Gülden Bülbüllere 4-2

Cenabı Hak: “İnsanlar ulvi, insanlar süfli.” buyurmuş.

Ulvinin manası gökleri aşar, melekleri geçersiniz. Zaten ruhumuz meleklerden yüksek yerden geldi. Niçin Cenabı Hak melekleri noksan sıfattan berî halk etmiştir? Onlarda noksan sıfat yok. Neden noksan sıfattan yoksun halk etmiş?

Melekler hakkında bir ayet var mı? Cenabı Hakk’ın "Biz melekleri halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik." diye bir emri var mı? Böyle bir emir yok.

Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim'de bütün her şeyini kuvvetlerini, kudretlerini, sırlarını, hikmetlerini bize bildirmiş. Niye her şeyi habibinin vasıtası ile bize bildirmiştir?

Cenabı Hakk’ın Kur’an’da melekler hakkında böyle bir emri var mı? Ama yanlış anlaşılmasın, tabiî meleklerin noksan sıfatları yok.

Noksan sıfat hangisi? Biz de zannediyoruz ki noksan sıfat şu: İnsan günah işliyor, haram yiyor, hırsızlık yapıyor, yalan söylüyor, her bir şeyi işliyor. Hayır, bu değil.

Aslında bizde noksan sıfat yememiz, içmemiz, uykumuz, yorulmamız hasta olmamız, ihtiyar olmamız… Bunlardır bizdeki noksan sıfatlar, meleklerde bunlar yoktur.

Cenabı Hak ne buyuruyor?

“Biz Âdem’i halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik”

Onun için insanların ruhu meleklerden üstün yerden gelmiş.

Cenabı Hak melekleri sıfat nurundan halk etmiştir.

Bizim ruhumuzu kendi zatının nurundan halk etmiş, onun için yüksek bir yerden gelmiştir.

Zahirde Cebrail, Peygamber Efendimizle Allah arasında bir elçi. Allah’tan vahiy getiriyordu. Fakat Miraç'ta Cebrail nerede kaldı? Peygamber Efendimiz nereye gitti?

Cebrail bir makamda kaldı, Peygamber Efendimiz gitti, gitti, gitti...

Cebrail ne dedi? “Ya Resulullah benim yerim burası, benden buraya kadar. Ben buradan daha ileriye gidemem, bir adım daha gitmeme emir yok, bir adım daha atarsam yok olurum.”

Peygamber Efendimiz gitti.

Allah’tan gelen ruh, Allah’a neyle gider?

Bir meşayihle, vasıtayla gider. Bu kelam işte onu ifade ediyor,

Düşürdün hicran narına

Bend ettin zülfün darına

Niye bu yüksek âlemden düşürdün?

Niye bir daha yüksek âleme çıkmak için arada bir vasıta halk ettin?

Bilmedi noksanını.

Görün beni aşk neyledi

Ahiri derviş eyledi

Derviş, her şeyini yok etti. Her şeyden kurtardı. Bir kelam daha var.

Çok çektim ise iftirâk       

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk    

Bak burada zikri, fikri, ameli, ibadeti değil.

Sofular cennette kaldı âşıklar didara erdi.

Sofu ne?

Sofunun üç anlamı vardır. Bir anlamı: Sofu çok ibadet yapar. Bir anlamı da var ki safiye makamında, sâfileşmiş.

Sofu sâfileşemez, âşık sâfileşir. Ne için sofu sâfileşemez?

Sofunun ameli var, âşığın ameli yok.

Âşığın ameli yok deyince, amelini atmış, ameline sahip olmuyor.

Ama sofu ameli ile süslenmiş, ameli ile bürünmüş, ameli olmuş ona perde, ameli olmuş ona nikap. Ama aşığın ameli olmuyor ki perdesi olsun.

Âşık ne?

Allah aşkı ile pişen,

Allah aşkı ile yanan,

Allah aşkı ile olgunlaşan.

Hani çiğ bir şey ateşe düşmezse, pişmezse o nimet olabiliyor mu, yenilebiliyor mu?

