“Tarikatın şartları: Muhabbet, İhlas, Adap, Teslim’dir”

15.12.1989 / Demetevler

Bir insan nefs-i mutmainneye dâhil olunca zahiri halk ile bâtını Hakk ile olur. Allah’ı istese de unutamaz. Cenâb-ı Hakk’ın emirleri var: “Kıyamen ve kuûden ve âlâ cunûbihim1” “Amenüzkürullahe zikran kesira2” Beni çok zikredin, ayakta, yatarken, otururken, gezerken, alırken, verirken, çok zikredin buyuruyor.

Demek ki “Allah kuluna gücünün yetmediği bir şeyi emretmemiştir.3” Allah bunu emretmişse, kul bu nimete malik oluyor. Kulun sa’yı,  Allah’ın da tevfiki iledir.

Burada kulun sa’yı ile Allah’ın tevfikini birleştiren ne olur?

Ancak kulun ihlası olur. Bu ihlas tarikatta çok önemlidir.

Tarikatın şartları: muhabbet, ihlas, adap, teslimdir. Bunlar tarikatın temelleri, esaslarıdır. Bunlar olmazsa insan hakikate ulaşamaz.

Tarikattan hakikate geçiliyorsa, tarikatın esasları muhabbet, ihlas, adap, teslim kime olur? Meşayihe.

Mürit Meşayihini, Şeyhini sevecek, muhabbet budur. Mevcut sevgisini arttıra arttıra, kendi nefsinden, canından fazla severse; muhakkak o zaman muhabbeti celp eder, tamamlar. O zaman onun kalbinde muhabbet tamamlanır.

Zaten bunların delilleri vardır. Peygamber Efendimiz,  Ömer (r.a) Hazretleri’ne öyle emretti:

  • Ya Ömer, bize karşı senin sevgi derecen nedir? Ne kadar bizi sevebiliyorsun?

O da buyurmuş ki:

  • Ya Resulullah, seni nefsimden maada her şeyden çok
  • Ya Ömer senin imanın kemali bulmamış. Bizi nefsinden fazla seveceksin,

Bu Hazreti Resulullah’ın emridir. Dört büyük sahabe seçkin sahabelerdir, cennetle tebşir edilmişlerdir. Onlarda öyle bir gayret, öyle bir idrak, öyle bir azim var ki, Hazreti Resulullah nasıl öyle buyuruyorsa onun gönlünde o sevgi birden coşuyor. Ne diyor?

  • Ya Resulullah, şimdi seni nefsimden fazla
  • Tamam, Ya Ömer şimdi senin imanın kemali Bu böyle ise:

Bulam dersen eğer ayn-ı imanı

Çalış ki olasın şeyhinde fani

Sana senden yakın olanı tanı

Kelâm-ı kibârda böyle buyurulmuşsa bunun esası gidip oraya dayanıyor. Meşayih da varis-i enbiyadır. Peygamber Efendimiz’in ashabı ona öyleyseler, varis-i enbiya olan meşayihi tanıyanlar, bilenler, ona tâbi olanların da öyle olması gerekir.

Tarikatın şartları: muhabbet, ihlas, adap ve teslim ile dörttür. Muhabbet Meşayihe olan sevgidir, onu çoğaltacak. Eğer canından fazla severse, muhabbeti tamam olur. İşte onun kalbi dolar, kalbi mutmain olur.

Çünkü Meşayihten gafil olan Allah’tan da gafil oluyor. Meşayihi unutmayan, Allah’ı da unutmuyor. Meşayihi seven Allah’ı seviyor. Meşayihi sevemeyen Allah’ı sevemiyor.

Mâsivânın illetinden pâk edip bu gönlümü

Kıl tarik-ı Nakşibend'in hadimi Allah için

Mâsivânın illeti insanın kalbinden nasıl çıkarmış?

Ancak Nakşibendi tarikatında (hadim; hizmet) hizmet görürsen çıkarmış; ama hizmete kabul edilecek, alınacak ki hadimi olsun. Her geleni onlar kabul ederler.

Mevlâna ne buyurmuş? “Ne olursan ol gel.”

