin sırrına mazhar kılınmış, bu irade, hizmet ve gayretler, Resulullah Efendimizin saadetli zamanındaki tebligatına yapılmış yardımdan sayılmıştır.

   - Şimdi siyaset zamanıdır, siyaset ise şarttır. Allah’ın, Habibinin ve velilerin de siyaseti vardır. Siyasetimiz İslam siyasetidir.

   - Mehdi hazretlerine asker yetiştirenler bu devrin cihadını yapıyorlar.

   - Bugünkü müslümana kalsan olmaz, amma, Allah’ın izniyle olacak

   - Evliyaullahın büyük çoğunluğu Türkiye’dedir.

   - İslam aleminin reisi Türkiye’dir ve Türkiye olacaktır.

   - Bu devir mezhep devri değil, meşrep devridir.

   - Teheccüd namazı kılma gibi bizim kola ait usuller de ayrıdır.

 
    “Kadiri tarikatında tevbe guslü yoktur.Kadiri’den ders almak isteyenlere gusül de yaptırırız ki, her iki tarikin feyzine nail olsunlar benim sultanım.” buyuran bu şefaat madenini anlatmak ne mümkün. Geçmiş ve halihazırdaki her büyüğün ahvalini iki-üç kelamın içinde bildiren, zamanımızdaki tarikat büyüklerinin makam ve mertebelerini, delaletlerden anlayanlara hemen belirten, velayet ve büyüklük davacılarını da yakınlarına, yine delaletlerle, tanıtan; zahir ve batın alimlerini, o misilsiz mahviyet üslubu içinde ve her halükarda hapteden bu yüce mertebeyi nasıl ve ne şekilde ifade edelim.

    “Bizi, bizim vefatımızdan sonra anlarsınız, kılıç kınında iken kesmez ama, o kından sıyrılınca turnalar hangi göle konarmış görürsünüz”, buyurmasının hikmeti her geçen gün biraz daha açıklık kazanmıyor mu?

   “Alimler, mevlit sahipleri, Resulullah Efendimizi methetmişler. Lakin Resulullah

Efendimiz onların ifade ettikleri gibi midir? Onlar halkın hazmı nisbetinde anlatmışlar. Halbuki Risaletpenah Efendimiz, her an Allah’ın  zatı iledir, her zaman mirac-ı şeriftedir, benim sultanım.”

   İşte tıpkı bunun gibi Paşa hazretlerini hem bizim anlatabilmemiz imkansız, hem de anlatan olsa bile hazmımız mümkün değil. Bu sebeble O’nun velayetini herkesin idrakine ve bağlılarının muhabbetine havale ederek çeşitli konulardaki sohbetlerinden bir kısmını atasözü denilen kısa ve veciz beyanlar halindeki kibar kelamları arasında ve daime kendi ifadeleriyle aynen sunuyoruz:

   “Benlik berzahından azad olmuşuz
   Her bir sohbetinde irşad olmuşuz
   Böyle bir sultana evlad olmuşuz
   Daha bundan büyük ne şanımız var.”        
                                                          


   - “Bismillahi hayrer razıgin”
   -   Destur ya hazreti Pirim


   Elhamdülillah, siz nimetin akıl kabul etmez bir hali zamanına rastladınız. Siz eski tekkelerin zamanında meşayih huzurunda, haddinize mi düşmüş ki, zerre miktarı bir noksanlık yapaydınız! Az kaldı ki nefsimi Nuri Efendi döğecekti. O zamanlar, eski ihvanlar yenilerini yanına çekip, dersini, hizmetini nasıl yaptığını sıkı bir kontrole tabi tutardı. Bize Hazreti Pir emir buyurdu ki, Dede sen teheccüdün evvelki iki rekatında beşer “Kulhüvallahü” oku, ikinci iki rek’atın evvelinde yedi,nihayetinde de beş “Kulhüvallahü” oku. Nuri Efendiye böyle kıldığımı anlatınca, üzerime yürüyüp:

   Sen tarikata bid’at mı sokuyorsun?

diye beni döğecekti de,

   Efendim, senin mi özünü tutayım, yoksa Hazreti Pir’in sözünü mü tutayım?

diye yakamı elinden zor kurtardım, benim sultanım.

