“Tedbirimizi de takdirden bilemiyoruz”

23.8.1989 / Demetevler

Peygamber Efendimiz üveysi değildir. Her Peygamber’in şeytanı var ama Peygamber Efendimiz’in şeytanı Müslüman olmuş, İslâm olmuştur. Sair Peygamberler’in değil. Onun için dua edelim ki bunlar bize ders olsun. Allah’a şükür, çok şükür, nihayetsiz şükürler olsun.

Her bir âşık vasıl olmaz yârına

Berdâr olmayınca vuslat dârına

Pervâne-veş düşüp aşkın nârına

Mansur gibi yanıp kül olmayınca

Çok kelâmlar vardır:

Bir yerde ki gül yoktur o gülşâneye varmam

Hem sohbet-i pîr olmadığı hâneye varmam

Aşk ehlinin ahvâlini pervâneye sormam

Görün nice mahbub-ı Hudâ var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihân hayır u şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Sevdim seni seydâ-yı cihan hayır ve şerde

Bakın âşıkların ciğeri yanıp pişiyormuş. Âşıkların ciğerleri pişiyor, kebap oluyor. Âşıkların yüreğinin kanı da onun şarabı oluyor. Bunu ruhu içermiş, içince de mest oluyormuş.

Aşk ehlinin ahvâlini pervâneye sormam

Aşka düşenlerin hâlini niye pervaneye soruyorsun, diyor. Pervaneden maksat kelebektir. Kendisini ateşe atıp yakıyor. İşte aşk ehlinin de kalbinde olan bütün ne gibi arzuları varsa onların hepsi birer kelebektir. Bin tane kelebek de olsa kendisini ateş yakar.

O aşk insana ne yapıyor? O gönlünde olan her şeyi yakıp yok ediyor. Ona bir aşk muhabbet vermişler kalbinde olan ne varsa yakıp yok ediyor.

Bu aşkla bütün kendisinde olan arzuları, cisimleri hep yok etsin, anasır-ı zıddiyetini değişsin, edna-yı cinsinden kendisini tebdil etsin. Bunun için verilen bir ateş onun için ona muzır olan şeyleri yaksın, gidersin diye verilir. Ama bu ateşe o su serperse söndürür;

Kabiliyet bizde olmazsa meşayih neylesin

İster ise Mürşidi olsun Muhammed Hazreti

Şeyh Efendin sana bir muhabbet verdi. Sen bu muhabbeti muhafaza edeceksin ki sende olan muhalif hâlleri kalbinde yaksın, gidersin. Ama sen o ateşe su serpersen onu söndürürsün.

Demek ki ateşi su söndürüyorsa bizde olan muhabbeti söndüren nedir? Başta gadap hiddet geliyor. Gadabını yenersen muhabbetini muhafaza edersin, gadabını yenmezsen o muhabbete su atıp serpip söndürürsün.

Ondan sonra ikinci kin gelir, üçüncü hırs gelir. Bunlar hep muhabbetin zıddıdır. Birinci gadap, ikinci kin, üçüncü hırs.

Bu kibir, gurur, haset de başka yönüyle zararlıdır. Bunlar terakkiye mâni oluyorlar. Kibir, gurur, haset terakki ettirmez. Ama gadap, kin, hırs da yanan ateşi su nasıl söndürüyorsa muhabbeti de bunlar öyle söndürür.

O zaman ne lazımdır? Gadabını yeneceksin.

O zaman ne lazımdır? Kimseye kin gütmeyeceksin, affedici olacaksın. Sana ne kadar eziyet etmişlerse, dövmüşler sövmüşlerse, arkandan alenen uğraşmışlar, çok hakaretler etmişlerse de ona kin gütmeyeceksin, onu da affedeceksin.

Bu muhabbeti muhafaza etmek, büyütmek için, gadabını yeneceksin. Eğer gadabını yenmezsen, hiddetlenirsen insanları, kendi aileni, kendi çocuğunu değil hayvanları da incitirsin.

Bunlar terbiye olmuyor mu? Onlar terbiye olur ama böyle gadabınla, hiddetinle değil de onları severekten, acıyaraktan veyahut da korkutaraktan onları terbiye edeceksin. Yoksa onlara gafil olaraktan çat pat vurursan gadabını yenemedin.

