Minah-141: Şeytan insana ancak hırsız şeklinde nefsin gölgesinde gelir” buyurdu.

Minah-142: Salikin nefsi Allah (c.c.)’in emirlerine teslim olunca ve nefsin kötü sıfatları kalkınca, salik şeytandan emin olur mu? Eğer emin olmazsa şeytan ona silahsız olarak nasıl zarar vermeye gelir.” sorularına Gavs (k.s.) şöyle cevap verdi: “Yalnız keşif ,halinde şeytandan emin olunmaz. Şeytan ona silahsız olarak gelir. Hafifçe ayağını kaldırıp ona küçük hata işletir. Bu tevbe ile gider. Salike göre şeytan denize bevleden kişi gibidir. Şeytan ancak bazen onun bedenine zarar verir.”


Minah-143:
Dönenden lezzet kesilir. Vefattan hemen evvel, tekrar istiğraka döndüğünde lezzeti daha kamil olur.


Minah-144: Dönen, ölümden hemen önce istiğraka girdiğinde mahlukatla alakası kesilir mi? diye Gavs (k.s.)’a Hz. soruldu. Buyurdu: “Hayatta onunla ünsiyet edenlerle, alakası devam eder, diğerlerinden kesilir.”
Kamil olandan başkası onda (istigrak girenden) terbiye alamaz. Kamil olanın aldığıda gelip geçicidir. Ona mülk olmaz.,


Minah-145: Evliyaullah (k.s.) Hz. Ali (r.a.)’dan gördüleri imdadı başka sahabelerin hiç birisinden görmediklerinden dolayı onlar keşif ve müşahedelerine göre hüküm etseydi Hz. Ali (r.a.)’yi bütün sahabelere tercih ederlerdi. Evliyaullah (k.s.) keşif ve müşahedelerini bırakıp asr-ı saadette sahabe-i kiramın ittifak ettikleri şekilde, sırasıyla Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.)’ı daha efdal kabul etmişlerdir.


Minah-146: Kamil evliyanın himmeti yalnız kendi silsilesine tabi olana değildir. Bid’ata düşmediği müddetçe bütün silsileler onlardan manevi yardım almakta müsavidirler.

Bu silsilelerden birisi bid’ata düşünce, onlardan kendi şeyhlerinin imdadı kesildiği gibi bu kamil olanlarında imdadı kesilir. Nefisleriyle başbaşa kalırlar.

Gavs (k.s.) çok defa buyururdu: “Bid’ati yapan nefsiyle başbaşa kaldığında, eğerki kemale ermemişse maneviyattan ve füyüzattan bir şey bulamaz.” Kemale ermiş bid’at sahibinden ise bahsetmezdi.

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederek buyurdu: “Nakşi silsilesi toplansa, Seyyid Abdulkadir Geylani (k.s.) gibi onlara himmet edemez.” (Seyyid Taha (k.s.) neseb olarak Abdulkadir Geylani’ye (k.s.) mensubtu.)


Minah-147: Zamanının gavsı olan Şeyh Abdülaziz Mağribi (k.s.)’nin: “Beka alemine göçen evliya kim olursa olsun bu dünyadakilere hiç bir fayda vermez. Onlardan yardım dileyenin buldukları, yardım dilenilen evliyanın işareti ile veya beka alemindeki o evliyanın hatırasına riayeten ya da yardım isteyenin evliyaullaha itikadının muhafazası için zamanın Gavsının yardımıdır.” sözü Gavs (k.s.)’a soruldu. Buyurduki: “Onun sözü kendi gördüğüne göredir. Hakikatta ise iş öyle değildir. Aksine hayattaki Gavs’ın aracılığı olmadan, bekadaki her veli müstakilen dirilere yardim ederler. Keşif yoluyla edinilen bilgide herkes gördüğünü haber verir.”


Minah-148:
Kutup olan şeyhin verdiği müride mülk olur. Kutup olmayanın verdiği ise haldir. Ancak çalışmakla mülk edinilir.


