Gülden Bülbüllere 1-1

Allah arzunuza ulaştırsın. Allah niyetinizi halis etsin, niyetinizin neticesine ulaştırsın, ameller niyete bağlıdır. Allah'ın emirleri insanlara amel oluyor. İşte Allah'ın emri:

"Allah için birbirinizi sevin, Allah için bir araya gelin."

Kelâm-ı kibârda şöyle geçer:

Gelin ey yâr-ı sâdıklar

Bu meydân-ı muhabbettir

Bütün cem olsun âşıklar

Bu meydân-ı muhabbettir

Şefîimiz Muhammed'dir

"Her kim ki düşmedi ayağa, çıkmadı başa."

Her kim ki ayaklar altında çiğnenmedi, başa tac olamaz; bu da tarîkatın tevazu sıfatıdır. Cenabı Hak buyuruyor ki:

"Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz."

Alçalmaktan maksat, tevazu. İnsanların türap olması lâzım. Ayaklar altında çiğnenmesi lâzım. Her kim ki düşmedi ayağa, her kim ki ayaklar altında çiğnenmedi, başa tac olamaz.

“Payine yüz süremedim ne çare”

Bir de bir kelâm daha:

“Her kim ki payine yüz sürdü, etti sebatı, ol buldu necatı.”

Yüzümüz meşâyihimizin ayağının altında. Aslında bütün insanların ayağının altında olması lâzım, derviş olmak için. Dervişlik büyük bir makamdır. Derviş olmak için bütün insanlara yüzünü çiğnetmesi lâzım. Gerçekten çiğnetecek değil. Yani herkesten kendisini aşağı görsün. Yüzünü herkesin ayağının altına koysun, dervişlik sıfatı buymuş.

Dervişlik sıfatı şuymuş ki: Yüzüne silleyi vuranla ağzına şekeri veren bir olacak. Seni birisi sevdi, okşadı, ağzına tatlı bir şey verdi. Birisi de geldi vurdu. İkisi de bir olacak. Böyle olursa ki derviş olabilesin. Öbürü beni sevdi diye ona iyi diyeceksin, ama diğeri dövdü diye ona kötü demeyeceksin.

Gelin dergâha dervişler

Kılalım zevk ü cünbüşler

Hüdâ'nındır kamû işler

Bu meydan-ı muhabbettir

Şefîimiz Muhammed'dir

Mürit daha müptedi âleminde. Varlığından kurtulamamış. Varlığından kurtulsa zaten müritlikten meşâyihliğe geçiyor.  Zaten biliyorum demekle ne oluyor insanların ilmi, ameli ne oluyor? Perdeliyor.

Kelam-ı kibarda geçer :

Bu gaflet uykusundan kalk kamu bildiklerin bırak

Cihana bir güzelce bak gelen durmaz gider yâ Hu

Senin bildiklerini bırak. Ne kadar olsa mürit irâde sahibi. Yani daha kendi varlığında. Bildiklerini unutamamış atamamış. Veliler atmışlardır. Bilgilerini atmışlardır. Çünkü onların bilgisi Hak'tan oluyor. Kendilerinden değil, kendi bilgilerini atmışlar. Cenabı Hakk’ın bilgisi tecelli etmiş. Demiyor mu Cenabı Hak:

"Konuşan dili biz oluruz."

Ledünni ilmi budur, kalp ilmi budur. Tasavvuf ilmi budur. Dervişlik büyük bir sıfattır. Yüzüne silleyi vuranla ağzına helvayı veren bir olmuşsa derviştir. Dervişlik bir elenmiş topraktır. İnce elenmiş toprak. Buna biraz da su ilave edince, o kadar güzel yumuşak bir toprak olur ki ona basan ayak incinmez. Ayağına toz da konmaz. Dervişliğin bir sıfatı da bu.

Evet ama nasıl derviş olur insan?

Oldum vatanımdan  cüdâ

Görün beni aşk neyledi

Yaktı bizi aşk-ı Hüda

Görün beni aşk neyledi

Âhiri derviş eyledi

Demek ki aşk-ı ilahi bir insanı yakıyorsa varlığından kurtuluyorsa derviş olabiliyor. Bizde aşk var ama, bizdeki aşk cüz'idir. Aşk bizde kemâle ulaşmamış. Aşkın henüz hakikatine ulaşmamışız. Aşkın daha mecazındayız. Ne için mecazındayız? Ne zaman ki aşk bizi ihata ederse, yediğimizden haberimiz olmaz, içtiğimizden haberimiz olmaz, nerede olduğumuzu bilmeyiz, o zaman hakikatine ulaşırız.

