ÖNSOZ

 

"Medh-i nakis nakkasa râcidir." denilmistir. Bu ifade, esere değil, o eseri meydana getirene teveccuh edilmesini, asil eser sahibi olanin kutlanmasini isaret etmektedir. Cok guzel yapilmis bir resmi değil, o resmi yapani methetmek gerektiğini, sadece resmi methetmenin İse, aslinda o resmi yapan ressami, nakkasi ovmek demek olacağini anlatan bu ifadeden hareket edersek, bilinip nakledilen kadariyla, Salih Baba Hazretlerini anlatip tanitabilmek icin - Onu bir nakisa benzetirsek ufleyenin, nasil uflendiyse oyle ses veren kavala benzetirsek - yani, Salih Babaya sekil, renk, ahenk ve mâna veren o benzersiz usta sanatkârlari anlatmakla bu onsoze baslamak istiyoruz.

 

Bu sebeple, gerek Salih Baba Hazretlerini anlatmanin, gerekse himmet ve zuhurat eseri bulunan divaninin mahiyet ve mânâsini izah edebilmenin, ancak bu mânâyi nakseden mânâ erlerinin -serpinti halinde ve fotoğraf tesbiti seklindeki goruntulerini- nakiller destesi İcindeki hatira, emir ve tavsiyeleri hâlinde kaydetmemiz gerekmektedir.

 


 

Alemlere rahmet olarak gonderilen Ha tem-ul Enbiyâ Efendimizin mağara ve hicret arkadasi, gokde Atik ve yerde Siddik olan musavir ve halifesi EbubekirSiddik Efendimizden sonra TARİKİ SİDDİKİ, Bayezidi Bestâmî Hazretlerinden sonra TARİH TAYFURİYE, Sey-hul Mesayih Abdulhâlik Gucdevanİ Hazretlerinden sonra TARİKİ HİÂCEGAN, feyizli ve nurlu tarikatin imami bulunan Sahi Naksibend Efendimizden bu yana da TARİKİ NAKSİBENDİ isimleri ile anilmis olan sâni yuksek ve hukmu kiyamete kadar bakî Naksi tarikati; zaman icabi muhtelif kollara ayrilmis ve maneviyatin bu askerî sisteminin gerektirdiği sekilde, bu kollar muhtelif islâmi bolgelerde kumelenmistir.

 

Ahrariye, Muceddidiye, Naciye, Mazhariye, Muradiye, Kasaniye ve Hâlidiye gibi kollar icinde en genis ve yaygin olan kolun kurucusu Naksilik bunyesinde Kadiriliği de -yemek icindeki tad ve lezzet gibi- dere eden, son zamanin muceddidi, Mursidi Sekaleyn Mevlânâ Ziyaeddin Hâlidi Bağdadî Hazretleri'dir. Fasa Hazretlerinin ifadesiyle "Yevmiye gun icin bir halifesi bulunan" yani ucyuzaltmisbes halife yetistiren bu yuksek mursidin kurduğu Halidî kolunun, boylece, ucyuzaltmisbes subesi olduğu asikârdir, Zahirin tedbir ve genisleyen teskilatlanmasina es tedbir ve teskilati hemen kuran maneviyât idaresi de, boylece, askerî sistemini genisletip kendi sevki idaresi icerisinde kendi ihtisaslasmis sinif ve subelerini teskil etmektedir.

 

1775 milâdide Bağdat yakinindaki Sehri Zur'un Karadağ kasabasinda Hz. Osman soyundan doğmus, zahir ilimlerinin tamamini en mukemmel sekilde ikmal edip once Kâdiri'den hilâfet almis ve Abdullahi Dehlevi hazretlerinin yuksek tasarruf ve cekisi ile yap olarak Hindistan'a giderek bir yillik bir hizmetten sonra en yuksek manevî makamlara erdiği mujdesi ile Naksi, Kadiri, Suhreverdi, Kubrevi ve Cesti tariklerinden hilâfet alip once, Bağdat'a sonra da Sam'a yerlesmis ve:

 

- Git her istediğini sana verdim, denilerek ve zahire de hukmu gecen bir bâtin sultani olarak Naksiliğe yeni bir sekil verip yeni ve hususi bir ruh ilâve etmistir.

 

Bizim ibadet ve evradimizda yaptiği tecdid (muceddid olarak yapilanlar) ile buyukluğu anlasilan ve hukmu yuruyen bu ulu pir, 1826 milâdîde Sam'da taundan vefat edip Salihiye mahallesindeki sehre hâkim tepenin uzerindeki zeytin, incir ve cicek ve meyvesi hic eksilmeyen narağaclari altindan gecilen nurlu turbeye defnedilmistir.

 

Tam isim ve serecesi soyledir: Eb-ul Baha Esseyh Ziyaeddin Mevlânâ Hâlid bin Ahmed bin Huseyin-ul Osmânî-yus-Safii-yus Sehri Zurî.. Alti Parmak denilen Pir Mikâil torunlarin-dandir.

 

Ahlâki hamide ve kerim-un nefs sahibi bu mursidin menakibi, Seyh Muhammed bin Suleyman-ul Bağdadî hazretlerinin "Hadikat-un nediyye vel bahcetul Hâlidiyye" isimli eseri ile yeni harflerle "Mecdi Tâlid Tercumesi" olarak yayinlanan Seyyid İbrahim Fasih Hazretlerinin "El Mecdud-Tâlid fi menakibi Seyh Hâlid" isimli eserlerde teferruati ile kaydedilmis ve halifelerinin bir kismi da zikredilmistir.

 

Zahir ve bâtin ilimlerindeki ekmeliyeti tasdik edilen bu zulcenaheyn buyuğun, Makâmât-i Hariri Serhi, Serhi Hadis, Farisi dilindeki Akaid-ul İslâm, Akaid-i Nesefiye Ta-likâti, İrade-i Cuz'iye Risalesi, Rabita Risalesi ve ekserisi Farsca olan Asikâne Divâni, bilinen baslica eserleridir.

 

Cenabi Hak derece ve kadrini yuceltip himmetini bizlere ulastirsin.


*Hâlidi Bağdadî Hazretlerinin ilim ve tahsil arkadasi olan ve Seyyid Tâhâ-yi Hak-kâri Hazretleriyle de amca-yeğen bulunan Seyyid Abdullah Hazretleri, Abdulkâdiri Geylânî Hazretlerinin torunlarindandir. Hâlidi Bağdadî Hazretlerinin Abdullah Dehlevi Hazretlerine hizmet icin yola cikisinda da ona arkadas olmus ve Delhiye birlikte ve yine arkadas olarak gitmeye kararli olarak seyahata baslamislar. İran Azerbaycanina gelirken, bazi muskulâtla karsilasmislar. Aralarinda soyle bir karara varmislar: İki kisi olarak Delhi'ye gitmelerine maddî engeller var. İclerinden birisi giderse, ikisinin de tedarikini alip gidecek... Kim de oraya giderse, oradan aldiği feyiz ve manevi tecellilere oburu de ortak olup o da bu mirastan hisse alacak... Kur'aya karar vermislerken, Seyyid Abdullah Hazretleri, kendi yasinin ilerlemis olduğunu, genc ve sihhatli bulunan Hâlidi Bağdâdi'nin gitmesinin daha munasip olacağini dusunerek arkadasinin alacaği nisbetteki hissesinin bakî ve mahfuz olmasi sartini hatirlatarak gitmekten feragat ettiğini ifade etmis. Boylece Delhi'ye gidip kisa bir muddet sonra butun nisbetleri toplayarak Bağdat'a donen Hâlidi Bağdadi Hazretleri de, makamina kaim olup yuce mucedditlik mertebesine ulasinca, ilim, yol ve kavil arkadasiyla olan ahitlerine tamamiyle uyup Seyyid Abdullah Hazretlerini de -bizim arastirmalarimiza rağmen kunhune vâkif olamadiğimiz bir sekilde- devlet ve saltanatina ortak etmis. Silsile-i serifte "Menbail hilmi ve nûrizzilâmi elhadi beynel esairi vel akvam hazreti siraciddin min halefi seyyid enam" ifadeleri ile anilan Mevlânâ Esseyyid Abdullah Hazretleri, asil mânâsinda bir tarikat piri ve mursidi olmadiği, halife ve bağlisi bulunmadiği halde, en yuksek makam ve mertebelerin nimet ortaği olmus. Silsiledeki yeri boylece bir akit ve taahhut ortaği, bir nisbet aksi, lahikasi seklinde emsali bulunmayan bir manevî emanet olarak, nisbeti devam ettirici değil de bir ozel naiblik hâli seklindedir... Mubarek kabirleri, yeğeni ve nisbetin varisi olarak Hâlidi BağdadîHazretleri'nin hususi muhabbetini tasiyici halifesi bulunan Seyyid Tâhâ Hazretleri'nin kabri ile yanyana Semdinli'nin Nehri Seyyid Taha'nin Nehri'deki kabri serifi koyundedir.

 

Seyyid Abdullah Hazretleri, biraderzadesi, yani yeğeni olan ve yuksek ilim ve ustun ahlâki ile etrafina isik sacan Seyyid Tâhâ Hazretlerinden Hâlidi Bağdadî Hazretlerine bahsedince, yanina getirmesini istiyor. Gorusup bulusmalarindan sonra da bir daha ayrilmayacak olan bağliliklari kurulup hilâfete nail olmasi ve ozel bir sube ile ve ayri bir nisbetin varisi hâlinde Semdinli'de irsada basliyor. Oyle ki İran Sahinin iltifat ve bağislarini "Osmanli mulkunun sakini olmam, sizin bağisladiğiniz kasabalari almamami gerektirir" diyerek reddediyor. Bu hadiselerin duyulmasindan sonra İstanbul'a cağrilarak İran Sahinin gonderdiği diğer hediyeleri devrin pâdisâhi Abdulmecid'e takdim edip iltifatina nail oluyor.

 

İlim, takva ve marifette ustun kemâllerin sahibi bulunan Seyyid Tâhâ Hazretlerinin, zamaninin irsad ve medar kutbu olduğu silsile-i serifte kayitlidir.

 

Sohbeti sukût ile olduğu, onun sukûtundan sohbet nimetlerinin kemâliyle hâsil olduğu nakledilmistir. Bir sey sorulunca cevap verir, bunun haricinde sohbeti sukût ile olurmus.