Yeter ki o istiğfar ettiğin, elinden tuttuğun zaman “Kabul ettim.” kelimesi var ya, o “kabul” kelimesinin üzerinde dursun.

Kabul” üzerinde durması; bu tarikatın dört aleti olan muhabbet, ihlas, adap, teslimi yaşaması ve elde etmesiyle nimeti tamam oluyor.

O zaman nefs-i mutmainneye de dâhil olursun. Raziye makamına da gidersin. Marziye makamına da Safiye makamına kadar gidebilirsin. Nefs-i mutmainne, velayetin başlangıcıdır. Ondan sonra Raziye, Marziye, Safiye makamları vardır.

Raziye, Marziye makamında ne oluyor?

Mürit tamamen terk-i can oluyor, canından da geçiyor.

Cenâb-ı Hakk: “Kulum ver beni de al beni. Benim vermiş olduğum canı bana ver ki beni alasın.” diyor. Allah’ın vermiş olduğu candan Allah için geçiyor. Raziye, Marziye makamında bu olurmuş. Kelâmda öyle:

Bu nefsin "raziye marziyye" eyle

Alıp dost iline kurbâna gel gel

İşte tarikatın şartları, esasları, bu dört aleti vardır. Zahir şeriatta, cesetle edille-i şeriye var. Edille-i şerriye olmasa ceset hayvanî sıfattan kurtaramıyor, beşerî sıfata geçemiyor.

Tarikat da olmasa beşerî sıfattan meleki sıfata geçemiyor. Meleki sıfata geçmek için de işte tarikatın bu dört şartı vardır: muhabbet, ihlas, adap, teslim.

Muhabbet, Meşayihini sevecek.

İhlas, onu büyük görecek. Ne kadar büyük görebilirse o kadar sevebilir.

Bunlar birbirlerine düğmeli, kancalı, irtibatlıdır, takviye ediyorlar. Onu büyük görebilmek için de onun bâtınına inanmak lazım.

Bu sefer adap geliyor. Adap; Evliyaullah’ın zahirini, bâtınını bir bilmektir. Evliyaullah’ın zahirini bâtınını bir biliyorsa, tarikatın da adabını elde etmiş olur.

O zaman adabı elde edince, ihlası da elde etti. İhlası elde edince, muhabbeti de elde etti.

Fakat bir de teslimiyet var. Teslimiyet de hepsinin daha büyüğü ve hepsinin içerisindedir.

Sermaye bu yolda heman teslim olup şeyhe inan

Sıdk ile Allah’a dayan gör olmaz mı ihsan sana

Teslimiyet de diğer kelâmda:

Hazret-i Pîrim delîlimdir Halîlimdir benim

Dil sarayı ravza-i beyt-i celîlimdir benim

Ana teslim ettiğim nefs-i zelîlimdir benim

İnkıyâd ettim bıçağa uymuşam İsmâîl'e

İsmail aleyhisselam, nasıl babasına teslim oldu rıza gösterdi ve bıçağına boynunu uzattı, ona verdiyse, mürit de böyle teslim olursa:

Dil sarayı razva-i beyt-i celîlimdir benim

Dil sarayı neresidir? Evliyaullah’ın kalbidir. Evliyaullah’ın kalbi beyt-i celildir.

Nasıl ki insanlar Beytullah’ı ziyaret ediyorlar. Bir amel işliyorlar, zahirde bütün günahlarından kurtuluyorlar. Beraat ediyorlar, değil mi?

Bir insan da eğer Evliyaullah’ın gönlüne girerse bu sefer de onun ma’nevî bir Haccı olur. Buyuruyor ki:

Haccü'l-ekber eylerim bassan efendim bir ayağ

Haccü'l-ekber neymiş? Arife ile Cuma birleşiyorsa Haccü'lekber oluyor. Bu otuz üç senede bir dolanıp geliyor.

Haccü'l-ekber eylerim bassan efendim bir ayağ

Bir ayak bassan denilince bu zahiren cismiyle basması değildir.

Bu insanların kalbinde rabıta nurunun tecelli etmesidir.

İnsanlar bir Meşayihinin gönlüne girdiyse eğer maksuduna ulaştı, maksudunu buldu, maksudunu bildi.