Minah-149: Gavs (k.s.) şu beyti zannımca; sohbet anında vukuf-u kalbinin muhafazası ve şeyhi karışık duygulara bırakan, geleni işitmesine mani olan, sohbette bulunanlara zulüm olan havatıra kalbi salıvermemeyi işaret için okurdu.
Kulağına pamuk tıkayıp
Gönlü kör olanların sözlerinden geç.

Başka bir seferinde de münkirlerin sözünün dinlenmemesi ve onlara nasihat için okudu.


Minah-150: Seyh Alaaddin-i Semnuni’nin (k.s.): “Hadislerde isnad ne kadar yüksek olur, raviler ne kadar az olursa hadis o kadar sahih olur. Ama tarikat böyle değildir.

Onun silsilesi ne kadar aşağıya iner ve vasıta çoğalırsa daha parlak olur.” sözü hususunda Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “‘Tarikatta feyiz almak, yer altındaki suyu kanalla yeryüzüne çıkarmak gibidir. Yer altındaki suyu çıkarmak için kullanılan kanallar ne kadar çoksa o nisbette su toparlanıp yeryüzüne verilir.”

Gavs (k.s.) Hz. bu işin ancak yer altında gizli duran nemden istifadeyle, suyu çıkaran kanallar için olduğunu’ belirttiler. Bir kısmı nemden, bir kısmı denizden su alan kanallar için olmadığını işaret ederek, buyurdular: “Suyu çıkaran kanallardan birisi denize yakin olur. 0 zaman bol su alır, yeryüzüne verir. Bu bol kaynağın yanında diğerleri zayıf kalır. Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)’nin müridinin ondan feyiz alması nerede, bir kaç silsile alttaki halifelerin, müridlerinin onlardan feyiz almaları nerede?”

Bir fakir sordu: “Denize yaklaşmaktaki murad, Peygamber Efendimiz (a.s.)’in alem-i ervahtaki nuru mudur?”
Gavs (k.s.) Hz.; sofiye böyle soruların meclislerde sorulamayacağını söyleyip onu azarladılar. Sonra, müridin feyzi ancak şeyhinden alacağına inanması gerektiğini, şeyhe kendisinden yüksek olan biri yardım etse velevki bu yardım, mürid için dahi olsa, ona bakmamak, mürid üzerine vacib olduğunu işaret için şöyle buyurdular: “Susuz olanlar suyu en zor kanaldan alıp, mnifaati ondan görürler. Başka yoldan menfaat görmenin yolları kapalıdır.”


Minah-151: Bu minah büyüktür. Belki bir kaç minah olurdu. Fakat aralarındaki bağlar onları bir kılmıştır. Bu minahda hasıl olan manalar itibariyle ayrı ayrı düşünülmelidir.

Bir fakir İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektubatından bir mektubu mütala etti. Sanırım mektupdan lezzet aldı. Ondaki marifete hayran kaldı. Biraz teselli buldu.

Fakirinde bulunduğu bir mecliste Gavs (k.s.) Hz. velilik hususiyetlerinden olan marifet zevki üzerinde konuştu: “Marifet zevki vicdanıdır. Hiç bir ibare onu ifade edemez. İbareden alınan marifet, zevkli şekilde görünen bir meleke olsa dahi, velayet makamında hiç bir fayda vermez. Tıpkı kokulu elbisenin vücudun içindeki kötü kokuları çıkarmadığı gibi. Velayette muteber olan, gerçekte batında bulunandır. Zahirde bulunana ise batından sonra ancak sahv (uyanıklık) makamında itibar edilir. Sekr halinde ise hiç itibar edilmez.
Hiç bir velinin batını zahirinden hayırlı olmadıkça veli olamaz.” deyip şu beyti okudular.

Elbiseye misk sürmek sana o kadar fayda vermez.
Sen elbise içinde koltuk kokusuna düşmüş bulunuyorsun.
Bu beyti müteakib Hafiz-i Şirazi’nin Şeyhi San’an hakkında söylediği misraını okudu.

