Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-18

Birlik, beraberlik içinde olun. Yani ayrım yapmayın, tefrikaya düşmeyin, birbirinizle iddialaşmayın. Yok, sen şunu şöyle yapıyorsun, sen de böyle yapıyorsun, bunları demeyin. Bunlar parçalar, böler, kaçırırsın. Kârımız ne olacak? Ve bunlara kim sebep oluyorsa büyük mesuliyeti oluyor.

Sen bir kimseye güvenmedin, hoşuna gitmedi. Onun aleyhinde bir şey söyledin, o da buradan kaçtı. Büyük zarardır, senin için büyük günahtır. Veyahut da o buradaysa, o buraya geliyorsa ben ölsem de oraya gitmem, demek bu da senin için büyük zarardır.

Evet, bir insan, bir insanı sevmezse amelden geri mi durur? Amel işlemez mi? Amel Allah’ın emridir. Allah’ın emrini işlemezse bir insan günah işlemiş değil ama bu isyan etmektir, küfürdür.

Burada da bizim tarikatımızın en önemli olan, Allah’a en makbul olan bir amel. Allah’ın indinde ve Resulullah’ın indinde en makbul olan bir amel. Mürşitlerimizin en hoşuna giden amel.

Tevazu ehli olun ve kendinizi beğenmeyin, kimseyi hor görmeyin.

 Mümkünse eğer.

Zâhirini bâtın bil bâtınını zâhir

Olmayınca söyleme bu yolda mahir

Zâhirinize çok dikkat edin, bâtınınıza çok dikkat edin. Ne zâhiriniz gizli, ne bâtınınız gizli. Zâhirinize sahip olun ki şeriatta eksikliğiniz olmasın.

Ve insanlarda şeriatta olur, insanlarda görmüş olduğun kusuru yüzüne, gözüne vurmayın. Şeriat Allah’ın emridir, Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: “Kim ki bir mü’min kardeşinin kusurunu örterse, Allah da onun ayıplarını örter; kim ki mümin kardeşini sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onu her sıkıntısından kurtarır.” değil mi?

Onun için burada birbirimizi çekememezlik, istememezlik yapılmasın. Bu adam benim hoşuma gitmiyor, demek olmasın. Belli mi olur belki Allah’ın indinde o senden daha makbuldür.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: “Allah insanların boyuna, soyuna, güzelliğine, zenginliğine bakmaz; kalplerine nazar eder” Öyle ise insanların kalpleri Allah’a malumdur, bilinmez.

Sen çok zenginsin ama belki fakirin kalbi seninkinden Allah’ın indinde daha makbuldür, sağlamdır.

Sen çok güzelsin ama o çirkinin kalbi seninkinden daha sağlam olabilir.

Sen çok asaletlisin ama o senden daha yakın olabilir.

Allah zalimden âlim, âlimden zalim çıkarır.

Sen çok güçlüsün, kuvvetlisin ama bunların hiçbirine güvenme.

Kuvvetine malına güvenme hiç

Gör ki Nemrûd'a ne yaptı bir meges

Ne dedi? Bu Kur’an’daki bir hakikattır. Nemrût aleyhillane şarktan garba herkesi, insanları kendisine tanrıyım, diye taptırdı. Allah da onu bir topal sinekle helak etti.

Kuvvetine mâlına güvenme hiç

Gör ki Nemrûd'a ne yaptı bir meges

Bu Kur’an’da vardır.

Onun için burada evet, sen güçlüsün, kuvvetlisin ama o zayıf, güçsüz diye sen onu kendinden üstün görme. Evet, zâhirde sen belki güçlüsün ama onun kalbi, inancı, maneviyatı belki senden güçlüdür.

Sonra sen zenginsin, o fakir ama belki onun gönlü senden zengin.

Bu zenginlik iman zenginliğidir, mal zenginliği değil.  Belki onun gönlünde imanı daha çoktur, o zaman fakirliği zenginlik olur. Bu zenginlik o zenginliktir.

Evet, işte “Boylarına, soylarına güzelliklerine, zenginliklerine bakmaz; kalplerine nazar eder.” buyruluyor. Demek ki burada bir inanç var.

Yani bu inanç, kâinatın halkiyeti, Allah’ın varlığı nasıl bir kuvvet, nasıl bir varlıktır? Allah’ın zaten sıfatlarıdır, düşünülmez.