 

Birkac keciden baska varliği olmayan bir koylu Van'a gelislerinin birinde Seyyid Tâ-hâ'ya intisap etmis. Bir muddet sonra, bir kaza neticesinde kecilerden coğu telef olmus. Adamin karisi da "Bize bu tesbih uğur getirmedi, git de sahibine iade et" diye tesvik etmesi uzerine huzura gelerek:

 

- Seyda, gurban, bu tesbih bize uğurlu gelmedi, keciler telef oldu. Ben bu isten vazgececeğim, diyor. Tahâyi Hakkari Hazretleri:

 

- Sen bilirsin, diyor ve koylu gidiyor. Aradan yillar geciyor. İclerinde pekcok âlim de bulunan bir cemaate namaz kildirmakta iken birdenbire el ve kolunu sallayarak:

 

- Defol, diye bir harekette bulunuyor. Namazdan sonra, cemaatten mahrem bir murid:

Seyyid Sibğatullah Hazretlerinin kabri serifi

 

-Seyda, bu ne hâldir, namaz fasit olmadi mi? deyince:

 

- Eskiden, filân zamanda birisi Van'da bizden ders almisti ya, kecileri telefolunca da tesbihini iade etmisti. İste o zât haleti nezide, tam ruh teslim edeceği zaman seytan imanina musallat olmus, onu îmandan mahrum olarak dâr-i bekaya gonderiyordu. O hareketle mel'unu defedip onun ikrar ile gitmesine sebep oldum. Hareketim ihtiyarsiz olduğundan, namazimiz fasit olmamistir, buyurmustur.

 

- Seyda, bu zât nisbetini muhafaza etmemis, ikrarini iade etmemis midir? denilince de

 

- Evet, bize bağliliği yoktu ama, birkac gun olsun hizmette bulundu... Tesehhud miktari da olsa bizimle sohbet edip bir muddet de hizmeti oldu.. Cenabi Hak lutfedip onun tehlikede olduğunu bize gosterdi... Yolumuza lâyik olan budur ki biz de onu seytanin serrinden kurtaralim.

 

Bir an sohbette bulunup birkac gun hizmet edene boyle imanla gitmeyi bahsedenlerin, gucu yettiği nisbette hizmetini son nefesine kadar devam ettirenlere nasil bir lu-tufta bulunacaklarini kiyas etmemiz icabediyor.

 

Boyle bir buyuğu butun kemâlleri ile anlatmak imkânsiz. Esasen buyuklerin nisbetlerini devam ettirenleri anlatmak da, o buyuğu methetmek demek olduğunu bas tarafta soylemistik. Bu sebeple, zamanimiza biraz daha yakin yerde yasamis olan Seyyid Sibgatullah Hazretlerinden de birkac cumle ile bahsetmeliyiz:

 

Seyyid Tâhâ'nin sayisi cok olan halifeleri arasinda "Kardesim Salih kâmildir, o herkesin basidir" diye hatme ve teveccuhu yapmasini emrettiği biraderi Salih Hazretlerinden sonraki ekmel vekili ve Gavsi Âzam olarak sohreti hâlâ devam edeni Seyyid Sibgatullahi Arvâsî Hazretleri'dir. Seyyid Tâhâ Hazretleri Van'a tesrif edince, Abdulhakim Hazretlerinin baba dedesi olan Seyyid Muhammed'in evinde misafir olurdu. Seyyid Muhammed'in biraderi Lutfi'nin oğlu olan Seyyid Sibgatullahi Arvâsî de iste bu misafirlikte Hizan'dan Van'a gelisinde intisap etmis ve cok kisa zamanda kemâle ulasmistir.

 

Hilâfetinden sonra, kendisinin yuzlerce talebesi ile birlikte ilkbahar ve sonbaharda bir hamal tutup Nehri'ye seyhini ziyarete giderdi. Bir ayaği aksak olduğundan, bir hamalin yardimi ile yolculuk yapabiliyordu.

 

Ziyarete gittiği bir seferde, amcasi Molla Abdulhamid'in oğlu Seyyid Fehim Hazretlerini de beraber goturmus, Seyyid Tâhâ'ya intisab eden Fehim Hazretleri de Seyyid Salih'in vefatindan sonra hilâfetle sereflenerek ayri bir subenin kolbasisi olmustur.

 

Sibgatullahi Arvâsî Hazretlerinin ilim ve kemâl sahibi iken intisabeden uc halifesinden ilki, Molla Hâlidi Olakî, ikincisi Molla Hâlid'in ilimdeki talebesi Abdurrahmani Meczub, ucuncusu de nisbetin devamli yurutucusu ve son zamanin muceddidi buyuk tasavvuf âlimi AbdurrahmânîTâgî Hazretleridir.

 

Hizan'in Gayda koyune bir mesayihin geldiği sayi olunca, o civarda genis ve derin ilmî vukuf ve otoritesi ile taninmis âlimlerin basi olan Molla Hâlidi Olakî, etrafinda ilim adamlari ile Bey ve Ağalan toplayarak Gavs Hazretlerini imtihan etmek uzere o zaman Kolât'da bulunmakta olan Seyda'nin yanina gidiyor. İlimde rusuh kazanip deniz gibi olmus (mute-bahhir) âlimlerle vehbî ilim sahiplerinin cevap verebileceği oniki sual hazirlayip etrafindaki esraf ile huzura giriyorlar. İkram faslindan sonra Gavs Hazretleri orada mevcut olan bir bağlisina hitaben basliyor sohbet etmeye: Bir zaman âlimin biri, mesayihden birini imtihan kasdiyle oniki sual hazirlamis. Birinci sual soyleymis, cevabi da boyle imis, ikinci sual su, cevabi da bu imis diye Molla'nin soracaği sualleri daha o sormadan cevaplandirmaya baslamis. Molla Hâlid cevaplan cok beğenmis ama, kendi suallerinin de ayni olmasini -icinde tereddut hâsil olmasina rağmen- yine de tesaduftur diye ihtimale birakmis. Boyle boyle hazirladiği suallerin sirasi ile yedincisinin de cevabini pek mukemmel bir sekilde alan Molla Hâlid oraya dusup bayilmis... Ayikliktan sonra da Gavs'in ellerine sarilip velayet kemâli ile mursitlik kudretini tasdik ederek:

 

- Efendim, bu oniki suali hazirladiğimda, bunlarin cevabini ancak cok yuksek dereceli velilerin verebileceğini dusunmustum. Sualleri sormadan cevabini veren zâtin buyuk-

 

- Ben burada hizmet icin kalacağim, isteyen gitsin, demistir. Bir ay kadar Gavs'in yaninda kalan Molla Hâlid, cemaate namaz kildirmakla vazifelendirilmis... Bir aksam namazina dururken, "Gavsi Âzam olanlar, ilim ve hafizayi silermis, acaba Sibgatullah Hazretleri gercekten Gavsi Azam midir?" diye gonlunden gecirip tekbir alarak namaza baslamis, ilimde icazet veren ve fetvada Misir'dan bu yana olan yerlerdeki sorulari ustun ilim ve fira-seti ile halleden bir fetva emini olan Molla Hâlidi Olakî, cehren okumaya baslayacaği Fati-ha-yi Serifi bir turlu hatirlayip okuyamamis. Tekrarladikca hatirina bir harf bile gelmemis. Neticede elinden tutup Gavs Hazretlerini imamete gecirip disari cikarak Farsca uzun beyitlerini okuyup bu beyitlerle Seyda'nin Gavsiyyetini beyan etmis. Boylece, cok mesayih-lerin muritlerinin muhabbet ve murid edebi gereğince, himmeti ona gore olsun diye bili-tizam soyledikleri sekilde (Kutbuzzaman, Gavsi Azam) seklinde değil de tecrube ve ilmî

 

suzgecten gecirerek, tahkik ile Seyda'nin Gavsiyyetinî ilmel yakin anlamis bulunuyor. Gavsi Azam'in Molla Hâlidi Olakî'nin topladiği Minha isimli bir eseri mevcuttur.

 

Seyyid Sibgatullah Hazretlerinin doğum ve vefat tarihlerini tesbit edemedik. Mubarek kabirleri, Hizan'in Gayda koyu kenarinda, bir mese ağacinin altindadir. Fotoğrafta acikca gorulduğu gibi lâtin harfleriyle aynen Gavs Seyit Sibgatullah" kitabesi okunmakta mesayih ve âlimlere has olan sikke ve isaretlerle Kur'ân alfabesi ile baska herhangi bir ibare de kabir tasinda bulunmamaktadir.

 


 

Abdurrahmani Tagî Hazretleri, Hizan'in Tag Koyunden. Onceleri Seyyid İbrahim! Circâkî isimli Kâdirî seyhinin halifesi. O zaman Gavsi Azam'in sohretininin yayildiği bir devir. Gavs'a bağli bir dervis arasira Abdurrahmani Tagî ile gorusup konusuyor. Bir gun dervise Seyda-yi Tagî soruyor: "Senin gidip geldiğin zât nasil bir kimsedir, kesfi kerameti var midir?" İstihza ile soylenen bu sozlere karsi ummî olan dervis diyor ki: "Bu Kolât Cayini gecince benim seyhimin feyzi nasildir gorur ve bu alaydan vazgecersin." Bunun uzerine isi tevile kalkip, "Yok, ben kesfi, kerameti var midir diye sormustum. Bir daha gidersen ben de seninle geleyim" deyip kendi seyhi İbrahimi Circâkî'ye de vaziyeti anlatiyor. O zât da, "Bizim vazifemiz muslumanlara hizmettir, hizmet yolunu kapamak değil, git onlarin elini opup, hayir duasini al" buyuruyor. Dervisle birlikte yola cikip simdiye kadar hic karsilasmadiği bir tarikatin seyhini gormeye gidiyor. Kolât Cayini gecince icinde bazi hallerin hasil olduğunu farkederek dervisin kesif sahibi olduğunu anliyor. Bir aksam namazinda Gavsi cemaatle buluyor. Kendisi bu hâli "Bu cemaat ancak melekler icinde olabilir, bana oyle tesir etti ki Gavs'i gorur gormez hemen ona bağlandim" diye ifade etmistir. Oyle bağlaniyor ki artik onu gormeden duramiyor. Evine donunce ayrildiği icin ici yanar ve bu muhabbet kendisini alev alev sararmis. Gidip yaninda kalmayi da istirahatine mâni olur diye yapamaz, cok defa onun odasinda disari bakan kucuk pencere onunde elpence du-rur, sabaha kadar kipirdamadan bekler, kar uzerini kapatirmis. Sabahleyin kari acacak olan "karci" ya Seyh Hazretleri "Dikkatli olun, karsidaki kar yiğini değil Molla Abdurrahman (Tagî)dir" diye ikazda bulunurmus. Boylesine bir bağlilik ve muhabbet... Seyda bu muhabbetle mahbub olup makbul olmus ve neticede "Kutbul arifin" olmustur.