Zünnar halkası içinde, meleklerin tesbih ve zikrini bulunduruyor.
Zannediyorum bu beyti okumakla, bir zatın batınında velayet nurları tahakkuk ettiğinde, batın üstünde bir elbise gibi görülen zahiri şeklin, diğer evliyaya farz kılınan şekillere muhalefetinin zarar vermiyeceğine işaret etti.
Bu işaret, birinci işaretin (itibarın batına olduğu yolundaki minha) benzer gibidir. Bu işaretle İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektûbatı gibi bu sadatın defterlerinin mütaalasından müridin, şeyhinde zahiren bulunmayan bazı kemalat hakkında şüpheye düşerek ihlasının sarsılmaması ve şeyhi hakkında su-i zanna kapılmaması için korkutmayı ima ettiğini sanıyorum.
Gavs (k.s.) yukarıda geçen mısradan sonra buyurdu: “Elbisede bid’at yoktur. Gerçekten son devrin elbiseleri, ilk devrin (asr-ı saadet) elbiselerine muhaliftir. Bid’at ancak taatte olur.”

Gavs (k.s.) Hz.’nin işaretiyle fakir ayıbına üzüldü. Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. devam etti.

“Şeyh; müridi ayıp ve eksiklerini bildirmek için işaret eder. Ta ki mürid eksik ve kusurunu görüp şeyhine iltica ede.

Kabz halinden en büyük maksud şeyhe iltica etmektir.
Mürid haline muttali olduğu zaman, kalbinde hasıl olacak ittila’ya şükür ve iltica ile karşılamalıdır. Kalbindeki ittiladan dolayı şeyhinden bıkkınlık duymayı terk için çok çalışmalıdır. Zira bu bıkkınlık, büyük bir nankörlük ve öldürücü bir zehirdir.

Allah (c.c) korusun bıkkınlık onun kalbinden şeyhin kalbine aksettiği zaman, bu hal ebediyen hüsranlık ve bedbahlıktır.”
Gavs (k.s.) Hz.’i buyurdu: “Alaaddin Attar (k.s.) huzurda bulunduğu halde bunu görmekten gafil idi. Gerçekte ise gafil değildi. Daha fazlasını elde etmesi için sadatlar onu gafil ettiler.
Abdulhalik Gücdevani (k.s.) devamlı huzurda olduğunu bilirdi. Sadatlar daha fazlasını arasın diye onu gafil etmediler. Alaaddin Attar (k.s.) Sahv’da idi. Gücdevani (k.s.) mahvda idi. Sahv, mahvdan daha kamildir.

Nizamüddin Hamuş (k.s.); huzuru celb etmek için kendisini sükuta zorladı. Halbuki kendisi huzurdaydı. Attar (k.s.) gibi onu da gafil ettiler.
Bu sadatlarda görülen gaflet, gaflet değildir. Zikredilen hususta onlara gaflet gibi görünmüştür. Gerçekte onlar huzurda oldukları zaman fanidirler. Faniye ise gaflet illeti gelmez. Onlar için maksudun huzur, insanlar için nefsin huzuru gibidir. Çoğu zaman insan nefsinden gafil olsada nefsi ondan gafil değildir.”27

Sonra Ehlulahın eserlerini okumanın taliblere içinde bulundukları makamın üzerinde gayet güzel yerler olduğun bildireceğini dolayısıyla onlarında oralara iştiyakla yönelmeleri gerektiğini tenbih etti.
Benden (Halid-i Öleki (k.s.)): “Vatan sevgisi imandandır.” Meşhur eserini

“Ne demek diye Gavs (k.s.) Hz.’ne sordular. Cevabını kendi vererek: “Letaiflerin alem-i emirdeki yerleri kastediliyor” dedi.


