Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-2

Dâireyiz hem kudûmüz cismimiz neydir bizim 

Aşk u sevdâdır gıdâmız bağrımız meydir bizim

Virdimiz İsm-i Celâl'dir kalbimiz “Hay”dır bizim      

Zikrimiz ihfâ-durur esrâr-ı Kur'ân bizdedir    

Bu esrar-ı Kur’an: “Nahnü akrabu” Kulum ben sana şah damarından daha yakınım, buyuruyor. Öyleyse, bu şah damarından yakın olan Rabbimizi lisana getirmek, Allah Allah diye bağırmak, iradeyle Allah Allah diye zikretmeye bizim büyüklerimiz lüzum/gerek görmüyorlar. Gayri ihtiyarı oluyorsa o başka. Zaten bizde iradeyle şimdi bu gibi meclislerde veya herhangi bir yerde iradesiyle Allah diye bağırsa yasaktır, suçtur, günahı kebair oluyor.  Ama iradesiz olunca suç değil, marifettir. Mevlid-i Şerif’in müellifi,

Bir kez Allah dese aşk ile lisan

Dökülür cümle günah misli hazan

Böyle buyurmuşsa eğer, demek ki insan aşk ile sevgiden, aşktan doğup gelen bir “Allah” derse, ne yapar? Sonbaharda ağaçlar gazelini döker gibi günahlarını döker.

Cezbeden mütevellit şeriata, zâhir şeriata noksan bir iş de işlese kusurunu örtüyor. Ne buyuruyor?

Olmuşum her bir kusûrun nâdimi Allah için   

Bir de böyle buyuruyor. Onları, Cenabı Hak kıyamet gününde, ehli aşkın cezbeden mütevellit yapmış oldukları noksanlıklar, zâhire ters düşen bütün hatalarından, şeriattaki eksikliklerinden dolayı gizleyecek.

İnsanın sual melekleri var, hesap gören melekler var. Kıyamette herkesin hesabı görüldüğü zaman, bir grup ayrılacak, Cenabı Hak meleklere buyuruyor: “Siz onların hesabını görmeyin, onların hesabını ben göreceğim.”

Ama burada ne buyuruyor Sâlih Baba,

Kusûrum mahşer ehline duyurma

O kadar aşkın sahibi, o kadar ehl-i dil, ehl-i kelam olduğu halde tabii kendini yine kusurlu görüyor. Yâ Rabbi, kusurlarımı mahşer ehline duyurma, kusurlarımı gizle, diyor.

Halbuki Cenabı Hak burada insanların, kusurunu, günahını gizlemiş, öbür tarafta gizlemeyecek. Gizlemeyecek ama bir kısmını, bir grup insanınkini gizleyecek. Muhammediyye Şerhi var, o kitapta yazar. Bir grup insan için: “Meleklerim, siz onların hesaplarını görmeyin.”

Herkesin elinde defter var, hesapları görülüyor. “Siz onların hesabını görmeyin, onların hesabını bana bırakın.” buyuruyor. Cenabı Hak ne yapacak onları? Sualsiz, hesapsız “Haydi gidin cennete.”

Kim bunlar? Bunlar ehl-i aşktır.

Onun için burada,

Teveccühe gelin ihvân

Kuruldu halka-i Rahmân

Açıldı ravza-i rıdvân        

Bu meydân-ı muhabbettir

Bu bir ıyd-ı meserrettir      

Iyd-i meserret, burada bayramdır diyor.

Niye bu bayramı yapıyor? Ruhlar bu bayramı yapıyor.

Nefsin bayramı ne olacak? Nefsin yüz bin tane bayramındansa, ruhun bir bayramı olması ondan daha hayırlıdır.

Nefsin bayramları nedir? Nefsin bayramı deyince, yine Allah’ın emridir. Cenabı Hak senede iki bayram emretmiş. Ama yine burada nefislerin bayramında, nefisler mesrur oluyorlar.

Esas ruhun bayramı nedir?