Allah’ın hikmetleri, kuvvetleri, azametleri, nimetleri var. Bunların arasında seni insan olarak halk etmiş. Ama sen bütün halkiyette hepsinin üstünüsün, bunu bileceksin. Hepsinin de aşağısındasın bunu da bileceksin.

Nefsini bilecek olursan eğer hepsinden, köpekten aşağısın.

Ruhunu bilecek olursan, melekten üstünsün. Bunlar var.

….

Evet, işte burada ihvanlar birbirinizi sevmek, en büyük kârınızdır. Burada birbirinizi sevin.

Mecnun sıfatlı olmaya çalışın.

Bak, insanlarda Mecnun var, Meczup var, bir de Cünûn var. Bunların üçü de deli görünümlü fakat bunlar değişiyor. Esas deli olan cünûndur. Yani akli dengesi olmayan, bozuk olan. Allah akıl vermemiş ona. 

Meczup’ta ne var? Deli gibi görünen ama öyle değiller. Onların işleri zarar değildir.

Bir de Mecnun var. Bizim için Hazreti Allah tarikatı bize nasip etmiş. Bunun için de biz Mecnun sıfatlı olmaya çalışalım. Ne cünun olalım, ne de meczup olalım. Meczup olursak eğer o zaman şeyh efendimize bağlı değiliz, başka bir yere bağlıyız. Bağlı olduğunu sen bilmiyorsun, idrak etmiyorsun. Mühim olan, önemli olan Mecnun sıfatlı olmaktır.

Bak, kelamda da hepsi geçiyor. Cünun geçmez, meczup geçmez. Öyleyse ne geçiyor kelamlarda?

Bir Leyla’nın Mecnunuyam…

diyor.

Mecnun gibi dağdan dağa gezmek

Kelamlarda ne kadar geçiyor bu Mecnunun hitabı.

Bir Leyla’nın Mecnûnuyam cânân ilinin cânıdır

Ama yalnız Mecnunluk şudur ki sevmişim seni, her şeyden çok sevmişim seni. Mecnun başkasını sevmeyecek, hiç kimseyi kıskanmayacak.

Çok sevenler var ki kıskanıyorlar. Diyor ki ben fazla sevdim. Leyla’yı kimse benden fazla sevemez.

Çok sevenler var ki onlar da kıskanıyorlar. Benim şeyh efendim bana iltifat etsin, benimle ilgilensin, beni sevsin; başkasını sevmesin, bu doğru değil.

Buna ihsan denmez, çünkü bu Allah’ın rahmetini noksan görmek, Resulullah’ın şefaatini noksan görmek, Evliyâullah’ın himmetini noksan görmektir.

Sanki sen bir fakirsin, gitmişsin bir kapıya sâil (dilenci), orada Allah rızası için bir şey istiyorsun. O kapı sana bir şey verecek. Bir sâil daha geldiği zaman diğeri der ki:

—Bu nereden geldi yahu? Şimdi bana vereceğini ikiye böler, o olmasaydı bana fazla verirdi. O da geldi şimdi bana az verecek, der.

Canım Allah sana da versin, ona da versin. Kıskanma, niye kıskanıyorsun?

Evet, onun için burada çok dikkat edin, ihvanlar! Birbirinizi sevin.

Eğer ki bu yolda terakki etmek istiyorsak, bu yolda gitmek istiyorsak, bir şey sahibi olmak istiyorsak, birbirinizi sevin. Kenetlenin birbirinize, birbirinizde kusur görmeyin.

En büyük burada maharet, en büyük amel birbirinizin kusurunu örteceksin, seveceksin.

En büyük kusur burada birbirinizde kusur görürseniz, açarsanız en büyük zararı işlemiş olursunuz. O kusuru gördüğün zaman zaten sevmezsin, kusurunu görünce sevmezsin ve ondan kaçarsın. O hatmeye gelince sen de kaçarsın. Veyahut da onun kusurunu gördün ya.

—Sen şöylesin, sen böylesin, dersen.

O gelmez kaçırırsın. O hatmeye gelmezse senin zararın mı olur, kârın mı olur? Onu sen oradan kaçırmış olsan kârın mı olur, zararın mı olur?

Bunları idrak edin, bunları düşünün.

….

Olârın ruhlarının yok karârı

Dolaşırlar zemîn ü âsumânı

Dolanırlar, gezerler. Oların ruhları, kim bunlar? Velîler.

