"Meşâyihini seviyor musun?

Meşâyihini sevenleri de seveceksin."

 18 Ekim 1991

 

Allah aşkınızı muhabbetinizi artırsın, Allah ilminizi, bilginizi artırsın. Allah şerefinizi, makamınızı yükseltsin, maddî-manevî. Allah maddî-manevî, zâhir-bâtın korktuklarımızdan emin etsin. Allah ahir akibetimizi hayır getirsin. Allah tarîkatımızı anlamak, yaşamak nasip etsin. Allah'a şükür. Çok şükür. Bin şükür nihayetsiz şükürler olsun. Böyle zamanda bize en büyük ihsanı nasib etmiş. Eksiği ile noksanı ile amellerimizi Cenab-ı Hak kabul buyursun. Kabul eder inşaallah.

Bir kelâm vardır:

Kusurum çok diye Sâlih

Ayağın kesme bâbından

Ulûvvi himmeti çoktur

Tamam eyler O noksanı.

Salih Allah'a olan inancını yaşıyor. Ayağın kesme bâbından demek tarîkatın hizmetleridir. Yoksa biz meşâyihimizin kapısında nöbet tutacak, bekliyecek değiliz. Amellerini işler, izinde olursak, kapılarında olmuş oluruz. Onların kapısı Allah kapısı, Hak kapısı.

Amellerimiz eksikte olsa onlar çok himmetleri ile tamam ederler. Yalnız eksiklerimizi bileceğiz. Meselâ: Bir ev hanımı evinin eksiklerini, evin reisi olan beyine bildirecek ki o da getirsin. Burada da biz de eksiklerimizi bileceğiz ki, onlar da tamamlasın.

"Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz." İnsanlarda en büyük ilim kendi noksanını bilmek.

Bir şey istediğimiz zaman hayırlısını istiyeceğiz.

Kabire ışık kazanmak amelle olur. Zikirle, fikirle, ibadetle.

Zikir denilince: Namaz kılmak zikirdir, Kur'ân okumak zikirdir. Allah'ı binbir ismi ile zikretmek zikirdir. Bizim için efdal olan kalbî zikir. Eğer bir insan Kur'ân-ı Kerîm'in mânâsını bilmiyorsa, Kur'ân-ı Kerîm'i de okumak bir zikir ama, Allah'ı kalbinden zikretmek daha eftal oluyor. Zikirlerin en efdali Lafza-yı Celâl'dir. Çünkü Cenâb-ı Hak: "Kulum ben sana şah damarından yakınım buyuruyor."  Şah damarı nerede? Herkesin şah damarı kalbindedir. Bütün vücuda yayılmış olan, dağılmış olan 366 damarın başı. Birleşmiş olan yeri. Oradan yakınım diye buyuruyor Cenâb-ı Hak. Allah bize bu kadar yakınsa, bizde bu unutkanlık niye? Bu gaflet niye? Niye unutuyoruz  Allah'ı? Herşeyi düşünüyoruz da, herşeyi kalbimize alıyoruz da Allah'ı niye kalbimize almıyoruz? İşte gaflet var bizde. O gafleti gidermek lâzım.

Günden güne derdim artar.

Varsam Lokman'a Lokman'a.

Dertten mânâ bizim gafletimiz. Lokman'dan mânâ da Allah için biraraya gelip, Allah için sohbet. Dinî sohbetler, bilmeyenlerin, bilenlerden öğrenmesidir. Din nasihattan ibarettir. Nasihat ta hem vaaz, hem sohbettir. Vaazı hoca efendi kitaptan okur, kürsüden halka anlatır. Ama sohbeti meşâyih kitaptan okumaz. Anlattıkları kitaptandır. Ama onların kalpleri olmuş kitap. Evliyaullah'ın kalbi kitaptır. Kur'ân-ı Kerîm'in hakikati onların kalbinde, tecelli ediyor. Onun için sohbet vaazdan çok kıymetlidir. İnsanları ikaz eden, insanları irşad eden sohbettir. Kelâm-ı Kibarda nasıl geçiyor:

Anın dervişleri kalmaz gaflette.

