Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-4

Büyüklerimiz halinizi düşünmeyin; fiilinizi, amelinizi düşünün, diyor.

Fiiliyat bizim icraatımızdır, yaşantımızdır: almamız, vermemiz, yememiz, içmemiz, konuşmamız…İşte bunlardır.

Amelimizde ibadetlerimizdir. Emredilen amel bizim ibadetlerimizdir. Şeriattaki olan amellerimiz namazımız, orucumuz, emredilen amellerimiz. Tarikatta olan hizmetlerimiz de amellerimizdir. İrademize bağlanmıştır, irademize verilmiştir. Fiiliyatta elimizde, irademizde.

Fakat hal irademizin dışında bu nasıl oluyor?

İşte senin gönlüne istemeyerekten gelen bir şey varsa, hâyır olmadığını da biliyorsun ama geliyor. İstemeyerekten geliyor. Bunu çalışıp sa’y edip fiiliyata getirmemek lazım. Bu da müritte ikidir: kabız hali, basıt hali. Kabız halinde bulunanlara çok şerler gelir.  Kabız halinde hep kötü niyetler, buğuz, haset, kibir, kimseyi sevmemek, istememek bunlar gelirmiş.

Ama basıt halinde çok merhametli, çok hürmetli, gözü yaşlı olur, kalbi yumuşak olur, iyi niyetli olur. Kalbine hiç kötü şeyler gelmez. İnsanlara karşı da kim olursa olsun böyle çok tevazulu, hürmetli olur. İnsanları sever, insanları kıskanmaz, insanlara buğuz etmez.

Kabız halinde biri senin karşında ne söylese o sana kötü gelir. İyiliğine söylese ondan nefsin kötü anlıyor. Ondan bile gıcık alıyorsun, kabız halinde oluyor bunlar. Ama basıt halinde adam sana ne kadar itâle de etse ona yine gadaplanmıyorsun, hırslanmıyorsun. Ona karşı gelmiyorsun, ona yine hürmetini, tevazunu gösteriyorsun.

Zaten bu da böyle olacak, tevazu bizim tarikatımızın amelidir. Şeriatta da böyle. Şeriat Cenabı Hakk’ın emri değil mi? Cenabı Hak ne buyuruyor? Buyuruyor ki: “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz. Her kim ki tekebbür sahibi olursa biz onu hakir ederiz.” buyuruyor. Tevazu, alçalmak.

Ne demek tevazu ehli olmak?

Zaten tevazu fetheder fettah babını, diye büyüklerimizin emri, kelamları vardır. Fettah babı yani fetih eden de ne demek? Açılmayan kapanmış kapıları, açılmayan kapıları tevazu açar. Düğümlenmiş çözülmeyen düğümleri tevazu çözer.

Tarikatımızın en büyük ameli tevazudur.

Tarikatımızın en büyük kerameti de takva, havf’tir.

Tarikatımızın en büyük kemâlâtı da mahviyettir, yokluktur.

Çünkü mahviyete düşmeyen kemâle ulaşamıyor, kemal sahibi olamıyor. Niçin?

Kemal sahibi demek Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmaktır.

Bu ancak kişi varlığını yitirdikten sonra olur. Kişi varlığını yitirmezse Allah’ın sıfatları ile sıfatlanamaz. Onun için kelamda buyuruyor ki,

Âşık imdi varlığın ver yokluğa

Yokluk içinde sana varlık doğa

Diyor ki eğer sen Allah’ı seviyorsan o kadar sev, o sevgiyi çoğalt ki o sevgi seni tamamen yok etsin. Her varlığını ortadan kaldırsın. Her varlığın senin ortadan kalkınca sende bir varlık tecelli eder.

Niçin? Bak Cenabı Hak zerreden kübrayı ihâta etmiştir. Cenabı Hak katreden deryayı ihâta etmiştir. Evet, nasıl ki “Âmentü billahi” ben Allah’a inandım. Allah’a biz nasıl inanacağız? İnanmak nasılmış? Bize ulema nasıl tavsiye ediyorlar?