İlâhi bir aşk ver bana

Kandalığım bilmeyeyim

Ya Rabbi öyle bir aşk ver bana ki ben nerede olduğumu bilmeyeyim. Kim olduğumu bilmeyeyim, ama bu aşkla insanlar mecazdan hakikate geçiyor. Mecaz olan aşk büyüte büyüte hakikate ulaştırıyor. Bütün aşkı elde ediyor. Böyle söylerken yanlış anlaşılmasın. Aşkın bütünü Allah'tır. Sonra Resulullah'a, sonra insanlara paylaştırılmıştır. İnsan Allah'ı ne kadar severse sevsin Hz. Resulullah kadar sevemez. Allah da Resulullah'ı çok sevmiş. Demek ki Allah'ın Resulullah'ı sevdiği kadar da Resulullah Allah'ı sevemez. Neden? Çünkü Habibim: "Ben seni muhabbetimden, sevdiğimden yarattım" buyuruyor. Cenabı Hak, sevgisinden, muhabbetinden yaratmışsa demek ki Allah'ta olan muhabbet, Resulullah'ta olan muhabbetten daha çok. Onun için buyuruyor:

Muhabbetten yarattı Ol Habibi Hazret-i Mennân

Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ'da yangın var

Bu yangın, muhabbet yangını. Yoksa Allah'ta yangın olur mu? Haşa estağfirullah. Hz. Allah'ta bir sevgi var. Sevgi var ki evvela sevmiş istemiş ve kendi muhabbetinden Habibini yaratmış. Bütün mevcudatı da Peygamber Efendimizin nurundan yaratmış. Bizde de bir muhabbet var. Cüz'isi var, küllisi var. Hz. Resulün muhabbeti mi bizde oluşacak? Olmaz. Allah'ın muhabbeti mi bizde oluşacak? Olmaz. Allah'ın ilmimi bizde tecelli edecek? Etmez.  Resulullah'ın ilmi mi bizde olacak? Olmaz. Hz. Allah'ın adaleti mi? Hayır. Cenabı Hak ne vermiştir insanlara? Cüz'iyi vermiştir. Ama insanlar cüz'iden külliye ulaşabiliyorlar mı? Ulaşıyorlar. İşte insanların kalbinde olan cüz'i muhabbet, cüz'i ilim, cüz'i akıl. Bunlar ne oluyor? Büyüyor, çoğalıyor. İnsanların sa’yı gayreti ile büyüyor, çoğalıyorlar. Kalbinde olan bir cüz'i muhabbet. Baş parmağın kalınlığında olan feyz-i ilahi müridin kalbine geliyor. Nerden geliyor? Şeyh Efendisinin iki kaşının ortasından geliyor. Buna inanın. Zaten Cenabı Hak ne buyuruyor?

"Kulum beni sev, sevdiklerimi sev."

Bu bunu ifade ediyor ve buna işarettir. Bir Evliyaullah'ı seviyoruz. Bu sevgi bize görünüyor mu? Görünmüyor. Nerede bu sevgi? Kalbimizde. Ama bunun da bir cismi var. Onun da bir vücudu var. Cismi olmayan şey asla söylenmez. Akla gelmez.

Maddiyat: Zâhirde cisim gösteren şeyler.

Maneviyat: Cisim göstermeyen varlıklar.

Bizim de cesedimiz maddiyattır. Cisim gösterdiği için cesedimizde olan gözlerimiz, kulaklarımız, dilimiz, birer maddiyattır. Bunlar mecazdır.

Bunların hakikati var mı? Var. Nerede bunların hakikati? İnsanların kalbinde. Hakikate ulaşınca, insanların kalbindeki hakikat gözü açılıyor. Her şeyin hakikati insanların kalbinde. Hakikate ulaşınca kalbindeki kalp dili de açılıyor, manevî dil de açılıyor. Manevî  kulağı da açılıyor. Manevî göz, manevî kulak, manevî akıl, manevî el. Bunlar var ama görünmüyor. Bunlar nerede? İnsanların kalbindedir.