Demek ki gadap, hiddet ne yapıyor? Sende yanan muhabbet ateşini söndürüyor. Ondan sonra muhabbeti kin söndürür, ondan sonra hırs u tamah muhabbeti söndürür.

İnsanlarda zararlı olan nedir?

Eğer gadabını yenmez muhabbetin sönerse, kin eder muhabbetin sönerse, hırsın olur muhabbetin sönerse o zaman sende gurur da olur, kibir de olur, haset de olur. Şeytanî sıfatlar sende tecelli eder.

Yakın olma haset, kibr ü gurura

Düşün ne götüreceksin kubûra

Ne yüzle varacaksın huzura

Hasedin, kibrin, gururun varsa kabre ne götüreceksin, diyor. Bir şey götüremezsin.

Kabirden kalktığın zaman huzura nasıl varacaksın? Varamazsın. Çünkü şeytan Cenâb-ı Hakk’ın huzurundan kovuldu. Gururundan, kibrinden, hasedinden dolayı kovuldu. Sende de bunlar olursa kovulursun daha nasıl varacaksın huzura, bunlar şeytanî sıfatlardır.

Daha ne diyor:

Eriş kalb-i selim içre huzura

Seni mahvet erem dersen sürura

Ölümden evvel öl gel gir kubura

Bak bu kelâmlar da tam tersini söylüyor:

Eriş kalb-i selim içre huzura

Bu dünyada da öbür dünyada da herkes huzurlu olmak ister değil mi? Ama huzuru sen nerede bulacaksın?

Sen kalbini selim et ki huzurlu olabilesin. Kalbi selimi neyle elde edeceksin? Ancak Allah’ı zikretmekle olur.

Allah sevgisi, Allah zikri ile kalbini boşaltacaksın. Kalbin içinden masivayı atacaksın ki selim kalp sahibi olabilesin. O zaman huzurlu olursun.

Seni mahvet erem dersen sürura 

Sefaya, süruruna ulaşmak için sen kendini mahvet, yok et. Kendi varlığını ortadan kaldır. Başka bir kelâm daha bunun karşısına gelince:

Salihem usandım dâr-ı fenadan

Bir an kurtulmadım renc-i enadan

An” o kadar küçük bir zamanmış ki “an” demekten daha küçükmüş. Bir an diyor renc-i enâdan kurtulamadım.

Ena nedir? Benlik. Yani benliğim beni rencide ediyor benliğimden kurtulamadım ki zahmetten kurtulayım, diyor.

Başka bir kelâm-ı kibâr nazm ile söylenmiş;

Her kim ki tedbir-i kaydındadır bilfiil cehennemdedir. Her kim ki Cenâb-ı Hakk’ın takdir-i mütalaasındadır bilfiil cennettedir.1

Bu dünya âleminde her şeyi Allah’ın takdirinden bilen cennette yaşıyormuş. Ama her şeyi insan kendi tedbirinde bilirse onlar da cehennemde yaşıyor.

Bunları anlamak lazımdır. Tedbir de farzdır. İşte mesele tedbiri alıp takdire havale etmektir.

Tedbiri biz alıyoruz, takdire havale edemiyoruz. Yani tedbirimizi de takdirden bilemiyoruz.

Tedbirimizi de takdirden bilsek işte bizim için dünyada daha hiçbir mihnet, meşakkat kalmaz.

Salih’in sözünü dinle peder

Tedbirine verme keder

Tedbiri de takdir eder

Sen tedbirini al, tedbir senin için farzdır. Tedbirinde eksiklik verme, noksan bırakma, diyor. Ama senin o noksan bırakmadığın tedbir de takdirdir. Oraya bırak, oraya havale et, oradandır.

İşte böyle efendiler. Allah’a şükür, çok şükür, bin şükür. Bunlar tarikatın nimetleri, tarikatın esrarlarıdır. Tarikatı olmayanlar bunları anlayamazlar. Öyleyse biz de tarikatı anlayalım, biz de tarikatı yaşayalım. Biz de edna-yı cinsimizden kendimiz muhakkak seçiliriz. Seçiliriz nasıl ki:

Görün nice mahbûb-ı Hüdâ var bu beşerde

Bu beşerlerin içerisinde sen de mahbub-ı Hüdâ olursun. Mahbub güzel, Hüdâ Allah’ın bir ismidir. Allah’ın güzelleri olursun. Neyle olursun?