Minah-152: İnsan iki insan olmayınca insan-ı kamil olamaz. “Bir insan vardır ki süluk ederek bedenden ayrılıp, melekuta çıktıktan sonra emir alemine dönendir. Bu ahiret insanıdır.
Diğer bir insanda dünya insanıdır. Dünyayı yaşamak için vardır. deyip İsa (a.s.)’da rivayet edilen
“İki sefer doğmayan melekut alemine giremez.” sözünü naklettiler.


Minah-153: Zannediyorum bir şeyhin himayesine giren; kişiye kendi nefsi için dikkatli, o şeyhin müridleri için ihtiyatli olmasını gerektiğini belirtmek, ayrıca şeyhe ve müridlerine edepli olması lüzumluluğunu anlatmak tarikatta zayıf olanların ümitsizliğe düşmeyip, şeyhin himmetine güvenmelerini ve tarikatta kuvvetli olanlarında, kuvvetliyim demeyip, nefsinin gururundan devamlı korkması gerektiğini işaret için, Gavs (k.s.), Hoca Ahrar (k.s.) ile Sadüddin Kaşgari (k.s.)’nin müridlikleri sırasindaki kissayı nakletti.

“Müridleri zamanında bir güreş meydanında iki pehlivanı seyrediyorlar. Bu pehlivanlara sıra ile himmet ettiler. Pehlivanlar sırayla birbirini yendi. Zayıf olan pehlivanın güçlüyü yenmesi üzerine, seyirci hayrete düştü.

Fakat sebebini anlayamadılar.”
Müridlerde de himmet bulunur. Böyle himmet sahibi olan irşad iznine layık olur.

Bazı müridler bu kıssada olduğu gibi kendi nefislerinin, himmete ulaşıp ulaşmadığını, tercübe için imtihan ederler.
Bazen şeyh onları tecrübe eder. Hoca Ahrar (k.s)’ın bir gün müridlerini Semerkand suru üzerine gönderip, himmetlerini Mirza Babür’ün ordusunun kırılması ve şer’in def’ine kullanmalarını emretmesinde olduğu gibi.


Minah-154: Havassın ve av.amin hii-nmetlerinin, menşei, tesir ve gaye bakimindan ayı-i olduğunu belirtmek için Gavs (k.s.) şunları söyledi:
“Birincinin himmetinin menşei nisbetlerdir. Bu himmetin tesiri kesin ve anındadır.

ikincisinin durtimu böyle değildir. Bunun himmetinili menşei dua ve ameldir. Tesir ve gayesi farklidir.

Birincinin gayesi, velinin iiitikamindaki gibi dini yönü gizli olsa dahi din içindir. Bu intikam hakikatta velinin nefsi için değil, umumi veya hususi bir maslahat içindir.”

Bu sözlerimi Sadüddin K.aşgari (k.s.)’den naklettiği bir kıssayla dogruladi.lar: “Bir gün Sadüddin Kaşgari (k.s.) bir hastanin şifa bulmasi için murakabede bulunuyordu. Tavandaki bir fare bir kaç kere yere toprak düşürdü. Bunun üzerine kalkti. (Ey edepsiz) dedi. 0 anda bir kedi gelip, o delikten on yedi fare yakaladl.”

Gayesi dünya olan ikincisi için şu kissayi nakletti: “Bir şahıs bir hazineye tesadüf edebilmek için on sene amel etti. Neticede gayesine erişti.”

İki himmet arasındaki farkın ne kadar çok olduğuna işaret için aşağıdaki beyiti okudu.

İsa (a.s.)’ın minberi felektir.
Vaazın çıkacağı son mertebe ise minberdir.


Minah-155:
Talibin maksudunun öncüsü olan şevki kırarak, istidadı bozan noksanlıklarla yetinmeyip, kamil olan şeyhe intisab etmeyi teşvik için söylediğini zannediyorum. “Müridin şevki ancak, içinde bulunduğu yüksek hallerin üzerindeki makamlar hakkında hiç değilse genel bir bilgi olmakla tazelenir. Maneviyatta fakir olan nakısın ise, talibe makamları uzaktan göstermeye gücü yetmez.” buyurdu. Gavs (k.s.) devamında: “kalbde mahbuba karşı ulaşma isteği kalmayan (fenadan bekaya dönmüş kişinin), peygamberlerin kabrini ziyaret ettiği zaman, ondan iştiyaksızlık vasfını götürecek kadar şevk hasıl olur.”