Hakikatsiz andelibin zârına

Goncasını seven bakmaz hârına

Yandır bu Salih'i aşkın nârına

O narın nurundan abad et meni

İşte burada bir hakikat var. Ne dedi orada:

Hakikatsiz andelibin zârına

Andelip: Bülbül.

Bülbülün güle karşı bir ahu zarı var ya onu tenkit ediyor âşık. Niye? Eğer bülbülün güle karşı ahu zarı hakiki olsaydı. Gül nerede bitiyor? Bir çalıda bitiyor. Yıl boyunca o çalıyı beklerdi. Niye gülün açtığı zamanda geliyor da bağırıp çağırıyor ve gül solduğu zaman yüz çevirip gidiyor? Bunu gören âşık, onu tenkit ediyor.

Yandır bu Salih'i aşkın nârına.

Salih: Amel işleyen. Bütün tasavvuf ehline söylenmiş.

Aşkın nârına denilince: Aşk da yakıcı bir maddedir. Ama insanların cesedini yakmaz.

Ateş neyi yakar? Cisimleri yakar. Bizim de kalbimizde cisimler var. Kalbimizdeki cisimleri yakar. Kalbimizi yakmaz ama. Kalbimizdeki cisimleri yakınca ne yapar? Nimetimize malik oluruz. Ayrılıktan kurtuluruz. Dertlerimizden kurtuluruz, noksan sıfatımızdan kurtuluruz. Niye? Bizi rencide eden varlığımızdır, benliğimizdir.

Yandır bu Salih'i aşkın nârına

O nârın nurunda abad et meni

Burada neyi ifade etmek istiyor? Bak, İbrahim Aleyhisselamı Cenabı Hak ateşe attırdı, ama ateşin nârından kurtardı. Niye yakmadı? O kendisini Allah'a teslim etti. Biz teslim edemiyoruz. Bu, sözle olmaz.

Yüzü nakş-ı hayal imiş

Özü başka bir hâl imiş

Bilen ehli kemâl imiş

…..

Yüzü nakş-ı hayal imiş

Râbıtayı hayal ediyor. Neyini? Yüzünü, zâhirdeki cesedini. Zâhir yüzünü hayal ediyor, zâhirdeki yüzüne râbıta yapıyor. İşte nefsi ancak bu râbıta ıslah ediyor. Bu ıslahla anasır-ı zıddıyet değişiyor. Ruhu da nefsin esaretinden kurtulmuş oluyor. Yani diyelim ki bir mazlum çocuk var. Yetim bir çocuk var. Buna birisi zulmediyor, eziyor. Buna acıyan birisi ne yapıyor? Bu çocuğu sen niye eziyorsun diyor. Eğer bunu yedirmek, giydirmek, beslemek zor geliyorsa ver de götüreyim, büyüteyim diyor.

İyilikle veya zorla o çocuğu onun elinden alıyor. Ona göstermeden o çocuğu büyütüyor. İşte senin düşmanın hadi git, git kozunu onunla pay et! O zaman ruh güçlendi. Nefse gücü yetiyor artık. Bu ne ile oluyor? Evliyaullah'ın manevî gücü, manevî kuvveti ile oluyor. Evliyaullah'ın zâhiri, müridin zâhirini ihata etmiş. Nefsini ihata etmiş. Zâhir râbıta nuru taşıyor. Evliyaullah'ın velayet nuru var. Bâtını var, müridini ihata etmiş. Zâhiri ile nefsi terbiye ediyor, maneviyatı ile ruha eğitim yaptırıyor. Ruhu besliyor, büyütüyor, tahsil yaptırıyor. Ne zaman ki ruh nefsi yenmeye bir güç sahibi olursa, o zaman inkılâp yapıyor.

Ama bu inkılâp nerede olur? Ne zaman olur? İnsanlarda 79 ahlâkı zemime var. 79 ahlâkı hamide var. Ahlâkı zemime kötü huylardır. Bunlar vücuttan gitmedikten sonra, 79 ahlâkı hamide bunların yerine gelemez. Bunların her birisi bir teşkilâttır. 79 ahlâkı hamideler ahlâkı zemimelerin altında. Her bir ahlâkı zemime gidince, ahlâkı hamide çıkıyor. Mesela diyelim ki teyp kara bir cisim. Bunun altında ne var? Beyaz bir cisim. Teyp alınınca beyaz bir cisim ortaya çıkıyor. Bunu da Cenabı Hak öyle halk etmiş. Noksan sıfatımızı ikmâl etmek, şeriatla, tarîkatla oluyor. Şeriatla hayvanî sıfattan beşeri sıfata geçiyor, Tarîkatla da beşerî sıfattan melekî sıfata geçiyoruz.