Çünkü Evliyaullah’ın, meşayihin cesedi ravza-i mutahhara imiş. Kalbi de Allah’ın eviymiş. Allah’ın o emri olan evi değil, Zatı olan eviymiş.

Hakkikatte Beytullah insanların kalbidir.

Kâbe inşâ-yı Halil'dir sendedir beyt-i Celîl

Bunlar hilaf değil hep ayetle hadisle delilleri vardır. Fakat yine akıl bunu alamıyor.

Cenâb-ı Hakk kudsî hadisinde: “Lâ yese’unî erdî ve lâ semâî ve lâkin yese’unî kalbü abdil mü’mini4” ” Ben göklere yerlere, arşa kürse, levhe kaleme hiçbir yere sığmam. Ama mümin kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.

Bu hadisi biliyoruz, ulemâlar gözümüzün önünde, hocalar da bize bunu söylüyorlar. Fakat hoca da bunu anlayamıyor.

Hoca bunu niye anlayamıyor? Diyor ki bir Müslüman Allah’ı kalbinden unutmazsa, zikrederse evi olur. Hoca böyle diyor, ama bu mümkün müdür? Mümkündür ama bu Allah’ı hiç unutmayan içindir.

İnsan Allah’ı hiç unutmazsa, zikreder, zikreder ne olur sonunda? Mecnûn da Leyla Leyla diye diye sonunda Mecnûn da oldu “Leyla”.

Muhakkak ki insanlar Allah’ı zikrede zikrede kalbinde Cenâb-ı Hakk’ın esma nuru tecelli eder.

Bin bir esma birbirinden seçildi

Buyuruyor.

Gönülden perde-i hicâb açıldı 

Mesela:

Bir seherde murg-ı canım uyandı

Vahdet illerini seyrân eyledi

Vahdet illeri ne demektir? Allah’ın varlığını, Allah’ın azametini seyrediyor. Yani kulun vasıl-ı illallah olmasıdır.

Allah’a vasıl olmaktır. Zaten bunu bilmeyeceksek neyimiz var. Ruhumuz Allah’tan gelmiştir, Allah’a gider. Ama bu ruh nasıl gider?

Bir seherde murg-ı canım uyandı

Buradaki seherden anlam şudur. Seher vakitlerinde Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti yağmurlar gibi arza iniyormuş. O seherlerde ibadet yapan, ayık olan o rahmeti cezbediyor. Onun için tarikat ehlinin Nakşilerin bir kelâmıdır.

Her geceyi Kadir bil

Her gördüğün Hızır bil

Fırsatı ganimet bil

Bunlar birer cümledir.

Her geceyi kadir bil

Cenâb-ı Hakk “İnnâ enzelnâhü leyletilkadr5” sûre-yi celilesinde “Bin aydan hayırlı olan bir Kadir Gecesi” diyor. Kadir Gecesi’ni bize bildiriyor. Ama zamanı kesin verilmeyen bu Kadir Gecesi’ni görenler var mı? Vardır. Sadece yılda bir defa Kadir Gecesi’ni ihya etmekle bunu göremez. Kimler görür? Her kim ki bir senenin hiçbir gününü geçirmeden hepsini Kadir Gecesi gibi ihya ederse o görür, o bulur, ona rastlar. Onun için:

Her geceyi Kadir bil

Her gördüğün Hızır bil

Fırsatı ganimet bil

Evet, efendiler, bir de teslimiyet vardır ki mürit Meşayihe bir alet gibi teslim olacak. Hocanın elindeki bir cenaze gibi veya bir cansız bir alet gibi meşayihine teslim olacak. Haktır amenna.

Sermaye bu yolda heman teslim olup şeyhe inan

Bu yolun sermayesi şeyhe inanıp teslim olmakmış.

Sıdk ile Allah’a dayan

Çünkü Evliyaullah, Hakk kapısıdır.

Sıdk ile Allah’a dayan

Gör olmaz mı ihsan sana

Teslimiyet de şuymuş ki: Beni şeyhim yedirir, şeyhim içirir, şeyhim konuşturur, şeyhim yatırır, şeyhim kaldırır, şeyhim yürütür. Böyle olduysan eğer teslimiyeti de elde ettin.