Allah’a inanmak: Allah vardır, amenna birdir. Amenna şeriki, neziri yoktur. Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıftır. Mekândan da münezzeh, mekânlara sığmaz. Her yerde hazır ve nazır, her yerdedir.

Öyleyse demek ki Cenabı Hak zerreden kübrayı, katreden deryayı ilmi ile ihâta etmiştir. Yani en küçük bir cisimde dahi Allah’ın nuru mevcuttur. En büyüğünde de mevcuttur, vardır. Öyleyse burada bizim varlığımız onu göstermiyor. Eğer varlığımız yok olursa o nuru her zerrede de göreceğiz, kübrada da göreceğiz. Büyüğünde de küçüğünde de göreceğiz. Bak, ne buyurmuş?

Bi-hamdillah kamu varım sen oldun

Her eşyâda taleb-kârım sen oldun    

Neye baksam seni anda görürem      

Bu manâdan meded-kârım sen oldun 

Demek ki bir insan bütün eşyayı mir’at edecek olursa Allah’ı görür.

Allah’ın varlığına mahviyetle ulaştıktan sonra (yokluğundan varlığından geçer) onda bir varlık tecelli eder. O varlık hali tecelli ettikten sonra da bütün eşya o varlıkta yok oluyor.

Allah’ın varlığında, Allah’ın zâtında bütün eşyanın yokluğu müşahede ediliyor. Bütün eşya Allah’ın zâtına mir’at olup, bütün eşyada da Allah’ın zâtı müşahede ediliyor. Hakikate ulaşanlar için bu böyledir.

…..

Ehl-i aşkın katresi ol sohbet-i Mevlâ ile

Ehli aşk kim? Ehli aşk işte buraya gelen cemaattir. Hepsi ehli aşk. Ehli aşk demek Allah’ı sevenler. Bunları buraya Allah sevgisi toplamış, değil mi? Herhangi bir akraba ziyareti için gelmemişler veya herhangi bir maddi iş için, menfaat için buraya gelmemişler. Keyfe, sefaya, gezmeye buraya gelmemişler. Ne için gelmişler? Allah için gelmişler, bir amel işlemek için gelmişler. Bu da Allah’ın emridir: “Allah için birbirinizi sevin.” Bu cemaat Allah için birbirini sevmiş.

Ehl-i aşkın katresi ol sohbet-i Mevlâ ile         

Katreler deryâ olur cem'iyyet-i kübrâ ile         

Burada katre demek ihvanlardaki olan muhabbetler. Bunlar katre, seli meydana getirir, katre gölü meydana getirir. Yani bu muhabbet var ya manevi bir cereyan gibidir. Hep birbirine bağlı, hep birbirine akseder. Olandan olmayana geçer ve bütün bu muhabbet toplandığı zaman büyür, büyük bir şey meydana getirir. 

Ehl-i aşkın katresi ol sohbet-i Mevlâ ile         

Allah’ı sevenler bir araya gelirlerse, onlar ehli âşıktır, diyor. Onlardan herhangi birisinden zuhur eden söz bir katredir. Ama o katre nereden gelir? Allah’ın rahmet deryasından gelen bir katredir. O cemiyetin istidadı, o cemiyetin muhabbeti, ihlâsı, arzusu, bu sefer onu derya eder. O katre derya olur. Ne ile? Cemiyeti kübra ile, büyük cemiyetlerle. Büyük cemiyetler bir derya meydana getirir.

O katre nedir? Bu büyük cemiyet. Bu kübra nedir? Bu kübra, bu büyük cemaat işte. Bu katre ne? Bu katre de bu acizden zuhur eden, ama bunu ben söylemiyorum, bizim ilmimiz yok, tahsilimiz yok ama “Söyleyene bakma, söyletene bak.” demişler.

Ey birâder sözlerime tut kulağ

Sanma anı söyleyen dil yâ dudağ

Onun için burada demek ki sizin muhabbetiniz sizde katre olan muhabbetler var ya onlar meydana getiriyor, onlar konuşturuyor. Konuşan kim? Biz değiliz, bizi konuşturan var. Evet, amenna ve saddakna. Yoksa ilmimiz yoktur, ifade ettik tahsilimiz yoktur.