Kim? Evliyaullah'ın dervişleri. Siz, Evliyaullah'ın dervişisiniz. Derviş olmasanız buraya niye geldiniz? Buraya ziyafete mi geldiniz? Düğüne mi geldiniz? Menfaate, maddiyete mi? Niye geldiniz? Allah'a şükür. Her işinizi, her düşüncenizi attınız. Kalbinizde Allah sevgisi ile, Allah arzusu ile, Allah rızası için buraya dinî sohbet dinlemeye geldiniz. Öyle ise siz dervişsiniz. Ama bu ayıklık sadece burada olmasın. İşinizde de, gezerken, yerken, içerken, alırken, verirken, tâ ki meşgul olduğumuz zamanlarda bile mümkün olduğu kadar Allah'ı unutmayalım. Kalble insan birşey düşünürse, elinin işlemesine bir manisi olmaz. Yeterki insan bir âğâhlık, bir ayıklık elde etsin. Ayıklık nedir?

Eli kârda, gönlü yârda.

Zâhirde çalışırken, insanlarla teşrik-i mesaide bulunurken, kalbi de Allah'ı unutmaz. İşte insanlarda maharet bu, marifet bu. Kemâlât bu. Kıymet bu. Bu da tarîkatsız olmaz. Sohbetimizin başında ne ifade ettik. Allah tarîkatımızı anlamak, yaşamak nasip etsin. Tarîkatın dört şartı var:

1- Bir mürid meşâyihini çok sevecek.

2- Meşâyihini büyük görecek.

3- Meşâyihi ırakta olsa bile yakında görecek.

4- Meşâyihine bir cansız alet gibi teslim olacak.

Tarîkatın bu şartlarını insan bir de yaşarsa, muhakkak ve muhakkak ki hakikate dahil olur. Hakikate dahil olunca:

Dervişler halîm olur

Giydiği kilim olur

Hulki mülayim olur

Ben derviş olamadım

Hakkı da bulamadım.

Dervişler halîm olur: Çok yumuşak olurlar.

Giydiği kilim olur: Onlar ne giyseler, nefislerinin arzusu ile giymezler.

Nakşibendi Efendimiz ne giyerse taze bir aba veya pardüsü ne giyerse dermiş ki: "Bu filanca hocanın. Ben emanet giydim" dermiş. "Öleceğim. Ona verilecek" dermiş. Böyle düşünülürse ona sevgisi olmaz. Ona meyletmez. Giymede, yemede sevgisi olmazsa insanların, ne yerse yesin. Ne giyerse giysin. Yeter ki nefsin bir arzusu olmasın. Nefsin arzularını terk etsin.

Anın dervişleri kalmaz gaflette

Çoklarını irşad eyler sohbette

Cemalin görenler kalır hayrette

Mest olur yiğidi Pîr-i Sâmî'nin

Mest: Sarhoşluk.

Zâhirde alkollü maddeler içenler var. Onlar ne söylediklerini bilmiyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Vuruyorlar, kırıyorlar, küfrediyorlar. Her türlü edepsizliği yapıyorlar. O değil. Bu şeytanî sarhoşluk. Bir de rahmânî sarhoşluk vardır.

Bu aşk bir bahr-î ummandır.

Buna haddi kenâr olmaz.

Delilim sırrı Kur'an'dır.

Bunu bilende âr olmaz.

Aşk bir bahr-i ummandır. Bunun haddi kenarı-hududu olmaz. Aşk demek sevgi demek. İnsanların gönlünde. Allah sevgisi. O da insanların gönlünde. Diğer sevgilerde insanların gönlünde.

Bir kelâm daha var.

Eğer âşık isen yâre

Sakın aldanma agyârâ

Düş İbrahim gibi nâre

O gülşanda yanar olmaz.

Sen de âşıkım diyorsan eğer, İbrahim Aleyhisselam gibi âşık ol. O'nun kadar Allah'ı sev. Onun kadar Allah'a bağlı ol ki, İbrahim Aleyhisselam oğlunu o kadar çok seviyor ki, bir tane çok sevdiği oğlunu kesiyor. Bıçak kesmedi, başka. Ama Cenâb-ı Hak ne buyurdu:

"Ya İbrahim, ben İsmail'i kes demedim. İsmail'e olan sevgini kes." O zaman İsmail'e olan sevgisi kesildi. Yoksa İsmail'i çok seviyordu. Ama o zaman Cenâb-ı Hak ne yaptı? Koskocaman Nemrut'un ateşini cennet bahçesi etti, O'na.

Burada bu sözler bütün ehl-i aşka söylenmiş. Sadece İbrahim Aleyhisselam'a değil. O zaten macerayı yaşamış. Geçmiş, gitmiş.

Yârdan mânâ: Allah.

Âşık demek: Allah'ı seven.