 

Bir gun Gavs Hazretleri, uc halifesi de mevcut iken: "Cenabi Hak su anda bizim butun isteklerimizi kabul buyurur. Sizlerin dilekleriniz nedir" Molla Hâlidi Olakî "Benim dileğim sudur: Omrum sonuna kadar ilim dersi vereyim ve olumum sehitlikle olsun", "senin dileğin oldu" buyuruyor Seyh Hazretleri..

 

Abdurrahmani Meczub da soyle dilekte bulunuyor: "Allah bu ask ve cezbeyi benden kesmesin", "Senin ki de oldu" buyuruyor... Abdurrahmani Tagiye sira gelince "Rabbimden dileğim, kiyamete kadar ailemden ve neslimden ilim adamlarinin eksik olmamasidir..." Gavsi Azam Hazretleri "Seninki de oldu" buyuruyor...

 

Ucu de yerine gelen bu dilekler soyle tahakkuk ediyor: Molla Hâlid 93 Rus harbinde, yaslanmis bir halde, bir dusman suvari birliğine yalin-kilic hucuma geciyor, bu savlet sonunda sehadet rutbesine ulasiyor. Butun aramalara rağmen mubarek cesedi bulunamiyor...

Abdurrahman Tagi Hazretlerinin kabri serifi



Seyda Hazretleri, hilâfetinden once, memleketinden uzak olan bir kurdun marabasi iken, evini ziyaret maksadiyla yola cikiyor, gece bir dağin basinda ates yakip istirahat ederken o civardaki bir coban "Buraya bir kervan konmus, kervancilara biraz sut satayim" diye bir kap sutle gelip Hazreti yapayalniz gorunce:

 

- Hocam, bu sutu satmaya getirmistim ama sen bir âlime, hocaya benziyorsun, hayrima icip bana dua et, diye sutu birakip ayriliyor.

 

Yine o esnada vadinin derinliklerinden yukaridaki atesi goren bir bağci da, kervan konaklamistir zanniyla bağindan bir sepet uzum toplayarak satmak uzere getirip bakiyor ki, tek basina bir zât namaz kiliyor. Vaziyeti kavrayarak:

 

- Hocam, kervan geldi zannederek su uzumu satmağa getirmistim, bakiyorum da sen iyi ve âlim bir zâta benziyorsun, hayrima afiyetle ye, bana da dua et, diye uzumu birakip gidiyor.

 

Bu zuhuratlar uzerine tefekkur eden Seyda Hazretleri:

 

- Allah rizki dilediğine, dilediği sekilde lutfeder, ben bir ağanin yaninda calismasam da o bana taksiminde ki hissemi verir, oyle ise ilim ve amele sâyedip Allah'a makbuliyete gayret edeyim, diyerek bir daha yaricilik isine donmuyor.

 

Bu hadise uzerinden seneler gecip yuksek mertebesini bulduktan sonra da unutmayip derûnunda değerlendirdiği bu hâtirasi dolayisiyla muridanin pek coğunun rizkini genisletip, tasi tutsalar altin hâline getirmeye himmet buyurarak bu lutuf seklini usul ve hadem hâlinde devam ettiriyor.

 

İste bu himmetin bereketi halifelerinin pek coğunda devam edip gelmekte ve muridani Allah'in GAM ismi serifinin sayesinde bulundurarak, gonullere ağirlik veren maiset endisesi ile bir tarafi kufre yakin olan fukaralik zilletini bertaraf ediyor.

 

Bir sohbetinde Pasa Hazretleri soyle buyurur:

 

- Resulullah Efendimiz "Biz fakirliğimizle iftihar ederiz" buyurmustur. Risaletpenah Efendimizin fakirliği, dunya fakirliği, maddi yoksulluk değildir. Cenabi Allah her seyi Ha-bibinin emrine vermis, onun emrine amade kilmistir. Buradaki fakirlikten mânâ, isteyici olmak, acziyetini bilmektir. Herseyin Allah'in azamet ve kudreti eseri olduğunu idraktir. Gonulden masivayi cikarmaktir. (Bu da fenafillah demektir.) Bir murid zengin ise fakir amelli, fakir ise zengin gonullu olabilirse hazmi tamam ve manen huner sahibi sayilir.

 

Bu nakil ve beyanlarla burada tekrar edilmesi uzayacak olan diğer sohbetlerde tuten mânâya gore, mevzuu soyle hulâsa edebiliriz: Nefsani tariklerde gorulen ve oteden beri isin ic yuzunu bilmeyen kimselerce yerli yersiz tekrarlanip durulan fakirlik, riyazet, aclik ve zenginlik gibi birtakim mefhumlar, ruhani tarikatlarda cok ayri ve değisik usullere bağlanmis, cok defa tahdit edilen sahalari busbutun kaldirilmis olduğundan, Naksî Mursidleri, muridlerinin ic âleminde zenginliğin yapabileceği tahribati sihri helâlileri vasitasiyle gidererek bu zenginliğin zerre miktari zarar vermemesini temin edip aksine yararli hâle getirmekte ve buyuk kerametlerini de gizleyip normal islerdenmis gibi gostermektedirler.

 

Bir muridin islâh ve makbuliyetinin hangi amel ve hizmet sebebine bağlandiğini, zenginlik veya fakirlik gibi hayat tarzlarindan hangisinin hakkinda hayirli olacağini bilmeyenlerce ulu orta soylenen soyle yap, boyle yap tavsiyeleri ile nefsani tariklerde yetismis olan eski velilerin usul ve hallerini tekrar edip duranlar, bizim kolun benzersiz olcu ve irsad sisteminde yeri bulunmayan ve diğer tarikatlarda zararli cok misali gorulup duran Cavus, Tarif ve Zahir Halifeleri denilen sahislarin yaptiği tehlikeli ve eksik islerdendir, irsada memur olan irsad halifesi ise, muridin gecmis ve geleceği ile nimeti nerede ve ne sekilde bir amel ve fiile bağli olduğunu memuriyeti icabi kendisine Resulullah Efendimiz tarafindan bildirilip gosterildiğinden manevi icraatini yakin ile dosdoğru yapar elhamdulilallah...

 

Nitekim, butun bu hususlari kisa ifadesi icin hulâsa eden Pasa'nin su beyani mevzu-muzun kubbesini dikmektedir:

 

"Her muhitin muridi ayridir..."

 

Bu hukum mesrep, bilgi ve gorgu farkliliklarinin, değisik mizac ve muhitlerin ilâclarinin da değisik olmasi sebebiyle, insanlarin islâh ve irsadi sadece mursitlerin yuksek kâridir, demektedir.

 

"Salih sozun dinle peder

 

Tedbirine verme keder

 

Tedbiri de takdir eder

 

Derdine derman ara bul

 

Bir kâmil insan ara bul"

 

Sahi Cihan olan Abdurrahman-i Tâgî Hazretleri oyle bir Rabbani mursittir ki onun yuksek himmeti boylece apayri bir usuller zinciri hâlinde devam edip gitmektedir.

 

Abdurrahmani Tagî Hazretlerinin ondokuz halifesi "Eshabi Kiram" (1978) kitabinda soylece siralanmaktadir: "Fethullah Verkanisi, Abdurrahman, Molla Resid Nursinî, Abdul-kahhar ve Abdulkadir Hezanî, Seyyid İbrahim Esirdi, Abdulhakim Fersafî, İbrahim Ninkî, Tahir Eberî, Abdulhadi ve Abdullah Hurusî, İbrahim ve Halil Cuhrasî, Ahmed Taskesanî ve Hoca Erzincânî'dir. Buna Muhammed Sami Efendi de denir." Ancak burada onbes tanesi sayilmistir. Bunlardan Fethullah Verkânisî (ki Seydayi Tagî'n in damadidir)'nin halifesi Muhammed Ziyauddin Nursinî, yine Seyda'nin oğlu olup Mektûbât adi ile mektuplari toplanmistir. Hazret lâkabi ile de taninmistir.

 

Seyda Hazretlerinin mektuplarini Seyh Fethullah Hazretleri "Mektûbât" ismi altinda toplamistir.

 

Yine Seyda Hazretleri damadi ile Ravza'yi ziyaretinde "Senin mensubun îman ile vefat eder" hitabina mazhar olmus bir buyukler buyuğu olup 1304 Hicrîde 57 yasinda vefat etmis ve Nursin'de bugun herkesin bildiği yere defnedilmistir.

 

Hâlidi Bağdadî, Seyyid Tâhâ, Seyyid Sibgatullahi Arvâsî ve Abdurrahmani Tagî Hazretlerinin dordu (Seyyid Abdullahi da bunlara ilâve edince besi) Kurt soyundan ve Safii mezhebindendir. Bunlardan sonra bizim kolda gelenler ise Turk ve Hanelidir.

 

Ayri ayri her birine mensuplari olsun, taniyip duyanlar olsun butun halk tarafindan "Seyda" olarak hitabedilen Seyyid Tahâ, Seyyid Sibgatullah ve Abdurrahmani Tagî Hazretlerinin biri icin yazilip da Pasa Hazretlerince kimin olduğunu bilmediği kaydiyla "Uzun dortlukleri ihtiva ettiği halde bu kadari hatirimiza geliyor" diye sik sik soylenen su siiri de teberruken buraya aliyoruz:

 

Yetis imdadima Seyda

 

Yurekte yarel'erpeyda

 

Olayim âsiki seydâ

 

Aman Seyda Gurhan Seyda

 

Ey Sahi Azam Sahi tu

 

Hem kiblegâhi rahii tu

 

Vekînen seki dergâhi tu

 

Aman Seyda gurban Seyda

 

Tebi destem yuzum kare

 

Gozum yasli yurek yare

 

Sen derdime eyle care

 

Aman Seyda gurban Seyda

 

Dolap gibi kurulmusam

 

Bu dunyadan yorulmusam

 

Ben Seydama kul olmusam

 

Aman Seyda gurban Seyda

 

Besir Efendi Hazretleri'ne gelince, 45 yillik uzun hizmet muddetinin 27.nci senesinde irsad edilip Seyhinin sagliginda hilâfeti mutlaka ile irsada memur olarak once Otlukbeli'nde, sonra da Tercan'da tekke kurup mustakilen mursidlik yapmis ve manevi makam ve mertebelerin en nihayetine ulasmistir. Mursid-i Sakaleyn ve Kasimul Erzak sifatlari ile (Muceddid gelecek idi ama muceddid zahirden geldi" beyanina baska bir husus ilâveye luzum yoktur. İki defa hilâfet emri geldigi halde Piri Sami Hazretleri kendisinden ayirmak istemediginden memuriyetini geciktirmis, neticede Bayburt ve Tercan'da irsada memur olmustur.