İnsan ne zaman bu 79 ahlâkı zemimelerin hepsini atarsa altında 79 ahlâkı hamideler çıkıyor. Güzel ahlâklar çıkıyor meydana. O zaman insan beşerî sıfata geçer. Ama bir insan hayvanî sıfattan beşerî sıfata geçmiş. Onda ahlâkı zemime de vardır. Ahlâkı hamide de vardır. Ahlâkı zemimelerin hepsini atmamış, ahlâkı hamidelerin hepsini elde etmemiş. Ama her şey ekseriyete tâbidir. Bir insanda onun için, nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne var.

Nefs-i emmarede bütün ahlâkı zemimeler var. Hiçbir ahlâkı hamide yok orada. Küfür sıfatı nefsi emmare. Hayvan sıfatı. İşte nefs-i emmareden geçmek için, küfür sıfatından kurtulmak için, şeriatımız olacak, ibadetlerimiz olacak. Namazı, abdesti, her ibadeti olacak. Allah'ın emirleri işlenecek. Günah-ı kebairlerden kurtulacak ki nefs-i emmarelerden kurtulmuş olsun.

Nefs-i emmarelerde zaten cihat yoktur. Cihad zaten levvamede başlıyor. Bir insan içki içiyor, kumar oynuyor, hırsızlık yapıyor, adam öldürüyor. İbadet yok. Günah, sevap bilmiyor. Haram, helal bilmiyor. Bunda cihad var mı? Yok. Cihad levvamededir. Levvameye geçer ama levvame ile emmarenin bir merbudiyeti var. Diyelim ki bir müslüman, bir gayri müslim ile komşu olmuş. Bitişik komşularda komşuluğun çok iyi olması lâzım ki, o gayri müslim olana ondan bir şey bulaşsın, o küfürden uzaklaşsın. Levvameye geçmiş ama levvamede cihad da çok büyüktür. Müridin en çetin hali levvamede, en çetin cihadı levvamededir. Çünkü küfüre yakınlığı var. Emmareye yakınlığı vardır, levvameden mülhimeye doğru küfürden uzaklaşıyor. Fakat mülhimede tamamen noksan sıfatından kurtulamamıştır. Beraat etmemiştir. Ta ki nefsi mutmainneliğe geçinceye kadar.

İnsanlar meşâyihsiz tarikatsız nefsi mutmainneliğe geçemez.

Nefs-i emmâre: Nefs-i emmarede 79 ahlakı zemime dolu. Nefs-i levvâmeye geçince yarıya düştü. Ahlâkı zemimelerin bir kısmını atmış oluyor, ahlâkı zemimeleri azaltmış oluyor. Her bir ahlâkı zemime gidince yerine ahlâkı hamide, her bir çirkin ahlâk gidince yerine güzel ahlâk geliyor. Ne zaman ki 40 tane ahlâkı hamide oluyorsa, yarıdan bir fazla ekseriyet bir tarafa geçiyor. O zaman ruh inkılâp yapabiliyor. Nefsi aşağılanıyormuş. O zaman ne oluyor? Yine nefis ölmez. Ancak 79 ahlâkı hamideyi elde eden bir insan yani bu cesedi nefisten kurtarıp ruha teslim etmek için inkılâp yapan insan ne oluyor o zaman?

"Mûtû kable entemûtû" sırrına mazhar oluyor ki noksan sıfatlardan beraat ediyor. Noksan sıfatlardan, kemâl sıfatlara geçiyor. Zaten noksan sıfatlardan kemal sıfatlara geçiyorsa o zaman "Mûtû kable entemûtû" sırrına mazhar oluyor. Halbuki nefis ölmez. Bir peygamberin de nefsi vardır. O da beşer, o da bir kul. Yemesi var. Peygamberler yerlermiş, içerlermiş, uyurlarmış, hasta olurlarmış. Velilerde de bu var, insanlarda da bu var. Demek ki nefis ölmüyor.