Sen de "Allah'ı seviyorum" diyorsan eğer, Allah'tan başka bir sevgi olmasın gönlünde. Çünkü o sevgiler perde oluyor. Kesiyor. Allah'ın sevgisini kesiyor senden. Bir kelâm daha var:

Gör âşıkı ol mâhı şakkeyledi parmağı

Teşneleri kandırdı parmakları ırmağı

Bu kimi kastediyor? Peygamber Efendimizi.

Âşık odur ki: Doğmayan Ay'ı doğdurdu. İki parça etti. Önünde Kabe'yi tavaf ettirdi. Yedi defa. Peygamber Efendimizin Peygamberliğini tasdik etti. Çıktı gitti. Susuzluktan bütün ümmeti helâk oluyordu. Çeşmeleri parmaklarından aktırdı. Ordusunu, ümmetini kandırdı. Âşık budur.

Sen seni aşık sanma bir beyhude ah ile

Var etti özün anlar ol nûr-u İlâh ile

Sen de aşıkım deyip de kendini kandırma. Onlar canlarını da yok ettiler. Allah sevgisi karşısında mallarından, canlarından herşeylerinden geçtiler. Canlarından da geçtiler ki âşık olabildiler.

Mecnûn'u görün n'etti Leylâ'daki âh ile

Ferhâd da Şirin için gör neyledi dağ ile

Her birisi bağlandı bir ahenin bağ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhûde âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-u İlâh ile

Evet Mecnun'da Leylâ'ya âşık idi. Ama Leylâ'ya olan aşkı onda ne kadar büyüdü. Ne kadar çoğaldı ki. O aşk onu ne kadar ihâta etti ki, kendisi yok oldu. Yok olmaktan maksat arzuları yok oldu. Yemekten geçti, içmekten geçti, uyku yok. Yemek yok. Hiçbir şey yok. Gece-gündüz dağlarda ağlayıp geziyor. Ne zaman ki Leylâ'nın aşkı onu ihâta etti. Kendi varlığı da yok oldu ise o zaman hakikate ulaştı. Hakikat ne? Sadece Leylâ'nın yüzünde gördüğü Allah'ın güzelliğini. Leylâ'nın yüzünde Allah'ın sıfat nurunu gördü. Cenâb-ı Allah ona o şekilde gösterdi. O kadar güzel gördü ki, herşeyini bu aşka verdi. Canından da geçti. Canından da geçince ne oldu? Bu sefer kendisi de oldu Leylâ. Bütün eşya oldu Leylâ. Sadece Leylâ'da gördüğü Allah'ın sıfatının nurunu, bütün eşyada gördü. Bunu ifade ediyor. Ferhat ne yaptı?

Ferhat da Şirin için dağları deldi. O zaman alet yok. Edavat yok. Bir günde bin kişinin yapacağı işi yapıyor. Ne yaptırıyor bunu buna? Şirin'in sevdası yaptırıyor. Bunda da yeme yok. Uyku yok. Gece-gündüz dağlarla, taşlarla uğraşıyor. Neticede dağı delip de suyu akıttığı zaman Şirin'i ona verecekler. Bir taş kalmış. Onu da delince tamam oluyor. Seviniyor ki tamam. Ben işi bitirdim. Şirini bana verecekler. Bu sevgi onda iyice çoğalınca bakıyor ki: Kayanın önündeki kaya Şirin. Elindeki külüngü daha vurmamış. Atmış havaya külüngü, havadan düşerken tepesine gelmiş. O da öyle gitti. Ama önündeki kaya Şirin olmuş. Bütün taşlar, kayalar, Şirin görünmüş.

Herbirisi bağlandı bir ahenin bağ ile.

Avlandı, bağlandı, diyor. Neye bağlandı? Bunların sevgisi ile bağlandı. Bunların sevgisi ile esas maksadına ulaştı.

Sen seni âşık sanma bir beyhude âh ile.

Var etti özün anlar, ol nur-u ilâh ile.

Peki!.. Ondan sonra:

Gör neyledi pervâne bir şem-i çerağ ile

Pervâne: Kelebek, kepenek. Cenâb-ı Hak ona da ateşi şirin göstermiş, o da kendisini ateşe atıp, yakıyor.

Bülbül düşüp efgana bir gonca-i zağ ile.

Bülbül de solacak, geçen bir güle bağlanmış, onca ahi-figanı var.

Her birisi bend oldu bir türlü dûzağı ile

Burada onlar aşk-ı mecazdan, aşk-ı hakikate ulaşmışlar. Biz aşk-ı hakikat taşıyoruz.