 

Babasi Huseyin Efendi, onun babasi da Musa Efendidir. Dogum yeri Kupesuk Koyu, buyuyup yetistigi ve yerlestigi yer de Keleric. Atalari Kupesuk'e Maras veya Antep'ten gelmisler. Kunye ve lâkaplari Emirogullari'dir. Babasi kucukken vefat ettiginden dedesi ve amcasi Hasan Efendi'nin yaninda buyumus. Baba ve annesinin tek evladi, kardesi yokmus. Amcasi Abdulhamid Han'in kayikcisi iken bilâ varis vefat etmis ve kendisine kalan cokca mala talip olmamis.

 

Besir Efendi Hazretleri "yarim molla" tabir edilen bir sekilde medresede okumus ve yukarida anlatildigi gibi Piri Sami Hazretlerinden ders almis ise de Arapcayi bitirmemis, Piri Sami Hazretleri zekasi dolayisiyle de kendisini cok severmis.

 

Pasa Hazretlerinin bir sohbetinden kayda alindigi gibi, pekcok emlâkini satarak ihvanlarin ihtiyaclarina sarfetmistir.

 

İntisabindan once, elinde mevcut bulunan seyyidlik seceresine ait belgeyi, intisabindan sonra, varlik hâsil etmemesi icin- bir duvarin deligine koyarak uzerini sivamis ve bir daha da aramadigindan orada kaybolmustur.

 

İlk zevcesi Abdurrahim Reyhan'in ninesi Meysun. Bu evlilikten ucu erkek dordu de kiz olmak uzere yedi evlâtlari olmus. En buyuk evlâtlari, yine Abdurrahim Reyhan'in babasi bulunan ve ilim sahibi olarak az bir muddet imamlik yaptiktan sonra dulgerlikle istigal eden Huseyin Efendidir. Pasa Hazretleri, Hz. Pir'in : "Velayetini gorduk elhamdulillah" diye bu oglunun kemâlini ifade ettigini anlatmistir. Zaten "Eba Huseyin Efendi" kunyesi ile silsilei serifte okunmasi da velayetinin katî bir delilidir.

 

İkinci evlâtlari İsmail Efendi. En kucuk evlâtlari da Vehbi isimli ucuncu ogullari, Fadime, Mahbub, İzzet ve Zinnet de kizlari. Mahbub 7 yasinda âmâ olmus. İkinci okunusta bir ibareyi hemen ezberlermis. Kadinlara hatme okuyup ders tarifi ile vazifeli imis.

 

İlk zevcesinin vefatindan sonra evlendigi ikinci hanimi Fadime'den de Ahmed, Celâleddin, Taceddin isimli ve Buyruk soyadini tasiyan uc oglu olmus. Muhacerette iken ikamet ettikleri Kirsehir'de bu hanimi vefat etmistir. Âliye isimli ucuncu hanimindan da Hafiz Muhammed, Necmeddin ve Fahreddin (ki soyadi Buyruk'tur) isimli uc oglu olmus ise de ilk ikisi Erzincan felaketinde vefat etmisler. Âliye hanim inabe ettigi gece, gokten ayin inip koynuna girdigini gormus. Bu ruya uzerine, dul olan Âliye hanimi, ikinci karisi da vefat etmis bulunan Besir Efendi ile ihvanlarin evlendirdigini Muhterem Ahmet Buyruk anlatmistir. İlk halifesi ve buyuk eseri Dede Pasa Hazretleridir. İkincisi, Tahrirat Kâtibi Nuri Efendi, ucuncusu Nazim Hoca, dorduncusu de Hidayet Efendi'dir.

 

Dordunun de seyri sulûku tamamladigi, icazetlerinin doldurulmasina ragmen kendilerine verilmedigi, hatta Besir Efendi Hazretlerinin (O icazetleri benimle birlikte kabre gomun) buyurdugu nakledilmistir.

 

Muhterem oglu Ahmet Buyruk'tan aynen naklediyorum: "Efendim buyurdu ki, filan zat da bize olan nisbetini muhafaza ederse halifemdir... Fakat o zat nisbeti muhafaza etti mi bilmiyorum..." Bu nakil de besinci bir zati muhteremi ifade etmekte idi.

 

Hazreti Pir'in vefat tarihi olan 1932'den sonra cok az bir muddet Nazim Hoca da ders vermistir. Hidayet Efendi yakinda zamanda 1960-1964 arasinda vefat etmis fakat hic ders vermemistir. Boyle iken kerameti acik bir zat İdi. Nuri Efendi ise felâkette kalmis ve Nazim Hoca gibi o da ders vermemistir.

 

Mubarek kabirleri Terzibaba kabristani girisinde, soldaki yolun az ilerisinde uzerini kucaklayip ortmeye calisan dallarin akindadir. Kabrin ayak ucunda Hidayet Eendi'nin kabir tasi fotografta sag alt kosede gorulmektedir. Esasen kabrin cevresi, ihvan ve yakinlarin istilasina ugramis, gececek, ayak basacak yer kalmamistir.

 

Kesif, keramet ve harikalarinin haddi payani olmadigi nakledilen, hayat ve velayeti ancak mustakil bir kitaba sigmayacak olan bu evliyaullah ile onun varisinin menakiplerini toplamayi Cenab-i Hak bize nasip etsin insaallah...

 

"Onden gelenler mi ustundur, sonradan gelenler mi bilinmez" Hadisi serifinin delâletine tamamiyla uygun olarak yukselmis olduklari misilsiz yakinlikla irsad ve teblig vazifesini yapmak uzere gunahkârlar zumresinin arasina kadar tesrif etmis olan ERZİNCANÎ subesinin ikinci ve KÂASİM-İL ERZAK- MURSİD-İ SAKALEYN, HÂDİM-İ DERGÂH-İ HAZRET-İ SAMİ- ESSEYH MUHAMMED BESİR-İL ERZİNCANİ el-kabiyla olumsuzler halkasina dahil olan ve Pasa Hazretlerince "BEKA ENDER BEKA BULMUS GELMEMİS MİSLİ BİR DAHİ" diye kucuk silsile-i serifte sena edilen bu buyugun buyuklugunu Pasa Hazretleri soyle anlatmistir:

 

- Sami-il Erzincan! Hazretleri buyurmustur ki, "Sahi Naksibend Efendimizi gormek isteyenler Besir Efendiyi ziyaret etsin.." Yine Sami-il Erzincanî Hazretleri hilâfet verirken bizzat kendi makam ve derecesine ulastigini belirterek soyle buyurmustur:

 

- İki aslan bir posta sigmaz, ya sen buradan cik, yahutda ben baska bir yere gideyim... Bunun uzerine Hazreti Pirin once Otlukbeli'nde daha sonrada Tercan'da tekke kurdugu ve Piri Sami Hazretlerinin vefatindan sonra tekrar Erzincan'a dondugu malûmdur.

 

- Muceddid gelecek idi ama hikmetultah, muceddid zahirden gelince bu ihsan tahakkuk etmedi... diye kisa sekliyle yuksek kemali dile getirilen, butun mahlûkatm riziklarinin taksim edicisi ve insanlarla cinlerin bu yuksek mursidinin tekke arkadasi, ihvani olan Salih Baba'nin dergâha gelisini, intisap ve siir soylemeye baslayisini Pasa Hazretleri muhtelif sohbetlerinde ifade etmistir. Kabir tasinda "Hulefayi Naksibendiden Besir Efendi" ibaresi hakedilmistir.

 

Salih Baba'yi bazi karinelere gore degil, bu sohbet ve beyanlara gore anlayip anlatmak, baska bir ifadeyle Salih Baba'ya tarikat ve tasavvuf gozunden bakmakda bizim usul ve borcumuzdur.

 

Bu bakisi yapmak, tasavvuf adesesi ile Salih Baba'yi gormek icin, mensubu olmakla iftihar edip, sayesinde bulunmanin sukrunden âciz oldugumuz altin zincirin her cihetten tamamlanmis, tutunan herkesi cekip temizleyerek yucelten, kendisine eklenecek halkalara da misilsiz bir renk ve sekil veren som ve son halkasini da sur'atle gecen bir kusun bakis seyri icinde anlatmamiz icabetmektedir. Bu oyle bir muskul is ki, sanki, Kur'ân-i Kerim'i bir cumle ile tarif ve izah etmeye, bir okyanusun binlerce âlem ve ahvalini bir fincan su ile anlatmaya benzer... Sanki, ates boceginin karanlikta kisa bir cizgi olan isiginin gunesin aydinligini ifadeye cur'et etmesi gibidir. Ne var ki, asil konumuz Salih Baba Divani'dir. Bu divan ise, Padisahlarin saray bahcelerinde gecelen yakilan fenerlere benzer. Bu fenerler hem o emsalsiz guzellikteki bahceleri aydinlatir, hem de padisahin oturdugu sarayin yol ve kapisini gosterir. Biz, bu onsozde Padisahlari sayip onlarin bahce ve saray lambalari ile guzellik ve gizlilikler ustunde yanan isiklari isaret ediyoruz. Parmagimiz o isiklarin yerini ve o mulkun maliklerinin istikametini gosterebilirse, sukrunu edadan aciziz.

 

Besir Efendi Hazretleri'ne gelince, 45 yillik uzun hizmet muddetinin 27.nci senesinde irsad edilip Seyhinin sagliginda hilâfeti mutlaka ile irsada memur olarak once Otlukbeli'nde, sonra da Tercan'da tekke kurup mustakilen mursidlik yapmis ve manevi makam ve mertebelerin en nihayetine ulasmistir. Mursid-i Sakaleyn ve Kasimul Erzak sifatlari ile (Muceddid gelecek idi ama muceddid zahirden geldi" beyanina baska bir husus ilâveye luzum yoktur. İki defa hilâfet emri geldigi halde Piri Sami Hazretleri kendisinden ayirmak istemediginden memuriyetini geciktirmis, neticede Bayburt ve Tercan'da irsada memur olmustur.