   O devirde çok kıymetli ihvanlar vardı. Gerek Tercan’da, gerek Bayburt’ta. Gelirlerdi de kasem ederim, sabaha kadar Dergah-ı Şerifi tavaf ederlerdi, kış, soğuk, ne olursa olsun, benim efendim. Öyle anlaşılmalı ki, hatme okunacak, sohbet olacak, olur ki, başka misafir gelir.. Hazreti Pir tabii onun gönlünü memnun edecek! Elhasıl Hazreti Pir teşrif buyurup da bütün ihvanlar yattıktan sonra, kalkar, Dergah-ı Şerifin etrafını tavaf edip öyle ihvanlık yaparlardı.( Paşa Hazretleri bizzat yapmayı vird edindiği bu amelini ihvanlar diye başkalarına mal ediyor.) Şimdi ise Elhamdülillah, o ihvanlardan şimdiki ihvanlar çok yüksektir. Niye mi? Onların zamanında ebem de yapardı. Çünkü zerre miktarı haram lokma yoktu. Gidersin çarşıya her taraf ihvan.. Bir muhabbet alemindesin. Dönüp gelince, bir sohbet buyrulur. Bütün evdekiler de zaten ihvan, muhabbet sahibi..Gelirsin Dergah-ı Şerife ki zaten cennet, tevbeler olsun, suyu, yemeği, Vallahi cennet taamı.. Benim sultanım. Şimdi o sözlerin hiçbiri olmadığı gibi, çok selametli bir zamandır.



   - Hulusunuz hududunda şadan, irşad olasınız..

   - Kişinin çektiği kendi amelidir, ameli!.

   - Talibi Allah olanların noksanı olmaz.

   - Can vermeyince canan alınmaz.



   Gurban olurum evliyanın kemaline. Bazı haller var ki, akıl ermez, emin ol benim şahım. Geçmiş zaman, bunu nefsim gözümle görmüşemdir. Gümüşhane’ye gidiyoruz.. Öyle uzun bir yılan ki, acaip bir hal ile geliyor, öyle kalın bir mübarek. Geldi, yola inmedi, az bir mesafe kalınca, böyle yarıya kadar dikildi. Hazreti Pir geçene kadar öyle ayakta durdu.. Evliyaullahın hali başka. Böyle nice acaip garaip haller görmüşümdür. Kanaat buyurun, bazı köyde, davar gelir, sığır gelir, o hayvanların bazısı gelip Hazreti Piri şöyle koklanır. Sonra; yazın üzüm zamanı bütün bağlar- dan köpekler hiç çıkmazdı. Hazreti Pir’in bağına ise, bekleyen olsun olmasın hiçbir köpek yaklaşmazdı. Hatta bizlere tembih ederdi ki, sakın bağda gördüğünüz yılanı öldürmeye teşebbüs etmeyin. Olur ki onlar cin taifesindendir, bir hizmeti vardır. Bunların hepsi Allah’ın bir ihsanı benim sultanım.


   - İnsanlar yare sahip olursa ağyare mağlup olmaz

   - Müridin kedisi bile müriddir

   - Müridin kedisi, köpeği mahlukatın mafevkidir.


   Tarikatın nehyettiği (yasakladığı) bir kısım haller var. Küfür söylemek, mazluma zulmetmek, yetime gadretmek ( haksızlık yapmak ). Bunlar tarikat yoluna sed olur (engel olur). Öyle günah var ki, onu mürşid kabul etmez. Allah muhafaza etsin; kendine reva görmediğin bir hali Müslümanlara reva görmek. Yani şunun bunun ırzına ihanet etmek. Zinayı mürşidler asla kabul etmezler. Hatta şeriatta bir kıl kavli vardır ki, mazeret hududunda kadın ile erkek kendi aralarında üç defa birbirlerini helallığa kabul ettiklerini ikrar ve tasdik ederler. Bunu alimler kabul ediyor. Amma şart ki, mazeret hududunda olacak. Lakin bizim tarikatımızın mürşidleri, böyle mazeret hududunda olsa da kıl kavlini kabul etmezler.


   -“Verir kullarına mühlet velakin eylemez ihmal”

   - İnsanlar; hali, fiili, ameliyle kendini ebnayı cinsinden tefrik eder.

   - Mazlumun ahı, tahtından indirir şahı



   Nefis habistir (kötü, pis), şeytan habistir. Habisten mana, bir rivayetle şirke teşbih bir haldir. Bir insan tedric ile tedric ile (yavaş yavaş) şirki kabul eder. Malum ya, bir zatın, bir hocanın birisine sormuşlar:

   -  Efendim namaz kılmayan bir insan kafir olur mu?

Demiş:

   -  Oğlum, namazı kimler kılmazlar, tabiî ki gavurlar kılmaz. Öyle ise namaz kılmayan kendisini gavurlara teşbih etmiş, onlara benzetmiştir. Namaz kılmayan gavur olmaz ama onlarla beraber yanar.

   Buyururlar ki, mü’minler iman sahibidir. İman sahibi olanlara Cenabı Allah cehennemi haram kılmıştır. Onlar cehenneme gitse cehennemin ateşi söner. İmanı olanlar böyledir beylerim.