Teslimiyeti elde ettiysen, adabı da zaten elde ettin, ihlası da elde ettin, muhabbeti de elde ettin. O zaman ne olur?

Dört şahın hükmüyle döner cihandır

İşte dört şahtan murat muhabbet, ihlas, adap ve teslimiyettir.

Dört şahın hükmüyle döner cihandır

O zaman beşeriyetten melekî sıfata geçtin.

Yani, sen şeyhinde var oldun, şeyhin de sende var oldu. Hâlbuki şeyhin varlığı kimindir? Resulullah’ın.

Resulullah’ın varlığı kimindir? Allah’ın.

Ama bu çok çetindir. Cenâb-ı Hakk’ın kolay getirdiğine kolaydır. Allah’ın çetin getirdiğine de çetindir. Bunlar iradeyle, çalışmakla, ilimle, amelle elde edilmez.

Ancak iradeyle, çalışmakla, ilimle, amelle insanlar hayvanî sıfattan kendisini kurtarabilir. Beşerî sıfata geçer.

Beşerî sıfattan meleki sıfata geçmek için hak olan bir tarikata gireceksin. Kâmil ve mükemmil bir Mürşide teslim olacaksın ki bunları elde edebilesin. O zaman hakikate geçersin.

Şeriat, tarikat, hakikat, marifet buyruluyor. Allah bu dört nimeti insanlara bahşetmiş Ama sadece şeriatla olmuyor. Fakat şeriatle başlıyor. Bir insanın şeriatı olmazsa tarikatı olmaz, hakikate de geçemez.

Kabiliyet bizde olmazsa Meşayih neylesin

İster ise Mürşidi olsun Muhammed Hazreti

Allâhümme salli alâseyyidina Muhammed” Kabiliyet müridin kalbidir. Diyor ki bir insanın kalbi temiz olmazsa, onun şeyh efendisi, Peygamber Efendimiz de olsa ondan bir şey istifade edemez, bir şey kazanamaz.

Bu kalbi temizleyen ne oluyor? Kalbi temizlemek için beyitlerde ne diyor?

Mâsivânın illetinden pâk edip bu gönlümü

Bir başka beyitte:

Put-perest olmuş bu dil imlâya gelmez ne çâre

Bu putperestlikten kim kurtarır? Bu kalbimizdeki putları ne kırar, ne atar?

Meşayih, rabıta, Meşayih sevgisi.

İşte muhabbet, sevmektir. İhlas büyük görmektir. Büyük gören sever. Ne kadar büyük görebilirse görsün. Bunlar tarikatın şartlarıdır.

Senin merbut olduğun bir Mürşidin var. Onu vaktin kutbu bil. Kutbuysa tamam, kutbu olmasa da sen vaktin kutbu bil ki vaktin kutbundan istifade edersin. Vaktin kutbundan sen feyiz alırsın. Meşayihini vaktin kutbu bilmezsen olmaz.

Çünkü Meşayihler “cem’ül-cem” dir. Onlar bir yerden birleşmişler, toplanmışlar. Onlar birbirlerinin eksikliklerini tamamlıyorlar.

Sen bir Meşayihe inandın teslim olduysan ona vaktin kutbudur dediysen, amenna o vaktin kutbudur, hiç eksik değil. Çünkü o vaktin kutbu da senin şeyhinin şeklinde, suretinde gelir sana muamelesini yapar. Bu herkes için geçerlidir.

Gerçi Allah’a şükür bunun bir de denemesi vardır. Şöyle ki; Seyyid Sıbgatullahi Arvasî Hazretleri mübarek gavs diye tanınmış, zamanın gavsıymış. Molla Halid Oleki isminde bir tane çok büyük âlim varmış. Doğuda, şarkta âlimler çok olur, bu hepsinden daha çok âlimmiş. Demiş ki:

— Seyyid Sıbgatullah’ın zahir ilmi yoktur, bu insanları niye başına toplamış. Bu insanları aldatıyor, kandırıyor. Ben ona gidip ağır dinî, tasavvufa ait meseleler sorayım da insanlardaki olan itibarını, kıymetini kırayım.

