Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-1

Allah'a böyle inanmak varsa işte bu şeriatı, tarikatı, hakikati, marifeti Cenabı Hak insanlara bahşetmiş. İşte onun için bu zamanımızda, bak!

Mürşidi olanların gayet yolu asanmış

buyuruyor. Kim bunu buyuruyor? Niyazi Mısrî Hazretleri. Evet, bir kelamı kibarda,

Dünyaya geldim gitmeye

İlm ile hilm'e yetmeye

Aşk ile can seyretmeye

Öyleyse bu dünyaya, ilim ve hilim sahibi olmak için geldik gitmeye.

İlimden maksat Allah'ı bilmektir, Allah'a itaat etmektir.

Hilimden maksat da güzelleşmek. Kim Rabbısını bildiyse, Rabbısına itaat ettiyse o güzel oldu.

Bu güzellik nedir? Bu güzellikle bir defa kendisini hayvanî sıfattan kurtardı. Hayvanî sıfattan kurtulduysa, ateşten-nardan da kurtuldu.

Ama bak “Aşk ile can seyretmeye” bu tasavvufa aittir. Bu aşk ile can seyretmeyi, ancak tasavvuf ehli bilir ve tasavvuf ehli bunu elde eder. Onun hakkıdır, bu onun nimetidir. Onun için işte buyuruyor ki,

Mürşit gerektir bildire hakkı sana hakkel yakin

Mürşidi olanların gayet yolu asanmış

Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Bak, şimdi burada güman ne? İman var, güman var değil mi?

İman; vardır diye hüküm vermek, olur diye hüküm vermek.

Güman ne? Olur mu, olmaz mı, tereddüt, şüphe, var mıdır, yok mudur, yine tereddüt, şüphe değil mi? Onun için demek ki burada,

Mürşit gerektir bildire hakkı sana hakkel yakin

O zaman demek ki insanlar Allah'ı üç türlü biliyorlar: İlmel yakîn biliyorlar, aynel yakîn biliyorlar, hakkel yakîn biliyorlar.

İlmel yakîn bilen, âlimler.

Aynel yakîn bilenler de abidler, ilmi ile amel etmiş, çok ibadet etmiş Allah'a yaklaşmışlar. Çünkü o da Allah'ın emridir. “Kulum bana nafile ibadetle yaklaşır.” buyuruyor.

Hakkel yakîn bilenler de mürşidi olanlar.

Mürşidi olmayanlar Allah'ı hakkel yakîn bilemezler.

Niçin? Varlığı onu perdeler. Ne kadar bilse de ne kadar ibadetle yaklaşsa da perde var, perdeyi kaldıramaz, perdeler var.

Ne bu perde? Varlığıdır, kendi varlığıdır, kendi sa’yıdır. Sa’yının, varlığını kaldıramaz ki perdeyi kaldırsın.

Perdeyi kaldıran, o varlığından onu kurtaran kim oluyor? Meşayih oluyor.

Sâlih Baba'nın divanından bu anlaşılıyor. Bakın,

Pîr-i Sâmî himmetleri boldurur

Bir gün olur bu Sâlih'i de güldürür

Tekbir alır cenazemi kıldırır

Şeyhim şeyhim sultanım şeyhim

Sensin dertlerimin dermanı şeyhim

Burada “Tekbir alır cenazemi kıldırır.” demek, müridini musalla taşına koymuş, cenazesini kıldırmış veyahut da kendi kıldırır değil, hayır efendim bu böyle değil. Başka bir kelamı bunun karşısına getirince, zaten anlaşılmayan bir kelamın karşısına başka bir kelam getirince o zaman çözülüyor, anlaşılıyor. Evet, nasıl cenazesini kıldırıyormuş?

Hazret-i Pîrin yedinden mesh edelden Sâlihâ    

“Mûtu kable en temûtû” ile tebşîr olmuşuz

Bir meşayihin elinden bir mürit tutuyorsa o, “Mûtû kable en temûtû” emri ile tebşir oluyor, müjdeleniyor.

“Mûtû kable en temûtû” ne demek? Cenabı Hakk’ın emri: “Ölmeden evvel ölün.” Bize, insanlara, kullarına bir emri var. “Ölmeden evvel ölün.” diyor.

Bu nedir, ölmeden evvel ölmek? Varlığından, benliğinden kurtulmaktır.

Kim kurtarır benliğinden? Meşayih.

Bir insanın kendi ilmi, kendi ameli, kendi sa’yı onun perdesidir, onun varlığıdır.

Öyle olmasaydı? Mevlânâ, kendi kendine irşat olsaydı. Niye Şems geldi onu irşat etti? Ama nasıl irşat etti biliyor musunuz? Tabii kitaplarda yazılı, hatta filmleri de var, gösteriyorlar. Nasıl irşat etti? Halka ilmiyle, kemaliyle bilinen, halka sevilen Mevlânâ’yı onların gözünden düşürdü. Halkın nefretini duyurdu. Halk ne dedi? Hâşâ estağfurullah hocamız dinden çıktı, dediler. Ona mürşidi öyle işler yaptırdı ki aslında o yaptırdığı işler onu ilminden geçirmek için, onu düşürmek için bir gösterişti.

Ama normalde bu mümkün mü? Hani sen bir maharetinden, ilminden bir şeyinden dolayı halka seviliyorsun, onun tersini işleyebilir misin? Çünkü onun tersini işlersen bu sefer ne kadar sevilirsen o kadar da halkın nefretini kazanacaksın. Halk seni tenkit edecek, lanetleyecek seni. Bunlar böyle efendim.