Minah-156: Zannediyorum mürid, makam veya halden bir keyfiyeti üzerinde bulduğu zaman, o keyfiyetin şeyhin mülkü olduğunu ve kendisine ödünç verildiğini, şeyh dilediği zaman onu alacağını bilmesi lazımdır. Bu bilginin zımnen dahi olsa kendi nefsinin olduğu davasının isteyerek kalbe girmemesi ve o keyfiyete malik olmamanın sebeplerini iyice muhafaza edebilinceye kadar devamlı kendinde bulunmaya gayret etmelidir.
Gavs (k.s.) sohbetinde bulunduğu bir şeyhten şöyle nakletti: “Mevlana Muhyiddin (k.s.) bir risalè yazdı. Bu risaleye bir zahiri alimin ismini yazar diye yazdırdı. Bir müddet sonra risaleden müellifin ismini sildi. Kendisine bu işin için yaptığı sorulunca; buyurdu ki; bir kimse başka birisinde, onda var zannettiği sıfattan dolayı malından ona bir şey verse sonra anlasa ki bu sıfat o zatta yok. 0 zaman malini geri almak fikhen caizdir.”


Minah-157: Herhangi bir tarikatın kamil halifeleri tarikatı kemale erdirmek için, tarikat pirinin hakkında konuşmadığı hususlarda, tasarrufda bulunmalarının bid’at olmayıp caiz olduğunu belirten Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “Şah-ı Nakşibend (k.s.) az yemeye dikkati çekmemiş ama halifeleri yemekte vasata riayeti emretmişlerdir.” Zira iyice doyuncaya kadar yemek bid’attir. Pirimiz Sadat-ı Nakşibendi (k.s.) bu tarikat-ı celileyi bid’atlardan hatta ruhsatlardan korumak için kurduğunu tevatüren bize kadar ulaştırmışlardır. 0 halde nakşinin yolu bellidir. Halifelerin yemek hakkındaki görüşleri Şah-ı Nakşibend (k.s.)’in görüşü gibidir. Bu mesele şafi fakihlerin, Imam-ı Şafii (r.a.)’nin;
“Hadis sahih olunca o benim mezhebimdir” hükmüne amel etmeleri gibidir.


Minah-158:
Ehlullahın ,sözlerini okuyan veya bizzat onlardan duyan kimse, duyduğu sözün manasını mutlâk zahiri ve genel olarak anlamaması gerekir.

Büyüklerin zahirinde şeriat ve tarikata muhalif gibi görülen faillerini, şeyhi emretmedikçe mürid taklid etmemesidir. Ancak inkar etmeyip şeyhin hududunu çizdiği cadde üzerinde yürümesi gerektiğini belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Doyuncaya kadar yemek ilk devirde (Asr-ı saadet) olmadığından bid’attır. Yalnız kamil evliyaya zarar vermez.”

Alaaddin Attar (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.)’i vefatından önce hasta iken ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında Şah-ı Nakşibend (k.s.) evin köşesinde bulunan sofradan yemek yemesini söyledi. Alaaddin-i Attar (k.s.) biraz yedikten sonra kalkmak istedi. Şah-ı Nakşibend (k.s.) onun aç olduğunu fark ederek tekrar tekrar yemesini emretti. Üçüncü seferinden sonra buyurdu: “Ya Alaaddin çok ye, çok çalış” Devamla Gavs (k.s.) buyurdu: “Alaaddin (k.s.) kamillerdendi.”


