“Mürşid, müridin amel varlığını elinden alır.”

 

Nakşibendi Efendimiz bir yere davete gittiği zaman ya tavuk keserlermiş veya hindi keserlermiş. Getirin bakayım dermiş. Zayıfsa kabul etmezmiş. Götürün bunu kesmeyin dermiş.

Velilerin bir konuşması vardır ki, harfsiz, sessiz. Gözlerini yumarlar birbirleri ile konuşurlar. İkisi de ilim sahibi olacak ki konuşabilsinler.

Noksan sıfatlar nedir? Halk edilen. Var edilen.

Kemâl sıfat var eden.

Görünmeyen bir şey akla gelmez.

Cenâb-ı Hak görünmeyenleri bize kitabında bildirmiş. Ama hayal edemiyoruz. Meselâ: Melekler, cisimleri nasıldır, görüntüleri nasıldır, bilemiyoruz. Cenâb-ı Hak kitabında bil-dirmiş.

       Bize deryâ-yı vahdetten haberler söyleyen gelsin

       Hakîkat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin

Hakikat gülü, evliyaullahta vardır. Bütün kelâmlarda ge-çiyor. Evliyaullah'tan bahsediliyor.

Zahirdeki gülü de Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimizin terinden halketmiş.

Bir de Peygamber Efendimizin vechinin terinden halkedi-len ervâh var. Yüzünün terinden. Öyle ise ervâh velâyet sa-hibi. Evliyaullahta göremediğimiz, bilmediğimiz bir şey var-sa, işte hakikat gülü odur.

Hakikat güllerini kim görür? Ancak hakikata dahil olanlar görür. Hakikate kim dahil olur? Tarikatı yaşıyan dahil olur? Tarikatı olmayanlar hakikata dahil olamazlar. Haki-kat güllerini göremezler.

Mest olmak iki türlüdür:

1- Nefsani mest olmak. Alkollü içkilerle. Bunu Cenâb-ı Hak men etmiş.

2- ALLAH sevgisi ile, ALLAH aşkı ile ruhta da bir mestlik oluyor. Onda da bir keyif, bir zevk meydana geliyor. Bunu ifade ediyor.

Hakikat güllerini kim görür? Evliyaullahın velayetini gö-ren görür. Evliyaullahın cesedinin içinde bir cisim vardır. Onu gören görüyor.

Ayrıca velilerin de hakikat güllerini görmesi vardır.

       Bilmem neden terkeylemiş

       Cânân ilini ilini

       Gülün görmüş lâl eylemiş

       Şirin dilini dilini

Öyle bir nimet ki, ilini terkedip gidiyor. Bu değil.

Dünyayı terkedip gidiyor. O da değil.

Memleketini terkedip gidiyor. Bu da değil. Cismini terke-dip gidiyor. İşte bu.

Ne terkediyor? Ruh cisimden çıkıyor. Dilini lâl eylemiş. O ceset perde bize. Hakikati göstermiyor. Bizim ruhumuzu gö-recek nimeti ceset perdeliyor, göstermiyor.

       Bilmem neden terkeylemiş

       Cânân ilini ilini

       Gülün görmüş lâl eylemiş

       Şirin dilini dilini

Gülden mana, bir mürid. Rabıtayı nakş-i cemâlinde gö-rünce herşeyi terkeder. Herşeyi yok eder.

       Bize deryayı vahdetten haberler söyleyen gelsin

       Hakikat güllerin görüp bizi mesteyleyen gelsin

       Ne bilsin hâl-i aşkı mekteb-i irfâna girmezse

       Bu meydan-ı muhabbettir başın top eyleyen gelsin

Hâl-i aşkı nasıl anlasın. Mekteb-i irfana girecek ki, o za-man aşkı da bilsin. Aşkın ahvalini de bilsin.

Mekteb-i aşk: Gönlünü dolduran. Gönlünde tecelli eden ALLAH sevgisi. Gönlünde tecelli eden ALLAH'ın nuru.

       Ne bilsin hâl-i aşkı mekteb-i irfâna girmezse

İnsanların herşeyi satacağı meydanlar vardır. Göstermek için de meydana çıkar. Güreşçiler de meydana geliyor.

Başını top eyleyen kimler? ALLAH sevgisi ile meydana gi-riyor. Bir meydan ki başından, canından geçiyor.

Başını top eyleyen gelsin demek başın kesilmesi. Başın-dan canından geçmiştir. Nerede? Muhabbet meydanında.

Muhabbet Meydanı: ALLAH sevgisi Resûlullah sevgisi.

       Boyandı kana dil şehri kuruldu Kerbelâ cengi

Dil Şehri: Gönül.

Aşk insanları yakar. Ciğerlerini de kavurur.

       Yürek kanı şarâb oldu ciğer yandı kebâp oldu

       Gönül şehri harâb oldu seni arayı arayı

Boyandı kana dil şehri: Onda öyle bir sevgi var ki, o sevgi için herşeyi yok etmiş.

Bu kelamlarda çok manâlar var, çok hakikatlar var. Aşka düşen insanlar bunları yaşamışlar. Nerede, iç aleminde.

