Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-5

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Düş İbrahim gibi nâra

O gülşende yanar olmaz

Bak, İbrahim Aleyhisselam oğlunun boğazına bıçak koydu, kesmek için değil mi? İbrahim Aleyhisselam Allah için oğluna bıçağı koydu. Demek ki Allah’ı ne kadar seviyor. Bir tek oğlunu da çok seviyor. O da nasıl bir oğlan, nasıl bir oğul ki: Nur topu gibi, eşi görülmemiş. Ta ki Altıparmak ismindeki Evliyâullah’ın tefsiri vardır “Ruhu’l-Beyan” tefsiri, onda yazar İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam’ın hayatı.

İbrahim Aleyhisselam mübarek, misafirsiz yemek yemezmiş, su içmezmiş. Misafir kaç gün gelmezse o gün yemiyor, içmiyor, oruç tutuyor. Üç gün üst üste misafir gelmemiş, orucunu açmamış. Üç günden sonra misafir gelmiş, açmış orucunu. Onunla beraber yemiş içmiş. Gönlüne gelmiş ki:

—Acep benim gibi daha var mı, olabilir mi benim gibi? Üç gündür oruç tutuyorum misafir gelmedi, diye.

Cenabı Hak ona bildiriyor “Yâ İbrahim sahile, denize doğru git de hikmetlerimi gör.”

Tabii Urfa’dan denizi bulmak için çöller geçecek. Sahile doğru gidiyor. Artık ne kadar gidiyorsa, çölün ortasında bir âbide rast geliyor. Âbide rast gelince o âbide selam veriyor. Orada insan yok, kuş yok, su yok, yiyecek bir şey yok. Hiçbir şey yok, çölün ortası.

Selam verince âbid secdeye kapanıyor.

—Rabbimin ihsanına şükürler olsun, bugün iftarımın günü bana Rabbim konuk gönderdi.

Bunu deyince, iftarımın günü deyince İbrahim Aleyhisselam’ın dikkatini çekiyor. Acaba bu kaç gündür oruç tutuyor ki bugün iftarımın günü dedi? Soruyor,

—Âbid sen kaç günde oruç açıyorsun? Diyor ki,

—Ben aydan aya orucumu açarım.

İbrahim Aleyhisselam nasıl bundan bu sözü işitiyorsa öyle bir taaccüp ediyor ki, öyle bir hayrete düşüyor ki Allah’a karşı öyle bir mahcubiyet duyuyor.

—Ne yapmışım ben, üç gün oruç tutmuşum da benim gibi daha var mı, diye düşünmüşüm.

Âbid ile sohbet, muhabbet ediyor. Oradan çıkıp gidiyor. Fakat âbide soruyor,

—Senden daha üstün bir âbid var mı?

—Vardır. İşte bu istikamete gideceksin, sana bir âbid rastlar. O, benden çok üstündür ki o altmış günde bir oruç açar, diyor.

Gidiyor, az gidiyor, çok gidiyor neyse ona da ulaşıyor. Selam verince âbide, o da selamını alıp secdeye kapanıyor. O da aynen,

—Rabbimin ihsanına şükürler olsun, bugün iftarımın gününde bana konuk gönderdi.

Ona da soruyor,

—Ya âbid diyor sen kaç günde orucunu açıyorsun ki?    Diyor,

—Ben altmış günde orucumu açarım.

İbrahim Aleyhisselam daha çok büyük hayrete, taaccübe düşüyor.

Birinci âbidin gıdası neymiş? Çölde ne yiyor, ne içiyor? Su yok, yiyecek bir şey yok, yeşillik yok, canlı bir şey yok.

Ne yiyormuş? Kaldırıyor ellerini, İbrahim Aleyhisselam misafiri ya, hal hatır ettikten sonra ellerini kaldırıyor bir dua ediyor. Cenabı Hak bir maide gönderiyor. Gaipten bir sofra yemek geliyor, yiyorlar sıcak buharlı yemek.

İkinci âbid de bir ahu varmış, geyik, ona bir işaret ediyor. O da büryan olup gelip yiyorlar. Ona soruyor,

—Senden daha üstün bir âbid var mı?

Onunla sohbet, muhabbet ettikten sonra,

—Vardır. İşte denizin kenarına gidince (Kızıldeniz oluyor, Cidde’nin yakınındaki Şat Denizi) orada bir âbid vardır. O benden çok üstündür, o doksan günde bir oruç açar, diyor.

Daha taaccübü artıyor, daha büyük hayrete düşüyor. Cenabı Hakk’a karşı mahcubiyetle sığınıyor yalvarıyor.

Oraya gidiyor, âbidi görünce o da aynı muamele, secdeye kapanıyor, şükrediyor. Ona da soruyor:

—Doksan günde orucumu açarım, diyor.