İşte şeriatın, tarikatın olursa hakikate ulaşırsın. Tarikatın olmazsa hakikate ulaşamazsın ki mahbub-ı Hüda olabilesin.

Sevdim seni seyda-yı cihan hayr u şerde

O zaman da sen sevdiğini hayırda ve şerde sevemezsin. Bunları bir tutamazsın, tefrika yaparsın. Tefrika yapınca da senin için işte azap olur, zahmet olur, meşakkat olur ve hem de terakki de edemezsin. Ondan da geri kalırsın.

Bakın tarikatta bir mürit neyle terakki ediyor? Müritliğin tarikatta kaç şartı var? Üç şartı vardır. Neler bunlar?

Daima vûdû abdestli olması, lokmada ihtiyat, bir de hıfz-ı nispet.

Daima vûdû, abdestli olmamız gerekiyor. Lokmada ihtiyat, helal lokma kazanıp helal lokma yiyeceğiz. Bir de helal yediğimiz lokmamızı gafil yemeyeceğiz, rabıta ile yiyeceğiz.

İşte bizde riyazet rabıtadır. Rabıtayla yemeğini yediysen sen de riyazetini yaptın. Hâlbuki riyazet haktır.

Cenâb-ı Hakk nefsi halk etmiş. Nefse emri fermanı ile:

  • Sen kimsin, ben kimim? Nefis demiş ki:
  • Sen sensin, ben de Cenâb-ı Hakk emretmiş:
  • Atın bunu cehenneme!

Atmışlar, cehennemde bin sene yanmış.

  • Getirin onu, demiş. Getirmişler:
  • Nefis sen kimsin, ben kimim?
  • Sen sensin, ben de
  • Atın bunu soğuk buz cehenneme!

Soğuk cehennem de var. Şeytanlar, cinler bu cehennemde azap görecekler. Onları ateş yakmıyor.

Bin sene de orada kalmış böyle buzların içerisinde üşümüş. Getirin onu, demiş. Oradan çıkarmışlar.

  • Sen kimsin, ben kimim?
  • Sen sensin, ben de
  • Buna üç gün gıda vermeyin, aç kalsın.

Üç gün gıdasız kalınca o zaman Rabbısı’nı tanımış.

  • Sen kimsin, ben kimim?
  • Sen ulu azim bir Allah’sın, ben de senin aciz bir mahlûkunum demiş.

İşte riyazet tarikatları vardır. Hakkikaten onlar nefislerini açlıkla ıslah ediyorlar. Bizde bu yoktur. Bizdeki riyazet yemiş olduğun yemeğinde, içmiş olduğun suyunda, giymiş olduğun elbisen ve bütün hareketinde gafil olma, rabıtanla beraber ol. Rabıtanla beraber yediysen sen onu nefse yedirmiyorsun. Onun gıdasını ruh alıyor. Nefis ondan gıda alamıyor. Rabıtasız yediysen o zaman nefse yedirdin.

Çünkü İblis -aleyhillanesormuş:

  • Ya Rabbi, ben ne yiyeceğim?
  • Ya melun, senin yediğin de benim ve Habibim’in ismini anmadan yiyenlerin yiyeceği

Bizim Allah’a gıyabî imanımız var. Peygamber Efendimiz’e de gıyabî imanımız var. Reşahat’ta yazar, kıymetli bir kitaptır. Reşahat tasavvuf kitabı ama hep ayetle, hadisle anlaşılmayan, zahire muhalif gelen kelâmları delille sabitleştiriyor.

Alâeddin Attar, Nakşibendî Efendimiz’in hem halifesi hem de damadıdır. Nakşibendî Efendimiz’den sonra Alaeddin Attar’ın müritlerinden Hacc’a gidenler olmuş. Çok hizmet görmüş, himmet almış ve terakki etmiş birisi Hacc’a gidiyormuş. Daha evvel ondan Hacc’a gitmek için izin almış. Ondan sonra gelip Şeyh Efendisi’ne:

  • Bana ne gibi tavsiyeleriniz var efendim?
  • Orada mücavir kalan Evliyaullah’tan Abdülkerim Yemenî Ona selamımı götür. Hacc farizası vazifelerinin haricinde boş zamanlarında onun sohbetini kaçırma, sohbetinde bulun.

