“ALLAH yolunda canın, başın kıymeti olmaz.”

  

İnsanları illetle zillet sarmış. Kanser sarar gibi sarmış. Sabreden bir kimse için fakirlik yok. Fakirlik açlık, çıplaklık. Şimdi, açlık, çıplaklık yok. En fakirin türlü türlü giyecekleri var. Kat kat elbiseleri var. En fakir bir saatlik yolu yürümü-yor. Bir vasıta ile gidiyor.

Biz elli yaşına kadar etlisini yedik, yağlısını yedik. Elli ya-şımızdan sonra bize bir perhiz verdiler. Tatlı yok. Baklava, börek, hamur yok. “Hububat yeme” dediler. Ondan sonra kırmızı eti kestiler. “Balık-tavuk yiyeceksin” dediler. O da öl-çülü tartılı şimdi bizden o eti de kestiler. Ne yiyorum şimdi ben? Sebze ve meyva. Bunlar da yağsız, tuzsuz. Ama şükür, bin şükür, çok şükür, şikayetçi değilim. Bize burada ne deni-liyor?

Ey zalim! Sen bu zamana kadar etli yedin, yağlı yedin, tatlı yedin inkâr ettin.

Açlık bir ihtiyaç ise, ekmekte çok bir nimettir. Ekmeksiz hiç bir şey olmaz. Bugün şişmanlar ekmeği yemiyorlar ki şişmanlamamak için. Cenâb-ı Hak ekmekte muazzam bir gıda halketmiş. Zaten nimet ekmektir.

Ekmeksiz kalan var mı? Varsa neden bu kadar çok çöp-lere ekmekler dökülüyor. Bir parça ekmek ile bir tas çorba açlığımızı giderir. Bunu elde etmek pek kolay. Diğer yiyecekler olsa da olur. Olmasa da olur.

Şimdi hastalık çoğalmış. Hangi hastaneye gitseniz, hastadan geçilmiyor.

Zillet? Oda çok. Her nereye gitsek şikayetçiler geliyor. Ağlayanlar geliyorlar, yalvaranlar geliyor. Sanki biz onları kurtaracakmışız gibi. Haşa Estağfurullah.

Hanımı beyinden şikayetçi. Beyi de hanımından görüyor. Babası oğlundan, oğlu da babasından şikayetçi. İş sahibi iş yerinden huzursuz. Bu da zillettir. Akrabasından huzursuz. Çevresinden huzursuz.