Güneş bizi aydınlatır, ışık verir. Önüne bulut gelirse ışık kesilir. Bizim gönlümüzü de ALLAH sevgisi nurlandırır. Eğer gönlümüze de ALLAH'tan başka sevgiler dolarsa; güneşin önüne gelmiş bulut gibi kalbimizin nuru kesilir.

Velîde ALLAH'ın sıfatları tecelli edince onu kılıç kesmez, ateş yakmaz, iğne batmaz.

       Varlık dağın delmeyen

       Ağlar iken gülmeyen

       Şeyhini Hak bilmeyen

       Düşer hüsrâna sâkî

Hüsrân: Zarar.

Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hak:

“İnsanlar hüsrânda, zararda” buyuruyor.

Şeyhini Hak bilmeyen mahviyete düşemez, yokluğa dü-şemez, ilim varlığına düşer. Mürşidi olan zarara uğramaz.

Bazı çocuklar vardır. Küçükken birşeyler alıyorlar, satı-yorlar, para kazanıyorlar. Ama o kazandığı parayı zayi edi-yorlar, kıymetini bilmiyorlar.

Bir baba evladının her gün kazandığı parayı elinden al-sa, biriktirse, sıkıverse, değerlendirmiş olur. Eğer elinden al-mazsa, her gün kazandığını çocuk harcar, elinde birşey kal-maz. Bunun gibi, mürşidi olanların amelini mürşit eline vu-rur, elinden alır. Onu amel yokluğuna düşürür.

Onun için:

       Kapısına varanlar olur şad

       Bilir nefsi ile Rabbısını olur irşad

        . . .

       Her kimki tuttu destini

       Soyunda varlık postunu

       Buldu hakikat dostunu

       Bildi bu dünya fanidir

Her kim ki evliyaullah'ın elinden tutarsa varlık postunu atar.

Bir başka kelam:

       Gelin ey yar-ı sadıklar

       Bu meydanı muhabbettir

Siz yar-ı sadıksınız. Bilin iyice ve birbirinize sahip olun. Buraya gelmenizi, bu sevginizi muhabbetinizi, bu amelleri-nizi de kendinizden bilmeyin. Bunun ALLAH'ın lutfu ihsanı olduğunu bilin. Pirlerimizin himmeti olduğunu bilin. Nime-tinizin kıymetini bilesiniz. Yoksa elinizden alırlar.

Niye buyurulmuş ki:

       Gâh ahdine vefâsını gösterir

       Gâh Salih’e safâsını gösterir

       Gâh şiddetle cefâsını gösterir

       Yaklaştıkça yârîn köyü muhabbet

Yârdan manâ meşayihtir.

Köyünden manâ da onun velayetine yaklaşmak. Zahirde de bir çocuk ne yaparsa yapsın ceza giymiyor. Bir mürid de fenafişşeyh olmamışsa onun ruhu masumdur. Nefsi değil, ruhu.

Ama fenafişşeyh olması için nefis mani burada. Nefis mani burada. Nefsin terbiyesi bir debbağın deriyi terbiye et-mesine benzer. Debbağ deriyi döğmeden ıslah olur mu? Ol-maz. Nefis te işkenceyi görmeden ıslah olmaz.

       Sevdiği deriyi çok çığner debbağ

Sen bir rabıta sahibisin. Sana bütün gelen nimetler, zahmetler, meşakkatler, övülmeler, sevilmeleri rabıtandan bileceksin ki terakki edesin.

Zahirimiz şeriat. Şeriatımıza da çok dikkat edeceğiz.

Mürit:

Cismi ile şeriatta; aklı, ruhu ile tarikatta, sırrı ile bilâ vuslatta olacak.

Şeriatı tamam olmayan, tarikata ayak bile basamaz. Şe-riatı tamam olacak ki tarikata geçebilsin.

Hz. Musa bir peygamber. Cenâb-ı ALLAH onu Hızır'a gönderdi. “Sana harfi kitabı olmayan bir ilim var öğretsin” dedi.

“Benim ümmetimin velileri Ben-i İsrail Peygamberlerinin derecelerindedir.” buyuruyor. Neden?

ALLAH, Abdülhalik'in bulunduğu yere Hızır Aleyhisse-lam'ı gönderiyor. Neden böyle oldu? Hz. Musa'nın “Benden daha alim kimse olmadı.” Demesi ALLAH'ın hoşuna gitmedi. O'nu o kadar zahmetlere meşakkatlere koşturdu. Abdul-halik ne yapmış, gece, gündüz yalvarmış. “Bu harfsiz-sessiz ilmin ehli kimdir? Sen bunu bana rast getir” diye gece, gün-düz yalvarmış. ALLAH Hızır Aleyhisselam'ı göndermiş, Hızır Aleyhisselam onu yetiştirmiş. Onun mürşidi Hızır Aleyhisse-lâm, evinde, bahçesinde nere olursa orada bulup yetiştiriyor. Sohbet ediyor. Öyle yetiştiriyor ki, tayy-i mekân, gayb-ı ricâl makamına ulaştırıyor. Onu Yusuf -u Hemadanî Hazretlerine götürüyor. Her yönü ile mükemmel olduğu halde diyor ki:

-“Belki zahirinde eksikliği olabilir, yetiştir, sonra da icazetini ver” diyor.

