116 Şarâb-ı vahdetin hamrın içir dilber dudağından Gelir bûy-ı muhabbetler senin ahmer yanağından Yüzün Sebu'l-Mesânî'dir dehânın maden-i hikmet (1) Lisânın nutk-ı Hak söyler bilen yoktur zebanından (2) Muhammed nurudur nurun demin rûh-ı Mesîhâ'dır Döner çarh-ı felek durmaz senin aşk-ı hayâlinden Ledünnî mektebin açtı Hızır gör zulmeti geçti Hayât-ı câvidân içti senin âb-ı zülâlinden (3) Senin nûr-ı siyahındır kaşınla kirpiğin zülfün Ki durmaz gözlerin sihri atar tîri kabağından Ki sensin "Ahsen-i takvîm" kani bir ahsen-i tefhîm Melâikler alır talîm senin hikmet kitabından Senin âşıkların ancak bilirler mebdein şahım Zuhuratın mukaddemdir hitâb-ı "kün-fekân"mdan Cemî-i âlemin ilmin bilen hem bildiren Allah Ebu'l-Ervâh bilir ancak seni taksîm hisâbından Muhammed Sâmîdir ismin ki yoktur nokta sultânım Şehâdet mazharı "Nurun alâ nûr" un çerâğından Yakıp bu benliğim şehrin yalancı nefsimi katl et Halâs et Salih'i şahım içir vahdet şarâbından |
Şarab-ı vahdetin hamrı = İlâhi muhabbet, aşk. Büy-u muhabbet = Muhabbet kokusu. Ahmer = Kırmızı, kızıl. (1) = Yüzün Fatiha Sûresi, Sözün hikmet madeni. (2) = Dilin Hak sözü söyler, dilini bilen yoktur. Dem = Nefes, soluk; an, vakit, zaman. Rûh-u Mesihâ = Hz. Isa nefesi. Çarh-ı Felek = Dünya, âlem. Aşk-ı hayâl = Hayâlin aşkı. Ledünnî = Sadr ilmi. (3) = Ölümsüz hayatı senin sohbetinden kazandı. Nur-u siyah = Siyah nur. Sihr = Büyü; hüner, sanat Tır = Ok. Kabağ = Tir-keş, sadak, okluk, ok kabı. Ahseni Takvim = "Biz gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık." (Tin; 4) Kani' = Kanaat eden, yeter bulup fazlasını istemeyen. Ahsen-i Tefhîm = Bildirmenin güzelliği, en güzel şekilde bildirme. Mebde = Geliş yeri. Çıkışın "kün-fekan" emrinden öncedir. Cemî-i âlem = Bütün âlem. Ebu'l-ervah = Ruhların babası, peygamberimiz. Şehâdet = Şahitlik, şahittik etme, delâlet, şehit olma. Mazhar = Bir yerin göründüğü çıktığı yer; nail olma. Nurun alâ nûr = Nur üstü nur. (Nur. 35) Çerâğ = Lamba, kandil. |