 

Babasi Huseyin Efendi, onun babasi da Musa Efendidir. Dogum yeri Kupesuk Koyu, buyuyup yetistigi ve yerlestigi yer de Keleric. Atalari Kupesuk'e Maras veya Antep'ten gelmisler. Kunye ve lâkaplari Emirogullari'dir. Babasi kucukken vefat ettiginden dedesi ve amcasi Hasan Efendi'nin yaninda buyumus. Baba ve annesinin tek evladi, kardesi yokmus. Amcasi Abdulhamid Han'in kayikcisi iken bilâ varis vefat etmis ve kendisine kalan cokca mala talip olmamis.

 

Besir Efendi Hazretleri "yarim molla" tabir edilen bir sekilde medresede okumus ve yukarida anlatildigi gibi Piri Sami Hazretlerinden ders almis ise de Arapcayi bitirmemis, Piri Sami Hazretleri zekasi dolayisiyle de kendisini cok severmis.

 

Pasa Hazretlerinin bir sohbetinden kayda alindigi gibi, pekcok emlâkini satarak ihvanlarin ihtiyaclarina sarfetmistir.

 

İntisabindan once, elinde mevcut bulunan seyyidlik seceresine ait belgeyi, intisabindan sonra, varlik hâsil etmemesi icin- bir duvarin deligine koyarak uzerini sivamis ve bir daha da aramadigindan orada kaybolmustur.

 

İlk zevcesi Abdurrahim Reyhan'in ninesi Meysun. Bu evlilikten ucu erkek dordu de kiz olmak uzere yedi evlâtlari olmus. En buyuk evlâtlari, yine Abdurrahim Reyhan'in babasi bulunan ve ilim sahibi olarak az bir muddet imamlik yaptiktan sonra dulgerlikle istigal eden Huseyin Efendidir. Pasa Hazretleri, Hz. Pir'in : "Velayetini gorduk elhamdulillah" diye bu oglunun kemâlini ifade ettigini anlatmistir. Zaten "Eba Huseyin Efendi" kunyesi ile silsilei serifte okunmasi da velayetinin katî bir delilidir.

 

İkinci evlâtlari İsmail Efendi. En kucuk evlâtlari da Vehbi isimli ucuncu ogullari, Fadime, Mahbub, İzzet ve Zinnet de kizlari. Mahbub 7 yasinda âmâ olmus. İkinci okunusta bir ibareyi hemen ezberlermis. Kadinlara hatme okuyup ders tarifi ile vazifeli imis.

 

İlk zevcesinin vefatindan sonra evlendigi ikinci hanimi Fadime'den de Ahmed, Celâleddin, Taceddin isimli ve Buyruk soyadini tasiyan uc oglu olmus. Muhacerette iken ikamet ettikleri Kirsehir'de bu hanimi vefat etmistir. Âliye isimli ucuncu hanimindan da Hafiz Muhammed, Necmeddin ve Fahreddin (ki soyadi Buyruk'tur) isimli uc oglu olmus ise de ilk ikisi Erzincan felaketinde vefat etmisler. Âliye hanim inabe ettigi gece, gokten ayin inip koynuna girdigini gormus. Bu ruya uzerine, dul olan Âliye hanimi, ikinci karisi da vefat etmis bulunan Besir Efendi ile ihvanlarin evlendirdigini Muhterem Ahmet Buyruk anlatmistir. İlk halifesi ve buyuk eseri Dede Pasa Hazretleridir. İkincisi, Tahrirat Kâtibi Nuri Efendi, ucuncusu Nazim Hoca, dorduncusu de Hidayet Efendi'dir.

 

Dordunun de seyri sulûku tamamladigi, icazetlerinin doldurulmasina ragmen kendilerine verilmedigi, hatta Besir Efendi Hazretlerinin (O icazetleri benimle birlikte kabre gomun) buyurdugu nakledilmistir.

 

Muhterem oglu Ahmet Buyruk'tan aynen naklediyorum: "Efendim buyurdu ki, filan zat da bize olan nisbetini muhafaza ederse halifemdir... Fakat o zat nisbeti muhafaza etti mi bilmiyorum..." Bu nakil de besinci bir zati muhteremi ifade etmekte idi.

 

Hazreti Pir'in vefat tarihi olan 1932'den sonra cok az bir muddet Nazim Hoca da ders vermistir. Hidayet Efendi yakinda zamanda 1960-1964 arasinda vefat etmis fakat hic ders vermemistir. Boyle iken kerameti acik bir zat İdi. Nuri Efendi ise felâkette kalmis ve Nazim Hoca gibi o da ders vermemistir.

 

Mubarek kabirleri Terzibaba kabristani girisinde, soldaki yolun az ilerisinde uzerini kucaklayip ortmeye calisan dallarin akindadir. Kabrin ayak ucunda Hidayet Eendi'nin kabir tasi fotografta sag alt kosede gorulmektedir. Esasen kabrin cevresi, ihvan ve yakinlarin istilasina ugramis, gececek, ayak basacak yer kalmamistir.

 

Kesif, keramet ve harikalarinin haddi payani olmadigi nakledilen, hayat ve velayeti ancak mustakil bir kitaba sigmayacak olan bu evliyaullah ile onun varisinin menakiplerini toplamayi Cenab-i Hak bize nasip etsin insaallah...

 

"Onden gelenler mi ustundur, sonradan gelenler mi bilinmez" Hadisi serifinin delâletine tamamiyla uygun olarak yukselmis olduklari misilsiz yakinlikla irsad ve teblig vazifesini yapmak uzere gunahkârlar zumresinin arasina kadar tesrif etmis olan ERZİNCANÎ subesinin ikinci ve KÂASİM-İL ERZAK- MURSİD-İ SAKALEYN, HÂDİM-İ DERGÂH-İ HAZRET-İ SAMİ- ESSEYH MUHAMMED BESİR-İL ERZİNCANİ el-kabiyla olumsuzler halkasina dahil olan ve Pasa Hazretlerince "BEKA ENDER BEKA BULMUS GELMEMİS MİSLİ BİR DAHİ" diye kucuk silsile-i serifte sena edilen bu buyugun buyuklugunu Pasa Hazretleri soyle anlatmistir:

 

- Sami-il Erzincan! Hazretleri buyurmustur ki, "Sahi Naksibend Efendimizi gormek isteyenler Besir Efendiyi ziyaret etsin.." Yine Sami-il Erzincanî Hazretleri hilâfet verirken bizzat kendi makam ve derecesine ulastigini belirterek soyle buyurmustur:

 

- İki aslan bir posta sigmaz, ya sen buradan cik, yahutda ben baska bir yere gideyim... Bunun uzerine Hazreti Pirin once Otlukbeli'nde daha sonrada Tercan'da tekke kurdugu ve Piri Sami Hazretlerinin vefatindan sonra tekrar Erzincan'a dondugu malûmdur.

 

- Muceddid gelecek idi ama hikmetultah, muceddid zahirden gelince bu ihsan tahakkuk etmedi... diye kisa sekliyle yuksek kemali dile getirilen, butun mahlûkatm riziklarinin taksim edicisi ve insanlarla cinlerin bu yuksek mursidinin tekke arkadasi, ihvani olan Salih Baba'nin dergâha gelisini, intisap ve siir soylemeye baslayisini Pasa Hazretleri muhtelif sohbetlerinde ifade etmistir. Kabir tasinda "Hulefayi Naksibendiden Besir Efendi" ibaresi hakedilmistir.

 

Salih Baba'yi bazi karinelere gore degil, bu sohbet ve beyanlara gore anlayip anlatmak, baska bir ifadeyle Salih Baba'ya tarikat ve tasavvuf gozunden bakmakda bizim usul ve borcumuzdur.

 

Bu bakisi yapmak, tasavvuf adesesi ile Salih Baba'yi gormek icin, mensubu olmakla iftihar edip, sayesinde bulunmanin sukrunden âciz oldugumuz altin zincirin her cihetten tamamlanmis, tutunan herkesi cekip temizleyerek yucelten, kendisine eklenecek halkalara da misilsiz bir renk ve sekil veren som ve son halkasini da sur'atle gecen bir kusun bakis seyri icinde anlatmamiz icabetmektedir. Bu oyle bir muskul is ki, sanki, Kur'ân-i Kerim'i bir cumle ile tarif ve izah etmeye, bir okyanusun binlerce âlem ve ahvalini bir fincan su ile anlatmaya benzer... Sanki, ates boceginin karanlikta kisa bir cizgi olan isiginin gunesin aydinligini ifadeye cur'et etmesi gibidir. Ne var ki, asil konumuz Salih Baba Divani'dir. Bu divan ise, Padisahlarin saray bahcelerinde gecelen yakilan fenerlere benzer. Bu fenerler hem o emsalsiz guzellikteki bahceleri aydinlatir, hem de padisahin oturdugu sarayin yol ve kapisini gosterir. Biz, bu onsozde Padisahlari sayip onlarin bahce ve saray lambalari ile guzellik ve gizlilikler ustunde yanan isiklari isaret ediyoruz. Parmagimiz o isiklarin yerini ve o mulkun maliklerinin istikametini gosterebilirse, sukrunu edadan aciziz.

 

Salih Baba Hazretlerinin divanina egilmemiz icin pek cok sebep varsa da bunlarin basinda, tekrarina daima sahit oldugumuz müekket sohbetlerde:

 

- Ehli askin kelâmini guse edip (küpe edip)kulagimiza asalim, tavsiyesidir. Bu tavsiyeyi duymayanimiz yoktur ve yine Salih Baba'nin ehli askin kibari ve salihi oldugunu da izah gereksizdir.

 

"Tecdid etmis hükmü, zahirde kaldirip âdabi

 

Pasamizdir müceddid-i âlâyi âhir zaman"

 

beytinde kisaca ifade edildigi gibi, o Pasa oyle bir Pasa idi ki,

 

- Simdiki zamanda zahir adabi kaldirilmis hâl gizlenmistir. Emir Resulullah Efendimizden günlük olarak gelmektedir. Velilerin selâhiyeti alinmis oldugundan simdi seyr-ü sülük sokakta, isyerinde ikmal ettirilmekte. Zaman icabi, buna benzer bazi serbestlikler Mehdi Hazretlerinin tesrifine kadar, maneviyata ziyan vermez, deyip,

 

- Hizmet, amelen de hizmettir, bedenen de hizmettir, malen de hizmettir, herhangisi olsa hizmettir. Hizmet Allah icindir, Allah ise emek zayi etmez, buyururdu.