Aşk-ı mecaz: Nefsi ile sevilenler.

Aşk-ı hakikat: Allah için sevilen.

Allah'a şükür. Biz meşâyihimizi Allah için seviyoruz. Öyle ise aşk-ı hakikati taşıyoruz. Fakat biz bunun zerresini taşıyoruz. İşte bu zerresini büyültelim. Çoğaltalım. Sevgi çoğalırsa gaflet azalır. Sevgiyi ne ile çoğaltacağız. Bu sohbetlerimizle, amelimizle, derslerimizle sevgi çoğalacak. İnsanın gönlünde birtakım arzuları olur. Bu arzuların içerisinde, en büyük arzusu en çok arzusu hangisinde ise, o gelir aklına. Çok arzu ettiği hiç aklından çıkmaz. Biz de Allah için sevmiş olduğumuz meşâyihimizi, tam sevelim. O'nun sevgisi ile kalbimizi dolduralım. Allah sevgisi, Resulullah sevgisi, meşâyih sevgisi birdir. Hiç değişmez. Meşâyihi Allah için seviyorsak, meşâyihte de Allah'ın nuru var. Meşâyihte de Allah'ın sıfatı var. Meşâyihi seven Allah'ın rızasını kazanıyor.

Bizim tarîkatımızda aşk ile terakki ediliyor. Evet amel ve ibadet de var. Ama daha çok aşk ile terakki ediliyor. Bir de aşkı olanın ameli makbul oluyor. Aşkı olmayanın ameli Allah'ın indinde makbul olmuyor. Çünkü aşkı olmayanın amelinde bir maksat vardır. Şöhret vardır. Riya vardır. Bir gösteriş olabilir. Bunların hiçbirisi olmasa bile yine bir maksadı vardır. Ben bu ameli işleyeyim de Allah bana ecir versin, sevap versin diye düşünülür. Bunlar bir maksattır. Aşkı olanın hiç böyle bir maksadı yoktur. Kuldur. Kulluğunu işler. Makbul olan da budur. İnsanların bir kısmı amellerini, hayırlarını cehennemden korktukları için yaparlar. Bir kısmı cennet arzu ettikleri için yapar. Haktır. Allah'ın gadabından korkarak ibadet yapmak doğrudur. Allah'ın emridir. Bir de vardır ki hiç bunları düşünmeden amel işliyor. İşte kul olan budur.

Ey zûhd ile bana veren tebşire-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet

Diyorki: Ey, zühdü, takva sahibi. Sen cenneti niçin bana methediyorsun. Ben cennet için kulluğumu yapmıyorum. Nâr, cehennemde münkirler için. Biz münkir de değiliz. Rabbımızı tanımışız. Rabbımızı bilmişiz. Rabbımızı sevmişiz.

Âşık olanın maksûdu matlûbesi rûyet.

Rûyet: Allah'ın cemâlini görmek Allah'ın cemâlini kul varlığı ile göremez. Kul varlığı yok olacak ki görebilsin. İnsanlarda bir maddî göz var. Bir de manevî göz var. Bir başının gözü var. Bir de kalbinin gözü var. İnsanlarda, bir başında olan kulak var. Bir de kalbinde olan kulak var. Bir başında olan dil var. Bir de kalbinde olan dil var. İnsanların bir vücud eli var. Bir de manevî eli var. Bunlar işte âşıklarda olur. Bunlar sâdıklarda olur. Bunlar velilerde olur. Niçin? Onlar Allah sevgisi karşısında amellerini de yok etmişler. Amellerini de yok edemeyen bu nimete ulaşamıyor. Amelle Allah'a yaklaşılıyor. Cenâb-ı Allah öyle buruyur: "Kulum bana nâfile ibadetle yaklaşır."

Onun için çok büyük âlim. Niyazi Mısrî Hazretleri şöyle buyurmuş:

Savm-salat-hac ile

Sanma biter zâhid işi

İnsan-ı kâmil olmaya

Lâzım olan irfân imiş

Savm ile salat ile, hac ile zâhidin işi bitmez. Kâmil insan olmak için irfan lâzım. İrfan nedir? Kalb ilmi. Manevî ilim, harfi-savtı olmayan bir ilim. Kitaptan okunmayan bir ilimdir. O öyle bir ilim ki, o ilmin hocası ancak ve ancak Hz. Allah. Müzakerecisi Hz. Resulullah. Sen bu kalbi, Allah sevgisi, Allah aşkı ile tamamen doldurursan; o zaman o ilim sende tecelli eder. O ilim senden doğar. İlhamî olarak doğar. Buyuruyor ki:

Bir kimseye kim yâr ola tevfîk-i hidâyet

Gönlünde tulû eyler anın aşk u muhabbet

Tulû: Doğar.