Niçin Mevlana buyurmuş ki:

Hamdım, yandım, piştim

Ne zaman buyurmuş? Niye bu kelamı buyurmuş?

Şems’ten evvel niye bu kelamı buyurmamış? Şemsi tanıdıktan sonra buyurmuş.

İlmi ile kemali ile bir yönde bir hamlık varmış. Ancak Şems’i tanımış, Şems vasıtası ile onda bir Allah aşkı tecelli etmiş. Bu Allah aşkı onu yakmış, pişirmiş, hamlıktan kurtarmış.   

Çok çektim ise iftirâk     

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk 

Görün beni aşk neyledi

Ahiri derviş eyledi

Burak’tan mana nedir?

Çünkü Peygamber Efendimiz Burak’la  Miraç yaptı. Ama o Peygamber Efendimize aittir. Peygamber Efendimiz cismi Miraç yaptığı için Burak’la yükseldi.

Miraç haktır. Buna inanmazsa insan, Müslüman olamaz. Hatta Cenabı Hak Mescid-i Aksa'ya kadar gittiğini ayetle bildiriyor.

Mescid-i Aksa'dan göklere yükseldi. Cebrail Burak’la aldı götürdü ama bir makama kadar götürdü. Cebrail kaldı, Peygamber Efendimizi o makamda bıraktı. Yedinci kat göğe kadar çıktı. Arşı alâda  görülen bütün hikmetleri Cebrail yine ona delillik etti. Ama Cebrail orada kaldı ve o varlıklar aşağıda kaldı. Peygamber Efendimiz devam etti.

Onun için Cenabı Hak “Gâbe gavseyni ev edna” buyuruyor. “Habibim sen bana o kadar yaklaştın ki iki kaşın yaklaştığı kadar, hatta ondan da yakın.”

Âşıklar Allah’ı seven. Maşuk sevilen, âşık sevendir.

Âşıkların miracı neymiş?

Allah aşkı, Allah sevgisi, Resulullah sevgisi, Meşayih sevgisi.

Çünkü Allah ancak Resulullahla seviliyor, Resulullah da Evliyaullahla seviliyor.

Bu da Allah’ın emri. Cenabı Hak “Habibim seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevemez.” buyuruyor.

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl

Muhabbet, Allah sevgisi. Allah sevgisinden Peygamber Efendimiz var oldu, meydana geldi.

Peygamberi tanımayan, bilmeyen, sevmeyende Allah sevgisi  olamaz, onda muhabbet hasıl olmaz.

Cenabı Hak “Habibim seni seven beni sever, seni sevmeyen beni sevemez.” buyuruyor.

Hatta;

“Seni bilen beni bilir, seni bilmeyen beni bilemez,

Seni bulan beni bulur, seni bulamayan beni bulamaz,

Seni gören beni görür, seni göremeyen beni göremez

Kulum beni sev, sevdiklerimi sev, kullarıma sevdir.”

Bu kul kim?

Evliyaullahtır.

Onun için demek ki,

Allah aşkıdır insanlara Miraç yaptıran.

Allah aşkıdır insanları noksan sıfatlarından kurtaran.

Allah aşkıdır bütün insanları sâfileştiren, olgunlaştıran, pişiren.

Allah aşkıdır bütün ahlakı hamideleri gösteren, ahlakı zemimeleri yok eden, bitiren.

Hele Allah aşkıdır insanların anasırı  zıddiyetini değiştiren.

İnsanlar zikirle, fikirle, ibadetlerle kendilerini hayvani sıfattan beşeri sıfata geçiriyor, kendilerini hayvani sıfatlardan kurtarıyorlar.

Fakat beşeri sıfattan meleki sıfata zikir, fikir, ibadetle geçilmiyor.