 

O Pasa ki, siyasete atilan ve parti kuran dostlarimiza: "Hizmetiniz, Resulullah Efendimize sagliginda yapilan hizmet gibidir." Diyerek dualar eder, onlarin giyabinda ise yüzünü yere koyarak muvaffakiyetleri icin tazarru ve niyazlarda bulunur ve ayni sahislardan tesekkül etmis olan ricalinin her ziyaretlerinde de: "Eskiden takva devri vardi, sonradan fetva devri acildi, simdi ise siyaset devridir, siyasetimiz İslâmin siyaseti olsun" sohbetinde bulunur ve gayet mahrem sohbetlerde ise, bu partilerin manen Mehdi Hazretlerine asker yetistirmekle vazifeli bulundugunu ifade buyururdu..

 

- Dua edin kardeslerim, dua mutlaka menziline varir, buyurmustur. Bu sebeple, dualarimiz da onun dua ve tavsiyeleridir:

 

- Yarabi riza-i ilâhine uyan amellerle bizi lütuflandir,

 

- Yarabbi, Seyhimizin eteginden elimizi kesme,

 

- Yarabbi, aklimizi fazl-u tevfikinden ayirma,

 

- Yarabbi, nimetini hazmi ile kerem buyur.

 

SULTAN-İL EVLİYA VE Bİ MERHEM-İ SİRRİ ESRAR-İ ENBİYA Kerameti mânevisi ile büyük silsilei serifte sânini zikreden vârisinin bu mucizevi captaki tesbiti yeterli olup, biz üstün kemalini ifadeden âciziz. Yalniz su beyitle iktifa ediyoruz:

 

"Zâtinda tükenir efendim bu tafsilin sonu

 

Tamamini bilir ancak Zülcelâl-i Vel İkram"

 

Bir asirlik bir kemal ve irfanin bu sanli sahibi hemen bütün sohbetlerini Salih Baba'nin siirlerinden mevzua uygun düsen beyit ve misralarla süsler ve tesiri bir haftadan fazla bir zaman devam eden emsalsiz teveccühlerinde de bu beyitleri okurdu. Hatta, tekkelerin kaldirilmasindan once her sabah teveccüh yapildigini belirtir, simdi ise BİR MÜRİDE BÜTÜN OMRÜNDE BİR TEVECCÜH YETER buyururdu.

 

Banttan satira alinan bir sohbeti aynen soyledir:

 

- "Alemde Salih Baba'nin Kitabî elde olsada okuyup serian dinlesek. Cünkü Salih Baba'nin Kitabi, müridler icin, simdi su zamanda, bir mürsiddir. Tarikati âliyenin her usulü, her âdabi ne ise tamamiyla (onlardan) bahseder. Hem de kendisi vehbi ilim (sahibi) amma lâkin, cok agir lügati da yoktur. Yani lügati da cabuk anlasilir benim sultanim."

 

Muhtelif vesilelerle defalarca tekrarina sahit oldugumuz sohbetlerinde ise meâlen:

 

- "Bizim tarikimizde ümmi, âsik ve sadik bir Salih Baba var. Bu Salih Baba bir gazelinde buyurur ki..." diyerek siirini okur ve "Bu siir zuhurattir, hâl kelâmidir, soyledendir soyleden sirri ile soylenmistir sehzadem" buyururdu.

 

"Kirtiloglu dergâhinda Salih Baba'yi nefsim gormüsemdir, kendisini tanimak serefine eristik elhamdülillah" diyerek her firsatta izahlarda bulunur, muhtelif cihetlerden tafsilât verirdi. Biz bazan iki Salih'i ayni sahis zannederek yanilir, bazan da bu hususta bilgiler, o andaki sohbet zeminine ait olan kismi ile kisaca anlatildigindan, hadisenin tamamini yeterli bir cerceve icinde ve yerli yerinde goremezdik.

 

Erzincanli Orhan Aktepe Bey tarafindan yeni harfelerle daktilo edilmis divan nüshasini asli ile karsilastirmaya Erzincan'a gittigimizde, asagida hikaye etmeye calistigimiz Salih Babalarin hayatlarini, Muhterem Abdurrahim Reyhan'in "Pasamdan boyle isittik" diye bize naklettiklerinden kaleme almis bulunuyoruz:

 

"- Piri Sami Hazretlerinin teblige cikislarinda ve ekseri sohbetlerinde huzurundan eksik etmedigi, zaman ve zemine münasip düsen, sohbet tazelenmesine vesile olan beyitleri o anda ve yerli yerinde soylemede büyük maharet gosteren Müezzin Salih veya bir gozü arizali oldugundan halkin Kor Salih dedigi bir müridi vardi. Bu zat ara sira demkeslik yapar, Ermeni meyhanelerinde icki icer, dergaha donüsünde de, seyhine gorünmemek icin kose bucaga gizlenirdi. Boyle bir icki âlemi sonunda, geldigi dergâhin sohbethânesine girmeyip mahcub ve ezik bir halde sofadan:

 

"Kuleden, kuleden, sesin aldim kuleden,

 

O senin kasin gozün beni sana kul eden"

 

beyitlerini okuyunca Piri Sami Hazretleri:

 

- Gel Salih, senin her aybin hünerdir. Buyurmus ve bu hitap üzerine ic âleminde bir degisiklik olmus ve bundan sonra asla icki icmemistir."

 

Rus isgalinde bu Müezzin Salih once Yozgat'a muhacir olmus sonra da Konya'ya gidip neticede Corum'da vefat etmistir. Onun buralardaki hayatini Selahattİn Kirtiloglu Bey soyle anlatmistir: "Muhacerette Yozgat'ta bir lokantaya ugradigimda, Kor Salih ile karsilastim. Calismakta oldugu bu lokantadan ayrilarak benimle birlikte satin aldigim tek atli arabayi kullanmak üzere Tokat ve Zile'ye gelmis, oralardan temin ettigim yaglari satmak üzere bu arabayla Erzurum'a nakletmistir. Neticede külfet ve tehlikeli olan bu isi biraktigimiz zaman, Tokattaki camide veda icin minareye cikarak gayet hos ve tesirli sesiyle salâtü selâm ve sabah ezani okumus, namazdan sonra da tekrar Yozgat'a donmek üzere bizimle vedalasmistir. Yozgat'ta az bir müddet yeniden lokantada calismis ve oradan Konya'ya gitmistir. En nihayet Corum'a yerlesmis ve orada vefat etmistir. Corumlular kabrine bir agac dikerek takdir ettikleri dervisligine tazimde bulunmuslardir."

Efendim (Abdurrahim Reyhan) Hazretleri

 

 

 

Yine Abdurrahim Reyhan'in beyanina donerek ifade ediyoruz ki: "Turbesinden hastalar toprak alir, hastaliklari sifa bulurmus. Kabrin topragi bittikce yeniden toprak konulurmus. O havalide sair Salih Baba'nin siirlerini okuyup sohbetler yaptigi anlasilmaktadir.

 

Nota ve musiki usullerine vakif olarak acaip bir tesirli sesle sohbet zeminine gore beyit soyleyen bu Muezzin Salih ile cekingen, ummi, icine kapali bir cilingir ustasi olan Salih, ayni mahalle sakini olarak birbirlerine hâl hatir sorar, arkadaslik ederlerdi. Bir gun aralarinda konusurken:

 

- Bir gun sen bizim seyhin sohbetine gel, bir gun de ben senin seyhinin sohbetine geleyim, hangisinin sohbetinden lezzet alir, icimizde isinma olursa ikimiz de o seyhin tarikatina girelim diyen Muezzin Salih'in teklifi uzerine, seriatsiz hallere saptigindan battal olmus bir tarikata dahil olan ve bu yuzden manen gidalanamayan Salih Usta, Kirtiloglu dergahinda bir gun sohbet dinlemis. İkinci gunu kendi seyhinin sohbetinde bulunacaklari yerde yeniden Piri Sami hazretlerinin sohbetinde bulunmuslar. Asil maya ve cevheri seriata baglilik olah hâlis tarikatin yuksek nimet ve tasarrufunu tasiyan bu ulu seyhin tuzagina gonullu olarak yakalanan Salih Usta da boylece bir daha eski tarikatina donmemis, zahirde bag gibi gorunen curuk alâkasindan ayrilip kopmaz ve eskimez baglarla yeni seyhine baglanmistir.

 

Bu sekilde Kirtiloglu dergâhina intisap eden Salih Usta, sessiz, mahcup ve bilgisiz bir kimse olarak sohbethanenin arka taraflarinda kose bucak gizlenir kimse ile temas etmeye cekinir bir vaziyette, kendi hâlinde oturur, golge misali gelir ve giderdi.

 

Salih Usta icin biteviye hareketsiz gecen gunlerin birinde, Yunus Emre, Niyazi Misrî ve Kuddusî Baba gibi buyuklerin hikmetli siirlerinden beyit ve kitalarin okunmakta oldugu sohbethanede Aktar Haci İbrahim Aga:

 

- Efendim, bizim kolun buyuklerinde de sâirler olsaydi da onlarin siirlerini okuyup kendi usul ve âdabimizin safasi ile feyizâb olsaydik... Sizde bir seyler yazsaydiniz... deyince Piri Sami Hazretleri:

 

- Oglum, bu bir himmet ve zuhurat isidir. Siiri bizim Salih bile soyler... buyurarak eli ile de arka taraflarda gizlenecek yer arayan Salih Usta'ya İsaret edince, Salih'in derûnu, bilip duymadigi acaip bir varidat ile dolarak hemen o anda irticalen siir soylemeye baslamis ve yine o anda "fena" ya kavusmustur. Bu varidati, vehbî hâl ve ilimle soyledigi siirleri, Piri Sami Hazretlerin in:

 

- Yeter Salih.. Demesine kadar devam edip tamamlanmis ve bu emirden sonra da -basladigi gibi- kesilmistir."

 

Salih Baba'nin bu mânevi hâlinin disinda, maddi hayatinin ekseri yonlerinde fazla bir bilgimiz yok. 60-70 sene gibi kisa bir muddet gecmesine ragmen, onun aile, is, evlat ve nesebi hakkinda elle tutulur bir bilgeye rastlayamadik. Orhan Aktepe Bey, Salih Baba'nin Tufekcigil ailesinden bir cilingir ustasi oldugunu, divandaki ifade ve ibarelere gore 1846 da dogup tahminen 1906 da vefat ettigini, siire basladiginda 54 yaslarinda oldugunu kaydediyor. Butun bunlar, neticede ihtimali ifadeler... Buyuk mesakkat ve cilelerle meydana getirdigi eser ve arastirmalari, sukranlara seza birgayret ve cok himmet almis dervislerde nadiren rastlanan maddi feragat numunesi olan bu emegini pirler emek zayi etmez manevî karsiligina havale ederek helallik aldigimizi belirterek tesekkurlerimizi sunariz.

