Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-14

Teveccühe gelin ihvan

Kuruldu halka-i Rahman

Açıldı ravza-i Rıdvan

Orası cennet bahçesi oluyor, orası cennet oldu. Cennet görevlileri, rıdvanlar da orada hizmete geldiler.

Bu meydan-ı muhabbettir

Bu bir ıyd-ı meserrettir

Burada meydanı muhabbet ise bizim bu teveccühlerimiz, hatmelerimizdir, sohbet hanelerimizdir. Bir araya gelmemiz ve muhabbet etmemiz, sohbet etmemizdir. Budur muhabbet haneleri.

Ama ıyd-ı meserret ne? Iyd, bayramdır. Yani bu da ruhların bir bayramıdır. Zâhirde bayramlarda nasıl nefisler mesrur oluyor, mesut oluyorlar. Burada da ruhlar mesut olur, mesrur olur. Bu ruhun bayramıdır.

İşte bir de var ki bayramı bayram olarak bilmek, onu değerlendirmek, onun kıymetini bilmek ve onun feyzinden, nurundan, bereketinden faydalanmak gerektiği gibi, bizim de burada teveccühün ruhî bir bayram olduğunu bilelim, buna da kıymet verelim sonra boşuna gelmiş, gitmiş olmayalım.

Nasıl kıymet vereceğiz buna? Burada işte biz yoksul olarak, fakir olarak, efendim muhtaç olarak, ihtaç olarak buraya geldik, diyelim.

Buradaki bayram nedir? Allah’ın ruhlara olan bir iltifatı olacak, ihsanı olacak. Ama burada biz noksanımızı bileceğiz, eksikliğimizi bileceğiz, kusurumuzu bileceğiz.

Bak,  Cenabı Hak ne buyuruyor: “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz.” Burada bir misal veriyorlar ki gökten düşen yağmur katreleri hatt-ı bâlalarda, yükseklerde durmaz. Onlar hep kayar gider, çukurlara dolar.

Hatt-ı bâlada kalma ise burada kendimizi yüksek görmeyelim, kibirli görmeyelim, günahsız görmeyelim, kusursuz görmeyelim.

Burada çukurlardan mana ise gönül alçaklığıdır. Alçak gönüllü olacağız, tevazu ehli olacağız ki Allah’ın yağmur gibi yağan rahmeti (burada görünmüyor ama yağacak) o zaman kalplerimize dolsun.

Eğer kalplerimiz alçak gönüllü olmazsa, alçalamazsa o zaman hiç istifademiz, faydamız olmaz. Niçin? Cenabı Hak buyuruyor ki: “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz, her kim ki tekebbür sahibi olursa onu da hakir, yoksul ederiz.”

Allah’ın yükseltmesi, Allah’ın rahmetine ulaşmaktır.

Allah’ın yoksul etmesi, Allah’ın gadabına uğramaktır.

….

Kabiliyet biz de olmazsa meşayih neylesin

İster ise mürşidi olsun Muhammed Hazreti

Kabiliyet bizim kalbimizdir. Bizim kalbimize verilen bir muhabbet var.

Bil emanettir muhabbet sana Mevlâ’dan gelir

Doğru Mecnun olduysan bil ki Leyla’dan gelir

Burada doğru Mecnun olmak demek, Mecnun bir on paralık kıza âşık olmuş da Allah’a ulaşmış. Allah’ın nuruna ulaşmış, Allah’ı bulmuş. Mecnun bir on paralık bir kıza, nakısa-i akıl olan bir kıza âşık olmuş. Peki, biz kâmil mükemmil bir meşayihi tanıdık, kapısında bekliyorsak (kendime söylüyorum) bizim emeğimiz boşa mı çıkar? Mahrum mu oluruz?

Ama biz taklidini yapalım da tahkiki onlardan doğacak. Sâlih Baba öyle buyuruyor,

  Ateş-i aşkınla yandır Sâlih’i

  Şarab-ı lebinle kandır Sâlih’i

  Taklitten tahkîke döndür Sâlih’i

  Affeyle hizmette noksanımız var

Her fiilimde ben noksanlık görüyorum. Hiçbir hizmetimi layıkıyla yapamıyorum. Ama bu bize müjde değil mi? Taklitten tahkîke döndür Sâlih’i,  buyuruyor. Yani taklidimizi, tahkîkî yapacak.

Ateş-i aşkınla ki eğer Cenabı Hak bize tam manasıyla gönlümüzü ihya edecek bir aşk verirse, o zaman zaten bu aşkın semeresidir, o aşkın meyvesidir. O aşkın tecelliyatıdır ki insan,

Olmuşum her bir kusurun nadimi Allah için

Aşkın vermiş olduğu bir ihsandır ki aşktan tecelli eden bir ihsandır ki bir insan amelini sağlam da yapsa yapamadım der.  Hâşâ Estağfurullah, biz sağlam yaptık demiyoruz. Yine sağlam yapamıyoruz ama umutsuz değiliz. Biz umut üzerine yaşıyoruz. Çünkü umutsuzluk küfürdür. Umutsuzluk Allah’ın rahmetini noksan görmektir.