Onların ruhları sağken, cesette kapalı değiller. Onlar ispat-ı vücut yaparlar. Tayyi mekânda bulunurlar, ispat-ı vücut yaparlar. Oturduğu yerde bakarsın ki Türkiye’de görülür ve ta Hicaz’da da görülür.

Olârın ruhlarının yok karârı

Dolaşırlar zemîn ü âsumânı

Olar bu âlemi devran ederler

Ararlar derde düşen nâtüvânı

Onlar ölümde, kabirde de kapalı değiller.

Onlar ölmezler, onlar sade gözden kaybolurlar.

Kalp gözü, bâtın gözü açık olanlar onu yine hayatta nasıl gördüğü gibi onu görürler.

Evet, kabirde de kapalı değiller.

Bunlar çıkarlar gezerler. Her tarafa elleri ulaşır, her tarafı görürler, her tarafa ihsanda bulunurlar. Anında her tarafa yetişirler.

Yeter ki bizim “Aman” bir amanımız olsun. Ama kuru amanımız olmasın ha!

Kuru aman nedir?

Eğer biz sair zamanlarda, iyi zamanlarımızda “Destur” demezsek, sıkı zamanda “Aman” demek, o aman olmaz.

Yani hiç unutmayacağız onları ki bütün “Destur, Bismillah Destur” her işinde. Aldın “Bismillah Destur”, verdin “Bismillah Destur”, lüzum yok kalbinde olsun, aklında olsun. “Bismillah Destur” dedin aldın, “Bismillah Destur” dedin verdin. Vazifeye gittin kapıdan içeri girdiğin zaman hemen “Bismillah Destur” de. Bu olursa daraldığında da “Bismillah Meded” dediğin zaman yetişirler, hemen yetişirler. Ama geniş zamanlarında “Destur”un olmazsa dar zamanında da “Meded”i işitemezsin, makbul olmaz da.

Evet, şimdi teveccühe başlayacağız. Bir de bu teveccüh de kalb-i selim istiyor. Kalb-i selim dersek yani her şeyi kalbinizden çıkarın, sade bir borcu değil, sade hastayı değil. Yani kibir, gurur, haset, kin, gadap bunları çıkarın. Gadaplanıyorsunuz, bilerek bilmeyerek, olsun olmasın kalbinizden gadabı çıkarın.

Her şey birden yok olmaz. Bir insan alışmış bir şeye, nefsinde yaratılış hesabı hiddeti mi var, gadabı mı var, onu birden yok edemez. Onu azalta azalta, küçülte küçülte yok eder.

Kini var, onu da birden atamaz. Azalta azalta, küçülte küçülte yok eder.

Hasedi var, bu da böyle; gururu var, bu da böyle; kibiri var, bu da böyle.

Bu beş şeyi azaltabilir. Haset, kibir, gurur, gadap bir de kin. Burada herhangi bir ihvanda birbirinize darılmışsanız gücenmişseniz, sevmiyorsanız arada bu kin var, bunu kalpten çıkarın, kininizi çıkarın.

Çünkü zâhirde Allah’ın böyle bir emri var. Bir Müslüman, yaşlı bir Müslüman bir genci gördüğü zaman bakıyor ki o; ibadeti, sevapları yaşayan, günahı sevabı bilen;  kendini çekip çevirmiş. Günah işlemiyor, sevap işliyor; helal yiyor, haram yemiyor; hayır düşüncesi var, şer işlemiyor. Böyle birini, İslâm’ı yaşayan birini yaşlı bir adam gördüğü zaman ondan bir istimdat talep etmek gerekiyor.

—Yâ Rabbi ben yaşlandım, sana kulluğumu tam yapamadım. Bak, bu genç daha günah kazanmadan sana kulluğunu yapıyor. Senin indinde bunun bir makbuliyeti vardır. Bunun hürmetine, Yâ Rabbi beni de affet.

Makbul olan duadır. Çünkü niye? Onda mahviyet vardır.

Mahviyet lazım, yokluk lazım. Gurur, kibir, ben biliyorum, ben yaptım, ben eyledim, demek değil.

Tarikat bilmek değil, tasavvuf bilmek değil. “Tasavvuf bitmektir.”

Evet, bu böyledir. Fakat gençler de ne der biliyor musunuz? Bu genç o yaşlıyı gördüğü zaman:

—Yâ Rabbi, bu seni daha erken tanımış, yaşlı, çok yaş yaşamış, seni tanımış, sana ibadet etmiş, itaat etmiş, sana yaklaşmış. İbadetle sana yaklaşılıyor, yaklaşmış. Senin indinde bunun bir makbuliyeti vardır, sevilmiş insan. Yâ Rabbi beni buna bağışla.