On tane çok ağır tasavvufa ait soru hazırlıyor ve onun huzuruna gidiyor. Daha hemen o soracağı soruları sormadan onun aklından sorular alınıyor, gönlünden siliniyor, unutuyor.

Ama Seyyid Sıbgatullahi Arvasî Hazretleri onun unutmuş olduğu hem sorularını hem cevabını söylemeye başlıyor. Birini söylüyor, diyor ki bu tesadüftür; sonra ikincisini söylüyor, tesadüftür. Dördüncüsünü, beşincisini söylüyor, daha tesadüf diyemiyor. Diyor ki ne tesadüfü bu, ayaklarına kapanıyor. Kendisini ona teslim ediyor, hocalığından da vazgeçiyor.

Hâlbuki çok talebeleri var, molla yetiştiriyor, onlara icazet verecek. Onlara ben bundan vazgeçtim, bırakın gidin diyor. Ben buldum bulacağımı, diyor. Artık ona hizmet etmeye başlıyor.

Seyyid Sıbgatullahi Arvasî Hazretleri’nin cemaatinde çok âlimler varmış. Cemaatin içerisinde çok hocalar varmış. Fakat Halid Oleki’yi namaza geçiriyormuş.

Bir gün gönlüne gelmiş ki:

— Buna gavs diyorlar ama gavslar insanların bilgisini elinden alırmış. Hakkikaten gavs ise ben namaza geçiyorum. Benim de bilgimi alsın.

Namazı kıldırmaya geçmiş. Fatiha’yı değil Subhaneke’yi bile okuyamamış. İkilemiş, düşünmüş, olmamış. Gavs arkasındaymış, gavsı çekmiş yanına, o namaza devam etmiş. Tamamen gavs olduğuna tatmin olmuş.

Burada efendiler, silsileyi okuduğumuzda gavs-ı azam geçiyor. Bakın şeyh efendilerimizin bizim büyüklerimizin isimleri hep kutup, gavs geçiyor. Zaten öyledir, bütün kutuplar, gavslar Nakşî tarikatından ve bizim koldan gelmişler.

Burada bizim Şeyh Efendimiz de zamanın kutbudur. Silsilede buyuruyor: “Şeyhü’l ekber, kutbu’l-aktab

Nimetimiz büyük kıymetini bilelim ki Allah arttırsın. Nimetimizin büyüklüğü başta Müslüman olmamız. Allah bizi Müslüman halk etmiş. Ondan sonra Peygamber Efendimiz’e, iki cihanın güneşi, iki cihanın serveri, Mahbûb-ı Rabbi’l-Âlemin olan Habibi’ne bizi ümmet etmiş.

Bir de bize varis-i enbiyâ olan Meşayihleri sevdirmiş. Nimetinin en büyüğü de budur. Bir de ayriyeten de bu kadar tarikatlar var, hepsi haktır. Bize Nakşî tarikatını nasip etmiş.

Bu kadar evliya var. Veliler “cem’ül-cem”dir. Velilerin cem’ülcem olması neye benzer? Askeriyedeki rütbeli paşaları düşünelim. Tuğgeneralden başlayıp ta generale kadar paşaları düşünün. Onların hepsi rütbeli paşadır.

Ama bu cehrî zikir yapanların rütbeleri sivildir. Nahiye müdürlüğünden başlarmış, kaza kaymakamı, vilayet valisi diye gidiyor.

Ama bizim Nakşî tarikatı, askeriyedir. Erden başlıyor mareşale kadar gidiyor. Tarikata giren bir kişi er oluyor. Artık onun kabiliyetine, çalışmasına göre ona makam, rütbe veriliyor. Onbaşı, çavuş, üstçavuşlar, astsubaylar, subaylar, generaller gidiyor.

Kutbu’l-aktab ve Gavs ikisi aynı değilse de, Gavs da bir tane oluyor. Kutbu’l-aktab da bir tane oluyor. Kutbu’l-aktab bir rütbe daha üstündür. Yani kutbu’l-aktab, cumhur reisi; gavsu’l-azam da başvekil. Birer tanedir, iki tane desen olmaz.