O kadar büyük bir alim, ALLAH'a sığınmış. Hızır Aleyhis-selâm'ı ona yollamış. Onu yetiştirmiş ki çok ileriye gitmiş.

Mürşidin emirleri, farz ibadetler gibidir. Meselâ bir günde sekiz saat ibadet yapmamız gerekir. Tarikatımıza göre günlük dersimiz bir saat ibadeti, beş vakit namazımız beş saat ibadeti, etti altı saat. Teheccüd namazı bir saat ibadet kar-şılıyor. Geriye kalan bir saat ise hatmemizle tamamlanıyor. Fakat hatme hanımlara haftada bir gün emredilmiş. O da emirle olduğu için hergün sekiz saate tamamlanmış gibi sayılıyor.

ALLAH'a şükür. Bizim tarikatımız Nakşi tarikatı. Nakşi tarikat diye niye söyleniyor? Yani, ALLAH sevgisi kalbimize nakış gibi işleniyor. Onun için Nakşi deniliyor. Bu tarikata “Nakşi” ismi nereden konulmuş.

Nakşibendi Efendimiz Hazretleri zahirdeki mürşidinden zikir talimi almamış. Zahir mürşidi kimdir?

EMİR KÜLÂL Hazretleri. O'na çok hizmet etmiş. Himmet almış ama, ondan zikir almamış. Çünkü Emir Külâl Hazret-leri “Lâ ilahe illallah” çekerek cehri zikir yapıyormuş. Başını sağa sola çeviriyormuş. Nakşibendi Efendimiz sohbetlerini dinliyormuş. Çünkü Emir Külâl Hazretleri Evlâd-ı Resûl, se-falette kerametini gösteren bir kimse.

Büyük bir evliya. İşte onun sadece sohbetlerini dinliyor. Nakşibendi Efendimiz, Abdülhalik Gücdevani Hazretlerinin revhaniyetinden almış. Onlar birbirlerini görmemişler, za-hirde.

Emir Külâl Hazretleri sohbet yapıyor. Nakşibendi Efendi-miz hizmetini yapıyor, himmetini alıyor. O'nu çok severmiş, Emir Külâl hazretleri. Ama ihvanlar haset ediyorlar. Niye haset ediyorlar? Bir yönde onlar da haklı.

Bizde meselâ, icabetse, Şeyh Efendimiz sohbet ediyor. Sohbeti dinliyoruz. Hatmeden kalkıp gidiyoruz. İşte müritler ya gelip Şeyh Efendimizin sohbetini dinleme veya zikire katıl diyorlar. Mübarek buyuruyor ki:

-“Ben sizin zikrinizi inkâr etmem. Hak'tır. Ama sizin yap-tığınız gibi yapmam.”

Nakşibendi Efendimiz Emir Külâl Hazretlerinin tekke-sinde o zamanda kullanılan testiler, küpler, çömlekler ya-pıyor. Topraktan yapıyorlar, karıyorlar. Toprağını getirenler ayrı, çamuru yapan ayrı, şekil verenler ayrı. Bir taraftan yapılıyor bir taraftan fırında pişiriliyor. Fırını her gün yakarlarmış. Güveçleri, çömlekleri koyarlarmış, sabaha kadar pişermiş. Sabahleyin alırlarmış. Fırını hergün bir derviş ya-kıyormuş. Birgün Nakşibendi Efendimize demişler ki:

-“Bugün sıra sende. Fırını yakacaksın.” Fırının bir yanma saati var. Vakit geçmiş. Yine yakmamış. Daha vakit geçmiş yine yakmamış. Tabii, bunu sevenler var, sevmeyenler var.

Sevmeyenler, “fırını yakmazsa, çömlekler pişmez sabah-leyin ne yapacağız” diyorlar. Şeyh Efendimiz kızar diyorlar.

-“Kardeşim siz karışmayın. Sabahleyin güneş doğarken pişmiş olarak alacaksınız.” demiş.

Onda olan hararet fırını kızdırmış, çömlekleri pişirmiş.

Sabahleyin fırını açıyorlar ki altın gibi olmuş çömlekler üzerinde “La ilahe illallah” yazıyor. Bir türlü bakamıyorlar. Gözlerini kamaştırıyor. Çömlekleri antika olarak saklıyorlar.

Bundan dolayı da Nakşibendi Efendimiz'e bu isim verili-yor. Nakış nakış çömlek çıktığı için.

HACEGÂN ismi de Hızır Aleyhisselam'dan geliyor.

Bizim tarikatımızın başlangıcı Sıddık-ı Ekber Efendimiz-den geliyor. Bizim bu zikrimizi Resulullah Efendimiz, Sıd-dık-ı Ekber Efendimize mağarada da vermiş. Hicret sırasın-da.