O da ne yapıyor? Asası varmış, asasını orada yalçın bir kayaya, taşa takıyor hamura takar gibi. Asa hemen yeşeriyor dallanıyor. O asa iki tane yemiş veriyor. Birini biri, birini biri yiyorlar.

Sohbet ettikten sonra âbid diyor ki İbrahim Aleyhisselama,

—Sen burada bana yarım saat, bir saat müsaade et. Şu adada (denizin ortasında bir ada varmış) benim bir mekânım var, orada da bir hizmetim var. Oraya gidip hizmetimi göreyim geleyim, diyor.

İbrahim Aleyhisselam,

—Müsaade et ben de geleyim, diyor.

—Sen denizi geçemezsin, İbrahim Aleyhisselam da

—Geçerim, diyor.

Âbid ne yapıyor? Seccadesini, postunu atıyor suyun üzerine. Oluyor bir kayık, binip gidiyor. İbrahim Aleyhisselam da Rabbısını zikrederekten, Allah’ı zikrederekten o da peşine yürüyerek gidiyor, batmıyor. Âbid dönüyor ki batmıyor, o da geliyor. O zaman âbid anlıyor ki bu da büyük bir kimsedir. Ama bilmiyor İbrahim Aleyhisselam olduğunu. Hâlbuki âbid onun şeriatını yaşıyor, âbid onun ümmeti. Zâhiren İbrahim Aleyhisselamı görmemiş. Âbid anlıyor ki bu da büyük bir kimsedir. Çünkü batmıyor, geliyor.

Adaya geçiyorlar, adada o âbidin bir makamı varmış. Oraya gitmek için orada bir arslan varmış ki öyle bir azametli arslan ki insanları yutabilecek gücü varmış. Ama o arslan âbidden başka kimseyi oraya bırakmazmış. Âbid diyor ki,

—Bu arslan beni bırakır. Benden başka buraya kimse giremez, sen gelemezsin. Sonra bu arslan seni parçalar, diyor. İbrahim Aleyhisselam,

—Sen müsaade et ben gelirim.

Âbid gidiyor, İbrahim Aleyhisselam peşinden. Âbid geçiyor, İbrahim Aleyhisselam’a arslan bir kükrüyor. İbrahim Aleyhisselam arslana bir yumruğunu kaldırıyor. Nübüvvetini nasıl görüyorsa arslan, affedersiniz bir köpek sahibine yaltaklanır gibi yaltaklanıyor. Ayaklarının dibine yuvarlanıyor, ayaklarını yalıyor.

Âbid bunu da görünce hayreti artıyor.

—Yahu bu kimdir? Büyük bir insan. Bu arslan benden başkasını buraya bırakmazken bak, bu da geldi.

Neyse orada âbid hizmetini görüyor, dönüyorlar. Yine karaya makamlarına geliyorlar.

Şimdi buradan İbrahim Aleyhisselam ayrılacak. Âbide diyor ki,

—Bana dua et.

Âbid hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. İbrahim Aleyhisselam,

(İşte bu noktaya getirdim yani)

—Hıçkıra hıçkıra niçin ağlıyorsun, diyor.

—Niçin ağlamayayım, sen benden dua istiyorsun. Benim kırk senelik bir arzum var, bir isteğim var, yanıyorum. Cenabı Hak’tan istiyorum. Elime geçmiyor, arzuma ulaşamadım, diyor.

—Nedir senin bu kaç senedir olan arzun, istediğin, diyor.

—Kırk sene evvel yine ben buradan makamıma giderken, denizi geçerken bu denizde bir oğlan gördüm, bir çocuk yüzü gördüm. İşte on, on iki yaşlarında bir oğlan gördüm. Fakat onun yüzü o kadar güzeldi, o kadar güzeldi ki beni tamamen çekti. Aya güneşe bakılır, onun yüzüne bakılmaz. O kadar nurlu ve siyah saçları, perçemleri, çok güzeldi. Ben o çocuğa sordum ki, sen kimin neyisin? O bana dedi ki: “Ben Allah’ın dostu Halil İbrahim’in oğlu İsmail Zebihullahım (Allah’ın kurbanı)” dedi. İşte onu gördüm, onun aşkı beni aldı. Yâ Rabbî bu senin dostun İbrahim Halilullah. Senin dostunun oğlu ki bu kadar güzel, senin dostun ne kadar güzeldir? Onu ben bir göreyim, kırk senedir Cenabı Hak’tan bunu istiyorum. Buna nail olamadım, diyor.

İşte o zaman diyor ki,

—Sen istediğine nail oldun, işte senin dediğin benim.

Tekrar sarılıyorlar, âbid ağlıyor, öyle ayrılıyorlar. Yani burada şimdi,

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

İbrahim Aleyhisselamı Nemrut büyük bir ateşe attı. Bu ateşe yanaşmak mümkün değil, aletle ta ıraktan attılar.