Ama kutbu’l-irşatlar çoktur. Kutbu’l-irşatlar da bakanlar gibidir. Evliyalar da o mecliste toplamış olan parlamento gibidir. Halkın içerisinden seçilmiş vekiller parlamentoya gitmiş. Beş yüz, altı yüz tane parlamenter olmuş. Onların içinden bakanlar seçilmiş, Başvekil seçilmiş, Cumhur reisi seçilmiş. Gavsul azam bir tanedir. Kutbu’l-aktab bir tanedir. Kutbu’l-irşatlar çoktur. Kutbu’l-irşat olmayanların diğerleri de irşat memurudur.

Evliyaullah huzur-ı Resulullah’ta haftada iki defa toplanırlar. Mübarek Paşam söylerdi. Evvelden haftada bir defa toplanıyorlarmış. Perşembe günü öğle namazını herkes olduğu yerde muhitinde kılar, onların ruhları ravza-yi mutahharaya gidermiş. Cuma’yı orada kılar, orada emir alır, dağılırlarmış.

Şimdi bu Cumhuriyet’ten sonra haftada iki defa toplanılıyor. Bir de Pazartesi günü toplanıyorlar. Pazar günü gidiyorlar, pazartesi günü dağılıyorlar.

Onun için hatmeyi haftanın bir günü yapacak olursak Perşembe akşamı, iki gün yapacak olursak Pazar gününü Pazartesi’ye bağlayan akşamı da yapılması eftaldir.

(…)

Şeriat, tarikat, hakikat, marifet buyruluyor.

Ten ile âbım turâba nâr ile bâdım hevâ

Canımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ

Nokta-i sırrım semâ "Rahman ale'l-arşistivâ"

Cenâb-ı Hakk’ın arştan gelen bize üflemiş olduğu bir ruh var.

Bu da Allah’a giderse:

Canımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ

Nokta-i sırrım semâ "Rahman ale'l-arşistivâ"

Kabz için bir ihtiyâcım kalmadı Azrail'e

Diyor ki ben vücudumda olan suyu, toprağı verdim toprağa.

Havayı, ateşi de verdim havaya.

Allah’ın vermiş olduğu bir can da gitti geldiği yere. “Rahman ale'l-arşistivâ6” gerçi ârş-ı âlâdan gelen herkesin ruhu ârş-ı âlâya gitmez. Şeriatı, tarikatı, hakikati, marifeti olanın ruhu gider.

Böyle olunca insan o zaman “Mutu kable ente mutu7” sırrına mazhar olur. Cenâb-ı Hakk “Ölmeden evvel ölün.” diye bir emri var.

Biz biliyoruz ki doğduk, öleceğiz. Ama bu ölmeden evvel bir ölüm var, bizim için Allah emrediyor. Onu elde eden ne yapıyor?

O zaman daha onun Azrail’e de ihtiyacı kalmıyor. Azrail onun canını alamıyor. Azrail dirinin canını alır. Ölünün canını nereden alacak? O canını canana vermiş.

Canımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ

Nokta-i sırrım semâ "Rahman ale'l-arşistivâ"

Kabz için bir ihtiyâcım kalmadı Azrail'e

Bir de şunu söyleyeyim:

Okuruz ders-i aref'ten Hızr’ın olduk mahremi

Hızır kimdir? Meşayih. Herkesin Hızır’ı onun Meşayihidir.

Okuruz ders-i aref'ten Hızr’ın olduk mahremi

Ders-i araf: “Men arafe nefsehu fakad arafe rabbehu8” emri fermanında “Nefsini bilen Rabbısı’nı bildi, nefesinden ayık olan Rabbısı’ndan ayık oldu.” buyuruyor.

Nefsini bilen kim oluyor? Nefesinden ayık olan kim oluyor? Meşayihin himmetine uğrayan, Evliyaullah’ın uhdesinden geçen oluyor. Onun varlığında, onun çarklarında yoğrulanan oluyor. Onun ma’nevî çarkları var, fabrikası var. Onun fabrikasında imal edilen oluyor.