Minah-159:
“Talibin kabiliyetine göre, kendisi için hazırlanan hal ve makam, onun ihmaliyle başkalarına geçebilir.” deyip şunları söylediler:
“Hz. Ömer (r.a.) devrinde bir savaşta, kafirlerden birisi, müslümanlardan biriyle teke tek dövüşmek istedi. Müslümanlardan birisi çıktı. Ancak kafiri hakir görerek layıkıyla silahlanmadı. Sonra kafirin kuvvetini görünce, silahlarını tamamlamak üzere geri döndü. Bu sırada müslümanlardan başka birisi erken davranarak kafiri öldürdü. Bu iki müslüman, kafirin yanında bulundurduğu ve öldürene kalan malı üzerinde anlaşamadılar. Dava Hz. Ömer (r.a.)’a soruldu. Buyurdu: “Seleb ilk çıkanındı fakat o kendi ikinciye verdi.”


Minah-160:
Bu tarikatı aliyeye kamil bir mürşidin eliyle intisab etmenin büyük faydalarına işaret ederek Gavs (k.s.) buyurdu: “Meşayihler, kendilerine intisab edenlerin kalb gözünü dünya muhabbetinden soğuturlar. Bu dünya muhabbetini terk etmek, dünyayı terk manasında değildir. Yani mal kazanma, miskin ol demek değildir. Ahiret muhabbetini, dünya muhabbetine Allah (c.c) sevgisini, dünya sevgisine tercihtir.

Bir evi bir de bağı olan bir adam ikisini de sever. Fakat evin tamiri bağın geliri ile olduğu halde evi daha çok sever. Ahiret muhabbetini dünya muhabbetine tercihde aynen örnekteki gibi gayeyi araca tercihtir. Bu intisabtan hidayet olanın nasibidir. İhtiyatlı davranmaya, bir çok menhiyattan korunmaya sebeb olan ne güzel bir nasibtir.”

Gavs (k.s.) bu nasibin, bazı semerelerini işaretle şöyle buyurdu: “Gerçekten kabir azabı dünya muhabbeti, ahiret muhabbetinden fazla olan içindir. Bu iki muhabbeti müsavi olan veya ahiret muhabbeti, dünya muhabbetinden fazla olan kişiye kabirde azab yoktur.

Bazı meşayihler müridlerini tamamıyla dünyayı terk etmeye ulaştırırlar ki bu ariflerin nasibidir. Ariflerin dünyayı terk etmesi meşrebleri icabı farklıdır.

Bazıları yalnız dünya muhabbetini terk edip, esbaba tevessülü bırakmaz. Bazıları hem dünya muhabbetini hem de esbaba tevessülü bırakır. (Veysel Karani (k.s.) v.b.)

Sahabe-i Kiramın (r.a.) dünyayı terk edişleri bir değildir.” dedikten sonra bununla ilgili vak’alar hikaye etti.

Yüzaltmışıncı minhada geçen iki sahabi (r.a.)’nin seleb üzerinde anlaşmaması, kıssasıyla sahabi (r.a.) vak’alarına son verdi.
Gavs (k.s.) anlatılan kıssaların sonunda: “Ashab (r.a.)’ın dünyayı terk etmemeleri, bizim terk etmememiz gibi değildir. Belki onların dünyaya zahiren olan meyilleri, onlara uyulması için, şer’i hükümlerin anlaşılması ve iman bakımından zayıf olan kişilere kolaylık olması içindir. Yani hükümlerin onlardan sonra bilinmesi içindi, nefisleri için değildi.” buyurdu.

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) ashab (r.a.),’ın dünyaya zahiri meylini sorduğunda bu meylin, hükümlerin anlaşılması için olduğu cevabını verdiğini de zikretti.
Gavs (k.s.) Hz. adeti, genellikle yüksek meclislerinde kıssalar zikredip, sonunda sahabi (r.a.)’den insanın aklına zahiren ashab (r.a.)’ın büyüklüğüne ters düşdüğünü getiren kıssalar anlatmak şeklindeydi. Sonra o kıssaları öyle güzel bir şekil üzerine izah ederdi ki, orada hazır bulunanlar hayrette kalırdı. 0 güzel şekillerin çoğuna onun kelamından başka yerde rastlamadım.