Bu genç şimdi ölene kadar böyle bu amelini devam ettirir. Yasakların zararından kurtulmak için, isyandan kurtulmak için “Yâ Rabbi beni buna bağışla.”

Şimdi tarikat demek, tevazudur.

Bak, tabii on beş senelik, yirmi senelik ihvanlar var. Bir de yeni, genç ihvanlar var.

Nakşibendî Efendimiz’in iki emri var: Birisi ihvan kardeşi Arif-i Dikgirani Hazretleri ondan bir, iki gün evvel tarikata girmiş. Nakşibendî Efendimiz çok âlim, maneviyatı çok yüksek olduğu halde o Arif-i Dikgirani Hazretleri bir gün önce tarikata girmiş olduğu için hürmet gösteriyor.

Çünkü bizim tarikatımız askeriyedir. Eğitimi askeriye, kıyafeti askeriye, makamı askeriyedir. Askeriyede de bir usül var, askeriyede de bir kıdem var. Bir gün evvel giren, bir gün sonra girenden kıdemlidir. Evet, bu da tarikatımızda vardır.

Nakşibendî Efendimiz Arif-i Dikgirani Hazretleri’nden bir gün sonra tarikata girmiş. Arif-i Dikgirani Hazretleri’ne o kadar saygı gösteriyormuş ki yolda beraber giderken onun peşinden gidermiş. Bir akarsuda abdest alıyormuş onun yukarısına geçmezmiş, aşağısına geçermiş. O kadar saygı gösteriyormuş, bu bir.

Bir de, bir gün Nakşibendî Efendimiz makamında, tekkesinde sohbet ederken dışarıdan bilmeyen bir tanesi öğrenmiş, gelmiş. Cemaate bakmış bilememiş. Demiş,

—Sizin büyüğünüz burada kimdir?

O mübarek, o zaman bir günlük müridi, yani bir gün evvel akşamdan ders alan müridi göstermiş. Demiş ki:

—Bizim büyüğümüz budur. Çünkü bu akşamdan tarikata girdi, boy abdesti aldı, her bir günahları döküldü, daha günah işlemedi, bizim büyüğümüz budur, demiş.

Şimdi buradaki esas şudur: Maksat mahviyete düşmek lazım.

Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz

Maksat insan kendi kusurunu bilsin. Yani eski ihvanlar yeni ihvanları şefî getirir.

—Yâ Rabbi, Yâ Hazreti Pir, Yâ Hazreti Pîrlerimiz, bu daha yeni ders aldı, boy abdesti aldı, günahlarından silkindi, kurtuldu. Daha günah işlemedi, beni buna bağışla. Ben mesela on beş, yirmi senelik ihvanım. Ama isyandan başka bir şeyim olmadı. Sana layık bir müritlik yapamadım, sana layık olamadım.

Hevâ-yı hevesden ayık olmadım

Aslâ bir amele fâik olmadım           

Esrâr-ı pîrime lâyık olmadım          

Evet, böyle desinler.

Yeni ders alan da desin ki:

—Ya Hazreti Pîr, Yâ Şeyh Efendim bak bu amcam, bu ağabeyim yirmi senedir seni tanımış, yirmi senedir sana hizmet ediyor, himmet almıştır muhakkak. Sana bir yakınlığı var. Yeni tarikata girdim onun hürmetine beni de muhafaza et bu tarikatta. Bir vücut sahibi et, bir amel sahibi et. Aldanmayayım, sapmayayım, sapıtmayayım, yanlış yollara gitmeyeyim.

Buradan ne olur? Bunlar insanı alçaltır, bunlar insanın kalbini boşaltır.

Kalp burada boşalacak ki kin çıkacak, gadap çıkacak, haset çıkacak, gurur çıkacak. Öyle ki kalbi boş olsun.

Kalp boşalmazsa dolu bir kaba bir şey konulmaz, boş kaba konulur. Bir kap dolmuş ne koyabilirsin ki? Boş olunca konulur.

İşte burada da teveccühteki nurlar tecelli edecektir. Allah’ın nurları:  esma nuru, sıfat nuru, zât nuru.