1. Allah'ın hidâyetinin de nihâyeti yoktur. Bizi hidayet etmiş. Müslü-man halketmiş.

2- İkinci hidâyeti. Habibi'ne ümmet etmiş.

3- Üçüncü hidâyeti. Bu zamanda bizi isyan eden, fesat ümmetten etmemiş. Bu kaçıncı ihsan.

4- Dördüncü ihsan. Tarîkat nasip etmiş.

5- Beşinci hidayet: Tarîkatımız tamam olur da hakikate geçerse, Cemalini gösterecek. Hakikate geçmeyenler Allah'ın Cemâlini göremezler. Peygamber Efendimiz bir hadiste buyuruyor ki: "Kişi ameli ile cenneti kazanamaz."

Allah'ın fazlı, tevfiki ile kişinin mertliği birleşirse, kişi cenneti kazanır. Allah'ın cenneti, kişiye ikram etmesi, bağış etmesi. Kişinin de mert olması. Mertlere ikram edermiş Allah. Bu mertlik sadece malından mertlik değil, canından mertlik olacak. Çünkü niçin? Cenâb-ı Hak: "Kulum ver beni de, al beni diyor." "Beni bulursun ama. Beni vereceksin ki, beni alasın." Onun için. "Can gitmeden, Cânân ele geçmez." diyorlar. Diyorlar ki:

Bedensiz bir güzel gördüm efendim

İlikten, damardan, kandan içerü

Cânân illerinden sordum efendim

Bir can vardır gizli candan içerü

Canın içinde bir gizli can varmış. Ama senin benim canımda değil bu. Evliyaullah'ın canının içerisinde bir can var. Niçin. O canını cânâna vermiş. Cânân onun içerisine gelmiş. Cânân onun içerisinde tecelli etmiş. Varlığını yitirmiş. Burda erkek, kadın diye birşey yoktur. Erkek-kadın aynı ruhu taşır ancak bu erkeklik dişilik cesette; rûhta böyle birşey yok. Rûhlar bir yerden gelmiştir. O yere erkeğin rûhu da gider. Hanımın rûhu da gider. Yani sadece erkeğin rûhu mu Allah'a vâsıl oluyor? Hanımın ruhu da vâsıl olur. Hanımlarda vasıl-ı illallah olurlar. Allah'ın vermiş olduğu rûhu, onlar da Allah'a verebilirler, vermesini bilseler, verebilseler. Çünkü can çok kıymetli. İnsanlar canı için herşeyi yok eder. Malından, mülkünden herşeyinden geçer. Ama canını niçin verecek? Bilemez onu. Halbuki can vermeden cânân ele geçmez.

Cânândan maksat Hz. Allah.

Candan maksat bizim rûhlarımız.

Allah'ın vermiş olduğu rûhu Allah'a kim verebilir? Aşka düçar olan verir. Bir de şöyle var:

Künfekanın sırrına ermek ne lâzım bizlere

Aşka ermektir muradım nam û nişan istemem.

Bir de var ki:

Başını tôp eyleyip

Gir vahdet'in meydanına

Vahdet: Allah'ın birliği.

Allah'ın varlığını kazanmak için bir meydan var. Oraya gir ki: O'nu kazanasın. Ama başını kes, al. Ondan sonra gir o meydana.

Onun için:

Kıyamazsan başa cana, ırak dur girme meydana

Bu meydanda nice başlar, kesilir hiç soran olmaz.

Ama bu görünen bir şey değil. Ancak yaşayan bilir. Onun için

Geçmeyenler bilmez çarhı çemberi

İçmeyenler bilmez ab-ı kevseri.

Geçmeyince çarhı çemberi ne bilsin. İçmeyince de ab-ı kevseri bilmez. Öyle ise aşk insanların içinde gizli birşey. Bunu kim bilebilir? Kimse bilmez. Ama bu insanların kalbindeki aşk tamamen insanların kalbini doldurmuşsa tamam. Eğer biraz boşluk varsa o boşluğa evlat sevgisi de girer. Mal sevgisi de girer. Başka arzular da girer. Allah sevgisi çoğaldıkça, diğer bütün sevgileri atar. Çıkarır. Cânân'a verir.

