Gülden Bülbüllere 3-10

Kelâm-ı Kibârda buyuruluyor ki:

       Sofular cennette kaldı, âşıklar didâra erdi

Sofu: Çok amel işleyen. Onlar diyor cennette kaldılar.

Cenneti geçmeyen Allah'ın cemâline ulaşamıyor.

Didâr demek: Allah'ın cemâli, hak'tır. Allah kuluna cemâlini gösterecek. Kuldaki kıymet budur. Hiçbir varlık Allah'ın cemâlini göremiyor. Ama insan görüyor. Ama kim görür? Şeriat, tarikat, hakikat, marifete ulaşan. Ama evvel şeriat. Maddî kârımızı zararımızı bildiğimiz gibi. Manevî kârımızı zararımızı da bileceğiz.

Cenabı Hak: “Dünyaya da, ahirete de çalışın.” buyuruyor. Peki biz inandıksa niye tek taraflı oluyoruz? O zaman kulluğumuzu bilemiyoruz.

       Âşık imdi varlığın ver yokluğa        

       Yokluk içinde sana varlık doğa

Ne demektir bu söz? Kelâm-ı Kibârdır. Ayet-i Kerîme'nin mealidir.

“Külli şeyün halîkün illâ veche.”

Âşık, âşık olduğu için her şeyini verir yokluğa. İsimler, cisimler onun gönlünden silinince her şey yok olur. Her şey yok olunca kendi varlığı, kendi ismi, kendi cismi, kendi sa’yı da silinince o zaman hakikî varlık çıkar meydana.

Hakiki varlık ise Allah'tır. İşte âşık olmayan bu nimete ulaşamaz. Cenneti kazananlar: abidler, zahidler, sofular.

Hace-i Ahrar Hazretleri oğluna demiş ki:

—Âbid olma, hafız olma, hoca olma, zahid olma, sofu olma, Müslüman ol oğlum. Müslüman ol, demiş.

Cenabı Hakta zaten “Ben mü’min kulumun kalbine sığarım” buyuruyor. Amamü’min kullar müsavi değiller. Bir avam varlığından kurtulmamıştır. Varlığından kurtulmak için aşka düşecek. Bir cisim ateşe düşmezse yanmaz.

Aşk bir ateştir. Ateş nasıl yaktığı cisimleri yok ederse, Allah aşkı da kalpteki cisimleri yok eder.

       Ehl-i dert bu yolda sararıp solub

       Anladılar pîrsiz olmaz bir kulûb

       Harfi savtı olmayan mekteb bulub

       Biz hâfîd-i Pîr-i Tagî olmuşuz

       Pîr-i Sâmî’nin çırağı olmuşuz

Demek ki aşka duçar olanlar çok sararmışlar, solmuşlar, gezmişler, dolaşmışlar. Aradıklarını nerede bulmuşlar? Bir Evliyaullah’ın kalbinde bulmuşlar.

Biz Evliyaullah’ın cesedine girecek değiliz. Ya nasıl olacak? Onu sevecek, sevecek, seveceğiz. Onu kalbimizde yaşata yaşata, onun sıfatı bize geçecek. Bizim sıfatımız o olacak. Onun sıfatı biz olacağız. Aşk-ı hakikate duçar olan daha aşk-ı mecazla uğraşmaz.

       Mecnun gibi dağdan dağa

       Gezmek ne lazım âşığa

       Gönlümde buldum yârimi

       Kesrette yâri neylerim

Ama burada aşk ikidir: Aşk-ı mecaz, aşk-ı hakikat.

Aşk-ı mecaz da ikidir: Bir var ki şehvetinden dolayı bir güzel görür. Onu bırakır ona gider. Onu bırakır ona gider. Bu değil. Erkek olsun hanım olsun, bu değil. Ama bir kimseyi sevmişse, daha ondan çok güzellerini getirirler de bakmazsa, o aşk-ı mecaz onu aşk-ı hakikate çevirecek. Mecnun öyle işte.

Leylâ çok güzel değilmiş. Ama onu çok sevmiş. Hakikat aşkına ulaşmış.

İnsan bir isim ve cisim sahibi. İnsan yok olunca ismi de yok oluyor. Cismi de yok oluyor. Ölünce ismi de anılmıyor, cismi de anılmıyor. Bu isimler, cisimler diriler için. Esmâ nuru isimlerden görünür. Sıfat nuru cisimlerden görünür. Esmâ nuru Allah'ın 1001 (bin bir) isminin nuru. Sıfat nuru Allah'ın sekiz sıfatının nuru. Sıfatlardan görünür. Ama Allah'ın zatı bir. Zatının da nuru Lafzâ-i Celâl'dir. O da “Allah” kelimesidir.