Ruhun bayramı işte, bu gibi amellerdedir. Ne zaman ki muhabbet, aşk, feyiz gelir. O aşk, feyiz onu tamamen ihya ederse, onu tamamen mest âlemine geçirirse, işte bu nedir? Bu ıyd’dir, ıyd’se bayramdır. Ruhun bayramı budur.

 

….

Te'âlallah ne hûb zîbâ yaratmış kâmil insânı  

“Nefahtü fîhi min rûhî” deminde kılmış ihsânı

Allahü Teâlâ ne güzel yaratmış kâmil insanı diyor. Niye? Ayet-i kerimesinde “Nefahtü fihi min rûhî” Biz Âdem’i halk ettik kendi ruhumuzdan ruh üfledik, buyuruyor.

Evet, Allah’ı hakkel yakin bilmek ruhunu bilmektir.

Allah’ı hakkel yakin bilen bir kimse ne oluyor? O Allah’ta yok oluyor, Allah’ın varlığı onda var oluyor.

İlmel yakin, demek ki bir mesafe bırakıyor, aynel yakin yaklaştırıyor, fakat perde var.

Bu perde nedir? Amelidir. Niçin? “Hasenetül ebrâr seyyietül mukarrebûn” buyrulmuş. Ebrarların sevaptır diye işledikleri amellerini, mukarrepler, günahtır diye kaçarlar.

Bu nasıl anlaşılır şimdi? Ebrar ne yapıyormuş? Mesela namaz kılıyor da ibadet yapıyor da mukarrebin bunu yapmıyor mu?

Ebrarların sevaptır diye işlediğini “hasanetül ebrâr”, mukarrebin günah diye kaçarlar onlar. Çünkü ebrar irade sahibi, mukarrebin iradesinden kurtulmuş.

Onun için niye kaçıyor?

Ebrar ben yaptım, diyor; mukarrebin ben yapmadım, diyor.

Ebrar ben yaparım, diyor; mukarrebin ben yapamam, diyor.

Bu ne demek oluyor?

Ebrar, işlemiş olduğu amellerden sevap karşılığı bekliyor, sevap umuyor.

Ama mukarrebin, sevap beklemiyor da bir de nedamet duyuyor, bir de bir üzüntü duyuyor, bir de bir havf duyuyor. Niçin?

Cenabı Hak beni kulluk yapmak için, onu tanımak için halk etti ama ben onu tanıyamıyorum, ben ona kulluğumu yapamıyorum.

Bütün mükevvenât kimin için halk edildi? Resulullah Efendimiz için halk edildi.

Cenabı Hak şanına, “Levlâke levlâk lemâ halaktul eflâk” buyuruyor. Habibim ben seni halk etmeseydim bu varlıkları halk etmeyecektim.

Varlık deyince, sadece insanlar değil melekler, cinler daha da başka mükevvenâtı diyor.

Mükevvenât ne demek? Mükevvenât, mesela cisim olarak gösteren canlı veya cansız varlıklar. Bir de görünmeyenler var.

Mesela cemadat; yer, yerlerde olanlar.

Semavat, semavatta göklerde olanlar.

Bunlardan bizim haberimiz var mı? Yok.

Evet, yerlerde olanlardan haberimiz var da yer cisminde olanlardan bildiklerimizden çok bilmediklerimiz var. Neler var yerlerde? Her şey yerden, bütün bitkiler yerden, topraktan bitiyor.

Mükevvenât deyince üçe ayrılıyor. Mükevvenât, Allah’ın halk ettikleri.

Cemadat, yer cinsi; nebatat, bitkiler; mahlukat da canlılar.

Bu canlılar nerede var? Sadece biz miyiz canlılar?

Bütün arz üzerinde en ufak böcekten en büyük hayvana kadar düşünün, bunların hepsi mahlukattır. Denizde, karada, havada da bu canlılar var.

Bunları kim için halk etmiş? Cenabı Hak, “Levlâke levlâk ve mâ halaktü’l eflâk” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor?

