“Ey insan! Doğuştan ölünceye kadar ilim öğren.”

  

       Gelen geçer kalınmaz burada

       İki kapılı bir handır

Elbetteki dünya iki kapılı bir handır. Eskiden insanların yolculuklardaki ihtiyaçlarını gidermek için. İthalat, ihracat, yeme, giyinme, kullanma eşyaları ticareti hayvanlarla ya-pılırdı. Deve, at, beygir, katır ile yapılırdı. Bunlar uzun müddet gittikten sonra dinlenmek ihtiyaçları oluyordu. Dinlen-meleri, yem yemeleri, için insanların dinlenmeleri için kurulan yerlere HAN deniliyordu. Orada hayvanını dinlendiri yor. Kendisi dinleniyor. Sonra gidiyor. Fakat bu handa en az kalan bir saat kalırmış. Çok kalanlar da bir gün kalırmış. İşte bu dünyada çok yaşayan bir gün kalmış gibidir. Az yaşayan da bir saat kalmış gibidir.

       Kimi yapar kimi yıkar kimi hayran olup bakar

       Bu bir handır giren çıkar bu esrârı nemî-dânem

Ahiret gurbetçisiyiz. Ahireti kazanmak için bu dünyaya geldik. Yemeye, içmeye, gezmeye, tozmaya değil. Onu hayvanlar da yapıyorlar.

Ölümü uzak görmeyelim. Ölümü uzak görürsek, ameli-mizde ihmalliğimiz, tembelliğimiz olur. Ölümü çok yakın görelim. Zaten ölüme hakke’l-yakîn inanmak ta bu imiş. Yani her nefesini son nefesi gibi bileceksin. Bakarsın ki ver-diğin nefestir. Alamazsın. Veya alırsın veremezsin.

       Al elmanın, dördünü

       Sev yiğidin merdini

       Seveceksen güzel sev

       Çekme çirkin derdini

Tarikata girdikse, hakiki güzeli bulduksa onu seveceğiz. Hakiki güzel bizim meşayihimiz.

Dört elmadan mana edil-le-i şeriyye.

Kitap, sünnet, icma, kıyas. Bunları yaşarsa kendisi güzel olur. Çirkin sıfattan kurtulur. Güzel olur. O zaman güzelleri tanır. Sever.

Evvelâ sevilecek güzel ALLAH'tır. Ondan sonra da ALLAH'ı seven güzellerdir. Güzel olanlar.

       Seveceksen güzel sev

       Çekme çirkin derdini

Çirkinden manâ: Kötü ahlaklı insanlar. Güzelden manâ güzel ahlaklı insanlar. Çünkü ahlakı güzel olanlar güzel olur.

Tarikat: Ruhun yükselmesi, terakki etmesi demektir. Bir insanın cesedi yükselemez.

Bir kuş iki kanadı ile yükselebilir. Hakikate geçmek için çift kanat lâzım. Bu kanatlardan birisi şeriattır. Birisi de ta-rikattır.

Tarikatı iyi bilmek, iyi anlamak, iyi yaşamak lâzım. Şe-riatımızda da bildiklerimizle kalmayalım. Bilmediklerimizi de öğrenmeye çalışalım.

Neyi bilmiyoruz? Meselâ: Günahların bir çoğunu bilmi-yoruz. Veya küçük günahları hiç bilmiyoruz. Bildiklerimizle kalmayalım. Bilmediklerimizi öğrenelim. Eğer öğrenemiyorsanız, öğrenme çağınız geçmişse, bir bilenle beraber olun.

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Ey insan! Doğuştan ölünceye kadar ilim öğren.”

“Beşikten mezara kadar ilim öğren.” Halbuki ilim farz-ı kifayedir. Farz-ı ayın değil.

FARZ-I AYIN: Herkesin üzerine olan farz.