Esma nuru isimlerden tecelli eder. Müridi bakarsın ki ruhu esma nuru ile idare edilir. Mademki senin bir muhabbetin var. Neyle? Şeyh efendin kuşatıyor. Bir esma nuru ile seni idare ediyor. Niçin bak? Nasıl buyuruyor,

Hemân bir lahza sağ olmak bana sensiz harâm olsun    

Sâlih Baba böyle buyuruyor. Yunus Emre ne buyuruyor,

Senin aşkın deniz ben bir balıcak

Balık sudan çıka hemen ölüdür

Senin sevgin beni bir deniz gibi ihâta etmiş. Balık denizde olur. Denizden çıktı mı ölür. Senin sevgin de benden kesilirse benim ruhum da balık gibi ölür. Bu kelamı kibar bunu ifade ediyor.

Evet, işte meşayihi seviyorsa Allah için sevmiş, başka şey için değil. Annesi değil, babası değil, akrabası değil, ahbabı değil. Ne için sevmiştir? Allah için.

Resulullah’ı sevmişse, zaten Resulullah sevgisi Allah sevgisidir.

Allah’ı sevmişse zaten Allah sevgisi, fark etmez.

Ama yalnız bir müritte hâl olabilir. Eğer bir mürit esma nuru ile idare ediliyorsa o, şeyh efendiyi çok sever. Ama zâhirde de o şeyh efendi Resulullah falan değildir. Hatadır, bu isyandır, bu şirktir. Ama gelin hakikate, sevebilir. Resulullah Efendimiz’den fazla sevebilir. Ama o sevgi neyin sevgisi? Resulullah’tan geliyor. Resulullah’a nereden geliyor? Allah’tan geliyor.

Bak, şimdi müridin bir tanesi camiyi temizliyormuş. Hızır (a.s) geçmiş onun karşısına, demiş ki:

—Yüzüme bak, mürit de

—Benim bakılacak yüzüm var, başka yüze bakmam ben, demiş.

Birini tam seven öbürlerini sevemez.

Demiş:

—Ben Hızır’ım.

—Benim Hızır’ım da var, demiş.

Evet, her şeyh kendi müridinin Hızır’ıdır.

Bu ihlâstır. Tarikatın bir şartı da ihlâstır.

Eğer mürit şeyhini vaktin Hızır’ı bilmezse ondan feyiz almaz veya arasında vaktin kutbu vardır. Vaktin kutbu derecelenerekten Hızır’dan emir almaz. Hızır onların emrindedir. Hızır, vaktin kutbundan, gavsından ileri değildir.

Peki, demiş:

—Ben senin şeyh efendine feyiz veririm.

—Feyzi ben şeyhimden alıyorum.

Ne yaptıysa yüzüne baktıramamış. Ondan kurtulmak için keskin bir cevap vermiş. Demiş ki,

           

Şöyle kiAllah’dır sözüm

Bir yüzdedir iki gözüm

Yârdır bütün özüm

Ben în ü anı neylerem

Diyor ki sen beni ayıramazsın, bir yüze bakıyorum. Zikrim Allah, Allah’ı zikrediyorum. Ama bir yüze bakıyorum, o yüzü sen benden ayıramazsın. O yüz beni yaktı, kavurdu.

Onun için daha hareket olmaz, bakacağı olmaz.

Onun için ben ne yapacağım, benim bakılacak bir yüzüm var, başkasının bakacağına bakmam.

Onun için,

Bizim tarikatımız rabıta tarikatı,

Bizim tarikatımız sohbet tarikatı,

Bizim tarikatımız hatme tarikatı.

Bizim tarikatımız şeriat tarikatı.

Bu dört şey var. Rabıta vasıtamız.

Allah’a en kuvvetli, en sıhhatli, en emniyetli vasıta, rabıtadır. Bak,

Çok çektim ise iftirâk

Kalmadı gönlümde merak

Aşkım bana oldu Burak   

Bak, “Aşkım bana oldu Burak.”

Bu firak ne? Bu merak ne?

Firak, Hazreti Âdem cennetten niye indi? Cennetten ayrıldı Allah’tan ayrıldı. Cennette Allah’ı görüyordu değil mi?  Niye indiler? İki yüz sene ağladı. Ama ayrılık firakı ile iki yüz sene ağladı, cenneti kazandı. Ayrılıktan, firaktan, dertten kurtuldu. Bizim de şimdi,

Çok çektim ise iftirâk       

Canım Allah’tan mecbur ayrılmış, gelmiş firaktayız. Bu firaktan kurtulmak istersek, bu meraktan kurtulmak istersek eğer,

Aşkım bana oldu Burak

Aşktan mana burada rabıtadır. Rabıtaya olan sevgidir, değil mi?