Nasıl ki o ham, pis deriler var ya. Mesela kurdun, ayının, tilkinin, başka murdar olmuş merkebin, köpeğin de derileri ne oluyor? Bunlar dabak oluyor, temizleniyor. Bunlar dabak görünce, dabak aletiyle, sanatıyla ıslah ediliyor, tebdil ediliyor.

Ne oluyor derilere? Onun sertliği de gidiyor, pisliği de gidiyor, çirkinliği de gidiyor.

İşte Evliyaullah’ın çarkından geçenler de böyledir. Evliyaullah’ın çarkından geçmeyen ham deri gibidir.

Onun çarkından geçen, onun fabrikasından çıkan ne oluyor? Islah oluyor. Onun rengi de değişiyor, güzel oluyor. Kokusu da pisliği de gidiyor. Sertliği de gidiyor, çirkinliği de gidiyor.

Okuruz ders-i aref'ten Hızr’ın olduk mahremi

Bülbülü bâğ-ı hakîkat güllerinin şebnemi

Nurumuz nûr-ı Muhammed nefhamız Âdem demi

Hem-demiyiz Sûr'a hacet kalmadı İsrafil'e

Diyor ki İsrafil sûr üfürecek hep canlılar, sadece insanlar değil, gökteki, karadaki, denizdeki melek ins cin deryadaki balıklar bütün toprakta yaşayanlar böcekler hepsi ne olacak? Hepsi yok olacaktır.

Kıyamette en son kalanlar İsrafil aleyhisselam sûra üfürünce yok olduğu gibi gökler de yıkılacak. Arz da birbirine karışacak, o yüksek dağlar böyle bütün bulgur kazanı gibi kaynayıp böyle denizler hep birbirine karışacak.

Bu karada olanlar, havadaki o bütün gezegenler dökülüp hep kararıp yere dökülecek. Ziyasıyla dünyayı, yerleri aydınlatan ay, güneş, yıldızlar hep yere dökülecek. Ne zaman? İsrafil aleyhisselam sûra üfürünce.

İşte İsrafil aleyhisselam sûra üfürmesinde bu kadar yetkili olan canları alan Azrail var ya o da yok olacak. Mikail de yok olacak, Cebrail de yok olacak, hepsi yok olacak.

Cenâb-ı Hakk ondan sonra İsrafil aleyhisselam en sonunda ona “öl” diyecek o da ölecek.

Sonra Cenâb-ı Hakk en evvel İsrafil’i halk edecek. İsrafil bir sûr daha üfleyecek. Böyle yerden otlar biter gibi herkes bitecek.

Kimler? Sadece insanlarla cinler. Diğer melekler, hayvanlar, karadaki, denizdeki havadaki canlılar değil sadece insanlar ile cinler dirilecek.

Diyor ki ona da ihtiyacım kalmadı.

Hem-demiyiz Sûr'a hacet kalmadı İsrafil'e

Kim bunlar? İşte yetişmiş olan insanlar. Onlar hakkında Cenâbı Hakk bak buyuruyor ki: “Biz insanı kıymetli halk ettik. Biz insanı

büyük halk ettik. Biz insanı güzel halk ettik” “Lekad halaknel insane fi ahseni takvim9

Cenâb-ı Hakk insanı ne kadar kıymetli halk etmiş?

Allah’ın zatından sonra insandan daha kıymetli bir şey yok. Hangi insan kıymetlidir?

Allah’ın zatından gelen ruhu Allah’ın zatına kim ulaştırıyorsa o insan hem kıymetli, hem büyük, hem de güzeldir. Bu da işte şeriatsız tarikatsız olmaz. Şeriatı, tarikatı olan hakikate geçiyor.


1   Al-i İmran, 3/191.
2   Ahzab, 33/41.
3   Bakara, 2/286.
4   Alusi Ruh’ul Meani, XX.101.
5   Kadr, 97/1.
6   Taha, 20/5.
7   Ömer Dağıstani, Fetvalar, s. 149.
8   Eşrefoğlu Rumi, Müzekkin Nufüs, s. 527.
9   Tin, 95/4.