Gülden Bülbüllere 3-6

       Görün Salih bî hemtâyı gezerken kûhu sahrâyı

       Gönül buldu dilârâyı bu gavgâyı neder yâ Hû

Dilârâ: Gönlü sevgisi ile dolduran sevgili. Gönül aradığını buldu. Gönül neyi bulur? Gönlü sadece ne tatmin eder? Cenabı Hak:

“Sizin kalbinizi ancak zikrullah doyurur.” buyuruyor.

Zikrullah’ı tadan bir insan ister ki kalbini Zikrullah'la doyursun. Başka bir şey girmesin. Hiçbir düşüncesi olmasın.

İşte ne olmuş? Onda da gönül azabı var. Hasta değil, fakir değil. Hiçbir taraftan huzursuzluğu yok. Ama ister ki gönlünü daima Allah ile meşgul etsin. Oraya başka bir şey girmesin. Bu kavga odur.

       Yeter ettin bu Salih’e itabı

Yani konuştun, konuşturdun, azarladın, azarlattın.

       Bir zaman gösterdin yevmül-hisâbı

Zahirde “yevmü’l-beter” fermanı var ya, Yevmü’l-beteri yaşıyoruz. Ama bilemiyoruz. O (Salih) bilmiş.

Ancak kimler bilir? Tamamı ile dünyayı gönlünden çıkarmış. Dünya ile ilgili hiç bir arzusu olmayan. Bilmeyen kim? Dünyayı seven, dünyada arzusu olan. Makam mevkide arzusu olan. Bunların kendinden haberi olmaz.

Tasavvufu anlayan, yaşayan için. Anlamayan yaşamayan için değil. Yevmü’l-hisâb ki kişi hiçbir şeyden zevk almaz. Başka bir kelam:

       Ne bir zevk-i hâlâvet var

       Ne bir zikr-i ibadet var

       Ne bir an istirahat var

       Bu esrâr-ı nemî-dânem

Yevmül-hisâb: Ruhû, manevî halleri görüyor. Ta ki kabir hesaplarını da görüyor. Kıyametteki hesaplarını da görüyor. İç aleminden geçiriyor. İşte ”Mutu kable ente-mutu” sırrına mazhar olanlar.

 

Her kim ki şahsi menfaati için makam, mevkii gözetiyorsa veya makam, mevkiye ulaşmışsa, her kim ki şahsi menfaati için konuşuyorsa, karşısındakine garezen konuşuyorsa, onlar Fırka-i Nâcîye olamaz. Sözü de Allah için, işi de Allah için, ameli de Allah için, hizmeti de Allah için olacak ki, Fırka-i Nâcîye olabilsin. İnsanlarda makam, mevki bir varlık. Geçemez, amel de bir varlık, geçemez.

Allah'ın emri:

“Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz, her kim ki kibir sahibi ise onu da fakir, yoksul yaparız.”

Her kim ki düşmedi ayağa, çıkmadı başa

Mübarek Hz. Ömer’ül-Faruk Hazretleri, Şam fethedildi, Şam'a gidiyor. Kölesi ile beraber gidiyor. Binekleri bir tane. Bir tane deve varmış. Mübarek kölesine diyor ki:

—Medine'den hareket ettik, gidiyoruz. Şam'a varıncaya kadar arkadaşız. Bu deveye sırayla bineceğiz. Beş saat ben bineceğim, beş saat sen bineceksin. Beş saatte ben bineceğim. Böyle böyle gideceğiz. Neyse gidiyorlar. Şam'a girecekleri zaman köleye geliyor sıra. Köle ısrar etmiş.

—Efendim sen bir halifesin. Şam'a giriyoruz. Tanıyan var, tanımayan var. Deveye siz binin, demiş. Mübarek:

—Hayır, olmaz. Allah'a karşı olamaz çünkü sıra senin, demiş.

Şam'a giriyorlar. Köle, devenin üzerinde. Halife yerde. Şam halkı karşılamak için bekliyor. Hepsi kölenin elini öpmeye girişiyorlar. Köle işaret ederek söylüyor:

—Halife ben değilim. Halife O'dur.

Bu zamanda bunu tatbik etmek kolay değil ama hiç değilse gönülden yapalım.

Bir kimse makam, mevki sahibi olmuş. Kendisini yüksek görmemesi lâzım. Bir amel işliyorsa kendisini yüksek görmemesi lâzım.

Tevazu! Tevazu! İnsanı yükselten tevazudur. Kendisini herkesten aşağı tutmaktır. Zaten nefsini bilen o kendisini herkesten aşağı göremiyorsa nefsini bilemiyor. Nefsini bilemeyen Rabbini bilemiyor. Nefsini bilen Rabbini bilir.

       Kapısına gelenler olur irşad

       Bilir nefsi ile Rabbini olur şâd

Buradaki irşadın manası kalbin açılmasıdır. Kalp açılırsa, kalbin sırrı çıkar ortaya.

“Küntü kenzin mahviye” olur.