Şeyhinin emri en evvel bir umre tavafını, umre sa’yını yapmış. Ondan sonra Abdülkerim Yemenî ile görüşmüş. Onun da büyük bir cemaati varmış, riyazet tarikiymiş.

Her gün oruç tutuyormuş. Senenin beş günü oruç haramdır. Dört gün Kurban Bayramı’nda, bir gün Ramazan  Bayramı’nda oruç tutmak haramdır. Bu beş günden maada seneyi hep oruçlu olarak geçiriyormuş.

Orucunu neyle tutuyormuş, neyle açıyormuş? Bezden bir dağarcığı varmış, içerisinde arpa unu varmış. Akşam iftar edeceği zaman topraktan yapılmış ufak bir çanağı varmış, ona zemzemi koyuyormuş. O dağarcığındaki kırılmış arpa ununu üç parmağı ile dördüncü parmağını katmıyor bir defa, iki defa da değil, ne kadar alıyorsa çanaktaki zemzeme bırakıyormuş. Arpa bulaması yapıyor, karıştırıp içiyormuş. İftarı da sahuru da buymuş. Bu şekilde yıllar boyu oruç tutuyormuş.

Şeyh Efendisi’nin emrini tutmuş, görüşmüş, elini öpmüş.

  • Size Şeyh Efendim’in selamı
  • Kimdir Efendin?
  • Buhara’dan Şah-ı Nakşibendî Efendimiz’in halifelerinden Havace Alaeddin

Nakşibendî halifesi deyince:

  • Siz azizlerdensiniz,

Bizim tarikatımızın bir ismi de Azizan yoludur. Bizim tarikatımızın bir ismi de Sıddıkî yoludur. Bizim tarikatımızın bir ismi de Havace yoludur. Bizim tarikatımızın bir ismi de Nakşi’dir, bir ismi de Tayfurî’dir. 

Bu isimler Sıddık-i Ekber Efendimiz’den başlıyor, Sıddıkî deniliyor. Ondan sonra Bayezid-i Bistami Hazretleri’ne gelince Tayfurî ismi koyuluyor.

Ondan sonra Abdulhalik Gücdüvani Hazretleri’ne gelince Havace ismi geçiyor. Havace ismi Hızır aleyhisselamdan geliyor. Abdulhalik Gücdüvani Hazretleri’ni Hızır aleyhisselam yetiştirmiştir. Hacegan tarikatı deniliyor.

İşte, hatme-i havace ismi de buradan geliyor. Abdulhalik Gücdüvani Hazretleri emr-i ilahi ile Allah’ın izniyle Resulullah’ın emriyle bunu icat etmiştir.

Ondan sonra Azizan Hazretleri’ne gelince tarikatımıza Azizan ismi konulmuştur. İşte siz azizlerdensiniz, buyuruyor.

Nakşibendî Efendimiz Yakub-u Çerhî Hazretleri’yle ilk görüştüklerinde “ma azizan” “Biz azizlerdeniz.” demiştir.

  • Siz Peki, siz Şeyh Efendiniz’in huzuruna gittiğiniz zaman size ne ifade ederdi, ne emrederdi?
  • Efendim, biz şeyh efendimin huzuruna gittiğimiz zaman şeyh efendimiz daima şu tavsiyede, emirde bulunurdu: Bizim huzurumuza geldiğiniz zaman içinizdeki bütün dünya şuğullarını çıkarın atın. Allah’ı anaraktan
  • Siz ne derdiniz ona?
  • Biz de sükût Şeyh Efendi ne demiş?
  • Yahu, siz ne kadar dûn-i himmet insanlarsınız. Niye bu kadar himmetsiz kalmışsınız?
  • Efendim ne diyecektik?
  • Siz niye demiyorsunuz, biz Allah’ı bilmeyiz, biz Allah’ı fehmedemeyiz bilemeyiz, biz seni

Burada yanlış anlaşılmasın! Çünkü Allah’a bizim gıyabî imanımız var. Peygamber Efendimiz’e imanımız var.

Allah’ı, Peygamber’i unuturuz; Meşayihimizi unutmayız. Meşayihini unutmayanlar Allah’ı da unutmuyorlar.