Bir can vardır gizli candan içerü

Bir de buyuruyor ki:

Canım demem ben bu tendeki câna

Eğer vasıl eylemezse Cânân'a

Ahir bu dert beni eyler divâne.

Dermân için sen Lokmana gelmişem.

Lokman: Meşâyih  Derman: Arzusuna ulaştırmak.

Arzusu nedir? Allah'a ulaşmak. Biz Allah'a ulaşamayız. Bizi Allah'a ulaştıracak birisi var. Meşâyih ulaştırır. Evet.

Başını tôp eyleyip gir vahdetin meydanına

Kıl gaza-yı Kerbelâ gir kendi nefsin kanına.

Burada Gaza-yı Kerbelâ'dan niçin bahsediliyor. Tâ ki Hz. Âdem'den beri, dünya üzerinde, küfür ile iman arasında savaşlar oldu. Çok büyük savaşlar oldu. Bunların içerisinde İslâm'a en çok acı duyuran ne oluyor? Kerbelâ Vak'ası. Hz. Hüseyin Efendimiz Kerbelâ Çölünde, ailesi ile beraber susuz şehit oldu. Onlara çok fazla zulüm oldu. Dünyanın kuruluşundan beri yapılan en büyük savaş o. Ama İslâm için, inananlar için. Çünkü inanan Ehl-i Beyt'e sevgi bağlayamazsa, Resulullah'ı sevemez. Resulullah'ı sevemeyince de Allah'ı sevemez. Ehl-i Beyt denilince sadece evlad-ı Resul'den olan Fatıma evlatları değil. Evliyaullah'ın ekserisi Ehl-i Beyt'tir. Çoğunlukla ehl-i Beyt'tendir. Hz. Ali Efendimiz'in ismi Elâ'dır. "Elâ" ise bütün Ehli-Beyt'e bu isim verilmiştir. Bütün veliler bu ismi taşıyorlar. Kerbelâ Vak'ası, Müslümanlar için çok büyük bir vakadır. Çok büyük bir acı duyulmuştur. Geçmişte ve gelecekte Kerbelâ Vakası'nı duyanlar çok acı duyuyorlar.

Bundan 40 sene evvel. Cemaatlere Yazıcıoğlu'nun, Ahmediye, Muhammediye kitaplarını okurdum. Ağlamaktan kırılırlardı. Bir de Kerbelâ Vak'ası'nı, -Osmanlıca baskılıdır- okurduk. Ağlamaktan kırılırdı. Biz de ağlamaktan okuyamıyorduk. Cemaatte ağlamaktan yerelere seriliyorlardı. Onun için çok büyük acı duyurmuştur, Kerbelâ Vak'ası İslâma. Nefsini yenen Kerbelâ Vakasını yapıyor. Kendi nefsini yendinse, kendi nefsini islah ettinse o zaman Kerbela Vakasını yaptın. Savaşı kazandın sen.

Seyri kıl uşşâk-ı Mevlâ nice kıyar cânına

Terk-i cân etmektir ancak âşkı sevdâdan garaz.

Uşşâk-ı Mevlâ: Allah'ı seyredenlere bakın. Onlar nasıl canlarına kıyıyorlar terk-i cân olmuşlar. Allah'tan gelen o çok kıymetli rûh, terk-i cân olmakla, Allah'a gider. Kulluk görevleri çok önemlidir. Başkalarına malî yardım yapamıyorsak, ona dilinle yardımcı ol. Sabır tavsiye et. Bunu da dilinle yapamıyorsan kalbinden dua et. Yarabbi, şu kardeşimin şu ihvanımızın derdi, ne ise şu darlıktan kurtar diye dua et. Bunlar ihvanlıkta çok önemlidir. Çünkü biz ihvan olmak için, birbirimizin, kârına ve zararına ortak olacağız. Bu hem maddî, hem de manevî. Zâhir şeriatta, herkesin kârı, zararı, herkesin kendinindir. Eğer amel olsun, ticaret olsun kendinindir. Ama tarîkatta, herkesin kâr kendisinin değil. Eşitlik var. Müşterek. Ayette:

"Müslümanlar kardeştir." diyor. Kardeş, kardeşin müvekkili. Tarî-katta eşitlik var. Yani sen çok zenginsin. Bu zenginlik de amel zenginliği. Ahireti kazanmışsın, ihvan kardeşine o kârından vereceksin. Müsavi olacak kârımız. Hakikatte de hiç yok. Demekki şimdi, zâhir şeriatta: Herkesin kârı kendinin. Tarîkatta herkesin kârı kendinin değildir. Ortak.