Ateşin ortasına doğru gidiyor, ateşe düştü düşecek. Cenabı Hak ona melekler gönderdi ki: “Gidin İbrahim’i, benim dostum Halil’imi gidin ateşten kurtarın.” Onlar geldiler,

—Rabbimiz, Rabbin bizi sana gönderdi. Biz bu ateşten seni kurtaracağız.

“Yalnız ondan müsaade alın, ateşten kurtarın ama ona kendinizi bildirin, müsaade alın.” Kendilerini bildirdiler, yetkilerini söylediler.

Bir tanesi dedi ki,

—Ben yerlerin müvekkiliyim (vekiliyim). Büyük dağları hemen bu ateşin üzerine atayım. Göz açıp yumana kadar bu ateşin üzerine çökeririm bu dağları, ateşi söndürürüm.

Birisi de dedi ki,

—Ben suların müvekkiliyim. Denizleri buraya anında aktarırım, bu ateşi söndürürüm.

Birisi de dedi ki,

—Ben rüzgârların müvekkiliyim, rüzgârları hemen toplarım. Şarkta, garpta, cenupta anında getirip buraya bu ateşi savurttururum.

Biri de,

—Ben ateşin müvekkiliyim, memuruyum, dedi.

Sen yeter ki izin ver dediler, bunlar izin istediler.

İbrahim Aleyhisselam dedi ki,

—Siz bu gücü kuvveti nereden aldınız, nasıl yapıyorsunuz?

—Bize Rabbimiz verdi.

—Ben Rabbimi tanıyorum, ben Rabbimi biliyorum, o bana yeter. Siz ne giriyorsunuz araya? Rabbim ile benim arama niye giriyorsunuz? Çıkın siz de aradan, o bana yeter.

Dikkat edin, işte bak!  Kelamı kibarda,

Eğer âşık isen yara

Sakın aldanma ağyara

Düş İbrahim gibi nara

O gülşende yanar olmaz

Demek ki, İbrahim Aleyhisselam ne yaptı? Allah’a o kadar sadık, o kadar seviyor ki bir tek oğlu, nur topu gibi oğlu ve çok güzelmiş mübarek. Öyle bir oğlun boğazına bıçağı koydu. Bak,

Ama bıçak kesmedi başka. Sürttü sürttü bıçağı kesmedi.

Şimdi burada da Cenabı Hak “Ve emvaliküm ve evladiküm fitnetün.” buyuruyor.

Nasıl olur yahu? Bu kadar sevdiğimiz evladımız, ciğerparemiz, gözümüzün nuru, gözbebeği gibi titriyoruz. Bu evlat niye fitne oluyor acaba?

O, Allah’tan fazla sevilirse fitnedir tabii.

Mal da Allah’tan fazla sevilirse fitnedir.

Allah’tan fazla sevilecek Allah’tan başka yâr yoktur insana. Çünkü insanı kurtaracak Allah’tır.

Senin o gözbebeği gibi titrediğin oğlun seni kurtaracak mı?

Kurtarmayacak.

Senin o kadar çok sevmiş olduğun mal seni kurtaracak mı?

Kurtarmayacak.

Ama bunları sana Allah verdi, emanet bilirsen o senin için fitne olmaz. Evladın da emanettir, bunu emanet olarak bilirsen.

Senin evladın sana emanetse ölünce niye ağlıyorsun?

Olunca niye seviniyorsun?

Verince Allah’ın verdiği bir şeye, eğer olunca sevinmezsen, alınca kederlenmezsen tamam, bunlar fitne olmaz.

Bunlar Allah ile senin arana girmezler. Seni Allah’tan, Hak’tan bunlar ayırmazlar.

Evet, demek ki amelimiz ne istiyor? Kalbi selim istiyor.

Her zaman tabii her şeyi de düşünüyoruz, kalbimizde her şey var. Fakat bak Allah’ın öyle kulları var ki. Cenabı Hak ne buyuruyor: “Ricalün lâ tülhihim ticaretün ve lâ bey’un ân zikrillah” Benim öyle kullarım var ki onların ticaretleri zikirlerine mani olmaz.

Kim bunlar? Ama onlar da insan tabii. Hoş bunlar nebi değiller. Cenabı Hak nebileri, nebi olarak getirmiş başka.

Ama bir de velîler vardır. Bu velîler insanların içerisinden seçilmiş, velî olmuşlar.

Neleriyle? İlimleri, amelleriyle; şeriat, tarikatla olmuşlar. Şeriat, tarikat, hakikat, marifet. Bak bunlarla o nimete malik olmuşlar.

Öyleyse tarikattan maksat nedir, şeriattan maksat nedir?