Zikr ü fikr ile ibâdetle varılmaz bu yola

Hizmetinde dâim ol şeyhin rızâsını dile

Hubb-ı lillah  âşık ol gönlüne girmeklik ile   

Sen seni mahv eylemektir "lâ"yı "illâ"dan garaz

Hubb-ı lillah geçiyor, demek ki meşayihi olmayan bir kimse, hiç bir amelini Hubb-ı lillah, Allah (sevgisi) için işleyemez. Muhakkak ki o ameline onun nefsi parmak atar, el atar.

Ama meşayihi olan bir kimsenin asla ve asla nefsi el atamaz. O amelini Allah için işler.

Onun için kelamlar bunu ifade ediyor. Ama anlamayanlara bu kelamlar ne kadar muhalif geliyor. Hangi kelam?

“Hasenetü'l-ebrar, seyyietü'l-mukarrebîn”

Hasene ne?  Sevap.

Ebrar ne? Sevap işleyen.

Seyyie ne? Günah.

Mukarrebîn ne? İşlediği ibadetleri günah sayan zevat.

Mukarrebîn de bir kul, Ebrar da bir kul. Ebrar ibadet ediyor, sevap kazanayım diye işliyor.

Mukarrebîn o ibadetten günahtır diye kaçıyor. Bakın şimdi ne kadar ters, ne kadar yanlış anlaşılıyor. Halbuki bu böyle değil efendim.

Ebrar ameli işliyor, ameli alıp sarılıyor, kabulleniyor.

Mukarrebîn bu ameli işliyor, ama niye bu ameli kabullenmiyor?

Ebrar, bu ameli ben yaptım, kulluğumu yaptım, sevabını kazandım, cenneti kazandım, diyor.

Fakat mukarrebîn öyle değil, ben kulluğumu yapamadım. Allah’ın azabından, gadabından, elinden kurtaramadım. Yapıyor da yapamadım, diyor. Kendinde öyle bir nedamet, bir düşkünlük var. Kendisini aşağı, kusurlu, günahkar görmek var, yapamadım diyor.

Allah’a makbul olan amel de budur. Çünkü Peygamber Efendimiz Miraç yaptığı zaman Cenabı Hak sordu:

 “Ya habibim bana ne hediye getirdin?”

“Ya Rabbi sen ihtaç, muhtaç değilsin, sen ganisin, senin hazinelerin dolu. İhtaç benim, muhtaç benim, ben fakirliğimle sana geldim.”

Cenabı Hak “Sen bana çok kıymetli ve makbul olan bir hediye getirdin.” diyor.

“Hasenetü’l-ebrar, seyyietü'l-mukarrebîn” buyuruyorlar.

Ebrarların sevap diye işlediklerinden mukarrebînler kaçarlar.

Ebrarlar namaz kıldı, mukarrebînler kılmadı mı? Ebrar oruç tuttu, ibadet yaptı, hasenat yaptı, mukarrebînler bunları yapmadı mı?

Ebrarlar hasenatı yaptım, kazandım diyor. Mukkarebîn yapamadım diyor ve kendisinde bir nedamet ve bir ah u enin var. 

Allah’ın  indinde de bunu ancak aşk yaptırıyor. Bu insanları amel varlığından geçiren, kurtaran aşktır. Aşk olmazsa amel varlığından insan kendisini kurtaramaz.

İradesi var, bu ameli yapıyor.

Niye yapıyor bu ameli?

Bir maksat bir gaye için yapıyor. Cenabı Hakk’ın emri, bu haktır. Fakat mukarrebîn bunu yaptığı halde hakkıyla yapamadım, diyor. Tarikatın kârı kemali mahviyettir, yokluktur.

….

Çok çektim ise iftirâk    

Kalmadı gönlümde merâk

Aşkım bana oldu burâk 

Aşkım Burak’ım oldu. Ayrılıktan kurtuldum, meraktan da kurtuldum diyor.

Görün beni aşk neyledi

Ahiri derviş eyledi

Yalnız insanlarda zikir, fikir, ibadet, amel olacak. Aşkın da bir makamı vardır.

Fakat aşkın makamı neredir?

Aşkın makamında nihayet yoktur. Aşk sevgidir.

Sevgi de nereden kopmuş gelmiş?