Umudum ne? Umudum şudur ki: Allah’a şükür Cenabı Hak bize tanıttı. Neyi tanıttı? Büyüklerimizi, mürşitlerimizi, mürşidimizi tanıttı. Yeter, bu bize yeter.

  Gönlüme nakşoldu hubb-ı cemali

  Terk eyledim cümle hep kîl ü kâli

  Dünya perestlerin çok ise malı

  Bizim de İmam-ı zamanımız var

…..

Biz Hafîd-i Pir-i Tâğî olmuşuz

Pir-i Sâmî’nin çırağı olmuşuz

Hafîd, torun demektir. Pir-i Tâğî’nin torunuyuz, Pir-i Sâmî’nin de çırağıyız, buyuruyor.

Evet, ama bizim taklidimiz insibahtır. Yani biz de onların amelini yapmaya çalışıyoruz inşallah. Bu kadar teveccüh yapıyoruz. İnşallah taklitten tahkike döner, dönmüştür inşallah veya döner inşallah, bu ümitteyiz.

Peki, ne demek oluyor bu? Yani biz layıkıyla yapmasak bile, layık olmasak bile layık ederler. Onların himmetleri boldur, âlîdir. Onlar merhamet sahibidir. Onlar çok ganidirler, bonkördürler. Onların bir şeyleri eksik olmaz.

Burada biz yeter ki eksikliğimizi bilelim, noksanlığımızı bilelim, kusurumuzu bilelim, acziyetimizi bilelim de bir şey isteyebilelim.

Fakat Cenabı Hak ne buyuruyor? “Yetimlere, fakirlere, saillere ihsanda bulunun.” Bir de ulemanın insanlara böyle bir emri varsa Allah insanlara, yetimlere, saillerine böyle ihsanda yardımda bulunur.

Biz de Allah’ın saili olursak Allah bize ihsanını etmez mi? Eder amenna ve saddakna. Ama yeter ki biz Allah’ın saili olduğumuzu bilelim. Allah’ın saili olduğumuzu bilmek için efendim kusurumuzu ve eksikliklerimizi bileceğiz.

Zaten eksikliğimiz, kusurumuz çoktur. Her halimiz eksikliktir, her sözümüz noksanlıktır, her işimiz eksikliktir, noksanlıktır. Niçin, neden?

Mademki bir işi görürken Allah’ı anamıyoruz. Bir söz söylerken Allah’ı anamıyoruz veya yerken, içerken, yatarken, kalkarken, konuşurken, alırken, verirken Allah’ı anamıyorsak bundan daha büyük noksanlık olur mu? Tabii bizler için bu noksanlıktır.

Bir noksanlık da var ki zahir emirde günahları işlemektir. Günah-sevap, helal-haram, hayır-şer bilmemektedir. Bu da bir noksanlıktır. Ama tarikatımızda noksanlık bunlar değildir. İnşallah tarikata giren, zaten bunları yapamaz. Bunları yapıyorsa tarikattan haberi yoktur. Tarikata girmiş değildir. Bunları yapanlar tarikata ayak basmış değildir.

Ama tarikattaki noksanlık nedir?

Tarikattaki noksanlık da gafletimizdir.

Bu gaflet denilince zahirde yine günah işlemektedir. Ama tarikatımızdaki gafletlik Allah’ı unutmaktır. Yerken, içerken, alırken, verirken Allah’ı unutuyorsak gafletliktir. Bu da bir eksiklik, noksanlıktır. İşte bunun def’ine çalışalım, bunun ikmaline çalışalım. Bu gafletimizi atalım, bu gafletten kurtulalım.

Uyan gaflet meyinden kalk

Bu derdin çaresine bak

Kemendi boğazına tak

Ara bul kâmil insanı

….

Bil emanettir muhabbet sana Mevlâ’dan gelir

Doğru Mecnun oldun ise bil ki Leyla’dan gelir

Küntü Kenz’in mebdeidir arş-ı â’lâdan gelir

Evet, demek ki bir tarikatta ne kadar mürit, talip varsa bunların hepsinin sevgisi Evliyâullah’ın nurundan geliyor. Demek ki onun için buyuruyor ki,

Aşk-ı muhabbet hanesi….

Bak, bu aşk-ı muhabbet hanesi, dünya hanesi değildir. Yani Evliyâullah’ın bir hanesi, tekkesi varsa orada ne yapıyorlar? Orada bir aşk, muhabbet sahibi oluyorlar. Muhabbet elde ediyorlar.