Onların nefisleri ne olmuş? Islah olmuş. Nefisleri ıslah olmuş. Nefis anasır-ı zıddiyettir. Anasır-ı zıddıyet değişmiş. Ceset var ya, dört maddeden yapılan ceset. Su, ateş, toprak, hava bunlar değişiyor. Bunların hammaddeleri has maddeye dönüşüyor. Hammaddeden, has maddeye dönmek için şeriat, tarîkat, hakikat var. Şeriatsız, tarîkatsız bir insan hakikate geçemez. Tarîkattan hakikate geçince bir insan, bu hammaddeleri atıyor, veyahutda bu hammaddeleri, çeviriyor has maddeye. Bakın:

Bilinmez âlemin sırrı nihândır

Dört şâhın hükmüyle döner cihandır

Ârif olanlara özge seyrândır

Kâmile her eşya olmuş bir evrâd

Evrat: Zikir. Bu kelâm buyrulmuş "Bilinmez alemin sırrı nihandır." Nedir bu? Vücudumuzun sırrına aklımız ermiyor. Ruhumuzu bilemiyoruz. Ruhumuz var. İnkâr edebilir miyiz? İnsanın hayatı ruhtadır. İnsanın hayatı gidiyor. Hayat demek: Bu dünyadaki beşeriyeti, yaşantısı. Bu gidiyor. Anasır-ı zıddıyet değişiyor.

Nedir anasır-ı zıddıyet?

Vücudumuzdaki dört madde. Anasır-ı zıddıyet değişmediği müddetçe, bunların çok büyük zararları var.

Ateş: Bizi kavgaya, nizaya sevkediyor, onun zararı bu.

Su: Bizi, sürüklüyor. Yani bir sebat yok. Yok o tarafa, yok bu tarafa kayıyor. Halbuki insanlara sebat lâzım.

Her kim ki pâyına yüz sürdü etti sebatı, ol buldu necâtı.

Bu ancak meşâyihe intisapla olur, demek ki su bizi kaydırıyor. Zâhirde de böyle. Bir kimse senin aleyhinde bir şey konuşsun, hemen onunla dostluğun bozulur. Bu defa düşman olursun.

Hava: Senin vücudunda olan hava sana benlik getiriyor. Kendini dağlardan yüksek görüyorsun.

Toprak: Senin vücudunda bir de toprak var. O da sana tembellik veriyor. Amelini işleyemiyorsun. Bunların görevleri budur. Nasıl ki dabak ham deriyi aldığı zaman, hem de pis hayvanın derisini, affedersiniz merkebin, ayının, kurdun, tilkinin... Ne kadar pis hayvan derisi varsa hepsini alır, kabul eder. Temiz hale getirir. Onu bırakalım. Herhangi bir hayvanın dabak görmemiş derisinde bir sertlik vardır. Onda bir çirkinlik vardır değil mi ? Kötü bir rengi de var. Hem çirkin, hem sert. Hem de pis. Ama dabağa girince ne oluyor? Pisliği de gidiyor, sertliği de gidiyor. Çirkinliği de gidiyor. Sonra kullanılır hale geliyor. Ama bu deri dabak görmeseydi nasıldı? Pis bir deriydi. Yahutda çirkin bir şeydi. Ne oldu burada? İnsanların anasır-ı zıddıyeti değişince dabak görmüş deri gibi olur. Onun pisliği gider. Sertliği gider. Çirkinliği gider.

Ama bu dört anasır herkeste vardır. Bazı insanın ateşi daha galipse o hükmünü yürütüyor. Yani bir insan hem kavgacı, hem teşvikçi, hem de benlikli olamaz. Ama bir insanda bu dört maddenin hangisi galipse mesela ateşi daha galipse, o hükmünü yürütüyor. Kavgacı oluyor, cinayet işliyor, adam öldürüyor. Ötekinin suyu galipse teşvikçi oluyor. Kim ne derse onun sözüne kayıyor. Ama hak, ama batıl, evet ondan ekseri batıla gider. Havası galipse onda da benlik vardır. O da hiç kimseyi beğenmez. Kendisini herkesten yüksek görür. Kimisinin de toprağı galip olur. Tembel olur, battal. Kur'an-ı Kerim'de geçiyor. Cenabı Hak battalları sevmiyor. Bu tembellik maddi tembellik değil. Çok iş görür. Çok çalışır ama ameli olmaz. Bu, o tembelliktir. Onun tembelliği galiptir. Amel tembelliği var. Ama bunlar değişince ne oluyor?