Şeriattan maksat: “Emri bil maruf ve nehyi anil münker.” Yani cesetle ilgili olan, cesedinle şeriatı yaşayacaksın. Zaten şeriat cesededir.

Tarikattan maksat ne?

Tarikattan maksat da sen kalbini temizleyeceksin.

Kalbini neyle temizlersin?

Kalbini ancak zikrullah ile temizleyeceksin.

Senin için çok önemli, kıymet vermiş olduğun o ilim de senin kalbini temizlemez. Senin o çok amelin de kalbini temizlemez.

Eğer ilmin sana varlık oluyorsa, ilmin senin kalbinde bir eseri varsa. Yani ben âlimim, ben biliyorum diyorsan, o ilim senin kalbini temizlememiş. Eğer sen amelinden dolayı, ben amel işledim, şu kadar amelim var. Ben üstünüm insanlardan, amelimle üstünüm diyorsan, o amel de senin kalbini temizlememiş.

Ya ne temizler senin kalbini?

Her şeyi kalbinden çıkaracaksın. İlmin mi var onu çıkarıp atacaksın. Amelin mi var? Onu da atacaksın. Mal sevgisi, evlat sevgisi hepsini çıkarıp atacaksın ki senin kalbin temizlensin. O zaman kalbi selim olasın. O zaman huzura ulaşasın.

Eriş kalb-i selim içre huzura

Seni mahvet erem dersen sürura

Bakın insan sürur, sefa ister.

Neredeymiş sürur, sefa?

Mahviyette, yoklukta. Varlıkta sürur, sefa olmaz.

Eriş kalb-i selim içre huzura

Seni mahvet erem dersen sürura

Ölmeden evvel öl, gel gir kubura

Burada ne var? Burada da “Mûtû kable entemûtû” Ölmeden evvel ölün, buyurmuyor mu Cenabı Hak?

İşte burada diyor ki: “Ölmeden evvel ölün.” Onu elde edersen, “Mûtû kable entemûtû” sırrına mahzar olursan, tamam.

O zaman ne oldu? Berzah âlemini geçtin. Ondan sonra,

Muhabbet güllerin görmek dilersen

Hakîkat meyvesin dermek dilersen

Hakikate ulaşmak istiyorsan, marifete ulaşmak istiyorsan onun için ne lazım? Kalbi selim lazım ve mahviyet lazım.

Kalbi selim neyle olur efendiler? Allah’ı zikredersen olur.

Çünkü Allah’ın zikrinin karşılığında, Allah sevgisinin karşısında olan bütün sevgiler onun muarızıdır (karşı gelen), muhalifidir.

Kalpteki dünya sevgisi, ahiret sevgisi de buna manidir.

Çünkü bak; ehli dünya, ehli ahiret, ehli huzur var. Kelamı kibarda buyrulmuş,

Dünyayı koy, ukbayı koy

Var ol kuru davayı koy

Ama hâşâ yanlış anlaşılmasın! Biz avam sınıfındayız. Bizim için ukba, kuru dava değil.

Ukbaya karşı, ahirete karşı dünya kuru davadır.

Ama ehli huzura karşı ahiret de kuru davadır.

Niçin? Sen ahiret için mi amelini işledin?

Evet, işledinse Allah sana verir o ahireti. Neyi verir? Cenneti verir. Nereden kurtulursun? Cehennemden kurtulursun tabii.

Bak, insanlar için üç yönden amel var. İnsanlar ameli üç maksatla, üç yönden yapıyorlar.

Birisi cehennem korkusu, bu haktır. Allah’ın azabından korkuyor çünkü. Allah’a ibadetini yapıyor ki Allah’ın azabına duçar olmasın, kurtulsun. Kurtarır Allah, ona azap etmez.

Birisi de cennet arzusu, cenneti kazanmak için. Kazanır, Allah cenneti ona verir.

Bir de var ki insanlar içerisinde ehli huzur vardır. Bu ehli huzurda ne cehennem korkusu ne de cennet arzusu olur. Bak kelamı kibar şöyle,

Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet

İşte İbrahim Aleyhisselam minnet etmedi, gelen melekler o koca ateşten kurtaralım dediler. Çıkın dedi, size ihtiyacım yok.

Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet

Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet     

Âşık olanın maksûdu matlûbesi rü'yet

Görün nice mahbub-ı Huda var bu beşerde

Sevdim seni sevda-yı cihan hayır ve şerde

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Âşıkların ciğeri dünyada yanıyor, ahirete kalmıyor ki. Bakın, Cenabı Hak buyuruyor ki,

—Ey cehennem, sen de bana isyan edersen, sana da azap ederim.

—Yâ Rabbi beni neyle azap edersin?

Ehli aşkın aşkıyla sana azap ederim.