Biz Allah’ı Meşayihimizle tanıyoruz, Meşayihimizle anıyoruz. Mademki bizim tarikatımız Nakşibendî tarikatıdır. Nakşibendî Efendimiz de Reis-i Evliya’dır. Niçin Reis-i Evliya seçilmiş?

Aşkına Hazreti Pîr-i Tagi’nin

Reis-i Evliya din çerağının

Hakikat bahrinin çar ırmağının

Burada hakikat bahri hakikat denizidir. Nakşibendî Efendimiz’de olan feyiz, muhabbet hakikat denizindenmiş.

İşte, şunu ifade edecektim. Müritin terakki etmesinde daima vudu’ abdestli olmak. Lokmada ihtiyat ki helal lokma kazanıp helal yemek ve de yediğinizi rabıta ile yeyin gafil yemeyin.

Bakın rabıta ile yediyseniz siz riyazet yapmış olursunuz. Bizim nefsimizi ıslah eden rabıtadır.

Evliyaullah’ın iki nuru vardır. Birisi zahir rabıta nurudur, birisi de velâyet nurudur. Rabıta, zahir cesedinde gördüğümüz maharet, marifet güzellik, özellik, ilim, âmel, yaşantı neleri gördüysek ve bunları taklit ediyorsak işte rabıta-yı hayal budur.

O zaman biz hep hayal ediyorsak; yerken Şeyh Efendim böyle yerdi veya Şeyh Efendim’in sofrasında yiyorum, dediğimizde ne oluyor? Sen gafil yemiyorsun, o yediğin yemekten nefsin gıda alamaz. Bizdeki riyazet budur. Lokmada ihtiyat helal lokma kazanın, helal yiyin, gafil yemeyin, rabıtayla yiyin.

Hıfz-ı nispet de sende olan muhabbeti söndürme, muhafaza et, demektir. Nasıl muhafaza ediyorsan et.

O zaman büyüklerimiz ne buyuruyorlar? Senin rabıtana olan, meşayihine olan bir sevgin muhabbetin varsa herhangi bir kitap okuduğun zaman meşayihine, şeyhine olan muhabbetin çoğalıyorsa o kitabı oku, muhabbetin azalıyorsa o kitabı okuma.

Kendi kendine herhangi bir âmel işleyeceksin, işlemiş olduğun âmelle meşayihine olan sevgin çoğalıyorsa o âmeli işle, azalıyorsa işleme.

Herhangi bir başka meşayihin sohbeti veya bir hocanın vaizini dinlerken de aynıdır. Çünkü tarikatların hepsi bir değildir. Bizim tarikatımızda hak olan rabıtayı başka tarikatlar hazmedemiyorlar. Diyorlar ki rabıta Allah mı? Bunlar anlayamıyorlar. Yani rabıtaya olan saygımızı, sevgimizi sanki biz ona ubûdiyet vermişiz gibi anlıyorlar. Hâlbuki hayır, öyle değildir. Biz rabıtaya, Evliyaullah’a haşa Allah demiyoruz. Ama onun cismi “tecell-i Tûr”udur. Allah’ın kemal sıfatları, Allah’ın varlığı onda tecelli etmiştir. Niye buyuruyor ki:

Arş-ı muazzam başıdır

Bunu hilaf mıdır söylenmiş? Görmüş de söylemiş.

Arş-ı muazzam başıdır hem “Gâbe kavseyn” kaşıdır

Gâbe gavseyn ev edna2” âyeti kerimesi Peygamber Efendimiz’in hakkında buyrulmuştur. İşte, gâbe gavseyn makamına Nakşibendî Efendimiz ulaşmıştır. Bu makama dört Evliyaullah ulaşmışlar, çıkmışlar. Üç tanesi o makamı idare edememişler, aşağıya inmişler. Nakşibendî Efendimiz o makamı idare edince Reis-i Evliya seçilmiştir.

Himmet-i evliya bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendi ser hünkâr iken

Seyyid Taha, Sıbgatullah var iken

Gâbe gavseyn”e dek seyranımız var”

Ama gürûh-ı evliyadan bir tek Nakşibendî Efendimiz o makama ulaşmıştır. Daha da olmaz ama yol açıktır, kapalı değil, gidebiliyorsan git. Ne kadar gidersen o kadar şanslısın, o kadar farklısın. Gâbe gavseyne ulaşamazsın ama yol açık ne kadar gidersen şanslısın, farklısın.