Mîraç yapıyor, Mîraç’ta Cenabı Hak bize ayetle bildiriyor: “Habibim sen bana iki kaşın yaklaştığı kadar yaklaştın.” buyuruyor. Fakat Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? “Ben bu kadar yükseldiğime rağmen Rabbimin marifetini bilemedim.”

Biz nereden bileceğiz? Ama bizlerde olan yine ona ait.

Künh-i Zât'ı kimse bilmez bu yola etme heves   

Lâl olur dil bu arada bil ki katl olur nefes     

Sen mukayyed Zât-ı Mutlak'tan sakın eyleme bahs      

Fark'ı Cem'i anlamaktır bu muammâdan garaz         

Biz ancak fark’ı cemi anlayacağız.

Cemden mana Allah’tır.

Fark’tan mana ise halkiyattır.

Fark, halkiyatda vardır. Ne kadar halkiyat varsa, bunlarda farklılık var. İnsanlarda da farklılık var. Mesela eşyada farklılık var, hayvanatta farklılık var.

Bak, insanlarda hâl görenler var. Eğer tarikatta bu hâl bir müride gösterirlerse, başlangıçtan ta ki nihayetine kadar onda tecellî eden hâller, ona verilen makamlar, onda olan kemâlâtlar, eğer gösterilecek olursa ne kadar farklılıklar çıkar.

Gerçi bizim tarikatımızda bir müride bunu göstermezler. Bizim tarikatımızda bizim büyüklerimizin kârı, kemâlidir. Bizim büyüklerimiz bizi hâlimizden haberdar etmezler.

Niçin hâlimizden haberdar etmezler? Bizi hâlimizden haberdar ederlerse biz hâlimize aldanırız, terakki edemeyiz, yol alamayız, yarıda kalırız. Çocuk gibi oyuncaklarla oynamış ve aldanmış kalmış gibi oluruz.

Mürit, müptedi âleminde çocuktur. Müntehi âlemine geçmeyince kâmil olamıyor. Nasıl bir çocuk 15 yaşında baliğ oluyor, 15 yaşından sonra kendini biliyor ve mükellef de oluyor. Onun için insanların ruhu da böyledir. Ta ki fenafişşeyh olmadıktan sonra o, sabi misalinde, çocuk misalindedir. Öyleyse çocuk ne bilecek? Çocuk daima oyuncaklarıyla oynar ve onlarla vakit geçirir.

Demek ki mürit hâlinden haberdar olursa hâlden geçemez. Çünkü hâl zevklidir, tatlıdır.

Ama bilemez ki onun duçar olduğu görmüş olduğu bir şey, onda tecelli etmiş olan bir nurdan başka onun daha büyüğü var, daha bunun üstünü var. O bilemediği için ondan kolay kolay geçemez.

Ama meşayihin yetkisidir, onu ona göstermez ki ondan geçirsin, götürsün. Bak, Reşahat okuyanlar rastlamıştır.

Saadeddin Kaşgari Hazretleri’nin bir macerası var, bir olayı var. Muzaffer Kethüda isminde başka bir tarikatın, Halveti tarikatının meşayihi ile Saadeddin Kaşgari Hazretleri’nin Nakşi halifeleriyle karşılaşmışlar da aralarında bir macera olmuş. Nasıl?

Saadeddin Kaşgari Hazretleri evlad-ı resülden. Otuz iki tane de halife irşat etmiş. Birinde hastalanmış. Halveti tarikatından Muzaffer Kethüda isminde bir meşayih bunun hastalığını duymuş, ziyaretine gitmiş. Bu sünnettir.

Peygamber Efendimiz nasıl yar-ı garı Ebubekir Sıddîk Ekber Efendimiz’le, hep onla berabermiş. Meşayihin de yanında bir tane mürit bulunması sünnettir. Ama yanında iki de olur, üç de olur, beş de olur başka. Muzaffer Kethüda ismindeki meşayih, bir müridini almış beraber Saadeddin Kaşgari Hazretleri hastalanmış, görmeye gelmişler. Müsaade almışlar, içeri girmişler. Ziyaretlerini yapmışlar, hal hatır etmişler. Muzaffer Kethüda, Saadeddin Kaşgari Hazretleri’nden bir müsaade almış, demiş ki,

—Efendim biz Halveti tarikatındanız, biz zikrimizi cehrî yaparız, müsaade eder misin, burada kendi usulümüzce bir cehrî zikir yapalım.