Allah sevgisi ama rabıta sevgisidir. Allah için sevenler pişman olmaz. Allah için,

Hakk ile sevdiğimin var mı vebâli

Demek ki bilmiş olun ki eğer bir müridin ruhu esma nuru ile idare ediliyorsa o nedir?

O şeyh efendisini çok sever. Ben şeyh efendimi çok seviyorum, der. Ama Allah’tan çok seviyorum, demek küfürdür, şirktir, insanları kandırır. Resulullah Efendimiz’den fazla seviyorum, diyemez.

Eğer müridin ruhu sıfat nuru ile yaşıyorsa, sıfat nuru ile idare ediliyorsa o da Resulullah Efendimiz’i çok sever. Ama Resulullah’ı çok sevmek, ben Resulullah’ı Allah’tan çok seviyorum, demek olmaz.

Eğer zât nuru ile idare ediliyorsa Allah’ı çok sever.

Huzur müridi, tefekkür müridi, rabıta müridi var.

Huzur müridi çok sevgi ile, Allah’a bağlanmış oluyor.

Tefekkür müridi sevgi ile Resulullah’a bağlanmış oluyor.

Rabıta müridi de sevgi ile şeyhine bağlanmış oluyor.

Bunların hepsi haktır. Hiç inkâr etmeyelim.

Yalnız burada fark varsa, şeyhini çok seviyorsa, ben şeyhimi Resulullah’tan çok seviyorum, diyemez.

Resulullah’ı seviyorsa ben Resulullah’ı Allah’tan çok seviyorum, diyemez. Bu şirktir, kusurdur.

Bugün emir var, zâhirde emir var. Ama zâhir emre uymak lazım. Hepsinden de zâhir emre uyacağız. Zâhir emir ne? Ben şeyh efendimi Resulullah’tan fazla seviyorum, denmez.

….

Onun için bak biz avamız, havas değiliz ki. Bak, ne diyor? Bu aşk ancak velîlerde, müptedide değil, müntehide olurmuş.

Ama müntehide bu aşk geldiğinde ama her geldiğinde de bir hikmet var. Her geldiğinde bir terakki var. Aşka, muhabbete geldiği zaman hiç derdi yok. Herkesi seviyor, bağrına basmak istiyor. Kalbi rahat, ferah. Amelden, her yaptığı işten zevk duyuyor.

Ama kabız hali olduğunda insanlarda hep sıkıntılı oluyor.  Anam, babam dese onu kötü anlıyor. İnsanları dışlıyor, insanları tenkit ediyor. Sanki dünyada hep açlıktan ölecekmiş gibi, sanki bütün insanlardan zarar görecekmiş gibi. Olur bunlar böyle olur, böyle gider. Ama vücut sahibinde kabız hali olur. Basıt hali ferahlıktır. Ama müptedide bunlar vardır.

Bunlar cihatla yolu açar. Cihat da Allah’ın emridir, büyük ameldir. Zaten biz cihatla bunlardan kurtulacağız. Cihatla biz basıt hâlini çoğaltacağız, kabız hâlini azaltacağız. Kabız hâli azala azala tamamen kesilirse, o zaman senin halin oldu makam.

Makam oturan, hâl ise geçicidir.

….

Hazret-i Pîrim delîlimdir, halîlimdir benim     

Dil sarâyı ravza-i beyt-i celîlimdir benim        

Ana teslîm ettiğim nefs-i zelîlimdir benim        

İnkıyâd ettim bıçağa uymuşam İsmâîl'e

Bu kelamlarda söylenen, nasıl ki babası Halil İbrahim Aleyhisselam oğlu İsmail’e

—Teslim ol, seni keseceğim, demiş.

Ellerini bağlamış. Oda:

—Baba çöz ellerimi bu emri, bu işi işle. Ben sana karşı gelmiyorum. Bağlı ellerimi çöz, demiş.

Değil mi? Bir mürit de demek ki şeyh efendisine böyle teslim olması lazım.

Tarikatın şartlarından biri budur. 

Muhabbet var, ihlâs var, adap var, bir de teslimiyet var.

Bunlar birbirini takviye eder. Başta muhabbet. Muhabbeti takviye eden, çoğaltan ihlâstır.

Hani bir insan şeyh efendisini ne kadar büyük görürse, ne kadar yüksek görürse, o kadar fazla sevebilir, sevgisi ona göre olur.