“Aşk-ı muhabbet hanesi” onun kalbidir. Gönlümüzdeki aşklar, sevgiler ondan geliyor. O veriyor, ondan geliyor.

Aşk u muhabbet hanesi âlem anın divanesi

Hep cümle hüsnün anesi cümle maâdin kânıdır

Aşk-ı muhabbet hanesi Evliyâullah’ın kalbidir.

Aşk Allah sevgisidir.

Allah sevgisi onun hanesinden dağılır.

Öyle değil mi? Bütün müritler nereden alıyor muhabbeti, kimden alıyorlar? Meşayihten, tekkeden alıyorlar. Orayı tanımayanlar aşkı bilmiyorlar. Orayı tanıyanlar oraya gidiyorlar ki onlarda Allah sevgisi tecelli ediyor.

Öyleyse demek ki onların hem dünya haneleri aşk u muhabbet hanesi, hem de kalpleri aşk u muhabbet hanesidir.

“Âlem anın divanesi” yani mademki o aşk u muhabbet hanesi olduğu bilinirse, bir de Allah ihsan etmişse, Allah’a inanan insanların hepsi onun divanesi olur.

Divane demek ona gönülden bağlanırlar. Yani akılları gider. İşte o zaman Mecnun sıfat olurlar.

Doğru Mecnun olduysan bil ki Leyla’dan gelir

“Hep cümle hüsnün anesi” derken onlar bütün güzelliklerin anasıdır.

Burada bir anlamı şudur ki: 79 ahlak-ı hamîdeyi, güzel ahlakları o elde etmiştir.

Bir anlamı da şudur ki: Allah’ın ne kadar mükevvenâtta güzeli varsa hepsinin güzelidir.

Burada Cenabı Hak buyuruyor ki  “Biz insanı güzel, kıymetli halk ettik.” Ama hangi insan bu? İşte bunlar velîlerdir.

Niçin? Allah’ın güzelliği onlarda var. Allah’ın sıfatı onlarda var.

Ama o sıfatı, o perdeyi açmak lazım. O sıfatı onlarda görmek lazım. Fakat Evliyâullah’ın yüzünde bir perde vardır. O perde nedir? İşte bu yüzüdür, bu cismidir, o da perdedir. Ama bizim de bir perdemiz var. Biz perdemizi açacağız ki onun perdesi de kalksın, sade onun perdesi değil. Onun perdesi aslında açıktır. Niçin bak,

Seni Hak bilmeyen o geçreviler

Buluğa ermez anların imanı

….

Yar sana daim nazar eyler

Seni gafil görürse güzar eyler

Burada yârdan mana Allah’ın rahmeti, yârdan mana Resulullah’ın şefaati. Çünkü yârdan yardım gelir. Yârdan gelecek yardımlar, pîrlerimizin himmetidir.

Bunlar burada olacak. Bunlara ayık olmak lazım. İşte Cenabı Hak: “Saillere ihsanda bulunun.” buyuruyor. Sailler, fakirleredir. Biz de burada Allah’ın saili olalım, burada Resulullah’ın saili olalım, mürşidimizin burada saili olalım.

Allah’ın saili olmak için de ki:

—Ya Rabbi bunlar senin hep kulların. Ama ben sana kulluğumu yapamadım. Bunlar yapıyorlar. Burada kulluğunu yapanlar var, burada makbul kulların var. Onların makbuliyeti hürmetine beni de bu kusurlardan, nefisten, şeytandan, nefsin tuzağından, dünyanın esaretinden, şeytanın mekrinden kurtar beni, muhafaza et. Nefsimi bana bildir. Zâtını unutturma. Böyle bunları iste.

Peygamber Efendimiz’e:

—Ya Resulullah bunlar senin makbul olmuş ümmetlerindir. Bunların hürmetine beni de ümmetlikte makbul eyle, sünnetlerini işlemeyi bana nasib eyle, sana kurbiyeti yaklaşmayı nasib eyle.

Mürşidimize:

—Ya Hazreti Şeyh Efendim, bunlar senin için gelmişler, hep evlatların. Bunlar sana hizmet görmüşler, himmet almışlar, sana çok yaklaşmışlar, mahrem olmuşlar ve içlerinde daha mahrem olanlar var. Bunların hürmetine beni de günahlarımı, kusurlarımı bağışla.

Öyle, bugün bu cemaatin içerisinde 35-40 senelik ihvan var, değil mi? Şeyh efendimiz zamanından 35-40 senelik ihvanlar var. Evet, yeni ders alan da var.