—Yapın, hoş, demiş.

Bunlar müridiyle beraber cehrî zikre başlamışlar. Bir zaman zikir yapmışlar, tamamen istiğrak âlemine geçmişler, zikirden sonra uyumuşlar. Zikri hem hareketle hem de sesle yapıyorlar.

Saadeddin Kaşgari Hazretleri’nin de hizmetinde Alaaddin isminde bir müridi varmış. Yani otuz iki tane irşat etmiş olduğu halifelerin beraberinde, hizmetinde olanların en üstünüdür.

O meşayih de bir müridiyle gelmiş. Şeyhi ile müridi zikri yapmışlar, beyhutluk âlemine geçmişler. Beyhutluk âleminden ayıldıktan sonra şeyh şöyle bir ifade de buyuruyor,

—Siz evlad-ı resulden misiniz?

—Evet.

—Bu nesebinizi izhar edeceksiniz, aşikâra geleceksiniz ki hürmet edebilelim size. Evlad-ı resule hürmet Resulullah’a hürmettir. İnsanlar size hürmet etsinler. Evlad-ı resulü sevmek, Resulullah’ı sevmektir. İnsanlar bilsinler, hürmet etsinler, sevsinler de amel işlemiş, sevap kazanmış olsunlar. Siz bu nesebinizi izhar, aşikâr edecekken niye gizliyorsunuz, demiş.

—Evet, babamdan kalan bana bir evlad-ı resulden olduğuma dair şecere vardı. Tarikata girince baktım ki o bana varlık oluyor. O şecereyi götürdüm varlık olmasın diye bir duvarın deliğine soktum, çamurla kapattım, kaybettim.

Bizim tarikatın büyükleri şöhretten, varlıktan kaçınmışlar. Buyurmuş ki,

—Bizim evlad-ı resulden olduğumuzu nereden bildiniz?

O da diyor ki,

—Ben şimdi bu murakabemde, zikirden sonra beyhutluk âleminde Risaletpenah Efendimiz’le görüştüm. O bana dedi ki: “Saadeddin bizim evladımızdır ve iki taneyi de bize ulaştırmıştır, halife çıkarmıştır.”

Ama bu otuz iki taneyi, şeyh hazretlerinin kulakları ağır işitiyormuş, iki anlamış.

—Lâ, hayır, diyor. Onu hazret fazla söyleyecekti, niye iki olsun fazla söyleyecekti.

O zaman müridi ne diyor?

—Efendim, bizim şeyh efendinin kulakları ağır işitir, ben de duydum. Risaletpenah Efendimiz otuz iki dedi de efendim bunu iki anladı.

—Saddakna, sen doğru söylüyorsun, diyor.

Şimdi, burada Saadeddin Kaşgari Hazretleri’nin otuz iki halifesinin en üstünü, en ileride olanı ilmiyle, her yönüyle hizmetinde olanın bundan bir haberi yok. Gönlüne geliyor ki,

—Acaba bizim şeyh efendimizin otuz iki tane yetiştirdiklerinde ben de var mıyım, diye düşünmüş.

Zaten öyle, bu tarikatta bütün kârı, kemali her talip rabıtasına atfeder. Görmüş olduğu bir şeyleri, ulaşmış olduğu bir şeyleri, kârı, kemali hepsini rabıtasına verir. Çünkü bu yol mahviyet yoludur, varlık yolu değil.

Bizim tarikatımızda ben şöyle yaptım, ben şöyle geldim, ben böyle yaptım, demek yasaktır. Ya ne denir? Rabıtasına atfedebilir. Çünkü niçin?

Medhe lâyık pîrimiz var zemme lâyık nefsimiz

Rabıta methedilebilir, büyütülebilir, onun her kemali söylenebilir. Ama ben şöyleydim, ben böyleydim demek yasaktır, olmaz.