 

Ne var ki, ilim, sanat ve ticaret gibi bir maksat tasimayan ve sadece tasavvufî bir nesve ile hazirlanan bu eserde bile olsa, divan sahibi icin bazi saglam bilgileri temin etme fikri bizi fazlasiyle mesgul ediyordu. Nihayet himmet oldu, Salih Baba'nin akrabalarini arastirma fikri hatirimiza geldi. Boylece de bazi bilgiler elde etmemiz mumkun oldu. Salih Baba'nin Ankara'da ikamet eden bir amcazadesi, Ahmet Cemil Tufekci Pasa'nin asil, kibar ve lutufkâr isaretleriyle İstanbul'da ikamet eden diger amcazadesi Abdurrahman Tufekci Beyefendiye mektup yazarak bilgi istedik... Cevaben lutfedilen bir ruh asaletini aksettirici butun isaretleri tasiyan bu mektubu aynen dercediyoruz. Bu munasebetle, gerek Pasa Hazretlerine gerekse Abdurrahman Tufekci Beyefendiye tesekkur ve dualar ederiz.

 

Muhterem Fehmi Beyefendi

 

19.7.1979/İstanbul

 

Buyuk amcam yani babamin amcasi Salih Baba Hazretlerine karsi beslediginiz buyuk saygi ve hurmete ve bize karsi gosterdiginiz iltifata cok tesekkur ederim. Salih Baba hakkindaki bilgilerimi arz ediyorum.

 

Salih Baba Mustafa isminde imamlik yapan bir zâtin ogludur. Annesi Atike Hanimdir. Salih Baba tufekci ustasi idi, gerek babam Halim Efendi ve amcam Mustafa Efendi yaninda calisarak tufekci ustasi olmuslar. Kendisi sakat idi, bir kolu colak, bir ayagi kisa, aksak idi.

 

İki defa evlenmis birinci evliliginden iki oglu var idi. Buyuk oglu Osman hem dilsiz hem sagir idi, o da tufekci ustasi idi. İkinci oglu İstanbul'a gitmis, adi Fehmi imis ve orada kalmis. İkinci evliliginden Dursun isminde bir oglu var idi, dilsiz olan oglu dukkâni acar sonra Salih Baba dukkâna gelir musterilerle o konusurdu.

 

Aksamlari tekkeye gider Seyh Sami Efendinin sohbetinde bulunurdu. Bizleri cok severdi, ziyaretine gittigimizde bize bir kurus verirdi, o vakit bir kurus cok para idi.

 

Son zamanlarinda cok duskundu, hasta idi, bir sene bizde kaldi. 1325 yilinda vefat etti. Kirtiloglu Tekkesi civarinda Ak mezarliga defnedildi. Vefatinda tahminen 90 yasinda vardi.

 

Kucuk oglu Dursun babasinin vefatindan sonra İstanbul'a, kardesi Fehmi Efendinin yanina gitmis idi. Dursun da denizde yikanirken boguldugunu isittik. Dilsiz olan Osman da babasinin vefatindan sonra cok yasamadi. Benim bildiklerim bu kadar.

 

Halen Salih Baba'nin kendi soyundan hic kimsesi yoktur, neslinden Cemil Pasa ile bendenizden baska kimse yoktur.

 

Salih Baba'nin tahsili: Okuryazar idi, guzel siirleri var idi. Meselâ,

 

"Seyhim gul ben onun yapragiyim,

 

Allah'im yapragim beni gulden ayirma."

 

gibi manzum siirleri var idi.

 

Salih Baba'nin siirleri yazili olan kitabi seferberlikte ben asker idim, muhacerette bir cok esya ile birlikte o kiymetli eser de zayi oldu, bizde baskaca bir eser yoktur. Fakat Erzincan'da Karsiyaka Karatus ve civar koylerde Seyh Efendinin muritleri vardi, Salih Babanin Seyh Sami Hazretleri hakkinda yazdigi kitap onlarda da vardi. Selahatti Efendi onlari da tanir, Kelkit'te de muritleri vardi, aradan hayli zaman gecti, sahislar deyisti, oralardan buldurmak mumkun olur mu, bunlari Selahattin Efendi tanir.

 

O zamanlar isittigimize nazaran Erzincan'a gelen ehli din seyyahlar gelir amcami bu-lurlarmis, bir cok zaman birlikte kalirlarmis. Son zamaninda kimse ile temas etmezdi. Bildiklerim bu kadar.

 

Cenabi Allah'tan size uzun omurler diler sonsuz saygi ve hurmetlerimi sunarim.

 

İmza:

 

Abdurrahman TUFEKCİ

 


 

Bu cok degerli mektup, bizim maksadimiz icin yeterli bilgi ve Salih Baba icinde tatminkâr izahati ihtiva etmektedir. Bunun disinda Erzurum'da el yazmasi bir kitaptan soz edilmisse de, arastirma firsati bulamadik. İlerde, ilmî ve edebî arastirma yapacaklara bir isaret olur umidiyle de bu kaydi koymayi faydali buluyoruz. Salih Baba hakkinda fazla bir bilgiye rastlamanin cok az bir ihtimal tasidigini, zira, Erzincan felâketinde yazili eserlerin buyuk ekseriyetinin zayi oldugunu, umulmadik bir tesadufle bazi kayitlar ele gecerse, ehlinin onu degerlendirecegini umuyoruz.

 

Salih Baba divaninin tamami sadece "Fenafisseyh" hâlinin akislerinden ibaret bulundugundan, Osmanli Divan edebiyatinde emsali yoktur. Diger divanlar, ya ilerleyip degisen hallerin sonunda peyderpey meydana gelmis ve bu sebeple de muritlikten mukem-millige kadar olan gecitlerin her birinden tablolar gostermis, yahut da kendisinde tasavvuf hali olmadigi halde, zamanin usulunce sirf sairlik kabiliyyeti ile yazilmistir. Boylesi de siiri guzel olsa bile "hâl" aksettirici degildir.

 

Bu sebepden olacak ki, Pasa Hazretleri:

 

- Salih Baba divani, tarikat adabi ve muritlik halleri ile mursitlerin sanini, Fuzuli Hazretlerinin divani da, muhabbet ve ask alemini, Kuddusi Baba Divani ise, tasavvufun bidayetinden nihayetine kadar tamamini, En guzel ve kemalli tarzda ifade ve nazmeden eserlerdir, buyurmustur.

 


 

Divan sozu, "hem Farsca hem de Arapca olan musterek kelimelerdendir" denilmektedir. Cok degisik mânâlarda kullanilmis ve bir takim ayri istilahlara ad olmustur.

 

1- Devletin idarî ve bilhassa mâlî kayitlarinin tutuldugu deftere divan denilmistir.

 

2- Devlet islerinin idaresiyle alâkali encumenlere de divan tabir edilmistir.

 

3- Herhangi bir konu uzerinde hazirlanan eser mânâsina da divan tabiri kullanilmistir. Divan-ul Lugat-ut Turk, Divan-ul Hamase, vs. gibi. Sonradan bu genis mânâ daraltilarak, manzum sozlerin topluca yazildigi kitaba divan ismi verilmistir. En sonunda da yalniz bir sairin siirlerini toplayan esere divan denilmeye baslanmistir.

 

Divan tertibinde, tevhid, munacaat, naat gibi siirlerin bas tarafa yazilmasi, ondan sonra devlet buyukleri veya tasavvuf pirlerinin ogulmesine ait olanlarindan baslanilmak uzere kaside ve gazellerin (hurufu heca) yani alfabetik harf dizisi ile siralanmasi ve daha sonrada rubai, kit'a, murabba, museddes, muamma, mustezat ve sarki tarzindaki siirlerin kaydi ile meydana getirilen manzum kitabin buyuk ve genisine divan, kucuk hacimlisine de divance denilmistir.

 

Tasavvuf erbabinin "hâl" ile, varidat ile, cezbe ile ilâhî muhabbetin istilâsi sirasinda soyledikleri siirlerin toplanmasindan meydana gelen divanlarini; zamanin usulu geregince sairlik kabiliyetiyle yazilan ve cok buyuk bir ekseriyetinde ruha ve maneviyata degil haz ve cismani zevklere hitabeden ve zahir ile ilgili "kal" erbabindan olan kimselerin divanlarindan ayri mutalaa etmek gerekmektedir Bunlarin ilki, Allah'in "ask" sifatinin mahsulu oldugundan, yuksek bir ilmi gayet ince, usta ve hos bir ifade ile orulu bir san'at demeti icinde ve muhabbeten akseden bir "kemal" li nazimla muhip ve dervisleri Allah'in zâtina cekici bir "hâl" tasimaktadir. Sohbet, hatme ve teveccuh icinde okunan bu "hâl kelâmlari", muhabbet ve hâl aksettirici bir vasita olmakta, amel ve seyirlerin nefis ve bedene agir gelen gucluklerini yumusatip, sevdirerek ruha gida ve gonle safa haline getirmektedir. Bu ozelligi ile ehli askin kelâmi, sadece maneviyat denizinde yetisen emsalsiz bir inciye benzer. Salih Baba Divani da, muritler icin hem duygu ve azalara zevk veren bir lezzet, hem de gonul ve ruha ilâhi nagmelerden yapilmis mesakkatsiz cekip goturucu bir binek ve suratli bir manevi aractir. Diger guruptaki divanlar ise, mânâya gore madde gibi, aska nisbetle bedeni haz ve sevdalar gibi guduk bir cismani ve mecazi âletten ibarettir ve mevzuumuzun tamamen disinda kalir...

 

Sahabe ve Ehli Beyt Buyuklerinin cogu, Tabiinin seckinleri ile tarikat pirlerinin hemen tamami bu ilâhi nazim selâlesi icinde bulunmuslar, ask ve hâl sahibi olan dervisler de bu guzellik ve letafet kopukleri icerisinde cisim ve ruhlarini yikamislar, o renk ve ahenk ile, o yol kesici nefsi bayiltip Allah'in guzel hitabini hatirlatarak ruhu uyandiran itir ile yollarina zevk ve sururla devam etmislerdir...