Bakın şimdi bu şeriatta da vardır, tarikatta da vardır. Şeriatta bir genç, amel işleyen bir genç, amel işleyen bir ihtiyarı gördüğü zaman Allah’a şöyle şefi getirecek:

—Yâ Rabbi bu ihtiyar benden evvel seni tanıdı. Benden evvel sana çok ibadet yaptı. Madem sen emrediyorsun ki: “Kulum bana nafile ibadette yaklaşır.” Bu sana çok evvelden ibadet yapmış, yaklaşmış sana. Senin makbul bir kulun olmuş. Bunun hürmetine günahlarımı, kusurlarımı, beni de bağışla, demesi lazımdır.

Bir ihtiyar da genci gördüğü zaman:

—Yâ Rabbi ben ihtiyarladım, ömrüm boşa gitti. Sana layıkıyla kulluğumu yapamadım. Bu genç yaşta bunun karşısında dünya var iken, nefis var iken, manevi düşmanlar var iken, bunları bırakmış. Dünya, nefis, şeytan gençliğinden dolayı çevresi, etrafı var, bunları hep dökmüş, bunları bırakmış da senin yoluna dönmüş. Bunlardan hepsinden kurtulmuş, yakasını sıyırmış da senin yoluna dönmüş. Bunun sende bir makbuliyeti vardır. Bu genç yaşta senin yoluna girmişse Yâ Rabbi bunun hürmetine beni bağışla. Böyle diyecekmiş.

Alçalmak budur, tevazu budur.

Cenabı Hak “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz.” buyuruyor.

“Her kim ki tekebbür sahibi olursa onu hakir ederim.” buyuruyor.

Tarikatta da buraya gelenler de böyle olması lazım.

—Ya Hazreti Şeyh Efendim ben daha yeni girdim tarikata, bir şey anlayamadım. Ama burada şu efendilerin içerisinde daha evvelden alanlar olmuş. Bu tarikatı onlar anlamış, onlar yaşamış. Hizmet görmüş, himmet almışlar. Sana sözleri geçer onların. Sen bunları seviyorsun. Bunların hatırası için benim günahlarımı hep bağışla ve beni bu tarikattan, bu doğru yoldan sapıtma. Bu yolun nimetlerine ulaştır, demesi lazım. Hani buyuruyor ki,

Heva-yı hevesten ayık olmadım

Asla bir amele faik olmadım

Esrar-ı pîrime layık olmadım

O eski ihvan da:

—Evet, ben şu zamandan beri ihvanım ama anlayamadım, yaşayamadım, yapamadım. Ama yapamadım diye nereye gideyim? Gidecek bir kapım yok. Gidecek kapım bu kapıdır. Bu kapıda makbul olanlar var Yâ Rabbi. İşte bu kapıya genç yaşında günahsız olarak gelen var. Bak, bu tarikata yeni girdi, bunun hürmetine beni de bağışla. Bana da himmet et, demesi lazım. 

Bunların ikisi de Nakşibendî Efendimiz’in amelleridir.

Nakşibendî Efendimiz’in bir ameli şuymuş ki kendisi aslında zî-rûh-i evliya olduğu gibi bütün evliyanın reisi olmasına rağmen, bir ihvan kardeşi Arif-i Dikgirâni Hazretleri, ondan üç gün evvel tarikata girmiş. Hâlbuki Nakşibendî Efendimiz’in makamı onu çok geçmiş. Çok ileride olduğu halde zâhirde öyle hürmet ediyormuş ki yolda giderken ondan evvel gitmiyormuş. Bir akarsuda abdest alıyorlar. Onun arkasına geçiyor, etrafına geçmiyormuş. Niçin? Tarikata üç gün evvel girmiş diye onu kendinden büyük görüyor.

Bir gün de dışarıdan gelen bir kimse Nakşibendî Efendimiz’in ismini duymuş gelmiş. Bu cemaat içerisinde Nakşibendî Efendimiz’in kim olduğunu bilememiş. Cemaate sormuş:

—Sizin büyüğünüz kimdir burada?

Nakşibendî Efendimiz’in o gün yeni ders alan bir müridi varmış. Akşamdan boy abdestini almış, sabahtan sohbetindeymiş. Buyurmuş ki:

—Bizim büyüğümüz budur. Bu akşam tarikata girdi. Boy abdesti aldı. Bütün günahlarını döktü. Buna daha günah bulaşmadı, işte budur, demiş.

Evet, işte öyle efendiler. Ayık olalım. Teveccühün sonuna kadar gözlerimizi açmayalım. Kalbimizi muhafaza edelim. Allah’a yalvarıcı olalım. Resulullah Efendimiz’e yalvaralım, mürşidimize yalvaralım, fark etmez. Evet, burada hangisine yalvarmak istiyorsak, yalvaralım. Burada Allah’ın rahmetini umalım, Peygamber Efendimiz’in şefaatini umalım, pîrimizin himmetini alalım, bunları umalım.