Allah’tan kopmuş gelmiştir.

Buraya neyle gider insan?

Yine sevgiyle gider.

Tarikatlar nefis yoluyla başlıyor, kalp yoluyla başlıyor. Bir ibadetle bir de aşk ile terakki ediliyor. Nitekim ibadet yolunun ahirinde de aşka geliyor. Aşka düşen bir tarikat ehli ibadete neden dönmüyor, niye dönsün? İbadet işliyor yapıyor da  ibadete kıymet vermiyor.

“Sair tarikatların nihayet kârını biz bidayete getirdik.” buyruluyor.

Sair tarikatlarda riyazet, uzlet, seyahat bütün bunların amelleri, ibadetleri, hizmetleri aşka düşmek, aşka duçar olmak içindir. Ama bizim tarikatımızda aşkı baştan veriyorlar, ulaştırıyorlar.

Aşkın makamı Cenabı Hak'tır, Allah’tır.

Allah, sevgisini kuluna gösteriyor insanlara bunu veriyor, ama her maksada bir kapı tayin ediyor.

İnsanların rızkını da Allah halk ediyor. Rızıkları dağıtması görevi ile Kasım-ul Erzak isimli bir melek de halk etmiş.

İnsanların ruhunu da Allah alıyor, ama Azrail isimli bir melek ile alıyor.

Âşıkların ruhunu Azrail alamıyor. Âşıkların karşısına gidiyor, ruhunu alamıyor.

—Ben âşıktım benim ismimi Lafza-yı Celalle yaz bana göster ki alasın, dermiş.

Bir hastada müşahede ettim, gözümle gördüm. Bir hasta öleceği zaman, can vereceği zaman, gözleri bir noktadayken,  duvarda Lafza-yı Celal elektrik yanar gibi yandı. Aşkı çok olan birisiydi. Gözünün yaşı sel gibi akıp gidiyordu.

Kelamı kibarda öyle buyruluyor,

Ten ile âbım turâba nâr ile bâdım hevâ

Cânımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ           

Diyor ki bu vücut cesedimde olan toprak ile suyu hep verdim toprağa, ateş ile havayı çektim verdim gitti havaya.

Can kaldı. Canımı da verdim cananıma. Can da gitti, ten de gitti, bunlar gidince yok oldu. Azrail benim neyimi alacak? Ben yok oldum zaten. Azrail canlıların canını alır.

Kelamı kibar böyle, ama ayet-i kerimeyle tasdik ediyor. İnsanlar öldüğü zaman ateşi de çıkıyor havaya gidiyor. Bir de havası var, teneffüsü o da çıkıp cesetten gidiyor. Cesette su ile toprak da toprağa veriliyor. “Küllü şeyin yerciü ile aslihi.” emri fermanı tecelli ediyor “Her şey aslına rücu ediyor.” Bu dört madde aslına rücu ediyor.

Bu can da nereden geldi?

Allah’tan geldi, Allah’a gidiyor.

Geriye ne kaldı? Öldü, toprak oldu gitti.

Ama ölüm ikidir. Cenabı Hak “Mûtû kable entemûtû.”  buyuruyor. “Ölmeden önce ölün.” diyor. İnsan ölmeden evvel ölüyorsa, diri oluyor, varlığından kurtuluyor. Bu adamın yine cesedi var. Onun ağaç, taş gibi bir cesedi var. Onun hareketi var ama onu sanki bir ağacı, bir taşı almış hareket ettirir gibi hareket ettiriyorsun.

Ten ile âbım turâba nâr ile bâdım hevâ       

Cânımı cânâna verdim aradan çıktı sivâ      

Nokta-i sırrım semâ "Rahmân ale'l-arşistivâ"          

Kabz için bir ihtiyâcım kalmadı Azrâil'e     

Nokta-i sırrım sema: Sana vermiş olduğum ruh.

Bu ruh nereden geldi? Allah’tan.

“Mûtû kable entemûtû” sırrıyla o da gitti.

Kabz için Azrail’e ihtiyacım kalmadı, diyor.