FARZ-I KİFAYE: Kendi üzerine değil. Meselâ: Bir ailede sekiz-on nüfus var. Bir tanesi bilirse diğerleri kurtuluyor. Ai-lede yoksa, bir köyde bir tane alim varsa, köy kurtuluyor. Ama ilim öğrenme konusunda kurtuluyor. Diğer taraftan farz-ı ayın var. Herkes dinî ilmihâlini öğrenecek.

Ama adam mahrumiyet bölgesinde doğmuş. Yetim kal-mış. Veyahutta annesi babası cahilmiş. Onu okutmayı dü-şünmemişler. Öğretmemişler, okula da gitmemiş. Öyle in-sanlar var ki, günahı sevabı bilmediği gibi kültür ilmini de bilmiyor. Kültür ilmini bilse, kültür ilmi din ilmine, din ilmi de kültür ilmine yardımcıdırlar. Ne kadar kültür ilmi olursa olsun, din ilmini bilmezse kültür ilmi kurtarmaz. Kültür ilmi din ilmini tez öğrenmeye yardımcı olur. Bir insanda ne kadar din ilmi olursa olsun, kültür ilmi de olması icabedi yor. Kültür ilmi olmazsa halka hitabedemiyor.

Şimdi bir adam var. Kur'ân kursuna gitmemiş. Kur'ân'ı okumayı bilmiyor. Fatihayı bile bilmiyor. Kültür ilmi de yok. İlkokulu bitirmiş olsa orada duaların Türkçe yazılmışı öğre-tiliyor. Namaz kılmayı bilmiyorsa orada öğretiliyor. Bu adam gelmiş kırk yaşına. Nasıl öğrenecek?

“40 yaşına geldim. Altmış yaşına geldim” demekle kurtuluş yok. Öğrenecek. Erkek olsun hanım olsun. Neyi öğre-necek?

Namaz kılmayı öğrenecek, oruç tutmayı öğrenecek, ab-dest almayı öğrenecek, namaz da okunacak sûreleri öğre-necek. Bunlardan kurtuluş yok.

“Utlubu’l-ilme minel-mehdi ilel-lahd” durma sen

Birkaç esmâ bilmek ile Hakk’ı bildim sanma sen

Şimdi bu cemaat içerisinde kültürlü olanlar var. Öğretmen vardır. Kur'ân'ı okuyan vardır. Belki hafız da vardır. Fı-kıh kitaplarını okumuş, biliyor. Fakülte mezunları, lise me-zunları vardır. Hiç okumamış olanlarda vardır. Elli-altmış yaşındaki insan fakülteyi okuyabilir mi? Peki neyi öğre-necek? Namaz kılmayı öğrenecek. Kur'ân'ı öğrenecek. Bu kelâm bunlar için.

Burada kültür ilmi olanlar varsa onlara da “Sen bu bil-diklerinle ALLAH'ı bildim sanma” diyor.

Birkaç esmâ bilmek ile Hak'kı bildim sanma sen

Bu sözde bunu belirtiyor.

       Sohbeti Pire devam et rûz u şeb usanma sen

       Zat-ı Hakk’ı anlamaktır binbir esmâdan garâz

ALLAH'ı anlamak için, ALLAH'ı bilmek için, bir ALLAH'ı bilenin sohbetinde bulun.

Ehl-i dil: Gönül sahibi, huzur sahibi. Onun sözleri kalpten gelir. Akıldan, baştan değil.

İlmi okudun. Fakülteleri bitirdin. Ama bunları bilmekle ALLAH'ı bildim sanma sen.

Sohbet-i Pîre devam et ki ALLAH'ı bilesin.

Cezbe dolu bir silahtır. Rabıtadan gelir. Hakiki cezbe kim-dedir? Biz biliriz.

“Mü’min mü’minin aynası” Hadis-i Şerif.

Bir insan başkasını iyi görüyorsa, bu iyilik onun kendisinde de vardır.

Meşayih aynadır. Mürid kendisini onda görür.