Hakikatte: Hiç kimsenin kendi de yok kârı da yok. Hakikate geçince, ne sen var; ne de ben var. Ne seninki var. Ne de benimki var. Hepsi Allah'ın. Tasavvuf kelamıdır.

Umurun Hakk'a tefviz et

N'ederse ol eder yâ Hû

Aradan benliğin mahvet

Gözet neyler kader yâ Hû

Umurun deyince neyin varsa hepsini Allah'a teslim et. Kendi benliğini de, kendi varlığını da ona teslim et. O ne ederse eder.

Neylerse güzel eyler buyurmuşlar. Yeter ki biz teslim olalım da o herşeyi güzel yapar.

"Fırsatı ganimet bil." diye bir kelâm-ı kibar vardır.

Fırsat nedir? Ganimet. Ganimet herşeyin bolluğu. İnsanlar herşeyin bol olmasını isterler. Ama istenilecek bolluğu bilmezler. Ahiret bolluğu isteyeceğiz. Ahiret bolluğu ne imiş? Fırsatmış. Fırsatta ne imiş? Dünyaya bir defa gelişimiz. Fırsat da ne imiş? Gençlerin bir defa gençlik çağında bulunmaları. İhtiyarlığa geçenler bir daha gençliğe geçemi-yorlar. Dünyadan gidenler, bir daha dünyaya gelemiyor. Zararlı gitti ise eğer o zararı ödeyemez. Kârla gitti ise eğer, o kâr dünya kârına benzemez. Dünya kârı birden yok oluyor; o yok olmuyor. Ahiret kârı azalmaz. Eksilmez. Yok olmaz.

İskender Hazretlerinin güçlü bir ordusu var. Çin seddini bağlamış. Mağripten, maşrıka kadar gitmiş. Dünyayı hakimiyeti altına almış. Hep gittiği yerleri ıslah etmiş. Ama müslüman bir hükümdar. Bunun kuvvetli bir ordusu var. Bütün beldeleri fethede, fethede mağribe kadar gitmiş. Mağrib diye bir müslüman memleket var. Oradan da hacca geliyorlar.

Neyse Mağribe gitmiş. Orda bir gece karanlıkta ordusu ile beraber yürüyüşte, ordusunun atlarının ayağındaki nallar, taşlara vurdukça ateşler sıçramış. Bu ordunun askerleri üçe ayrılmış. Bir bölümü bu taşlar kıymetli taşlar demiş. Ne kadar boş kaplar varsa doldurmuşlar. Götürebildikleri kadar almışlar. Bir kısmı da demiş ki:

- "Bunlar taş. Acaba alsak işe yarar mı? Yaramaz mı?" demişler. Almışlar. Ama az almışlar. Bir kısmı da:

- "Bunlar taştır, ne yapacağız" demiş. Hiç almamış. Bunlar karan-lıktan aydınlığa çıkmışlar. Bu taşlardan çok alanlar bakmışlar ki, mücev-herattan daha kıymetli bu taşlar. Onlar zengin olmuşlar. Az alanlar pişman olmuşlar. Eyvah diyorlar. Hiç almayanlarda müflis. Onlar da kendi kendilerini dövünmüşler.

Burada İskender'in ordusundan mânâ, bu dünyadan gelip geçen insanlar. Taşlardan mânâ; kıymetli taşlar deyip de, çok amel işliyenler. "Acaba bunlar işe yarar mı yaramaz mı?" diyenler de az amel işliyenler. "İşe yaramaz" deyip de almayanlar hiç amel işlemeyenler. Onlarda döğünüp, çalınmıştır. Zaten döğünüp çalınacaklar. Çalınıp döğün-mekle kalmayacak, azap görecekler. Evet biz de az amelle kalmayalım. Amelimizi de pîrimize teslim edelim. Eğer amelimizi kendimizden bilirsek, o zaman Allah korusun varlık olabilir. Amelimize riya girebilir.

Riya ile olan amel seni nârdan halas etmez.