 

Son olarak da,

 

A-Arsiv,

 

B- Hukumdarin oturdugu sedir,

 

C- Osmanli Devletinde birkac koyden ibaret kucuk bir idari birlik,

 

D- Divani harp, Divani âli gibi bazi mahkemeler,

 

E- Bir âmir huzurunda eller onde kavusmus olarak ihtiram ve hurmetle durmak gibi bazi esya ve kuruluslarla bazi hallere de divan tabir edilmistir.

 

Maneviyat erlerinin en kucugunden en buyugune kadar olan cesitli toplantilarina da divan denilmekte, her makam ve kademede emirle toplanan hakikat erbabinin meclisine de bu tabir ifade vasitasi olmaktadir.

 


 

Maneviyat sahiplerinin divanlari, ilim, san'at ve aski meczetmis manzumeler olarak divan san'at ve tarzinin sir ve usaresini, kaymagini teskil ederler. Yunus Emre, Niyazi Misrî, Fuzulî, Sezai, Rusenî, Esrefoglu Rumî, Naksî, Gulsenî, Aziz Mahmud Hudai ve Kuddusi Baba gibi mursitlerin divanlari bu gurubun ilk akla gelenleri. Yuzlerce kemalli divan sahibi icinde, Salih Baba da oz ve soz sahibi olanlardan biridir. İlim ve tetkikati, tecrube ve san'ati olmadigi halde, aniden ve irticalen soyledigi siirleri, yuksek ve muvazeneli bir ilmi kemalli ve yepyeni bir ifade ile emsali bulunmayan bir varidat ve hâl sedefi icerisinde, ask malzemesinden yapilmis bir bâtin incisi, bulunmaz bir rabita kumasindan igne ve ipliksiz dikilmis bir fenafisseyh elbisesidir. Bu zarif divan, her turlu siir cesidinin ustalikla kullanildigi bir san'at pirlantasi ve rabita itri, muhabbet buragidir.

 

İnsaallah bu divani ilim, tasavvuf ve san'at yonlerinden serhedenler, bu hakikatlari birer birer izah ve ispat ederler.

 

"Salihlerin anildigi yere Allah'in lutuf ve ihsani yagar", "Bir kimsenin hayatini yazan, onu diriltmis gibi ecir alir" hadisi seriflerine mazhar olmasini diledigimiz bu kitapta, once Salih Baba'mn yetistirildigi arifler mektebinin hocalari, altin zincirin son halkalari, veliler toplulugunun seckinleri kisaca anlatilmaya calisilmistir. Onlarin sânina yakismayan her ifade onlara ait degildir. Onlara lâyik olanlar ise, acizin ifadesi oldugundan yeterli degil ise de, "Varini takdim edenin sikilmasina gerek yoktur" dusturunca affa lâyik gorulur İnsaallah... Onlar cok buyuk, nihayetsiz kemalli ve hadsiz sekilde ayip ortucu olduklarindan, soze degil ic ve oze, surete degil niyete gore lutuflarini bezlederler, lutuf ve ihsan mursitlere has ortak bir evsaf oldugundan, her noksanimizi da tekmil ederler insaallah...

 

Yakinlarimiz, noksani bize ait olan bu kisma ait olarak ilâve edilebilecek saglam nakilleri bize mumkun ise yazili olarak ulastirirsa, ilerde yazmayi tasarladigimiz genis menakip kitabina aktarmamiz kabildir.

 

Bu bolumde, Seyyid Abdullah, Gavs-i Hizani, Abdurrahmani Tagi ve Piri Sami Hazretleri hakkinda yazilanlar bulduklarimizin tamamidir. Digerlerinde ise, bunlara gore onsozu uzatmamak endisesinden tercihler yapip kisaltma ve kifayet yolu secilmistir.

 

Kitap ve kayitlardan aldiklarimizin disinda,Abdurrahim Reyhan ,Ahmet Buyruk,Nurettin Basturk , Selahattin Kirtiloglu ile Tahir Silahtaroglu beyefendilerin beyanlarindan buyuk olcude faydalandik. Allah onlardan razi olsun.

 


 

Bu kitabin aslini, Salih Baba'nin "Rabita-i Naksi Hayalî" ismini verdigi divani teskil etmekte ve bu asil kisim da bu onsozden sonraya alinmis bulunmaktadir.

 

El yazmasi ve tek nusha olan divanla sonradan gayet mahdut miktarda basilip belirli sahislara verilen basma divan ve Abdurrahim Reyhan'in dikkatli ve dirayetli tercihine bagli karsilastirma sonunda tashihini yaptigimiz bu nusha, bir "mukabele" titizligi icinde hazirlanmistir. Bizim subeye ve ihvanlara mahsus oldugundan, tasavvuf] gayeden baska bir hususa itibar edilmemistir...

 

Her sahifenin altinda, o sahifedeki lugattarin mânâlari misralanin sonunda isaret edilen rakamlara gore ifade edilmistir. Hazirlanmasi cok zor olan bu tarz ile, bu devrin okuyucusuna mânâlari sokmek icin buyuk kolaylik getirildigi kanaatindeyiz.

 

Ucuncu ve son kisimda ise, tasavvuf edebiyatinda gecen terim ve deyimlerin kisaca izahlari yapilmis, herkesin bilmesine imkân olmayan, hususi merak ve ihtisasi gerektiren bu bahisle, bir kisim sofiye tabirleri aciklanmistir.

 

Bu aciklamalar, uzun zaman almis, pek cok muteber eserin bir arada ve mukayeseli olarak tetkikini gerektirmis, geceli gunduzlu agir bir calisma sonunda pekcok kitap ve eser tedarikinden ayri olarak bazi istisarelerin isiginda ve daimi bir himmetin sayesinde elinizdeki kisa fakat ozlu izahlar meydana gelmistir.

 


 

Âsik sairin dedigi gibi:

 

"Dilrubâsin sevdigim, yoktur nazirin bi ictibah"

 

Hic suphesiz naziri, esi ve benzeri bulunmayan, boyle oldugu halde, nubuvvet kemaline ait bir tekemmul ile bu benzersiz buyuklugunu tevazu ve mahviyet arzinda gizleyen Dede Pasa Hazretlerini lâyikiyla ifade edemedik. Zâten onu lâyikiyla anlatmak da imkânsiz.

 

"Cân-i canan, âsik-i Yezdan, kurb-u Sultan, Kutb-ul ârifan" elkabi ne kadar manâli ve siir gibi bir guzel ifade ahengi icinde ve hakikat tercumani.

 

Kâmil insan ve insanlarin kâmili olan, her sozu "Kibarin kelâmi, kelâmin kibaridir" hukmune aynen uyan, yine her sohbeti ariflerin nazmiyle bezenen Dede Pasa Hazretlerinin gul kokulu mubarek topraginin alindigi yer olan kabri serifinin kitabesi de siir ve inciden kopuklerle caglayan bir nazim olsa ne kadar ahenkli olurdu... Fakat, velayet devletinin "âlemi emirden" olan latifelerini asktan sonraki Peygamberlik kemâlâtina ulastiran "âlemi halk" taki inisin ufkuna, toprak maddelerinin hakikatlarimn en sonuna vardiran seyri ve yuce ve misilsiz kademi dolayisiyla, "zenginlik, tevazuu, kemal, mahviyeti gerektirir" hukmunce, kabrinde de bu kadem ve tarz ile renge boyandigindan olacak, yine burada da topragi gibi halis ve fakat yine de son derece mutevazi olmustur... Allah'in kelami olan Kur'an-i Kerim, erisilmez bir mucize olarak, ilâhi nazimdir, nazim da gonle tesir edici buyuk bir hassaya mâliktir... O'nun icin, bir zuhurat oldugu halde, kabir tasina yazilamiyan su dortluk, bizim gonul kitabemize hakkediimistir:

 

"Dede Pasa 'dir mahlasi

 

Cemi-i evliya hâsi

 

İrsâd etmistir cok nasi

 

O idi zamanin Gavsi..."

 

Bu eser, daima kusurlari bize ait olmak uzere, O'nun pek aziz ve mukaddes ruhu tayyibesine ithaf edilmistir...

 

Onsozun tamami buyugumuz ve rehberimiz olan Muhterem Abdurrahim Reyhan'in tasvibinden sonra sekillenmistir...

 

Zenginlik; comertlik ve mahviyet ile birlesip kemallenirse, hakikatine ulasip sukru eda edilmis ve gayesine varmis olur. Salih Baba'nin divanini satmadan nesredilebilmek, kâgit ve basim islerinin ates pahasina ciktigi bu devirde, karsiliksiz bu isi yapmakta sukreden zenginlerin kâridir. Bu isin cok yuksek bedelini gonullu olarak veren, diger buyuk capli hayir islerinin de daima oncusu olan Mazhar Bayatli'ya Cenabi Hak zahir ve bâtin, dunya ve âhiret saadet ve selâmetlerinin tamamini ve âlâsini lutfetsin, korktugundan emin, umduguna nail etsin insaallah..

 

Bu duaya, bu eserin hazirlanmasinda, her kademede buyuk emek ve gayreti gecen Orhan Alimoglu ile Osman Gunes ve Selahaddin Turker ve Yuksel Yalcinkaya beylerle az cok emegi gecen, fikir, tavsiye ve tesvikleriyle bize yardimci olan butun arkadaslarin da ortak olmalarini, onlarinda bu duadan hissedar olmalarini dilemekteyiz..

 

Salih Baba Hazretleri ile mensubu oldugu serefli silsilenin gelmis ve gelecek butun Pir, Hulefa ve muridanlari ile zahir ve bâtin ceddi âlilerinin mubarek ruhlarina, bilhassa, Dede nâmi ile satira alinip yine o isimle gizlenen,

 

"... Verasetin nazenini, âhirin serdaridir Hem zâhir hem bâtinda ayniyle Siddik-i zaman,, Mulkle birlikte tebaaya tasarruf hatimedir, Adalet devletinde Omer ve hayada Osman.. Nimetin tadi, lezzeti misali marifeti, Ebu Turab 'dir bir adi, velayette Eba Hasan.. Hilkati bire inmis tekmil olup kemâlâtm, İsmi serifine demisler: Dede Pasa Sultan..."

 

misralarinda anlatmaya calistigimiz, insanin kalbine feyiz ve safa doldurmakta esi, emsali bulunmayan Dede Pasa Hazretlerinin mubarek, mutahhar ve muazzez ruhu seriflerine Fatiha sirrinin yoldas olmasini, himmet ve nisbetlerinin bizleri ihata ve istiab etmesini niyaz ederiz.

 

Ankara, 18 Ekim 1979 Persembe

FehmiKUYUMCU