Bunlar olunca hayvâni sıfattan beşerî sıfata geçilir.

Dört şahın hükmüyle döner cihandır

İnsanlar bir cihandır. İnsanlar bir varlıktır. İnsanlarda kalp âlemi vardır. İnsanlarda o kalp âlemi var ya, o kalp âlemi dünyalardan, göklerden, yerlerden büyük.

Orada neler var? Kainatta Cenabı Hak ne halk etmişse hepsi orada var. Bu nedir? Dört şahın hükmüyle edille-i şeriye olursa, seni hayvanî sıfattan beşerî sıfata dönderir. Olmazsa hayvanî sıfatta kalıyorsun.

Bir de tarîkatta bu dört şahtan murat: O da seni beşerî sıfattan melekî sıfata çevirecek, bu da nedir?

Bu da: Muhabbet, ihlas, âdap, teslimiyet. Bunlar olunca, beşerî sıfattan da geçince ne oluyor? Ârif oluyorsun. Ondan sonra kâmil oluyorsun.

Ârif olanlara özge seyrândır

Kâmile her eşya olmuş bir evrâd

Ariflerin de bu eşyayı ayrı bir görüşü var. Bizim görüşümüz gibi değil. Burada nasıl bir şey var? Biat etmişler. Cenabı Hakkın varlığını seyrediyorlar. Niye?

Çünkü kendi noksanlarını ikmal etmişler. Bizim noksanımızdır bu eşyayı bize noksan gösteren. İnsanlar demek ki ârif sınıfına geçince (Ârif: Ayık demek) her eşyanın hakikatine mâlik oluyor. Mahiyetine mâlik oluyorlar.

İşte ârifler eşyayı ne yapıyorlar? Özge seyran ise eşya onlar için bir mir'at olmuş, ayna olmuş; ama onlar önce kendilerini arındırmışlar ki eşya da onlar için ayna olmuş, eşyayı ayna edinmişler. Tasavvuf öyledir. Büyükler ne demiş:

Kâmil odur ki: Onlar bütün eşyayı mir'at eder. Allah'ın varlığını onda müşahede ederler. Allah'ın zatının varlığında bütün eşyanın yokluğunu müşahede eder.

İşte böyle bakın:

Kamu varım sen oldun.

Yunus Emre ne diyor?

Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Havadaki kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni

O niye öyle söylüyor? Bakmış ki dağlarda, taşlarda, nebatlarda, bitkilerde, kuşlarda her ne varsa Allah diyor. Zikrediyor.

Kâmile her eşya olmuş bir evrâd.

Kâmil insanda öyle olmuş ki her şey ruh olmuş. Cisim gidiyor. Her eşya zikrediyor. Lâ ilâhe illallah.

"Lâ"yı iskât eyleyenler dâim illâ "Hû" çeker

...

"İllâ"ya geçir bırakma bizi menzil-i "lâ" da

Hicrân oduna yakma şahım eyle keremi

Burada bir mürit, tasavvuf ehli râbıtaya müracaat ediyor. "İllâya geçir bizi." Bırakma menzil-i "lâ"da. Hicranın daha büyük. Kerem eyle. Bize iyilik et, kerem et de ayrılıkta bırakma. Ayrılık büyük bir ateştir. Lâ'da bırakma bizi. Evvel Allah, zâhir  O, bâtın O. Zâhir de olsa biz O'nu göremiyoruz. Bizim varlığımız perdelemiş O'nu. Biz varlığımızdan kurtulacağız ki O görünsün.

Onun için illâ'ya geçir bizi bırakma lâ’da. "Lâ" hâşâ Estağfirullah, var olan Allah'ın yokluğudur. Bu arada Allah'ı göstermeyen ne oluyor? Bu eşya, senin benim varlığım. Sen ben varlığından geçince eşyanın varlığından da geçiyorsun. Sen de bir aynasın. Eşya da bir ayna. Neyi gösterir?  Cisimleri gösterir. Kendini gösterir.

Bu berzâh âlemin geç gör neler var

Eriş nûra ki sende kalmaya nâr

Olursun âlem-i ruhtan haberdar 

Burada bize zarar veren benliğimizdir. Anasır-ı zıddıyetimizdir. Noksan sıfatlarımızdır. Nur ise ruhumuzu makamına ulaştırmak. Bunun esası da şeriat, tarîkat, hakikat, mârifettir.