“Ben gizli hazine idim. Bilinmek murat ettim.”

“Ben yerlere, göklere sığmam. Mü'min kulumun kalbine sığarım.”

Ama Allah'ı hiç unutmayacak ki Allah onun kalbinde olsun.

….

Sakın şöhret kazanmayın. Şöhrette afat vardır. İşte mürşit odur ki: Bir insanın şanını, şöhretini kırsın. İlmini, amelini, her merhametini elinden alsın. Bakınız Şems, o kadar ilim ve amel sahibi Mevlâna'yı ne yaptı?

İlmiyle insanlara sevilmiş, övülmüş, itibar kazanmış Mevlâna'ya öyle hareketler yaptırdı ki... Gerçi Mevlâna o hareketleri iradesi ile yapmadı. Mevlâna oldu cansız alet. Yatırıyor, kaldırıyor, konuşturuyor. Tasavvuf öyledir. Evliyaullah'ın tasarrufuna kapılan kişi cereyana kapılmış gibidir. Halk onu o kadar sevmişken, o kadar kıymet vermişken, halkın gözünden öyle düşürdü ki... Ta Tebriz'den geldi onu irşad etmeye. Umumiyetle mürit meşayihini arayacak. Ama bazı anlarda da bazı insanlarda da meşayih müridini arayıp buluyor. Kendini yetiştirmede, öyle bir safhaya gelmiş ki ilmi ve ameli ile halktan seçilmiş. Yükselmiş, yükselmiş, seçilmiş. Orada tıkanmış kalmış. Daha gidemiyor.

….

İşte Mevlâna, esmâ nurundan geçmiş. Sıfat nuruna ulaşamamış. Onu Şems gelmiş ulaştırmış. Esmâlardan geçmezse, cisimlerden geçmezse, sıfat nuruna ulaşamaz.

….

Allah kuluna yapamayacağı bir şeyi emretmemiştir. Kulun yapamaması, ancak ihmalliktir, tembelliktir. Kul sa’yı ile Allah'ın kapısına gider. Allah'ın fazl-ı tevfîki ona ulaşır. Kişi ameli ile cennete girmez. Kişi nasıl cennete girer?

Allah'ın fazl-ı tevfîki ve kişinin mertliği onu cennete sokar. Mertliğin sınırı yoktur. Bu mertlik kalbinde. Cesedinden de mertlik, canından da mertlik.

….

Aşere-i Mübeşşere var, on kişi. Cennet ile müjdelendi. Bunların içerisinde de Hulefa-i Raşîdin var. Bunların içerisinde de seçilen Sıddık-ı Ekber Efendimiz. Onun için Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:

—Bütün ehl-i imanın imanını terazinin bir gözüne koysalar. Yâr-ıgarım Ebubekir'in imanını da bir gözüne koysalar, hepsinden ağır basar.

….

Sıddık Ekber Efendimiz hepsinden daha sadakatli imiş. Allah O'nun sadakatini övüyor.

Sıddık-ı Ekber Efendimiz ‘in sadakati ile Cenabı Hak semavât halkına övünüyor, meleklere övünüyor.

“Benim böyle sadık kulum var.” diye övünüyor. Resulûllah'a da bildiriyor.

….

 İşte Hülafa-i Raşîdin’de de Sıddık Ekber Efendimizin sadakati daha üstün oluyor. En evvel inanan O oldu Peygamber Efendimize. Peygamber Efendimiz ile tebliğe gidiyorlar. Tebliğde müşrikler taş yağması yapıyor. Taş yağmur gibi geliyor. Peygamber Efendimizin etrafında pervane gibi dönüyor. Taş sağına geliyor, sağına sıçrıyor. Taş soluna geliyor, soluna sıçrıyor. Arkadan gelirse arkasına sıçrıyor. Önden gelirse önüne sıçrıyor.

—Niçin böyle yapıyorsun? diye soruyor Peygamber Efendimiz.

O da?

— Ya Resûlullah bu taşlar banadır, diyor.

Peygamber Efendimiz bir yara almış Hz. Ebubekir yüz yara almış.

 

….

Hz. Ali Efendimizin cömertliği de çok farklı. Onu söyleyemeyiz. Söylesek de anlayamayız.

Kâfirin bir tanesi bir kıza âşık olmuş. Bir şeyhte rüyasında gördüğü bir Hıristiyan kızına âşık olmuş. Her şeyini bırakıp o diyara gitmiş. Hıristiyan dinini yaşamış. 7 sene çabalamış. Sonra o kızı almış. Ondan sonra da ömrü boyunca ağlamış. Allah'a yalvarmış. Her ağladıkça Allah onu terakki ettirmiş.

Salih Babada:

       Çektiğim derdi belâyı Şeyhi San’â çekmedi

       Söyle açsın babını derbânım Allah aşkına

       ...

       Dûhter-i tersâ yüzünden ta Yemen’de berk urup

       Âhiri güttürdü hınzır Mürşid-i San’â’ya aşk