Eğer bu cemaatin içinde Allah korusun böyle düşünen olabilir. Onun için ikaz ediyoruz. Buraya gelirken "gitmezsem ayıp olur veya ben de gidip göreyim" diyerek gelmeyeceğiz. Bunların çok faydası olmaz. Olur ama çok az olur faydası. Buraya inanarak, sıdk u sadakatla gelmek lâzım. İnanarak gelmek lâzım. Buranın bir manevî hastane olduğunu bileceksiniz. Burada bir manevî doktor olduğunu bileceksiniz. Burada bir manevî tedavi olduğunu bileceksiniz. Manevî hastane nedir? Zikir yerleridir. Zikir halkalarıdır. Bizim tarîkatımız zikir tarîkatıdır. Bizim tarîkatımız sohbet tarîkatı, bizim tarîkatımız hatme tarîkatı, bizim tarîkatımız râbıta tarîkatıdır. Bunların hiç birbirinden farkı yoktur. Bunlar birbirine takviye oluyorlar. Siz buraya gelmeseniz sohbet nerden olacak? Ama siz de sohbet var diye geliyorsunuz. Hatmeye hatme için gidiyorsunuz. Yalnız orada gıybet yapmayın, malâyâni konuşmayın. Siyasetten konuşmayın. Beyit okuyun. İlahi okuyun. Kelâm-ı kibarları okuyun. Kasetler varsa, sohbet kasetleri dinleyin. Bildiğiniz kadar, anladığınız kadar tarîkattan, meşâyihten bahsedin.

Burada kalbiniz tam olursa, inancınız tam olursa, orada bir himmet olur. Hiç ummadığınız kimse, aşka gelir. Beyit okur, sohbet eder, ondan sonra amelinizi işler gidersiniz. Bir de amelinizde laçkalık olmasın. Belli bir saatte amelinizi işleyin. Onda da ekseriyete tabi olun. Hatmeye katılan cemaatin çoğunluğu hangi saatte hatmeye oturmak istiyorsa o tarafın sözüne tabi olun. O tarafın sözü ile hareket edin. Herkesin saati müsait olmaz. Bazıları vardır hatme saatinden önce gelir. Hatme saatinden sonra oturur öyle gitmek ister. Bazısı da vardır ki tam hatme saati gelir. Hatme okunur hemen gitmek ister. İşte sırf hatme  için gelen bakar ki hatme saati uzadı, zamanında oturulmadı. Bir daha gelmez. Ama hatme bittikten sonra gitmek isteyen gider. Kalmak isteyen kalır. Vakti olmayanları zamanı olmayanları kaçırırsınız hatmeden. Hiç kimseyi kaçırmayın hatmeden. Sebebi siz olursunuz. O hatmeden kaçan kimse sevabını alamaz. Siz de buna sebep olduğunuz için, müşterek olursunuz. Vebalini alırsınız. Vebalde kalırsınız. Hatmemiz büyük amel. Hatmemizin aşkını Cenâb-ı Hak hepimizin gönlünde doğursun. Hatmeden geri kalmayın. Hatme için birbirinize küsüp, darılıp, gelmemezlik etmeyin. Kime küseceksiniz, kime darılacaksınız. Bir insan imama darılmışsa, camiye gitmesin mi? Namaz kılmasın mı? Burada da hatme cemaatinden bir kişiyi sevmiyorum diye hatmeden geri kalmak çok yanlış. Çok büyük vebali vardır onun. Sevin birbirinizi. Allah için sevdiniz birbirinizi. Allah için sevilen sevgiye hiçbir sevgi uymaz. Eğer birbirinize darılırsanız olmaz. Çünkü Allah için olan sevgiye hiçbir şey girmez. Mürid mecnun sıfatlı olmalıdır.

Bir Leylânın mecnûnuyam

Cânân ilinin cânıdır.

Bir dilberin meftûnuyam

Bu cân anın kurbanıdır.

Meşâyihini seviyor musun? Meşâyihini sevenleri de seveceksin. Hem de "Ben seviyorum. Herkes sevsin benim sevdiğimi" diyeceksin. Şunu sevmiyorum demek veya şunda şu eksik sıfat var demek. O zaman sen mecnun sıfatlı değilsin. Mecnun sıfatlı olmak için meşâyihini herkese sevdireceksin. Sevenleri de seveceksin. Hem de diyeceksin ki bu da Şeyh Efendimi sevmiş tanımış. Bunun Şeyh Efendimin yanında itibarı daha fazladır. Eksikliklik bendedir diyeceksin. Eğer dostta kusur görürsen bir tane dost bulamazsın. Dost Allah için sevilendir. Dünyada bir tane dost bulamazsın. Eğer kusur görmezsen, dünyanın halkı hep senin dostundur.