İşte, hıfz-ı nispet, muhabbeti muhafaza etmek gadabı, kini, hırsı yenmektir, bunlardan geçmektir.

Bir de bizim için terakkimize vesile nedir? Şükür, fikir, zikirdir. 

Şükür, nimetimizi arttıracaktır. Allah öyle buyurmuyor mu? “Kuluma vermiş olduğum nimetin kıymetini bilirse arttırırım.3” Kıymetini bilmek şükürledir. “Eğer kıymetini bilmezse elinden alırım.

Demek ki şükür bizim nimetimizi arttırıyor.

Bizim için büyük nimet nedir? Cenâbı Hakk, bize meşayihimizi tanıtmış. Nimetler çok ama en büyük nimet budur. En büyük nimete onunla ulaşacağız.

Rabıtamız sensin her bir nefeste

İşte, şükür maddi ve ma’nevî, zahirde bâtında nimetimizi artırır. Fikir bize ne yapar?

İstikametimiz doğru yolumuz vardır, kitap ve sünnet. Fikir bunlardan bizi kaydırmaz. Her sözümüzü kitaba, sünnete uygunsa konuşuruz; değilse konuşmayız. Bunu düşünmeden konuşursak kitaba, sünnete uymayabilir hilafında olabilir.

Bizim sözümüz, hareketimiz, tatbikatımız kitaba sünnete uygun olmazsa Allah’a giden yoldan istikametten ayırıyor.

Eğer sözümüz, yaşantımız, icraatımız kitaba sünnete uygun olursa niye istikametten kayalım. Tarik-i müstakimden niye kayalım.

Peygamberimiz buyurmuyor mu: “Ümmetimden Kitap’a ve sünnete sarılan fırka-i nâcidir.4” Fırka-i nâci cennet yolundan kaymayan o yolu bitirip de cennete dâhil olandır. Fırka-i nâr da cennet yolundan kayıp da cehenneme gitmektir.

İşte fikir bizi tarik-i müstakimden ayırmaz.

Zikir bize ne yapacak? Bizi Allah’a yaklaştıracak. Cenâb-ı Hakk: “Nahnü ekrabu5” “Kulum, ben sana şah damarından yakınım.” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: “Ey insan, sen Allah’tan çok uzaksın. Yetmiş bin perde uzaklığın var. Her perdenin kalınlığı, yerle gök arası kadardır. Allah’tan bu kadar uzaksın.6

Allah’tan bu kadar uzaklık nedir? Allah’tan gafil olan, Allah’ı unutan, ne kadar unutuyorsa o kadar uzaktır.

Allah’ı ne kadar anıyorsa o kadar yakındır. O zaman Allah’tan ayık olan kimdir? Allah’ı zikreden.

Demek ki zikir ne yapıyor? Bizi Allah’a yaklaştırıyor. Bak “Amenüzkürullahe zikren kesira7” “Çok zikredin.” buyuruyor. “Kıyamen ve kuûden ve âlâ cunûbihim 8” “Ayakta, otururken, yatarken zikredin.

Sünnet; sohbetimiz sonunda da:

Failatün failat bin günahı def eder bir salavat

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed.

Allah razı olsun, Allah muhabbetinizi arttırsın, Allah ahir akıbetinizi hayır getirsin. Allah, bu âmellerimizi Cenâb-ı Hakk tekrar tekrar işlemek, görüşmek nasip etsin. Bizim olup olmamız önemli değil bizim büyük amelimiz hatmedir. Hatmeye kıymet verin. İtimat edin, hatmeye her zaman toplandığınızda bu âmeli işlemiş gibi olursunuz. 


1   Mevlâna Arif Dikgerani, Reşahat, s. 71, BD Yayınları.
2   Necm, 53/9.
3   İbrahim, 14/7.
4   Ebu Davut, Sünne 1-4596, Tirmizi: İman 18-2640.
5   Kaf, 50/16.
6 Ramiz’ul Ehadis, Hadis no: 4156.
7 Ahzab, 33/41.
8 Al-i İmran, 3/191.